Dijital bağımlılıklar bizi dopamine boğuyor

ABD gibi zengin ülkelerde artan depresyon ve kaygı (bozuklukları), beynimizin zevk ile ilişkilendirilen sinir ileticisine (neurotransmitter) bağımlılığının sonucu olabilir.

20’lerinde, zeki ve düşünceli bir  hastam, bana ezici bir kaygı ve depresyon ile geldi. Üniversiteyi bırakmıştı ve ebeveynleri ile beraber yaşıyordu. Belli belirsiz bir şekilde intiharı düşünüyordu. Aynı zamanda neredeyse tüm gün, gece geç saatlere kadar bilgisayar oyunu oynuyordu.

20 yıl önce olsa, böyle bir hasta için ilk yapacağım şey antidepresan yazmak olurdu. Bugün ise tamamen farklı bir şey tavsiye ediyorum: dopamin orucu. Bu hastama da bilgisayar oyunu da dahil tüm ekranlardan 1 ay uzak durmasını önerdim.

Psikiyatrist kariyerim boyunca, başka şekilde sağlıklı, kendilerini seven aileleri olan, elit eğitime sahip ve görece varlıklı gençler de dahil, her geçen sene artan sayıda depresyon ve kaygı bozukluğu gördüm. Bu insanların problemi travma, sosyal bozukluk ya da fakirlik değil. Dertleri çok fazla dopamin, beyinde üretilen, sinir iletici işlevi olan, zevk ve ödül ile ilişkilendirilen bir kimyasal.

Yapmaktan hoşlandığımız bir şeyi yaptığımızda – örneğin hastamda olduğu gibi bilgisayar oyunu oynadığımızda – bir miktar dopamin salgılarız ve kendimizi iyi hissederiz. Ama sinir biliminde son 75 yılda yapılan en önemli keşiflerden biri, zevkin ve acının beynin aynı bölgelerinde işlendiği ve beynin bunları bir dengede tutmaya çalıştığı. Denge ne zaman bir tarafa doğru kaysa, beyin diğer yöne kayarak dengeyi yeniden sağlamak için var gücü ile çalışıyor (nöronbilimciler buna homeostaz diyorlar).

Dopamin salgılanır salgılanmaz, beyin dopamin alıcılarını azaltarak ya da “aşağı doğru ayarlayarak” bu salgılamaya adapte oluyor. Bu da beynin acı tarafına kayarak dengeyi sağlamasına neden oluyor. Zevkin sonrası bir akşamdan kalmalığın ya da düşük modun gelmesinin sebebi bu. Eğer yeterince beklersek, bu his geçer ve denge noktası yeniden sağlanır. Ama insanlarda, beklemek yerine bu hissi zevk kaynağına giderek yeni bir doz ile yok etme gibi doğal bir eğilim var.

Bu döngüyü hergün saatlerce, haftalarca ya da aylarca tekrarlarsanız, beynin zevk için kurulduğu nokta değişir. Bu aşamadan sonra zevk almak için değil sadece normal hissetmek için bilgisayar oyunu oynamaya başlarız. Oyun oynamayı bıraktığımızda, madde bağımlılığının evrensel yoksunluk sendromunu deneyimleriz: kaygı, sinirlilik, uyuyamama,  cinsiyet karışıklığı (dysphoria) ve bağımlılık yapan madde kullanımın ile zihinsel meşguliyet gibi şeyler hissederiz (şiddetli arzu).

Beynimizdeki bu iyi ayarlanmış denge, büyük çoğunluğunda zevkin az, tehlikenin bol olduğu milyonlarca yılda evrimleşti. Bugün problem şu ki, biz artık öyle bir dünyada yaşamıyoruz. Şu an, bolluğa boğulmuş şekilde yaşıyoruz. Yüksek derecede takviye edici uyuşturucu ve davranış çeşitliliği, miktarı ve etkinliği hiçbir zaman bu zamanki kadar çok olmadı.  Şeker ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapıcı maddelerin yanına, daha sadece 20 yıl öncesine kadar varolmayan elektronik bağımlılıklar da eklendi: mesajlaşma, tweet atma, internette gezinme, online alışveriş ve kumar gibi. Bu dijital ürünler, patlayan ışıklar, kutlayıcı sesler ve “beğenmeler” ile daha büyük ödülün bir tık ötede olduğu algısı yaratarak özellikle bağımlılık yapacak şekilde tasarlanıyorlar.

Fakat tüm bu iyi hissettirici uyuşturuculara erişimin artması, bizi eskiye göre daha acınası hale getirdi. Depresyon, kaygı, fiziksel ağrı ve intihar oranları tüm dünya çapında artıyor özellikle de zengin ülkelerde. Dünyanın 156 ülkesini, vatandaşlarının kendilerini ne kadar mutlu hissettikleri konusundaki beyanlarına göre sıralayan Dünya Mutluluk Raporuna göre,  Amerikalılar 2018 yılında, 2008 yılına göre daha mutsuz olduklarını söylüyorlar. Belçika, Kanada, Danimarka, Fransa, Japonya, Yeni Zelanda ve İtalya gibi diğer zengin ülkelerde de insanlar, daha az mutlu olduklarını beyan ediyorlar. Global Hastalık Yükü çalışması, yeni depresyon vakalarının, 1996’dan 2017’ye dünya genelinde %50 arttığını gösteriyor, en büyük artış da en yüksek gelir durumuna sahip bölgelerde ve özellikle Kuzey Amerika’da.

Dopamin peşinde koşarken neden sonuç ilişkisini görmek zor. Ama ancak tercih ettiğimiz uyuşturucu neyse onu bıraktığımız zaman, “tüketimimizin” hayatımız üzerindeki gerçek etkisini görmeye başlıyoruz. Bu nedenle hastamdan bilgisayar oyunlarını bir ay, beyninin dopamin dengesini yeniden eski haline getirebilmesine yetecek süre kadar, bırakmasını istedim.  Bu kolay olmadı ama ama hastam, kısa vadede kendisini iyi hissetmesini sağlayan şeyden uzaklaşarak uzun vadede daha iyi hissetmesini sağlayabileceğimiz gibi mantığa aykırı bir fikri denemek için oldukça motiveydi.

Yıllardır hissetmediği kadar iyi hissettiğini, daha az depresyon ve kaygı bozukluğu yaşadığını görmek, hastamı oldukça şaşırttı. Haftada 2 günden fazla olmayacak ve o günlerde de sadece 2 saat olacak şekilde oynayarak, negatif etkilerine maruz kalmadan bilgisayar oyunlarına dönmeyi bile başardı. Bu şekilde beyni, dopamin dengesini yeniden kurmak için yeterli süreye sahip olabiliyor.

Aşırı sarıcı, yani bir başladı mı bırakamadığı bilgisayar oyunlardan uzak duruyor. Bir okulda kullanacağı bir de oyun oynayacağı 2 ayrı dizüstü bilgisayar ayarladı ve böylece oyun ve çalışma birbirinden fiziksel olarak ayrıldı. Ve son olarak da sadece arkadaşları ile oyun oynamaya başladı ve yabancılarla oyun oynamayı bıraktı. Böylece oyun oynadığı zaman arkadaşları ile bağlarını da güçlendiriyor. İnsan bağı kendi başına güçlü ve uyumsal bir dopamin kaynağı.

Herkes bilgisayar oyunu oynamıyor ama ama hemen hepimizin tercih ettiği bir dijital uyuşturucu var ve bu uyıuşturucu muhtemelen fişe takılı neslin şırıngası olan cep telefonu üzerinde. Cep telefonu kullanımını azaltmak çok zor zira ilk azaltma denemenizde beynin zevk – acı dengesi acı tarafına kayıyor ve bunun sonucu olarak da huzursuz ve asabi hissediyoruz. Ama bunu yeterince uzun süre yaparsanız, sağlayacağınız daha sağlıklı dopamin dengesi için acı çekmeye değer. Zihnimiz şiddetli arzu ile daha az meşgul olur,  şimdiki zamanı daha fazla yaşayabiliriz ve hayatın küçük ve beklenmedik zevkleri daha ödüllendirici hale gelir.

Kaynak: Digital Addictions Are Drowning Us in Dopamine

Kendi üzerimde Nofap deneyi

Gün 0 (3.09.2022)

Kendi üzerimde yapacağım Nofap deneyi bu kitabın başlangıcı olacak. Az önce 30 günlük sürecimi bozdum. Aslında bu 30 günde pek bir kriz atlattım diyemem. Şuan ki hedefim 90 günü bulmak. Bu süreçte ruhsal ve fiziksel olarak hissettiğim değişiklikleri size aktaracağım. Bugün gün 0.

Daha önce birçok yöntem denedim. Bu işte aslan payını krizleri atlatabilmek alıyor. Bende işe yaramayan şeylerse faydalara odaklanmak, hatta bunları yazarak kriz anlarında ekstra motivasyon olsun diyerek buzdolabına falan yapıştırmaktı. Sonuçta her buzdolabına yöneldiğinizde gözünüze birkaç satır bir şey çarpıyor değil mi? Ya da bunları günlük olarak okumayı denemek. Faydaları işaret eden bu motivasyon veren cümlelerin hepsi çok hoş görünüyor. O yüzden bu yöntemi uygulamak kulağa çok mantıklı geliyor. Ne de olsa bu hayatta doğru nedenleri bulmak pek çok şeyi başarmada kilit taşı.

Ama ben bunlara, bu yöntemlere rağmen süreci defalarca bozdum. Bir şekilde bozuluyordu. Kriz anında bu yazdıklarımı okuyacak durumda bile olmamam bu önerilen genel yöntemlerin işe yararlılığı konusunda beni şüpheye düşüren sebeptir. Neler yazdığımı okusam bile bir etkisi olmuyordu. Henüz neden bilmiyorum ama durum bu.

Keşfettiğim şey ise orada porno olduğu için süreci bozmuyorsunuz. Azgınsınız ve bu azgınlığı gidermek için porno bir araç. Evet, pornolar ilgi çekici ama azgın olduğunuz için onlar 10 kat daha ilgi çekici hale geliyor. Bu porno olmasaydı başka bir şey olurdu. Yani olay azgınlıkla başa çıkabilmekte. Ben dediğim tarzda motivasyon şeyleri yazan insanların bunlara rağmen başarılı olduklarını düşünüyorum. Yani belki bu önerilen genel yöntemlerin başarılarında alacağı pay %5’tir.

Hayatta nedensiz bir şekilde bir şeylerin başarılamayacağı da doğru. Zaten amaç da pornonun verdiği bu negatif etkileri ortadan kaldırmak. Bu sayede hepimiz daha iyi insanlara dönüşebiliriz. Daha enerjik, çekici, kendimizden memnun bir versiyonumuza…

Evet, spora gidiyorum, hatta 2 hafta önce döndüğüm tatili saymazsam özellikle son 6 aydır haftada 5 gün. Antrenmanın sonunda da 30-40 dakika kardiyo yapıyorum. Gene tüm bunlarda uzunca bir süre başarısız olmamamı sağlamadı. Hep şunu derler: spor yap, amaçlarını yaz, kendini meşgul et falan. Evet, boş günlerim bile yoğunumdur. Bir ara diğer insanlardan 2-3 kat daha fazla libidom olduğundan şüphelendim. Sonuçta spor da testosteronu fazlasıyla arttıran bir şey. Birkaç sene önce bir devlet hastanesi üroloji kliniğinde merak ettiğim için testosteron seviyemi ölçtürmüştüm ve sonuç yaşıma göre referans aralığının zirve noktasında çıkmıştı. Bunu övünmek için söylemiyorum ama biraz sağlıklı beslenince ve spor yapınca bunlar testosteronu besliyor. Aynı şeyleri yapsalar başlarına aynı şey gelecek dünyadaki diğer milyarlarca insan gibi.

Hedefim 90 günde her gün birer sayfa olmak üzere hissettiğim ve uyguladığım teknikleri kaleme almak ve bunu kitaplaştırmak. Belki de teknik yoktur. Sigarada olduğu gibi, sigarayı bırakmaya basit bir kararla başlayan ve hiçbir yardım almadan bırakan sayısız insan var. Ben pornonun da bundan farklı olduğunu düşünmüyorum.

Bunun yanında çok yaygın söylemler olan soğuk duş almak gibi şeyler de bende işe yaramıyor. Eğer kontrolü kaybediyor gibi olursam dışarı çıkıp biraz yürümek benim için en uygun yöntem gibi görünüyor. Böylece odağımı farklı şeylere verdikçe dikkatim dağılacaktır. Yani eğer başarırsam ki “kazananlar belki demezler”. Yani başaracağıma eminim. Bu süreç sonunda elimde kitaplaştırabileceğim, tamamen kendi tecrübelerime dayanan bir kaynak da olacak. Amacım verdiğim bir basit kararın arkasında durabilmek, 90 -180 gün sonunda ve sonrasında…

Bu süreçte kendimi askeri disipline benzer bir rutine sokmaya karar verdim. Bu süreçteki hedeflerim içinde karın kaslarımı çıkartmak da olacak. Daha önce çıktılar, bir dönem onlarla yaşamak keyifliydi. Ama sonrasında yağlandım. Bu kitapta karın kaslarımın öncesi ve sonrasının fotoğraflarını da paylaşacağım. Yarından itibaren yapacaklarım sabah 6’da kalkış, 30 dakika sabah kardiyosu. Sabah 25 sayfa, akşam 25 sayfa olarak toplam 50 sayfa kitap okumak. Geçmişte belli bir süre sigara içicisi olarak bıraktığım ve 6 aydan beri tekrar başladığım sigarayı bırakmayı da kapsayacak. Bunlar bana bir süreçte olduğumu anımsatan ve disiplin sağlayan ekstra şeyler olacak.  Yani biraz da ekstra şeyler katmaya karar verdim.

Bunun yanında ufak bir taviz vermenin büyük facialar doğurduğunu defalarca acı kere kendime ispat etmiş bulunmaktayım. Amacım bu diğer disipline yönelik hamleleri sağlayarak irademi çelik gibi yapmak. Her diyet bir lokmayla başlayıp sonunda kontrolü kaybederek, spor disiplini sadece bir günü es geçerek ve nofap de sadece biraz bakıp çıkacağım diyerek bozulur. Ve kendinizi sürekli vites yükselttiğiniz bir süreçte bulursunuz.

Gün 1 (4.09.2022)

Saatin azizliğine uğradığım için tam istediğim saatte kalkamamış olsam da gene bir Pazar sabahı için fena değil (Bozuk olan şalter atınca saat kendini kaybetmiş). 30 dakikalık sabah kardiyomu yaptım. Tatil sonrası göbek bölgemde oluşan ödemi hızlı bir şekilde atmak için belli bir süreyi içeren 0 karbonhidrat diyetime devam ediyorum. Olay artık insana karşı bağımlılıklar şeklini almış durumda. Kim güçlüyse o kazanacak. Bağımlılıkların beni her yendiği zaman kendimi güçsüz hissediyorum. Ama sabah kardiyomu zor geldiği ve isteksiz olduğum halde bugün yaptım. Bayağı terledim, sonra duş alıp aynaya baktığımda ataleti yenmiş güçlü birini gördüm. Bu keyifli bir hissiyat. Bunun aynısını nofapte porno krizini atlattığımda da hissediyorum. İnsana karşı bağımlılıklar deyişim bu yüzden. Nofap krizleri bizleri çok ince bir yerimizden yakalıyor. Bir anlık tembellik, atalet bağımlılıkların galip gelmesiyle sonuçlanıyor. O yüzden kendimizi sürekli dinç ve ayık tutmalıyız. 90 günlük nofap deneyime aynı saatte erken kalkmayı, evde düzenli sabah kardiyosunu, sigarayı bırakmayı eklemem bu yüzdendi. Böylelikle irademi diğer alanlardan aldığım başarılarla besleyip çelik gibi bir hale sokabilirim. Eğer hayat düzenin bozuksa, kötü besleniyorsan, yapman gereken sorumlulukları yapmıyorsan krizlere yenilmen de çok doğal. Çünkü genel anlamda güçsüz birisin, nofap neden bunun bir istisnası olsun ki?

Şuana dek hayatta başardıklarımı bir türlü tam olarak terk etmediğim ama yıllardır azaltmış olduğum porno alışkanlığıma rağmen gene de iyi başardığımı düşünüyorum. Ama tamamiyle terk etmiş olsaydım belki bunların 5-6 katını başarabilirdim. Aslında 10 katını başarabilirdim gibi hissediyorum. Ama bana fazla hayalci demeyin diye bunu söylemek istemedim. Çünkü 20’li günlerin ortalarında çok daha enerjik, mutlu, girişken, çalışkan, kendine ve yapabileceklerine daha fazla inanan biri gibi hissediyorum (Gerçekten yapmak istediğim çok şey var). Kartopu gibi katlanarak ilerlediğim hissiyatı oluşuyor. Eğer böyle oluyorsa neden normal halimle yetinip daha iyisi için belli yöntemleri denemeyeyim ki? Bunları deneyimlemek benim nofap’e olan inancımı ve çabamı pekiştiren bir tecrübeydi. Bunun benim için eziklikten zirveye gibi bir süreç olacağını söylemiyorum. Şuanki halimle bir ezik değilim. Eğer zaman ayırırsam kızlarla beraber olabiliyorum. Ya da belli bir sosyal çevrem var. Ama bunlar neden daha iyi ve kolay bir şekilde olmasın? Tüm olayda bu, en iyi versiyonumuza ulaşmak.

Nofapteki süreci bozmanın kötü yönü şu ki 20-30 gün insan hayatında uzun bir süre. Neredeyse senenin 12’de 1’i. Tüm bu süreci başa almak bu yüzden sinir bozucu. 20’li 30’lu günlere geldiğimde eğer azgınlık hissiyatı da gelirse kendimi bir ipte yürüyen ve dengesini zor koruyarak ilerleyen bir cambaz gibi hissedebiliyorum. Krizler güçlü birer rüzgar gibi gelip düşmemi kolaylaştırıyor. Ve düşersem sayaç başa sarıyor. Tabi ki düştüğünüzde sadece 1 kere porno izleyip boşalmakta kalmayı başarabilmek çok önemli, aksi halde durum tıkınma halini alıyor. “Duygusal yemek yeme” diye bir şey var. Bunu yapan insanlar aç oldukları için yemiyorlar, moralleri bozulduğunda, hayatta kendilerini köşeye sıkışmış hissettiklerinde, umutsuz hissettiklerinde vb. hamburgerlere gömülüyorlar. O birazcık gelecek mutluluğu, yani dopamin artışını arıyorlar. Pornoda da çoğu zaman aynı durum söz konusu. Bir ya da iki defa yapınca azgınlığın geçiyor ama devam ettirirsen sonuç tıkınmaya dönüşüyor.

Ben sigarayı bırakma sürecinin de pornoyu ve masturbasyonu bırakmayla neredeyse tamamen aynı olduğunu düşünüyorum. Bu ikisinin yoksunluğunda da vücudun verdiği tepkiler benzer. İkisinin krizleri de neredeyse aynı. İkisinde de kriz gelince mantıklı düşünemiyorsunuz, bir süreliğine biraz aptal biri oluyorsunuz. Beyindeki devreler istek gelince pornoya ya da sigara yönelmeyi otomatikleştirmiş haldeler. Tıpkı Maslow’un köpeği gibi zil çaldığında ağzınızın suyu akıyor. Bu bilinçsizce olan bir şey. Eğer her öğle arası olduğunda sevdiğiniz hamburgercide bir menü almayı alışkanlık haline getirirseniz bir yerden sonra bunu düşünmeden yapmaya başlarsınız. Aradaki düşünme süreçleri iptal olur ve beyin direk tetikleyiciden sonuca atlar. Bu beynin enerjiden tasarruf etme yöntemidir ki kendisi vücutta açık ara en fazla enerji harcayan organdır. Bu şekilde enerji tasarrufu yapma politikaları gerçekleştirmesi normal.

Biraz da nofapin sürdürülebilirliği hakkında konuşmak istiyorum. Kağıt üzerinde her şey çok hoş duruyor. Dediğim gibi daha fazladan enerjik, mutlu, özgüvenli olmayı kim istemez? Aslında bizler orjinalimizde böyleyiz ama beyni fazla dopamine boğduğumuz için daha kötü bir versiyonumuza evrilmişiz. Çocukların basit oyunlardan zevk almalarının ve salakça şeylere kahkahalara gömülmelerinin bir nedeni de bu. Tamam çocuklar biraz daha basit düşünür ve hayatın tüm yükü omuzlarında değildir falan ama henüz pornoya bulaşmamışlar. Beyinleri olması gerektiği gibi çalışıyordur. Peki, nofap ne kadar sürdürülebilir? Önümde bunun sürdürülebilir olduğunu gösteren örnekler var. Dünyada birçok kişi porno izlemeden uzun süre yaşayabiliyor. Ve bir yerden sonra bir eksikliğini de hissetmiyorlar. Pornoyu çok tüketenlerin ortak özellikleri ise başta hayattan zevk alamama, kendilerine güvenememe gibi semptomları yaşamaları. 90 günde 1 kere porno izleyip boşalmak bile ya da porno izlemeden 30 günde 1 defa sadece masturbasyonla boşalmak insanın hayatında saydığım benzer faydaları sağlayacağına inanıyorum. Sonuçta 1 kere yapmak sizi geriletse de elinizde olanın hepsini götürmüyor. Ama bence insan bundan çok daha fazlasını yapabilir. Yani bu anlamda nofap sürdürülebilir. Özellikle cinsel bir partneriniz varsa ve arada bir seks yapabilen biriyseniz pornoya ihtiyacınız azalacaktır. Eğer hiç cinsellik bulamayan biriyseniz bile nofapte ilerledikçe cinsellik bulma potansiyeliniz dramatik şekilde artacaktır. Aslında sizde olan ama kaybettiğiniz, kaldırım kenarında bir boşluk bulduğunda oradan açan ama ısrarla üstüne bastığınız bir çiçek gibi, özgüveninizde uygun şartlarda o boşluğu bulup açabilecektir. Eğer süreci denemediyseniz ya da süreçte yeterli şekilde ilerlemediyseniz bu anlattıklarım hayal gibi görünüyor olabilir. Ama istediğim gün sayısına gelemesem de (90 ya da 180 gün) kendi üzerimde defalarca deneyip test ettiğim şeyler bunlar. Özgüveninizin yeşermesi size uzak bir ihtimal gibi geliyor olabilir çünkü onu hep öldürdünüz, üstüne bastınız. Bunlar sizin içinizde vardı. Sadece beslemeniz ve iyi bakmanız gerekiyor. Uygun ortamı sağlayıp, biraz sulamayla daha iyisi olur.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde nofapte ilerledikçe benzer konulardan farklı farklı şekillerde bahsediyor olabilirim. Ama bu kitabı keyifle okumanızın önüne geçmez diye düşünüyorum. Ne de olsa birinin kendi üzerinde ilk elden yaptığı deneyi, organik bir şekilde okuyor olacaksınız. Bu kitabında özelliği bu. Bir yerden toplama bilgiler değil de bir insanoğlunun tamamen kendi yaşadıklarından toplanmış verilerin ortaya sunulduğu bir kaynak olması. O kitabı Nazi kampından kurtulup yaşadıklarını anlattığı eserinde Viktor Frankl gibi kimse yazamazdı. Çünkü o deneyimleri yaşayanların çoğu ya o kamplarda öldüler, ya da pek az kurtulanların cümlelerle araları Viktor Frankl kadar iyi değildi. Bu özellikte bende var gibi. İyi bir metin yazarı olduğumu birkaç defadan daha fazla kere duydum. İyi bir dille, kendi üzerimde test ettiğim deneyi size aktarıyor olmam kitabı mekanik ilerleyen bir tek tükdezelikten kurtaracak ve keyifle okunmasını sağlayacak diye düşünüyorum. Evet, nofap deneyi gün 1. Şimdi burada bırakalım ve günlerin akmasına izin verelim. Askeriye’deki ilk gecemde ranzama uzanıp (ranzanın alt katındaydım) gözlerimi yukarıya diktiğimde, orada benden önceki bilmemkaç dönem önceki bir askerin yazdığını yazıyı görmüştüm, şöyle diyordu “1 gün gelecek, 1 gün kalacak”. O yazıyı hiç unutmadım ve sayılı günlerin birçok kere geldiğine şahit oldum. Acemiliği atlatıp asıl birliğime geçtiğimde orada askerliğin geçmediğini anlatan kişilere de şunu birden fazla kere söyledim, “ömür bitiyor, askerlik mi bitmeyecek?” Gerçekten öyle. Yeterki gün sayma hatasına düşmeyin. Unutmayın ya gün sizi bitirir ya siz günü bitirirsiniz. Günleri verimli kullanarak siz günü bitirin. Yani gerçekten verimli olun, üzerinde çalıştığınız projelere, işinize yönelik olarak. Bırakın günler aksın ve onları haftalık olarak sayacak hale gelin. Tabi ki ben hariç, ben günleri sayacağım çünkü her gün buraya gelip kendi üzerimde yaptığım bu testin nasıl gittiğini gün be gün size aktarmam gerekiyor. Tüm bu sürecin sonunda üzerimde olacak değişiklikleri merak ediyorum. Ve bunun bir kitap haline gelecek olması da beni heyecanlandırıyor.

Devamı ortaya çıkacak olan kitabımda olacak… Ama 90 gün beklemeniz gerekecek…

Bunun yanında güzel bir haber vermek de istiyorum. Yaklaşık 2 aydır Pick-Up artistlerin (kız tavlama sanatçılarının) videolarını altyazılı olarak çeviriyorum. Şuan elimde 150 adet video var, bunları 300’e tamamlayıp bir platform üzerinde ücretli olarak yayınlayacağım. Bu konulara ilgisi olanların ama ingilizcesi yetersiz olanların faydalanabileceği bir kaynak olacak.

Bu arada kızlarla etkili bir şekilde tanışmakonusundaki setim şu linkte.

Secret

Uzun süreli ilişkilerde erkeğin değerini koruması

Abi sen sevgili varken tabak çevrilmez diyorsun ama bence günümüzde uzun süreli bir ilişkiyi ayakta tutmanın tek yolu, kadının başka kadınlarla da bir şeyler çevirdiğini bilmesi. Bir erkek sevgili yapınca diğer kadınları bırakırsa, paslanır ve kadına muhtaç hale gelir. Eğer kadın bilinçaltında başka kadınlar olduğunu bilmezse, erkeğin cebinde olduğunu düşünür ve erkeğe olan ilgisi azalır.

Senin PUA kökenli adamların yazılarını okuyup fikir jimnastiği yapmak hariç pek bir uzun süreli ilişki deneyimin olmadığına paramı koyarım. Sadece PUA olan adamları okurken dikkatli olun zira bu adamlar kadınlara yürüme konusunu biliyor olabilirler ama birçoğunun uzun süreli, tek eşli ilişki tecrübesi çok yok (ya da hiç yok). Kadınlarla tanışma becerileri ve dinamikleri ile uzun süreli ilişki becerileri ve dinamikleri birbirinden farklılar. Bir erkek yılda 100 kadınla yatacak beceriler geliştirebilir ama bir kadınla uzun süreli ilişki yürütmeyi zerre beceremiyor olabilir. 30’larında ve hatta 40’larında, istediği zaman genç ve güzel kadın bulabilen ama 3-5 haftadan fazla ilişki yürütemeden terk edilen o kadar çok adamla konuşuyorum ki! Bu adamların kadınlarla tecrübeleri onların istedikleri gibi bir kızı kısa sürede bulmalarını sağlıyor ama o kızla ilişkide, 18 yaşında bir bakir kadar tecrübesizler ve çok enteresan betalıklar yapıyorlar.

Şimdi bunu gerçekten tabak çevirme şeklinde yapamasak bile, en azından öncesinden çok kadınla olup ilişkide bu şekilde hissetmeye çalışmalıyız.

Sevgiliniz varken tabak çevirmeyin. Sevgili öncesinde de çok kadınla olmanıza gerek yok. Duygusal ve cinsel olarak doymayı becerecek şekilde tabak çevirmeniz yeterli. Böylece ilişkide bile, ilişki biterse nasıl olsa bir yolunu bulduğunuzu bilirsiniz.

Ama senin asıl derdin, uzun süreli ilişkilerde asıl dinamiği anlamaman. Uzun süreli ilişkilerde erkeğin duruşu alternatif kadınlar tutmak değil, ilişkide olduğu kadını hayatının merkezine koymamak ve ondan daha fazla duygusal yatırım yapmamaktır. İlgi yönetimidir. Başka kadınlar olmadan korku oyunudur. Mümkün olduğunca fiziksel sağlık ve görünümünü korumak, iyi giyinmek, arkadaşlarına ve sosyal çevrene de vakit ayırmaktır. Tabii ki uzun süreli ilişkilerde sağladığınız şeyler ve performans yükünüzü nasıl taşıdığınız da önemlidir.  Bunlarda çuvallarsan, istersen sevgiline çaktırmadan 5 kadınla ol bir işe yaramaz.

Tabak çeviren adam bir kadını merkeze almaz diyebilirsiniz ve teoride böyle olması gerekiyor ama pratikte bir kadını merkeze almış ve başka kadınlarla görüşmesine rağmen onu aklından çıkaramayan, oneitis yapan çok erkek görüyorum.

Uzun süreli ilişkiler, eğer erkek hedeflerine odaklı ise, kadınını merkeze koymak yerine yanına yoldaş olarak görüyorsa ve duygusal yatırımı kararındaysa, çok büyük çaba gerektirmezler. Tabii yapmanız gereken bir şey de sevgiliniz ya da karınızla çıkmaya devam etmek ki onu da önce kendiniz için yapın, sıkıcı biri olup sıkılmayın. Yani sen bunu yapabiliyorsan o ilişki gideceği yere kadar gider, cepte falan olmazsın.

Başka bir açıdan bakarsak, kadınlarla uzun süreli ilişkide başarının sırrı da, erkek adam ya da alfa erkek olmak. Yani zamanınızı alan bir hedefe ve işe sahip, kendine değer veren ve özgüvene sahip bir erkek olmak. Gerektiğinde kırmızı çizgilerini koruyacak ve bu koruma ilişkiyi bitirecek olsa bile bunu yapacak (ama tabii hiç kırmızı çizgisi olmayan sünepe ile her şeyi kırmızı çizgi yapan kalas uçlarında olmayacak). Bunu Uzun Süreli İlişkiler kitabında şöyle yazmıştım:

“Bir kadın, sizin sınırlarınızı (hem sayı hem de derinlik olarak) çok fazla ihlal ederse, fazla ileri giderse, sizin geri dönüşsüz bir şekilde bırakıp gidebileceğinizi bilmeli. Bir kadın bunu bilene kadar, size tam olarak saygı duymayacak ve sizi tam olarak
sevmeyecektir. Sizin onu kaybetmemek için sınırlarınızı koruyamayacağınızı hissetmeye başlarsa, size olan saygısı ve sevgisi de bitmeye başlayacaktır.”

Yalnız bunu bilmesi, bunu söylemeniz ile olmaz. Ültimatom vererek olmaz. Siz bunu göze alacak kadar onurlu iseniz %80’ini o davranışlarınızdan, kırmızı çizgilerinizi geçtiğinde duruşunuzdan sezer zaten. Gerisi ise bir iki kez buna tolerans göstermeyeceğinizi söyleyip devam ederse bırakmakla gösterilir.

Yani kısacası, uzun süreli ilişkilerde değerinizi başka kadınlarla göstermeye ya da korumaya çalışmayın. Buraya bazen bunu yaparken terk edilen hatta boşanan adamlar geliyorlar. Bu adamlar çoğu zaman işlerinde başarılı, istediklerinde kaçamak yapabilen alfa erkekler oluyorlar. Kadınların başka kadınlara toleransı erkeklerden daha yüksek olabilir ama birçok kadın aldatıldığını öğrendiğinde sizi bitirir. Bitirmezse bile bir daha eskisine dönemeyebilirsiniz ve her şey tatsız bir şekilde devam edebilir. Yani hiç öyle ben çok alfayım, bana çok aşık, yakalanırsam beni bırakamaz falan diye düşünmeyin. Sizin çok alfa olmanız, size çok aşık olması, sizin bırakılma, aldatılma, paspas yapılma ihtimalinizi büyük ölçüde azaltır ama şansını aldatarak sınayan birçok erkek ayrıldıklarını ya da bir arada kalsalar bile bir şeylerin geri dönüşsüz kırıldığını acı şekilde deneyimliyor. Alfa erkek olmak sizi gerçek dünyada, insan erkeğinin kaymak tabakasından yapıyor ama çizgi roman süper kahramanı yapmıyor.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz.

Sekse muhtaç değilsiniz, sadece ihtiyacınız var

Bir arkadaş sekse ihtiyacınız var yazısı altında bir soru sordu ve orada bir mesaj dizisi oldu. Yazıya çekiyorum:

Mahmut abi, istediği halde seks yapamayan bir erkek nasıl hareket etmeli ve nasıl bir mentalite içinde olmalıdır? Sonuç olarak bu erkek ihtiyaç duyduğu bir şeyi elde edememektedir ve “İhtiyaç duyduğum bir şeyi elde edemeyen bir erkeğim” çerçevesinde olması onu muhtaç, yapışkan yapmaz mı?

Belki düşünmek için daha erken ama 20 yaşını geçtiğimde de kimseyi bulamayacak, üniversitede en bol ortamda bile birini bulamayacak gibi hissediyorum. Sürekli içimden bir ses bana bunu söylüyor, kontrolümün dışında. Şu ana kadar hiç tabağım olmadı.

20 yaş altı bir erkek seks yapmamış olmasını normal karşılayıp ilerde nasıl olsa yapacağım demeli. Popüler propagandaya kapılma aptallığını yapıp yoktan muhtaçlık yaratıyorsunuz. Sanki yeterince beta değilmişsiniz gibi daha da beta olmak için çırpınıyorsunuz. 20 yaşında erkeklerin %80-90 civarı seks yapmamıştır zaten. Ama bunu duyunca hayır çoğu yapıyor gibi bir tepki veriyorsanız tebrikler. Yalana inanacak kadar safsınız. Şu aralar birçok erkeğin hala bakir olup seks yaptım diye anlatması çok yaygın.

Beni 18-21 yaş civarı erkekler de arıyorlar ve özellikle bu yalanı çok görüyorum. Çevrelerinde herkes ben seks yapıyorum diyor ama anlatış tarzlarından yalan olduğu belli. Kendileri de yalan söylüyorlar yani ben de seks yapıyorum diyorlar ama için için “lan herkes yapıyor ben yapamıyorum” modundalar. Halbuki, yanlarında ezildikleri adam da %90 kendileri gibi. Yalan söyleyip için için eziliyor.

Arkadaşlar, araştırmalara göre en az seks yapan nesilsiniz, öyle herkesin seks yaptığı falan yok. Bu bir propaganda, bir yalan. ABD’de bir araştırma okumuştum, üniversitelerde yapılan seksin %90’ını, üniversitedeki erkek öğrencilerin %10’u yapıyor diye. Bakın bu adamlar kızların %90’ı ile yatmıyorlar. Erkeklerin ve kızların çoğu seks yapmıyor ama ortada orgy içinde bir azınlık var ve diğerleri herkes seks yapıyor, bir biz yapmıyoruz diye kendilerini eziyorlar.

Tamam abi, peki 20 yaş üstü (Kısaca seks yapmamasının anormal olduğu yaştaki) bir erkeğin bu duruma yaklaşımı nasıl olmalı? Yani adam sonuç olarak ihtiyacı olan bir şeyi elde edemiyor. Bu durumda “Ben muhtac olduğum bir şeyi elde edemiyorum” düşünce kalıbıyla ortalıkta gezinmesi onu daha itici yapıp şanslarını azatlmaz mı?

Sekse ihtiyacınız var, muhtaç değilsiniz. Şu muhtacım lafını kafanızdan atın. Sen sekse muhtacım, sekse muhtacım diyorsan, seks yapsan bile muhtaç kalıp kısa sürede muhtaç hale geleceksin.

Bunun 20 diye keskin bir çizgisi yok. Ben sizin yerinizde olsam 20, 21 ya da 22 yaşında bakirim diye dert etmem. Ama hangi yaşta olursa olsun seksi ihtiyaç olarak tanımlarım, muhtaç olduğum bir şey olarak değil.

Sizin derdiniz, siz hariç herkesin çatır çatır seks yaptığı, güya çoğu erkeğin 20sinden önce milli olduğu sanal bir masal bombardımanına tutulmanız. Tüm instagram modelleri çok mutlu, tüm erkekler seks yapmış zaten, herkes sanalda bir cool, bir havalı. Bu da herkes aya size yaya gidiyorsunuz diyor ama bu yalan.

Sekse hiçbir zaman muhtaç olmayın. Sekse ihtiyacınız var ama olmadan ölmediğiniz şeye muhtaç olmazsınız, olmamalısınız. Sen dilden direkt 5-0 ezik giriyorsun. Bunu yapma.

Bir kez bunu yaptınız mı, sonrasında sizin bakir olduğunuzu sizden başka kimsenin bilmediğini aklınızdan çıkarmayın. Aynı zamanda bir kadın için şimdi nasıl olduğun önemli yani sen istersen geçmişte 100 kadınla yat şimdi eziksen, eziksindir. Kadın seni geçmişte 100 kadın tercih etti diye çekici bulmaz. Şimdi tercih ediliyorsan çekici bulur. Aynı şekilde geçmişinde 0 kadın olabilir ama sen şu an ezik değilsen kim takar? Kadınla bunu paylaşma ama kendine güvenli davran. Bu yapılamayacak bir şey değil.

Abi ayrıca, geçmişle ilgili kaygılarım var ve bazen bunların günlük hayatta zihnimi bulandırdıklarını hissediyorum. Sosyal medya araçlarının yükselişi sonucunda erkekler için partner bulmak (sadece sevgili demiyorum, cinsel anlamda da) ciddi anlamda zorlaşacak. Bu durumda pek çok erkek doğal seçilim tarafından elenecek. Ve benim de bu erkekler arasında olmayacağımın bir garantisi yok. Gelecekte elimde olmayan olaylar yüzünden (Hipergaminin ekstrem boyutlara ulaşması) asla birini bulamayacakmışım gibi hissediyorum ve gelecek beni cidden korkutuyor.

Evet sizin de elenen erkekler arasında olmayacağınızın garantisi yok. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yok. Ee? Milyon yıldır böyle, şimdi olmadı bu. Geçmişte de böyleydi, arada belki 100-150 senelik saadet dönemleri hariç.

Seninkisi, tarlanın doluya tutulup mahsülün tamamen yok olmayacağının garantisi yok demek gibi bir şey. Ee? Yine de tarlayı sürüp ekeceksin. Ama yanılmıyorsam sen, tarlayı sürmeden, ürünü ekmeden kenarda ağlayan ve tarlayı sürüp ekmeme bahanesi olarak da ya çekirge gelirse, ya dolu olursa diye bahaneler sıralayan ağlak nesildesin. Siz elinizden gelenin en iyisini yapacaksınız (dikkat bu en iyisi olacaksınız ya da olmak zorundasınız anlamına gelmiyor) ve yüksek ihtimal olacak ya da evet belki olmayacak. Olmayacak diye bir şey yapmadan durursan yüksek ihtimalle olmayacak zaten.

Erkeklerin daha fazla savaşçı olması lazım. Bu avda ölebilirim, mamutun birinin altında kalıp sakatlanabilirim ve bu beni korkutuyor ama sikerim korkusunu, ben gidip avlanacağım ölürsem ölürüm, ölmezsem avlanırım diye meydan okumaları gerekiyor. Kenarda ama mamut beni ezerse diye zırlayıp ava gitmeme lüksünüz var sanıyorsunuz ama yok. Tabii sizin bu konuda bazı dezavantajlarınız var. Eski savaşçıları motive eden açlık (gerçek mide açlığı) sizde yok. Adam avlanmasa gerçekten ölecek. Siz ise görece rahat bir zamanda, anne babanızın sağladığı imkanların konforunda, adım atmadan yaşayıp gidebiliyorsunuz. Bugün Batı’da (uzun süredir Japonya’da) anne babalarının evinde yaşayıp odalarından çıkmayan 30 yaş üstü bir erkek nüfusu var. Bu adamlar bunu yapma lüksüne sahipler ama içten ice acısını da çekiyorlar.

Bir de sosyal medyanın yükselişi en çok senin gibi çocukların kafasını sikti. Sosyal medyadan yansıyan dünyaya dalıp gerçek dünya hakkında bir bok bilmeden yaşıyorsunuz ve gerçek dünyadan korkuyorsunuz. Gerçek dünyalarında kızlar o sosyal medyadan dikkatinizi sabitlediğiniz azınlık sayıdaki kızlar gibi değiller. Öyle yok seçerler, yok hipergami ile ağlatırlar falan geçin bunu. Kadınlar duygusal, genelde kırılgan ve ürkek insanlar, sosyal medyadan yansıtılan kendine güvenli tanrıçalar değiller. Birçoğunuz kadınlarla birlikte olamadığından, gündelik hayatta nasıl kırılgan olduklarının farkında değiller. Böyle kendine güvenli, istediğini alan kadın figürü (feminizm gazı) karşısında kendilerini güvensiz ve kırılgan hissediyorlar. Kadınlarla gerçekten uzun süre birlikte olduğunuzda, onları kafanızda büyütmeyi bırakacaksınız (en güzellerini bile) ama en azından entelektüel seviyede bunu şimdiden bilmeye başlasanız iyi olur.

Vaka çalışması – Okuyorum okuyorum ama olmuyor

Eren rumuzlu okuyucumuz, İlişkiyi ilk soran sen olma yazısında şöyle yazmış:

Mahmut abi siteyi defalarca okumama rağmen hala aynı hatayı yapıyorum. Benden hoşlanan kızı ben kapamaya çalışınca yapışınca hoşlantısı bitti bunaldı. Sıkılıyor artık ben yazmadıktan sonra yazmıyor.

Bu sitede yazanları bir harita gibi düşünün. Nerede neyle karşılaşacağınız, nerede ne yapacağınız, nerede ne yapmayacağınız, hangi yollar tehlikeli, hangi yollar başarıya, hangi yollar başarısızlığa çıkıyor gibi bilgileri gösteren kapsamlı bir harita. Bu haritayı çalışmak, büyük oranda bilmek tabii ki önemli. Ama sizin varmak istediğiniz yere varmanız için doğru yollarda yürüyüp, yanlış yollara sapmamanız lazım. Sizin varmak istediğiniz noktaya varmak için yürümeniz lazım. Yoksa masa başında haritayı ezberleyerek bir yere varamazsınız.

Şimdi bu arkadaş yolu yürüyor. Tamam. Ama bu da yeterli olmuyor. Neden? Zira sizin, bizim mavi hap dediğimiz, öğrenilmiş davranış kalıplarınız var. Bu kalıpların, her defasında aksi gözünüzün önünde ispatlansa da, eninde sonunda başarıya çıkacağına sadece inanmamışsınız, buna uzun süre yatırım yapmışsınız.

Daha da kötüsü, bu davranış kalıpları hemen her zaman kolay yolu seçme üzerine kurulu. Bir kadın sizden soğuduğunda onun peşinde koşup bir şeyler yapmaya çalışmak, kendinizi geri çekmekten daha kolay. Mavi hap davranış kalıpları da hemen her zaman kolay olan yolu seçip bu yolu kutsuyor. Ayrıca bu davranış kalıpları herkesin yaptığı şeyler olunca kullanması daha meşru geliyor. Her defasında kaybetseniz de, en azından bilinen konfor alanından çıkmıyorsunuz. Kültürel propagandayı takip eden herkes gibi davranıyorsunuz ve “ben kaybettim ama herkesin yaptığını yaptım” diyebiliyorsunuz.  Ben doğru olanı, kutsal olanı yaptım diyebiliyorsunuz.

Fakat sürekli olarak kolayı, konfor alanını seçmekle maalesef çoğunuz duygusal olarak zayıfsınız. Duygusal gücünüz ve dayanıklılığınız hiç gelişmemiş ya da kullanmaya kullanmaya zayıflamış.

Duygusal güç nasıl geliştirilir sorusu hep geliyor. Ben de birçok yerde buna cevap verdim. Şimdi burada da cevap vereyim. Duygusal güç sadece ve sadece, korku ve kaygı ile çektiğiniz acıdan kurtulmak için yanlış davranma isteği duymanıza rağmen, o acıdan geçici olarak kurtulmak yerine acı çekmeye devam etseniz bile doğru davranmakla geliştirilir. Yani duygularınızın esiri olarak değil, onlara kapılmadan davranarak geliştirilir.

Ortalama bir erkek, sürekli olarak ben bu kızı ilişki etiketi ile kafeslemezsem kız gider korkusu ile kızı boğacak şekilde kızın peşinde koşar. Kızın peşinde koşmazsa acı çeker. Bir mesajı cevaplanmazsa, kıza mesaj atmamak için kendini tutarsa acı çeker. Sol omzuna mavi haplı şeytan oturur ve “oğlum bak kız gidiyor, bu da seni sevmeyecek, bir şeyler yapmazsan bunu da kaçıracaksın ve kimse seni sevmeyecek” diye fısıldayıp, oğlumuza işkence etmeye başlar. Oğlumuz peşinde koşmak için bir hamle yaparsa, bu işkenceden geçici olarak kurtulur ve rahatlar. Mavi haplı davranışlardan kurtulmak işte bu nedenle zordur. Zira bu davranışlar uzun vadede erkeğe acı verse de, erkeğin genel inanç sistemi nedeniyle yapıldıklarında erkeği rahatlatır. Mesela bu siteyi okumuşsa, kıza mesaj atmamasını bilmesine rağmen mesaj atar zira bu onu gerçekten rahatlatır. Ama maalesef geçici olarak rahatlatır. Sonrasında daha fazla acı çekecektir ama en azından anlık da olsa rahatlar.

Tam tersine anlık rahatlamayı seçmez de bizim dediklerimizi takip ederse bir süre daha acı çekmeye devam eder. Fakat, işte bu acıya dayanma ve meydan okuma kararı onu güçlendirir. Maalesef duygusal güç sadece bu acı çekme / acıya meydan okuma sürecinde gelişir.

Senden hoşlanan kızı kapamaya çalışmak seni anlık olarak rahatlatıyor. Tersi ise sana acı veriyor. Sen, tam o anda, entelektüel olarak yanlış olduğunu bilsen de, acıdan kurtulmak için kızın peşine düşüyorsun ve gerçekten de acıdan geçici olarak kurtuluyorsun. Fakat acıya meydan okumak yerine acıya boyun eğdiğin için her adımda daha da zayıflıyorsun ve acıya dayanma eşiğin de düşüyor.

Sonuçta dikkat edin, SAT komandosu olmayacaksınız. Alt tarafı bir kız size ilgisiz ya da bir şey yapmazsanız kaybedeceksiniz korkusuna kapılmayacaksınız. Burada sorun, acı eşiğinizin, acıya dayanma gücünüzün çok az olması. Ben şahsen dünyada o kadar acı varken, kızın birini aramaya karşı koymanın sıkıntısına acı demeye utanıyorum ama maalesef birçok erkek bu sıkıntıyı acı olarak hissedip karşı koyamamaya utanmıyor.

Sıkılıyor artık ben yazmadıktan sonra yazmıyor. Yazınca bişey yokmuş gibi konuşuyor. Utanmadan başkasıyla görüştüğünüde söylüyor.

Eren diyor ki (Eren’i parmakla göstermiyorum, bu birçok erkeğin derdi), “Mahmut Abi, bana yazmamasına rağmen ona yazıyorum”. Eren kaygısına meydan okuyup kız kendisine yazmadan kıza yazmasa, kız hiç yazmazsa bir daha görüşmeyecekleri sonucunu kabul etse, acı çekecek. Gerçi sonra yine acı çekiyor ama anlık rahatlama isteğine karşı koyamıyor. Bunu daha önce yazmıştım:

Nerede okuduğumu bile hatırlamıyorum (şimdi hatırladım, ilişki sihirbazı Michael’in blogu vardı orada okumuştum) ama bu top kızın sahasında iken kendi işine bakma olayına bir şans vermeye karar verdim.

İlk denemem de bir kız arkadaşıma kısmet oldu. Anlamsız bir şeyden dolayı tartıştık ve ayrıldık. Daha doğrusu o ayrıldı, ben şahsen seks nereye kadar giderse oraya kadar gitme modunda olduğumdan, ayrılık benden gelecek bir şey değildi o zamanlar.

Neyse her zamanki gibi benim ona ulaşıp başlattığım mesajlaşma kavgasının bir yerinde kafamda şu belirdi : “Oğlum Mahmut, kız seni terk etmiş, hala arayıp kavga olayına giriyorsun. Siktir et, eğer bu kızla kavga etmene değecek pozisyona, yani kız arkadaş pozisyonuna, gelecekse o gelip geri çabalayacak”. Ve mesajlaşmayı kestim.

Sonrasında da top kızın sahasında diye düşünüp, o topu bana atana kadar kendi işime bakma kuralını uygulamaya başladım. Ama ne uygulama 🙂

Şimdi aramıyorum ama tabii ki kendimi yetersiz hissetmem ile beyin yıkamam birleşince bu büyük bir kaygı olarak açığa çıkıyor. Kortizol salgılıyorum. Bu vücudun “bir şeyler yolunda değil ve sen bunu değiştirmek için hemen harekete geçmelisin” mesajı. Ama hormonal seviyede ve çok güçlü.

İkinci gün, kızdan ses yok, ben işime bakmaya çalışıyorum. Sigara günde bir pakette. Kaygım bağırıyor : “Mahmut oğlum, bir ara lan, sen erkeksin araman lazım. Bak aramazsan senden soğur, başkasına kaçar.”

Dördüncü gün, kızdan ses yok, ben işime bakmaya çalışıyorum. Sigara günde bir pakette. Kaygım daha beter bağırıyor : “MAHMUTTTT, kız gidiyor oğlum bak yapma ara lan! Özür falan dile (özür dileyecek ne yaptıysam artık bir de onu söylesen)”

Yedinci gün, kızdan ses yok, ben işime bakmaya çalışıyorum. Sigara hala günde bir pakette. Kaygım beterin beteri bağırıyor : “LAAA MEHMUTTTT, bak aramadı lan kız gitti oğlum kaybettin!”

Yapana kadar yapıyormuş gibi yapmaya and içmişim ama kendimi yiyip bitiriyorum. Ama o zaman aklımda Marshmallow deneyi var. Orada çocukların kendilerini tutmak için ezilip büzüldüklerini, öyle cool cool marshmallowu yemeden duranların nadir olduğunu ama sonuçta yemeyenin başarılı olduğunu hatırlatıyorum kendime.

Sonra, sanırım 2 hafta sonra, hatun arıyor. Mahçup özür diliyor ve buluşmak istiyor. Benim tabii mutluluk hormonları ve testosteron şelale. Kız aradı diye mutlu değilim, başardım ve aramadım diye mutluyum.

Bu süreçte maskülen ve kendini yeterli hisseden biri miydim? Tam olarak değil. Kendi işime tam bakabildim mi? Yarım yamalak. Yapana kadar yapıyor gibi yaptım ve başardım.

Arkadaş ne demiş:

Sanırım onu kafamda gereğinden fazla özelleştirdim.

Özelleştirmeyeceksin ama gelişimin başında muhtemelen özelleştirmemeyi beceremeyeceksin. Ama doğru davranmayı becermek zorundasın. Benim alıntıda son paragrafta dediğim gibi, ilk başlarda ben kızı özelleştirmemeyi, rahat ve umursamaz olmayı becerebiliyor muydum? Hayır. Yaptığım tek şey, öyle olmasam da rahat, kendine güvenen ve umursamaz bir erkek gibi davranıyordum. Gerçekten böyle hissetmek ise aylar sonra oluşmaya başladı.

Bu başarı ile içimde bir şey değişti ama. Benim ödül olabileceğim, filmlerde bize öğretilen fazlaca peşinden koşmanın bir yalan olabileceği aklıma girdi.

Böyle davranmayı birçok erkek göze alamıyor. Ama bu sadece anlık rahatlama yüzünden değil. Zira bu “riskli” zira sen aramadın mı orada bittiği de oluyor. Bu “riski” de göze alamıyorlar. Fakat bu riski göze almanın ödülü büyük. Kaldı ki çoğunuz aptal insanlar değilsiniz. “Riski” göze almayıp peşine düştüğünüzde de çoğunlukla “kaybediyorsunuz”. Biraz kafanızı çağırıp, kız öyle de hayatımdan çıkabilir, böyle de ama en azından bu olaydan güçlenerek çıkayım demiyorsunuz:

Sonra yine buna benzer bir olay oluyor. Kız arkadaşım değil ama yürüdüğüm bir kız. Mesajlarıma önce soğuk ve aralıklı cevap veriyor, 2 buluşma teklifimi reddediyor. Ben de NEXTliyorum. Yine kaygımla boğuşuyorum ama işime bakıyorum. Başka kızlara yöneliyorum. Zamanla, 2 – 3 hafta içinde kaygım pes ediyor, hormonal dengem yerine geliyor. Kız bir daha hiç aramıyor. Ben ise başka bir kıza yürüyorum ve onunla oluyor. Yine bir testosteron ve mutluluk hormonu şelalesi.

Sonunda sorulan soruya gelelim:

Bilmiyorum ne yapabilirim bu duruma

Anlık rahatlamalara, tam acı çektiğin anda meydan okumaktan başka yolun yok. O anda acı çekmeye devam edeceksin (tekrar ediyorum, buna acı demeye utanıyorum). Okumak tabii ki işe yarar ve harekete geçen adamın 5 senede değil 2 senede gelişmesini, tuzaklara ve çıkmaz sokaklara daha az düşmesini sağlar. İyi bir harita çok önemlidir ama sadece harita okuyarak olmaz. Okuduğun ve sana doğru yol diye gösterilen yolları takip etmek de lazım.

Yalnız şunu da eklemem gerekiyor. Hep böyle kaygı içinde mi olacağız, acı mı çekeceğiz? Hayır. Bir süre sonra duygusal olarak güçlendiğiniz ve çok büyük ihtimalle bu şekilde başarı gördüğünüz zaman, sizi pek umursamayan kıza olan ilginizi geri çekmek doğal ve çocuk oyuncağı oluyor. Şu an bunu yapamama sebebiniz olan kaygı, çok yoğun bir kaygı değil, siz çok zayıfsınız. Kaslarınız çok zayıfken 10 kg altında eziliyorsunuz ama 10 kg, 20 kg diye aşama aşama sıkıntı altına girip sıkıntıyı kaldırarak, ilerde 100 kilo bile size herhangi bir acı vermeyecek, 10 kg sizin için tüy gibi bir ağırlık olacak.

Tekrar ediyorum, duygusal güç sadece ve sadece, yoğun ve genellikle negatif bir duygunun kontrolüne girmeye meydan okuyarak, acı çeksen de mantıklı olanı yapmayı, anlık rahatlamaya tercih ettiğiniz anlarda gelişir. Yani ağırlık altına girip, o ağırlığı kaldırmaya çabalamayı, ağırlığı kaldırmamaya tercih ettiğiniz anlarda olur.

Yani Eren sen bu kızı kafanda çok özel yapsan bile en azından prensip olarak, zaten hep kaybediyorum bari bir de Mahmut’u dinleyip kaybedeyim diyerek, kının peşinde koşma isteğine meydan okusaydın; hadi o olmadı, sana yazmasını bekleseydin, hem olma ihtimali daha yüksekti hem de olsa da olmasa da bu deneyimden biraz daha güçlü çıkacaktın. Böylece cilalaya parlata güçlenebilirdin. Ama sen, bu deneyimden daha da güçsüzleşerek çıktın. Hatta, böyle karşılıksız çabaların bir ihtimal çalışaydı ve kızla olsaydın bile kaybederek, daha güçsüzleşerek çıkacaktın.

Bir türlü bitiremedim ama bir şey daha ekleyeceğim. Hani böyle peşinden koşarak, kendinizi değersizleştirip sürekli çaba harcayarak en azından iyi sonuç alsanız, biz “tüh erkekliğin yüz karası, kadının kuyruğuna takılmış” desek de siz “ama sen sonuca bak” diyebilirdiniz. O da yok. Hem kendinizi değersizleştiriyorsunuz, hem de istediğiniz de olmuyor. İnsan sırf denemek için “ya hep kaybediyorum zaten, bir de Mahmut’un dediğini yapıp kaybedeyim bakayım ne olacak?” der. Azıcık maceracı olun yahu.

Türk kızlarının %90’ı ruh hastası mı?

Ekşi sözlükte biri, Türk kızlarının %90’ının ruh hastası olması başlığına “tabii ki ruh hastaları bunlar” diye kendi deneyimini yazmış, bir inceleyelim dedim.

Önce tamamen bir okuyun ve bakalım bu adamın asıl derdini görebilecek misiniz?

biri nişanlılık olmak üzere son 5 sevgilimde de illallah etmiştim artık. dünya bile değil, evren bunların etrafında dönüyor resmen. hiçbir konuda hiçbirini tatmin edemiyorum. mutlu olmuyorlar. ne yaparsanız yapın her an ilgi bekleyen, kendinizle 10 dk zaman geçirseniz “benle ilgilenmiyosun” zorbalığına başlayan, istekleri hiçbir zaman bitmeyen bir topluluk bunlar.

bir uğraş ya da hayata dair merak ettikleri, dert edindikleri bir şey yok. bir hobileri yok. müzik zevkleri yok. spor, sanat, genel kültür ne bileyim sikindirik siyaset falan bile “ıyghh öff püff” şeyler bunlar için. statü denen şeyi follower sayısıyla eşdeğer görürler. örneğin bir tanesiyle bile açıp cosmos belgeseli izleyemedim, biriyle bile hayata dair ya da özel niş alanlara dair bir sohbetim olmadı. daha doğrusu olamadı. çünkü çok denedim. bu arada bu arkadaşlar bildiğin yüksek fakültelerden mezunlar ve çalışan insanlar. ama birinden bile bir konuda etkilenmedim. beni açacak, merak ettirecek, hayret ettirecek hiçbir anım olmadı.

damızlık adam gibiydim. kamış istediklerinde hazır bir şekilde görevimi yapmam gerekir. ben 2 saat atıyorum satranç oynadığımda oooo “beni unuttun yine”. araban varsa o haftasonu hanfendiyi istediği yere götürceksin. bak senin istediğin de değil. araban var olum sonuçta. hatta sen hastasın köpek gibi evde yatıyosun, hanfendi yazıyor paydosa doğru “alcak mısın beni çıkışta aşkooo”. sen hastaysan banane amk servise mi bindirceksin beni yaa ıyghh.

nişan yapıp evimi açtığım insan her gün beni birinden kıskanıyodu. her allahın günü. ayrılık ultimatomları veriyodu. evli çoçuklu insanlara yürümedigimin hesabını verirken buluyodum kendimi. bi süre sonra ben de ruh hastası oldum tabi. iş yerinden ayrılan bir arkadaşın fotoğraf karesinde olduğum icin birilerine yürümekle suçlanıyodum. ve ben bu psikopatlara her seye ragmen saygılı davranıyordum. bildiğin açıklama falan yapıyodum.

o kadar çok ruh hastası tanıdım ki artık bu genellemeyi yapacak seviyeye geldim. türk kızı %90 ı ilgi budalası, bencil, hayata dair hiçbir merakı, ilgisi ya da dert edindiği bir uğraşı olmayan boş bir topluluktur. nokta

Şimdi de sazı ben elime alayım.

biri nişanlılık olmak üzere son 5 sevgilimde de illallah etmiştim artık.

Bir, iki kadında aynı şeyi yaşasan,  bunlar ruh hastası dersin. 5 kadında da aynısını yaşayınca “acaba bütün bu ilişkilerin ortak paydasında – bende – bir yanlış var mı” diye düşünmen lazım. “Kadınlar bana niye böyle davranıyor, benden neden sürekli ödemem, itaat etmem, alttan almam bekleniyor?” dersin. Arkadaş kendisini bir kez bile suçlamış mı? Hayır. Bu şekilde de tabii ki egosunu sıvazlayıp duruyor ama bu tür kaybeden narsizmi maalesef %90 kendisine zararlı.

Bu adam kendi arızaları nedeniyle, normal kızlar tarafından sürekli reddedilip, sadece ruh hastası kızlarla birlikte olabiliyor olabilir. Bu tür bir “tüm kadınlar / erkekler şöyle böyle” ağlamasında çoğu zaman durum bu. Örneğin “tüm erkekler sikip atan, aldatan götlerdir” diye ağlayan kadın size saçma geliyor zira muhtemelen kendinizi ve birçok erkeği biliyorsunuz ve bu tür erkeklerin azınlıkta olduğunu da biliyorsunuz. Ama bu kız için gerçeklik bu. Neden? Zira normal erkekler onun için görünmez (itici, heyecan verici değil) ve sürekli bu tip adamları buluyor. Sonra da tabii onun için “tüm erkekler” kötü, göt, piç. Burada da aynı durum olabilir. Sen mazoşistsen, seni sadece sadistler çekici bulur ve sonra da tüm kadınları sadist sanarsın mesela. Oysa gerçekte sorun, senin normal kadınlar tarafından tercih edilmemendir.

Örneğin ben burada çok görüyorum. Kız arkadaşım çok kıskanç, sürekli bir şey istiyor, kavga çıkarıyor, vs. diyen adamlarla biraz konuşunca şu çok bariz. Adam kendine güvenmeyen, öz değer yoksunu biri ve kendine hep böyle kızları çekiyor. Sonra da tüm kızlar bu şekilde kendine güvensiz, drama sanıyor.

Fakat burada başka bir mekanizmanın olma ihtimali daha yüksek. Kadınlar omurgasız, kendi çizgilerini savunamayan, bu çizgiler ihlal edildiğinde çekip gidemeyecek kadar muhtaç ve korkak erkeklere çok acımasız davranırlar. Aynı kadın böyle bir erkeğe arkadaşın yazdığı gibi eziyet ederken, omurgalı, eğer çizgilerini fazla ihlal ederse elinden kaçırabileceğini bildiği bir erkeğe feminen, sevgi dolu ve gayet iyi davranabilir.

Bu arkadaşın temel probleminin omurgasızlık olabileceğini nereden anlıyoruz? Şu iki örneği verelim:

“araban varsa o haftasonu hanfendiyi istediği yere götürceksin. bak senin istediğin de değil. araban var olum sonuçta. hatta sen hastasın köpek gibi evde yatıyosun, hanfendi yazıyor paydosa doğru “alcak mısın beni çıkışta aşkooo”. sen hastaysan banane amk servise mi bindirceksin beni yaa ıyghh.”

ve ben bu psikopatlara her seye ragmen saygılı davranıyordum

Sen, kadın seni şoför olarak kullanmak istediğinde, gıkını çıkarmadan itaat ediyorsun, hasta olsan bile. Ya da belki gıkın çıkıyor ama ben senin şoförün değilim diye yerini bildirecek cesaretin olmadığı için, kıza yerini bildiremiyorsun.

Dikkat edin, kız ağzıma sıçsa da korkumdan (kızı kaybederim, yalnız kalırım, kimse beni sevmez korkusu muhtemelen) gıkımı çıkaramıyorum demek, kırılgan narsist egosunun kaldırabileceği bir gerçek değil. Bunun yerine “ve ben bu psikopatlara her seye ragmen saygılı davranıyordum” diyor. Buna da muhtemelen inanıyor. Ben “zayıfım”, “muhtaç davranıyorum” demek yerine, “büyüklük bende kalıyor”, “ben yine de çok efendiyim” diye zayıflığına güzelleme düzüyor.

Arkadaşlar, kadınlar bu noktaya birgünde gelmezler. Bu sitede defalarca belirttiğimiz gibi, bir kadın sizin erkek adam mı yoksa bir sünepe mi olduğunuzu size bakarak tam olarak göremez. Arada sizin sünepe iseniz ona göre davranacağınız küçük testler yaparlar. Bu testler başında çok küçüktür ama siz muhtaçlık, kaybederim ve beni kimse sevmez korkularının esiri bir erkekseniz, bu testlere hafif bir omurga bile gösteremeyebilirsiniz. Bu durumda da kadın acaba ne kadar sünepesiniz diye testlerin şiddetini arttırır ve bir de bakarsınız hasta yatağınızdan kalkıp ona şoförlük yapmıyorsunuz diye size telefonda bağırıp çağırdığı bir noktaya gelmişsiniz.

o kadar çok ruh hastası tanıdım ki artık bu genellemeyi yapacak seviyeye geldim. türk kızı %90 ı ilgi budalası, bencil, hayata dair hiçbir merakı, ilgisi ya da dert edindiği bir uğraşı olmayan boş bir topluluktur. nokta

Sen de bu kadın çöplüğünün kıymetini bilmediği bir pırlantasın değil mi? Yersen. Maalesef kendi yiyordur. Muhtemelen bunu okusa direkt savunmaya geçer. Şişkin ama aşırı kırılgan egosu bu gerçekleri kaldıramaz. Ama sorun şu ki, egomu koruyacağım diye ilişki hayatını cehenneme çeviren, üstelik düzeltme olanağı kendi elinde olan hatalarını düzeltemiyor. Bunun yerine sorunu kadınlara atıyor ve egosunu rahatlatıyor ama bu sefer de sorunu çözmesi mümkün değil. Zira “tüm Türk kadınları ruh hastası” ve bu konuda yapabileceği ne var ki?

Bakın beraber olduğunuz kadın gerçekten ruh hastası olabilir. Ama durum buysa sizin bu kadını bırakmanız lazım. Fakat şimdi bu çocuğu düşünün. Kız arkadaşı gerçekten ruh hastası olsa bile nasıl bıraksın? Zira ona göre ruh hastası olmayan bir kız yok ki?

Oysa azıcık alçak gönüllü olsa, 5 kızda da aynı şeyi yaşadım o zaman bendeki problem ne olabilir diye kafa yorsa, kendi zayıflıklarını bulup giderse, hem böyle kızları kendine çekmeyi bırakacak, hem daha nitelikli kızları kendine çekecek hem de omurgasızlığı yüzünden normal kızları bile ruh hastası canavarlara çevirmeyecek! Evet, yeterince uzun süre böyle omurgasız davranırsanız, en iyi kızı bile çıldırtabilirsiniz. Gerçi normalin üstünde niteliğe sahip kızlar sizi ilk aylarda terk edeceği için, onlarla tecrübeniz çok olmayabilir.

Bu arada, iyi çocuk sendromu olan adamlar normal kadınları iterken, narsist kadınları kendilerine çekerler. Bu konuda iyi çocuklar narsist kadınları kendilerine çekerler yazımıza da bakabilirsiniz.

Bu konu, Modern iyi kocalar ve erkeğe psikolojik şiddet uygulayan kadınlar cehennemi podcastında da işlenmişti.

Sorularınız varsa site yorumlarında sorabilirsiniz ya da bana özel olarak ulaşabilirsiniz. İlişkiler konusundaki ilişkiler setimizi de tavsiye ederim.

Birer bilinçaltı programlama olarak inançlar

Bilinç ve Bilinçaltı Nedir?

Eğer daha önce, öz farkındalığı yüksek ve bilgili insanlarla sohbet ettiyseniz “Bilinç” ve “Bilinçaltı” gibi terimleri eminim ki duymuşsunuzdur. Bu bölümde, bu terimlerin ne anlama geldiğini ele alacağız.

Şöyle bir durum düşünün:

Araba sürmeyi ilk öğrendiğiniz zamanlar son derece odaklanmış, uyaranlara tepki vermeye hazır bir haldesinizdir. Zihniniz bir işle meşguldür ve %100 kapasite ile o işi yapıyordur.

Bir süre sonra, şoförlüğünüz ilerledikçe, Zihninizin hepsini bu iş için kullanmanıza gerek kalmadığını fark edersiniz. Uzuvlarınızı koordinasyonlu bir şekilde kullanarak aracı sürerken bir yandan da müzik dinlemek ya da başkasıyla sohbet etmek gibi şeyler de yapabilirsiniz.

Bu seviyeye ulaştığınızda, araba sürme eylemini gerçekleştiren kısım beyninizin neresidir? Başka şeyler ile uğraşırken araba sürme işini beyninizin hangi kısmına emanet ettiniz?

Yüzünüze doğru aniden bir nesne fırlatılsa, daha ne olduğunu anlamadan gözlerinizi kırparsınız. Bilinçsizce yapılan bu eylemi gerçekleştiren şey nedir?

Yanan bir ocağa ya da bir elektrik teline dokunduğunuzda, daha ne olduğunu bile tam anlamadan, elinizi aniden geri çektiren içinizdeki o gizemli güç nedir?

Son olarak, bazı davranışları ve alışkanlıkları değiştirmek, bilinçli bir şekilde bu değişimi istiyor olsanız bile neden zordur? Bu huya dönüşmüş hareketleri gerçekleştiren şey nedir?

Bu soruların hepsinin cevabı “bilinçaltı” denen olguda saklıdır.

Bilinçaltı

Zihniniz kabaca iki kategoriye ayrılabilir: Bilinç ve bilinçaltı. Karakterinizin ve davranışlarınızın büyük bir kısmı bilinçaltınızın programlanma şeklinin bir sonucudur.

Bir eylem gerçekleştiriyorsanız ve bu eylemi gerçekleştirdiğiniz farkındaysanız, bilincinizle bu işi yaparsınız.

Örneğin, size bir kitabı masaya koymanızı söylersem, bu hareketi gerçekleştirmeniz bilinçli bir eylem olacaktır. Bilinciniz (Yani siz) verdiğim sözlü komutu algılayacak, anlamlandıracak, sonra da eylemi gerçekleştirecektir.

Tam tersi şekilde, bir şey yapıyorsanız ve bunu yaptığınızın farkında değilseniz, otomatik pilota bağlamış gibi davranıyorsanız, o zaman da bilinçaltınız direksiyona oturmuştur.

Bilinçaltı Bir Metafordur

Bilinçaltı tabiri, aslında beyninizin (prefrontal korteks gibi) daha yeni olan bölgelerine oranla çok daha eskiden evrimleşmiş kısımları tarif etmek için kullanılan bir metafordur.

(Prefrontal korteks frontal lobun (beynin ön tarafında yerleşimli, bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgesi) korteksi ve altında bulunan beyaz cevher en üst düzeydeki davranışların bütün bileşenlerinin bağlantılarını yapan ve onları bütünleştiren, önemli duyu ve motor sistemlerinin arasındaki geri bildirim döngülerinin ve bağlantılarının yer aldığı alandır. Varsayılan durum şebekesine dahildir.)

Bilinçaltının görevi olan eylemlerin bazıları -nefes almak gibi – bilinçli olarak da kontrol edilebilirlerken, bazıları üzerinde de – refleks hareketler gibi – hiçbir kontrolümüz yoktur.

Sadece bilinçaltının algıladığı uyaranların farklı nöro-fizyolojik etkilerde bulunup, bilinciniz ile algıladığınız dünyada verdiğimiz kararları etkilediğine dair birçok veri mevcuttur.

Ayrıca, daha eski olan korteks altı yapıların duygusal uyaranları yorumlama işleminde, bilincimiz bunu algılamasa bile, önemli bir role sahip olduğunu gösteren araştırmalar da yapılmıştır.

“Duygusal Zekâ” kitabında David Goleman da bu konuyu vurgulamıştır. Çevreden gelen uyaranlar, daha henüz bilincimiz algılayamadan, daha ilkel ve eski olan korteks altı beyin yapılarımız tarafından yorumlanabilir.

Nörogörüntüleme çalışmaları her ne kadar bilincin ve bilinçaltının kullandığı sinirsel yolların rahatça birbirinden ayırt edilebildiğini tespit etse de, bilinçaltından doğan düşüncelerin kendine özgü bir işleme yolu yok gibi gözüküyor. Anlaşılan, hem bilincimiz hem de bilinçaltımız aynı ortak veri işleme yollarını kullanıyor.

Muhtemelen bu sebepten dolayı bulunduğumuz ortamdaki sürekli değişen uyaran seline karşı savunmasız robotlar değiliz, bilinçli olarak bilinçaltımızdan doğan davranışlara müdahale edip değiştirebiliyoruz.

Dikkat Süresinin Önemi

İnsanların çok kısıtlı bir dikkat süresi vardır. Bilincimiz tekrar tekrar yapılması gereken bir işin ne olduğunu öğrendikten sonra görevini bilinçaltına teslim eder. Böylelikle daha çok dikkat veya ivedilik isteyen bir iş çıktığında, ona odaklanmak için müsait olur.

Örneğin gece dişlerinizi fırçalarken bilinciniz düşüncelere dalabilir, o gün yaşadığınız önemli olayları anımsayıp üzerinde düşünebilir. Bu sırada da bilinçaltınız, fırçalama eylemini gerçekleştirmenizi sağlar.

Filtreleme ve Kaydetme

Bilinciniz dış dünyadan gelen bilgileri filtreleme ve mantıklı bir şekilde işlemeye yarar. Bu bilgilerden hareketle, bazı kanaatlere varır ve bu kanaatleri bilinçaltınıza depolar. Böylelikle bu kanaatleriniz ile tutarlı eylemleri, üzerinde fazla düşünmeden otomatikman gerçekleştirebilirsiniz.

Size dünyanın düz olduğunu söylersem öncelikle bilinciniz bu veriyi işleyecek, doğru olmadığını fark edecek (Hâlihazırda dünyanın yuvarlak olduğuna dair elinizdeki bilgiyle çeliştiği için, eğer düz dünyacı değilseniz) ve bu yüzden bu veriyi filtreleyip bir kanaate/inanca dönüşmesini engelleyecektir.

Bilinciniz bilgiyi işlemek için her zaman süreye ihtiyaç duyarken (genelde yavaş bir işlemdir), bilinçaltınız her zaman hızlı ve otomatiktir. Çevrenizi sürekli tarar, gelen verileri kayıt altına alır, güncel ve gelecekteki davranışlarınız için işe yarayan programlara dönüştürür.

Bilinçaltınızı ömrünüzdeki şu ana kadar maruz kaldığınız her türlü veriyi kaydeden bir kamera olarak düşünebilirsiniz, bütün hatıralarınız, hayat tecrübeleriniz ve becerileriniz bu kameranın hafızasındadır.

İnsanın binlerce yıllık evrimsel geçmişiyle şekillenmiş davranışsal programlar da bu hafızadadır.

İnsan davranışı denen olgu, bilinç ile bilinçaltının, iç (psikolojik) ve dış (çevresel) faktörlerin etkisinde daimi etkileşiminin bir ürünüdür.

Bilinçaltı Programları Olarak İnanç Sistemleri

Kanaatlerinizle oluşturduğunuz, düşünce ve hareketleriniz üzerinde büyük etkisi olan inanç sistemleriniz, aslında bilinçaltında çalışan programlar gibidirler. Farkındalığınız yüksek seviyede değilse bırakın bu programların etkilerini, muhtemelen varlıklarından bile haberiniz olmaz. 

Psikoloji veya insan davranışları hakkında hiçbir şey bilmiyor olsanız bile, inanç sistemi denen kavramı bilmeniz zihnin çalışma mekanizmasının özünü kavramınızı mümkün kılar.

İnanç sistemi, bilinçaltımızda depolanmış kanaatler topluluğudur. İnançlarımız, davranışlarımızı en çok etkileyen faktörlerdir.

Bilinçaltınızı veri depolama merkezi olarak, hayatınız boyunca maruz kaldığınız her bilginin bulunduğu bir yer olarak düşünün. Bu bilgilere bütün geçmiş anılarınız, tecrübeleriniz ve fikirleriniz de dahildir. Şimdi, bilinçaltı bu kadar veri ile ne yapabilir? Bunun bir amacı olmalı.

Bilinçaltınız bütün bu bilgilerden hareketle belli inançlar oluşturur ve bunları kaydeder. Bu kanaatleri bilgisayara nasıl çalışması gerektiğini söyleyen yazılımlara benzetebiliriz.

Benzer şekilde, bilinçaltınıza kaydedilmiş inanışlar hayatta belli şartlarda nasıl davranacağınızı büyük ölçüde belirler. Peki, bu kanaatler tam olarak nedir?

İnançlar Bilinçaltı Programlarıdır

İnançlar, benimsediğimiz fikirlerdir ve temel olarak davranışlarımızı etkileyen inançlar, kendimiz hakkında doğru olduklarına inandıklarımızdır.

Örneğin, bir insan özgüvenli biri olduğuna inanırsa, bu kişinin bilinçaltında bir yerlerde “ben özgüvenli biriyim” inancının bulunduğunu söyleyebiliriz. Sizce bu insan nasıl davranır? Elbette özgüvenli biri olarak.

Hemen her zaman, kendi inanç sistemlerimiz ile tutarlı olacak şekilde davranırız. İnandıklarımız davranışlarımızı şekillendirmede bu kadar güçlüdürler ve bu nedenle de,  bunları nasıl oluşturduğumuzu anlamaya çalışmak önemlidir.

İnançların Oluşma Şekli

İnançların nasıl oluştuğunu anlamak için bilinçaltınızı bir bahçe, inançlarınızı da o bahçede yetişen bir bitki olarak düşünün. İnançların bilinçaltında oluşumu, bir bahçede yetişen bir bitkiye benzer.

Bir bitkinin yetişmesi için ilk olarak toprağa tohumu ekeriz. Bunu yapmak için toprağı kazmanız gerekir ki tohumu ekebilelim. Bu tohum fikirdir, maruz kaldığınız herhangi bir fikir olabilir.

Örneğin, öğretmeniniz size “Sen bir aptalsın!” demiş olsun, bu mesela bir tohumdur. Toprak ise bilincinizdir, gelen bilgileri filtreler, neyi kabul edip neyi reddedeceğinize karar verir. Bilinçaltına hangi fikirlerin geçip hangisinin kalacağına karar verir. Bir nevi bekçilik vazifesi görür.

Eğer bilinç filtreleri devre dışı kalırsa ya da kapatılırsa (Toprağı kazmak), Fikir (Tohum) bilinçaltına giriş yapar (Toprağın kendisi). Orada, bir inanç olarak depolanır.

Bilinç filtreleri aşağıdakiler tarafından kapatılabilir veya devre dışı bırakılabilir:

  1. Güvenilir Kaynaklar/Otorite Figürleri

Ebeveynler, arkadaşlar veya öğretmenler gibi güvenilir kaynaklardan veya otorite figürlerinden gelen bilgiler, bilinç filtrelerinizi kapattırıp gelen mesajların bilinçaltınıza sızmasını sağlayabilir. Bu mesajlar daha sonra inançlara dönüşür.

Şöyle düşünün: Zihniniz her zaman enerjiden tasarruf etmek ister. Bir bilgiyi işlemek gibi karmaşık bir işe enerji harcamaktan kaçınmak için, güvenilir bir kaynaktan gelen bilgiyi, sadece kaynağa güvendiği için depolayabilir. Yani zihnin tutumu “Niye analiz edip filtrelemeye uğraşayım ki?” şeklindedir.

  1. Bol Tekrar

Bir fikre tekrar tekrar maruz kalırsanız bilinciniz aynı bilgiyi tekrar tekrar filtrelemekten yorulur. Eninde sonunda bu fikrin belki de filtrelenmeye ihtiyaç duymadığına karar verebilir. Bunun sonucu olarak mevzubahis fikre, yeteri defa maruz bırakılırsanız bilinçaltınıza yerleşebilir, böylelikle bir inanca dönüşür.

Yukarıdaki örneğe devam edersek, eğer öğretmeniniz (güvenilir bir kaynağınız / otorite figürü) size aptal olduğunuzu söylüyorsa (fikir) ve bunu tekrar tekrar yapıyorsa (bol tekrar), sounda aptal olduğunuz kanaatine varırsınız. Buna inanmaya başlarsınız. Çok saçma geliyor değil mi? Buradan sonrası daha da kötü.

Tohum ekildikten sonra baş verir, henüz ufak bir fidandır. Eğer su vermeye devam ederseniz büyüdükçe büyür. Bir inanç bilinçaltında oluştuktan sonra, elinden geldiğince orada kalmaya çalışır.

Bu da inancı destekleyen delilleri bularak olur, Bir bitkinin sulandıkça büyümesi gibi, deliller inancı sürekli güçlendirir. Peki, bilinçaltı inançlarını nasıl sular?

Kendi Kendini Güçlendiren Döngü

İnsanlar hemen her zaman, inanç sistemlerine uygun olacak şekilde hareket ederler. Bu nedenle aptal olduğuna inanan bir insan, gitgide artan oranda aptal bir insan gibi davranmaya başlar.

Bilinçaltınız hayat tecrübelerinizi kaydetmeye devam ettikçe, yaptığınız aptallıkları aptal olduğunuza bir “delil” olarak kabul edip, zaten var olan inancınızı desteklemek için kullanacaktır ve kalan her şeyi de görmezden gelecektir.

Yani zekice bir hareket yapsanız bile, daha güçlü ve yaşanan olayla çelişen bir inancın (aptal olduğunuz inancı) varlığı yüzünden, bilinçaltınız bunu görmezden gelecektir. Doğru ya da yanlış birçok delil toplayacak, içinizdeki inancı sürekli daha da çok besleyip, yıkıcı ve kendi kendini doğrulayan bir döngü kuracaktır.

Döngüyü Kırmak: İnançlarınızı Nasıl Değiştirebilirsiniz?

Bu enkazdan çıkmanın yolu, kendi inanç sisteminize meydan okuyup:

“Ben gerçekten bir aptal mıyım?”

“Hiç mi akıllıca bir şey yapmadım?”

Gibi soruları kendinize sormaktır.

İnançlarınızı sorguladıktan sonra sarsılmaya başlarlar. Bir sonraki adım da bilinçaltınıza, vardığı kanaatin yanlış olduğunu hareketlerinizle kanıtlamaktır.

Bilinçaltınızı yeniden programlamanın en iyi yolu eylemlerinizdir. Daha iyi bir yöntem yoktur.

Bilinçaltınıza zeki biri olduğunuza dair yeteri kadar delil verirseniz, zeki biri olmadığınıza dair inancını çöpe atmaktan başka çaresi kalmayacaktır.

Tamam, şimdi aslında zeki biri olduğunuza inanmaya başladınız. Bu yeni inancınızı destekleyecek deliller topladıkça (yeşeren tohumu sulamak), bunun zıttı olan fikir gitgide zayıflayacak, en sonunda da yok olacaktır.

Bir inancın ne kadar kolay değiştirilebileceği, bilinçaltında o inancın ne kadar uzun süredir bulunduğuna bağlıdır. Çocukluğumuzdan itibaren sıkıca sarıldığımız inançları değiştirmek sonradan edindiklerimize göre daha zordur. Ot yolmak, bir ağacı sökmekten çok daha kolaydır.

Zihninizin bahçesinde hangi bitkiler yetişiyor?

Onları kim ekti? Orada olmalarından memnun musunuz?

Eğer değilseniz, kendi istediklerinizi ekmeye başlayın.

Geçmiş Tecrübelerimiz Kişiliğimizi Nasıl Şekillendirir?

Burada, temel inançlar kavramından ve geçmiş tecrübelerimizin kişiliğimizi nasıl etkilediğinden bahsedeceğiz.

İnançlarımız ve ihtiyaçlarımız, davranışlarımızı etkileyen en önemli faktörlerdir. Fakat en nihayetinde, tüm olay inançlarımızdadır. Çünkü ihtiyaç duygusu da bir inançtır, bir şeye ihtiyacımız olduğuna dair beslediğimiz inançtır.

Doğduğumuzda beynimiz henüz tam gelişmemiştir, fakat çevremizden bilgi toplamaya ve bu bilgilerden yola çıkarak belli inançlar oluşturmaya hazırızdır. Hayatımızın geri kalanında bize rehberlik edecek o nöron bağlarını kurmaya hazır bir beynimiz vardır.

Bir çocuğu büyürken çok dikkatli gözlemlediyseniz neyden bahsettiğimi anlarsınız. Çocuklar çevreden gelen o kadar fazla veriyi o kadar hızlı emer ki 6 yaşına geldiğinde kafasında binlerce kanaat oluşur, bu kanaatler de dünyanın geri kalanıyla iletişime geçmesini sağlar. 

Temel İnançlar, Kişiliğimizin Özü

Çocukluğumuzda ve erken ergenlik döneminde oluşturduğumuz inançlar “temel inançlarımızı” oluşturur. Kişiliğimize etki eden en önemli faktörler, bu temel inançlarımızdır, fakat bu onlar ile sonsuza kadar ayrılmayacağımız anlamına gelmez.

Temel inançların değiştirilmeleri zordur fakat imkânsız değildir. Hayatımızın daha sonraki aşamalarında oluşturduğumuz inançlar, bunlara oranla daha esnektir ve çok çaba sarf etmeden değiştirilebilir.

Kişiliği Değiştirmek İçin İnançları Değiştirmek

Peki, inançlarımızı nasıl değiştireceğiz? İlk aşama, kişiliğimizi şekillendiren inançların bilincine varmaktır. Bunları teşhis ettikten sonra, geçmişinizi eşeleyip bu inançları neden oluşturduğunuzu anlamanız gerekir ki burası işin zor kısmıdır.

İnançların inşası bilinçaltındadır. Bu yüzden de inançlarımızla yüzleşirken, kendimizi güçsüz hissederiz. Fakat bilinçaltımızı bilince döktükten sonra bu savaşta güçlenmeye başlarız.

Değiştirmek istediğiniz inançları tespit edip bunları nasıl oluşturduğunuzu anlamak, bu inançların pençesinden kurtulup sizin davranışlarınızı etkilemelerine izin vermemek için yeterlidir. Farkındalık etrafındaki her şeyi eriten bir ateş gibidir.

Şöyle bir örnek ile açıklayalım: Örneğin bu ay işyerindeki performansınız çok kötüydü ve patronunuzu hayal kırıklığına uğrattınız. Patronunuz bir sonraki ay bu durumu telafi etmenizi bekliyor.

Fakat size bir performans raporu vermedi ve neyin düzeltilmesi gerektiği konusunda tek bir şey söylemedi. Yanlış giden şeyin ne olduğunu bilmeden bir şeyi düzeltebilir misiniz?

Kesinlikle düzeltemezsiniz! Bir şeyi düzeltmek için önce neyin yanlış olduğunu bilmek gerekir. Sadece bu da yetmez, nasıl ve neden yanlış olduğunu da bilmeniz gerekir. İnsan davranışlarında da durum aynıdır, davranışlarınızın altında yatan mekanizmayı çözemezseniz, onları değiştiremezsiniz.

Bazı Örnekler

Geçmiş tecrübelerimizin (özellikle çocukluk dönemi) davranışlarımızı etkileyen güçlü inançları nasıl oluşturduğunu göstermek için size birkaç örnek vereyim:

Çocuklukta istismara uğramış bir kadın yaşadığı olaylar yüzünden başkalarından daha değersiz olduğunu düşünür. Bu yüzden hayatı boyunca utanç ve düşük seviyede özsaygı ile boğuşması ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden, muhtemelen utangaç ve içine kapanık biri olacaktır.

Ailenin en küçük çocuğu çevresindekiler tarafından sürekli ilgiye maruz kaldığı için sürekli ilgi odağı olma ihtiyacı besler.

Büyüdüğünde sırf ilgi odağı olmaya devam etmek için ilgi budalası, başarılı veya çok ünlü biri olabilir.

Kendisini ve annesini terk edip giden bir babaya sahip bir kız çocuğu, erkeklerin güvenilmez olduğuna dair bir inanç oluşturabilir. Yetişkin bir birey olduğunda erkeklere güvenmekte zorlanabilir, bir erkekle duygusal bir birliktelik kurmakta zorlanabilir. Sebebini bilmeden, girdiği bütün ilişkileri sabote edecek davranışlarda bulunabilir.

Ailesinin sürekli maddi kaygılara sahip olması yüzünden çocukken eline pek para geçmeyen çocuklar büyüyünce zengin olmayı takıntı haline getirebilir. Çok hırslı ve rekabetçi bir insan olabilir, finansal hedeflerine ulaşmayı başaramazsa depresyona girebilir.

Okulda zorbalığa maruz kalmış bir çocuk, güçlü olma ihtiyacı hissedebilir ve dövüş sporlarına veya vücut geliştirmeye çok ilgili olabilir. Salona bağımlılık derecesine giden insanlarla konuştuysanız, çoğunun küçükken zorbalığa maruz kaldığını veya kavgaya bulaştığını fark etmişsinizdir. Sadece görsellik için bu işi yapanlar azınlıktadır. İnsanlar hayat tecrübelerinden dolayı bazı güçlü inançlar, ihtiyaçlar ve düşünce sistemleri geliştirirler.

Bu örneklerin hepsi ihtiyaçlarını karşılamak için belli kişilik özellikleri geliştirmiştir, bu kişilik özelliklerine neden sahip olduklarını bilemeyebilirler, fakat zihinleri arka planda sürekli çalışarak ihtiyaçlarını karşılamaya uğraşır.

Bilinenin aksine, istediğimiz kişilik özelliğini geliştirmek için kendimizi eğitmemiz mümkündür. Geçmişinizin size bahşettiği bazı kişilik özelliklerini seviyor olabilirsiniz, fakat hoşunuza gitmeyenlerden de bunlarla bağlantılı olan inanç sistemlerinizi değiştirerek kurtulabilirsiniz.

Masalların ardından ağıt yakmak

İnstagram’da ya da Twitter’da çok karşılaşılan ve muhtemelen öfke yemi olan kısa bir hikaye var:

“Yeni evliyken Ankara’ya gitmiştik. İnce mont almış kışın, tüm uyarılarıma rağmen. Montumu vermiştim sonra. Boşanırken seni hiç sevmedim dedi. Gerek yok yani. “

Bunu benimle paylaşıp duruyorlardı, en son bir takipçi şöyle yazarak paylaşmış:

Artık ilişki düşünmek bile midemi bulandırıyor. Herhangi bir kızla flörtleşsem cok fazla iyi gitsek bile ileriyi düşünemiyorum. Bu durumdan nasıl çıkılır.

Bu sitenin Youtube kanalında en son Joker ve Nevzat ile yaptığımız söyleşide de söylemiştim. Bizim siteye gelip soru soran çocukların %90’ının derdi, sorunları kadınlaşarak çözemeyeceklerini anladıkları zaman çözülür. Sadece ilişkiler konusunda değil.

Bu arkadaş da burada tamamen kadın gibi düşünüyor. Kadın gibi ileriyi düşüneceğine, erkek gibi hatunu beraberliğin tadını çıkarıp, ilişki bitince de özgür kaldığını düşünse, böyle pembe hayalli genç kız dertlerinden muzdarip olmaz.

Sizin ileriyi düşünmeniz gerekmiyor. Erkek bıraksan, ilişkiye bağlamasan yuvadan uçacak modda olur.  Gözünüzün dışarda olmasından, dışarda kaçamaklardan falan bahsetmiyorum. Ama kadın bir şekilde ilişkiye bağlayıp durmazsa, yavaş yavaş uçup gidecek moddadır.

Arkadaş ben bunu yazınca şunu söyledi:

Öyle yapıyorum zaten de genelde hatunu yatağa attıktan sonra soğuyorum.

Ben yatağa attıktan sonra soğuyun demiyorum. İlişki gittiği yere kadar tadını çıkar, bittiğinde “ne güzel özgürüm” diye yoluna bak. Sen yatağa attığında soğumuyorsun. Daha fazla kapılırsam yapışırım, ayrılırsak yırtılırım korkusu ile kovulmadan istifa ediyorsun. Bunun bir dengesi var. Benim dediğimin bas – soğu – geç ile alakası yok.

Kadın gibi sevmeyin, erkek gibi sevin diyorum. Erkek gibi sevmeyi beceremem o zaman sevmeyim gibi saçma sapan bir stratejiden uzak durun. Hayattan zevk alamazsınız. Çok gençken özellikle de kadın onayı bağımlısı iseniz, dildo vatandaş olmak size bir şey başarıyormuş hissi verebilir ama o şekilde hayattan ve ilişkilerden alabileceğiniz zevkin çok azını alabiliyorsunuz.

Yukarıdaki mont hikayesine bakıp ilişkilere değmez demeniz için masal dünyasında yaşıyor olmalısınız. İlişkiler başlarlar, gelişirler ve biterler. Her şey doğar, yaşar ve ölür. Ne demiş dilenci kıyafetleri içindeki prens:  “Ey keşişler, size söylüyorum: Hayatınızdaki her şey değişir. Hiçbiri sonsuza kadar yaşamaz. Kendi kurtuluşunuz için çok çalışın.”

Hayatı olduğu gibi kabul etmeniz lazım. Ne olduğundan iyi, ne de olduğundan kötü. Yoksa acı çekersiniz. Evet ilişkiler biterler. Gerçi bu arkadaşın derdi ilişkinin bitmesinden ziyade, kadının seni hiç sevmedim ki demesi. Kadınlar tarihi yeniden yazarlar.  Bugün seni sevmiyorsa, hiç sevmemiştir. Yarın seni yeniden sever aslında hep sevmiş ama sonradan anlamıştır. Bunu çok acımasız bulabilirsiniz (o zaman sevdiğimiz insanların ölmesi, ölümcül hastalıklar, savaşlar, vs. karşısında ne yapacaksınız bilemem) ama bu böyle. Kadınların doğasından kaynaklanıyor ve siz istediğiniz kadar ağlayın, türün devamlılığında bunun bir işlevi var. Sizden ayrılan kadının sizin aşkınızla mecnun olup zaten görece kısa olan doğurganlık döneminin önemli bir kısmını boş geçmesi insan türü için kötü, sizi hemen tamamen hiç olmamışsınız gibi unutup hemen bir başkasına gidebilmesi tür için iyi. Bu kadar basit.

Kadından ayrıldınız mı,  Hollywood masalları ile var olduğunu sandığınız ağlak ihtiyaçlarınızı bir kenara atarsak, onun sizi geçmişte hiç sevmediğini düşünmesinin veya sizi büyük aşkla sevdiğini düşünerek yaşayıp gitmesinin sizin için hiçbir önemi yok.

Kadınlar tarihi yeniden yazarlar. Bugün sevmiyorsa hiç sevmedim der. Yarın bırakır gidersin yeniden hoşlanır, hep sevmişim der. Rollo’nun dediği gibi bunları bilmeniz “kadınların kafanızdaki aptal masallara uymamasına öfkelenerek kadınlara düşman olmanızı” engellemek ama tabii zamanında Rollo, uzun süre boyunca da ben, bu masalların ne kadar derine işlediğini hafife almışız. Ben buna benzer şeyleri ilk öğrendiğim dönemde forumlarda (2003-5) genel hava “tabii ya, budur abi. Bunu yanlış bilip anlıyor muşuz. Demek ki gerçekte olan buymuş, o zaman doğrusunu öğrenelim” havası hakimdi. Bugün ise dehşet verici bir “masallar çok güzel, onlar gerçek olsun istiyorum, pis karılar onları gerçek oldurun” ağıdı var.

Burada anlattığımız erkek adam tipi, gerçeği olduğu gibi kabul edebilecek yetişkin bir erkektir. Her şey, ilişkiler de dahil, doğar, yaşar ve ölürler. Siz, kız, çocuklarınız, torunlarınız, vs.  Masallardaki gibi sonsuza dek olmazsa olmaz diye ağlamayın. Masalların ardından ağlamayın. Masallar kısa süreli pozitif duygu patlamaları ve uzun süreli depresyonlarla dolu bir hayata çıkarlar. Gerçekliği olduğu gibi kabul etmek, sizi patlamalardan uzak olsa da daha istikrarlı olarak pozitif duygu içinde tutar.

Erkek Adam Türkçe Podcast – Stoacılık nedir, kişinin hayatına nasıl uygulanabilir?

Freddie, Öncül Analitik Felsefe Dergisi kurucusu Berat Mutluhan Seferoğlu ile stoacılığı tartıştı. Berat Mutluhan Seferoğlu’nun twitter hesabı ve  Freddie’nin twitter hesabı.

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. Sorular ve dakikaları da videonun altında.

Kendini geliştirmenin matematiği

Odaklandığım ana alanlardan biri de kendini geliştirmek. Her yıl doğum günüm yaklaştığında, iyi bir viski alıp otururum ve bir önceki yılın hesaplarını kapatırım. Geçen yıl başladığında nerede olduğuma ve şimdi nerede olduğuma bakarım ve bunlardan gelecek sene nerede olmak istediğimle ilgili kararlarımı çıkarırım.

Yaptığım şey temelde “geçmiş, şimdi ve gelecek” paradigmasını, ölçülebilir küçük parçalara ayırmak. Yönetim gurusu Peter Drucker’in eski bir sözünü temel prensibim yaptım: “Ölçülebilen şeyi yönetebilirsin.” Şimdi kendine güven seviyesi, kaygı ve depresyon gibi ölçü yaratması zor şeyler de var ama egzersiz sayısı, hacim ve yoğunluk ile ağırlık kaldırmada ilerleme, uyku, yeme içme gibi şeyler ölçülebilirler.

Böyle ölçüler bulup takip etme sebebim, kendimi yaptıklarımdan sorumlu kılmak. Aynı zamanda böylece birçok şeyi önceden planlamanın daha kolay olduğunu gördüm. “Bugün yorgunum, spor salonuna yarın giderim”, “biraz daha çalışmam lazım ama zaten dün “4 saat çalıştım” gibi tuzaklara düşmek çok kolay. Eğer her şeyi planlarsanız ve alışkanlık haline getirirseniz, bunları yapmadığınız zaman kendinizi çok huzursuz hissedersiniz. Ama bu tür ölçüler kullanmamın temel sebebi şu: A’dan Z’ye gitmek istiyorsanız, yolda ne kadar ilerlediğinizi takip etmezseniz, Z’ye vardığınızı nasıl anlayacaksınız? Yoldan çıkıp çıkmadığınızı hatta tam tersi yönde gitmediğinizi nasıl bileceksiniz? Eğer ölçüler kullanmazsanız, bilemezsiniz.

Bu yazıyı, Kendini geliştirmenin matematiği olarak adlandırdım zira bu yazıda hayatlarını tamamen ya da bazı alanlarda iyileştirme konusunda birçok insanın yanlış anladığı matematik prensiplerden bahsedeceğim.

Doğrusallık ve Süreklilik

Daha önce, birçok insanın geleceği doğrusal bir şekilde tahmin ettiğinden bahsetmiştim. Bu durumu reductio ad absurdum (karşındakini gülünç duruma düşürerek) şekilde şöyle ifade etmiştim: “dün öyle oldu o zaman sonsuza kadar da öyle olacak”. Bu aptalca görünüyor ama “biz bu işi böyle gördük, böyle yaptık” diyen kaç kişi duydunuz? Bu etkinlikte veya onun bağlamında hemen hemen hiçbir değişiklik olmayacağını varsayıyor. 10 – 15 yıl öncesine giderseniz, kimse “online oyun” ya da “mesaj oyunu” hakkında konuşmuyordu. Ama bugünlerde bunlar baştan çıkarma camiasının önemli konuları. Oyun prensipleri fazla değişmedi ama oyunun içinde bulunduğu bağlam çok değişti.

Benzer şekilde, emek ile sonuç arasında doğrusal bir ilişki olduğunu varsayarız. “Eğer bir yıl önce günde 1 dolar biriktirmeye başlarsanız, bugün cebinizde 365 dolar olur” örneğini, küçük görünen çabanın, büyük sonuçlara yol açacağını göstermek için kullanmayı seviyorum. Fakat birçok insan yolculuktan nefret ediyor ve sadece sonucu seviyor. Bu nedenle de sonuca bir an önce ulaşmak için kendilerini büyük ama sürdürülebilir olmayan bir çabanın içine atıyorlar. Bir tanıdığım yeni yıl sözü olarak sağlığını düzeltmeye karar verdi ve kahveyi, sigarayı, işlenmiş gıdayı, şekeri hemen bırakıp haftada 6 gün spor salonuna gitmeye karar verdi. Bunu sadece 3 hafta sürdürebildi ve 3 haftanın sonunda 2 haftalık bir kahve, sigara, işlenmiş gıda ve şeker “ziyafetine” dalarak eskisinden daha sağlıksız bir hale geldi. Bu tanıdığım, “ne kadar çok, o kadar iyi” zihin yapısının kurbanı oldu.

Ne kadar çok, o kadar iyi

Bu sürekli, takıntılı bir şekilde emek harcama kültürü, bazı grup ve topluluklarda çok yaygın. Eğer insanüstü bir çaba harcamıyorsan, tembelsin kültürü. Sabah 4’te kalk, 2 saat spor yap, kahvaltı yap, saat 7’de işte ol, akşam bir daha spor, ek işinle uğraş, gece yarısı uyu, erken kalk ve bir yandan da güzel kadınlara yürü, eğlen ve dünyayı gez. Bu, “çok erken, çok fazla” kadar kötü bir şey zira hayati öneme sahip ama üretken görülmeyen şeyleri kısıtlamak anlamına geliyor. Bu hayati şeyler de genellikle uyku gibi dinlenme ve kendine gelme rutinleri. Bu tür “sürekli zorlama” prensibinin problemi, kişinin sürekli emek harcamasına rağmen ayarlama ve yaptıklarını gözden geçirmek için zaman bulamaz hale gelmesi.

Zamanında sıklıkla verilen “100 kadına yürü” tavsiyesi, oyunda iyi olmak için değil, yürüme kaygısını aşmak için yapılırdı. İlk önce kızlara yürüyüp yön ya da saat sormaktan başlayarak aşama aşama, yabancı biriyle konuşma kaygısını aşma şeklinde tavsiye edilirdi. Bir kez tanımadığınız insanlara “açılış yapma” kaygısını aşınca, gerçek “oyuna” geçebilirdiniz. Bugün ise “100 kadına yürümek”, oyunda iyi olmak için mucize bir rakam olarak görülebiliyor.  3 set x 12 tekrarın, kas kütlesini arttırmak için mucize rakam olarak görülmesi gibi.  Mucize rakam 3 x 12 değil. Kasların 45 – 60 saniye kadar stres altında kalması, kas kütlesinin arttırılmasını sağlayan şey. Eğer her tekrarda 4 saniye harcarsanız, bir set 48 saniye sürer. Hızlı hızlı 20 saniyede tekrar işinize yaramaz. Aynı şekilde, günde 100 kadına yürürseniz ama yürümeleriniz üzerinde düşünüp bunlardan sonuçlar çıkarmazsanız, nereleri düzeltmeniz gerektiğini anlamaya çalışmazsanız, gelişemezsiniz.

Eğer 20 – 30 kadar kadına gidip “pardon, saatiniz var mı” diye sorarsanız, yürüme kaygınızdan büyük oranda kurtulursunuz. 30’un üstünde ise yürümelerinizin size faydası hızlıca azalır.

Azalan getiriler (diminishing returns)

Emek harcadığınızı çoğu alanda er ya da geç azalan getiriler noktasına ulaşırsınız. Azalan getiriler, aynı verimi almak için zaman içinde daha fazla emek harcamanız gerektiği anlamına gelir. Bu gerçek, örneğin tahvil piyasasında tam rakamlar yerine oranlar kullanılarak gizlenir. Bir tahvilin değerinin %10 artması için,  piyasa değerinin %10 artması lazımdır (hisse fiyatı x hisse senedi sayısı). Bir şirketin piyasa değeri 1 Milyar Dolar ise, %10 artış 100 Milyon Dolar eder ama şirket değeri 100 Bin Dolar ise, %10 artış 10 Bin Dolar eder. İkisinde de artış %10’dur ama genellikle 100 Milyon artış için gerekli emek, 10 Bin artış için gerekli emekten çok daha fazladır.

Azalan getiriler genellikle zaman ve ilerlemenin bir fonksiyonudur.  Malcolm Gladwell, bir alanda ustalaşmak için o alana konsantre olarak 10 bin saat çalışmak gerektiğini açıklamıştı. Ama birçok durumda şunu iddia edebiliriz: getirinin %80’inin, ilk %20’lik emek diliminde elde edebilirsiniz ve kalan %20’sini de, son %80’lik emek diliminde. Burada olayı çok basitleştirdik ama ana fikir şu: bir şeye başladığınızda, o şey ne olursa olsun, başlangıçta görece az bir emek ile çok hızlı gelişirsiniz ve siz o şeye hakim oldukça, daha da ilerlemek için vermeniz gereken emek hızlıca artar. Yani zaman içinde sizin bir işe vereceğiniz emek artacak ama o işte elde edeceğiniz ilerleme hızı azalacaktır. Bu nedenle de fazladan bir fırsat maliyeti (opportunity cost) ile karşılaşırsınız ve şu an uğraştığınız şeyde daha da ilerlemek mi, yeni bir şeye başlayıp onda ilerlemek mi diye bir hesaplama yapmanız gerekir.

Sabit kaynaklar ve fırsat maliyeti

Öğrendiğiniz ve iyileştirmek istediğiniz her şeyde, zaman ilk seviye maliyettir. Eğer günde bir saat daha fazla yatmak isterseniz, başka şeylere harcamak için haftada 7 saat daha az zamanınız kalır. Zaman sabit bir kaynaktır belli bir miktar zamanınız vardır ve herkes için gün 24 saattir. İlerlemek istediğiniz alana bağlı olarak mesela o alan için gerekli şeyler almak için paraya ihtiyacınız vardır ki bu da saat şeklinde hesaplanmalıdır. Diyelim ki, haftada 3 gün spor salonuna gitmeye karar verdiniz. Bu durumda maliyet sadece spor salonuna girmek ve spor için harcadığınız zamanın üstüne bir de salona, spor elbiselerine, yola, vs. ödediğiniz paradır.  Bu nedenle harcadığınız zamanın üzerine bunları ödemek için kaç saat çalıştığınızı da eklemeniz gerekir. Bunlar, değişken maliyetlerdir zira eğer gelirinizi arttırıp, giderlerinizi azaltabilirseniz, hayat stilinizi sürdürmek için daha az  çalışarak zaman kazanabilirsiniz.

Ekonomide fırsat maliyeti, bir şeyi yapmak için vazgeçtiğiniz kazanımları belirtir. Birkaç yıl önce, ofiste harcadığım zamanı başka alanlara aktararak ne kazanabilirim diye düşünmüştüm. Haftada 60 – 80 saat çalışmayı azaltırsam ve artan zamanı yazmaya, spora ve başka şeylere aktarırsam ne kazanabilirim diye düşünmüştüm.

Bu kararıma neden olan şey, ofiste çalıştığım ekstra 20 – 40 saatin bana fazla bir ekstra getirisi olmadığını fark etmemdi. Bu zamanı kısmamın da kariyerime etkisi çok azdı. Yani “kayıp yok ama  kazanç da yok” ile “kazanç var ama kayıp yok” arasında idi.

Özet ve sonuçlar

Bu yazıyı yazma amacım, erkeklerin kendilerini geliştirmeye çalışırken hata yaptıkları 4 ana alanı göstermekti. İlk hata, çok fazla şeyi çok hızlı bir şekilde yapmaya çalıştırmaktır. Bu genellikle, yıllardır yapılan hataları, birkaç haftada düzeltmeye çalışmaktan kaynaklanır. İkincisi, birinci hatanın yenilgilerini daha da zaman harcayarak gidermeye çalışmaktır. Bu, insanın süreç üzerinde düşünüp, hatalarını bulup düzeltmesine zaman bırakmaz. Üçüncüsü, acemiden ustaya giden yolun doğrusal olmadığını görememek ve azalan getiriler batağına saplanıp kalmaktır. Dördüncü ve son hata da, kaynak gereksinimlerine ve seçimlerle vazgeçilen şeylerin getirilerinin de maliyet olduğuna dikkat etmemektir.

Bu 4 ana başlığın hepsinde ortak olan şeyler, maliyet, beklentiler ve sonuçlardır. Senelik hayat gözden geçirmemi yaparken, maliyet ve sonuç arasındaki ilişkiye özellikle dikkat ederim. Eğer daha fazla emek harcamanın optimum olmadığını görürsem, gelecek sene bu alana daha fazla yatırım yapmak ile ona sadece gerilemeyecek kadar yatırım yapıp o zamanı başka şeylere harcamak arasında seçim yaparım. Bu nedenle zaman içerisinde, yapmaktan keyif alsam bile bir aktiviteye harcamak istediğim zmaanın, o aktivitede istediğim ustalığa ulaşmak için yeterli olmayacağını görüp aktiviteyi yapmayı bıraktığım çok oldu.  Örneğin satranç oynamayı 10 sene önce bıraktım çünkü istediğim kadar iyi bir satranç oyuncusu olmak için, başka şeylerden feda etmem gereken çok fazla zamana ihtiyaç duyacağımı gördüm.

Bu maalesef kendini geliştirmeye odaklanmış erkek camiasında gözden ırak olan bir şey. Tamam, spor yapmalısınız, parasal durumunuzu iyileştirmelisiniz, yeme içmenize, stilinize dikkat etmelisiniz, oyunu öğrenmelisiniz, vs ama bunları başarılabilir ve sürdürülebilir şekilde yapmalısınız. On yılların kötü hayat yönetimini, çok yoğun çalışarak bile olsa  üç ayda düzeltemezsiniz. Yapmanız gereken şeyleri, önem ve gereken emek sırasına sokmanız lazım. Hangi alanların sizin için daha önemli olduğuna, ancak siz karar verebilirsiniz. Sonrasında da bu alanlarda ulaşmak istediğiniz başarıya karar vermelisiniz. Son olarak da bunu sürdürebilecek misiniz diye düşünmelisiniz.

Bu soruların cevaplarını düşündükten sonra, ilerlemeyi planlayıp, ölçmek için parametreleri yaratarak çalışmaya başlayabilirisiniz.

Çeviri: The Mathematics of Self-Improvement