Bekaret

Bekaret ile ilgili yazmam çok istendi. Bu konuya pek girmedim zira ben kişisel olarak önemsemiyorum.  Bekareti önemseyenlere sözüm yok ama ben bunun sizi hipergamiden koruyacak bir gücü kalmadığını düşünüyorum. Nedenini anlatayım.

Bekaret ve namus konularının geleneksel toplumda neden bu kadar önemli olduğunu anlamak çok zor değil. Daha 30 yıl öncesine kadar on binlerce yıl, bir erkeğin, kadınından doğan çocuğunun kendinden olup olmadığını gerçekten bilmesinin hiçbir yolu yoktu (kadın hızını alamayıp başka ırktan birinden hamile kalmadığı sürece). Hipergami ve adet döngüsünün alfa dönemi gibi “tehlikeler”e karşı, kadınlar üzerinde oldukça sıkı uygulanan “bakaret” ve “namus” kodları konulmuşa benziyor. Yani kadını baba evinden bakire almak, sonra namus kodları ile çevirmek, başkasının çocuğunu yetiştirmemek için önlemler.

(Bakın bu nedenle de feministler ne derse desin, kadınlar ile erkeklerin aldatması arasında fark var. Erkeğin aldatması iyi birşey demeye çalışmıyorum, ama erkek aldatsa da kadın yine çocuğunun kendinden olduğuna emin, ama erkeklerin böyle bir lüksü yok).

Bekaret konusunda şöyle bir varsayım var: bakire kadın, alfa dulun ya da 30una kadar her haltı yiyip sonra evlenmek isteyen kadının zıttır. Bu nedenle de eğer kızı bakire alırsak, hipergamiden korunuruz. Ben bunun yanlış bir varsayım olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce, erkeklerin üzerine kabus gibi çöken “beni böyle anam gibi seven bir kadın bulayım, hayat boyu onunla ideal ilişkimizde yan gelip yatayım” idealizminin kolaycılığı maalesef. Betalığın bir parçası.

Öncelikle şunu söyleyeyim : Benim gözlemlediğim çoğunlukla spesifik seviyede bir narsisizme sahip ve önüne gelenle yatma performansı gösteren kadınlar alfa dul olmaya meyilliler. Yoksa yanılıp şaşırıp bir kere bir alfayla yatmış bir kadının yüzde 100 alfa dul olacağını söyleyemezsin. İkincisi, 30una kadar her haltı yemiş kadın, Sceptico’nun da yazdığı gibi “sefam olsun” modeli sayıca çok partnere sahip, uzun dönemli ilişkileri beceremeyen, ekstrem denebilecek deneylerde bulunmuş (grup seks, tek gecelik ilişkiler, uyuşturucu, illegal aktiviteler vs)”. Yoksa kadın 20lerinde bekaretini kaybetmiş, uzun dönemli 3- 5 ilişkisi olmuş ise ona bu yaftayı yapıştıramazsınız.

Kırmızı hap camiasında son yıllarda, kadının cinsel partner sayısı ile evlilikteki mutluluğunu ve boşanma oranlarını gösteren iki yazı meşhur oldu. İlki 2014’te çıkan bir araştırmaya göre, kadınların cinsel partner sayısı arttıkça, evlilikte mutluluk oranları azalıyor. Bu araştırmalar çok kullanılıyor ama ben bu araştırmaların kullandıkları istatistik yöntemlerin sağlam olduğuna ikna olmadım.

Yanlış anlamayın. Evlenilecek kadın – evlenilmeyecek kadın ayrımı yok demiyorum. Bu ayrım bariz var ve buna çok iyi dikkat etmeniz lazım. Yine, kadının geçmiş cinsel partner sayısı önemsiz de demiyorum. Ara ara 20lerinin başında ve “ben muhtemelen senden daha fazla sayıda kişiyle” yatmışımdır diyen, örneğin 22 – 23 yaşında 40 erkekler yatmış kadınlarla karşılaşıyorum ki bunu övünerek anlatıyorlar. Bunlarla evlenecek mericin vay haline.  Alfa dul ve geçmişindeki seks hayatı gözlerine 1000 Yarrak Bakışı olarak düşmüş hatun sayısı hızla artıyor, bu gerçeği de gözardı etmiyorum hatta bu blogda bu konuda bolca uyarı da var.

Ama bekaret artık çok yanıltıcı bir kriter. Şöyle ki :

Çok tecrübesiz ve genç bir kızla evleneyim de kafam rahat etsin diyen çok erkek var. Fakat bu erkekler, kızın artık 21. yüzyılın internet çağında yaşadığımızı, evlendikten sonra kızın gözünün açılıp (televizyon tek başına bunu yapmaya yeter), “ben hayatımı yaşamadan evliliğe kapandım” deme tehlikesini es geçiyorlar. Yani bekaret artık diğer tüm ayakları yıkılmış bir sosyal kültürün kalan tek ayağı ise, ona pek güvenmeyin derim.

Günümüzde erkeklerin feminen beyin yıkaması o kadar güçlü ki,içindeki betayı öldüremeyen bir erkeğin bakire ya da tecrübesiz kızdan ciddi bir NAWALT / ONEitis yaratma tehlikesi var. Böyle bir erkek, en anne eliyle seçilmiş, en el değmemiş, en saf kadının içindeki hipergamiyi bile azdırır.

Bekaret konusunda birçok erkeğin şöyle bir varsayımı daha var: bakire olmayan kadın kaşardır, evlenilmeye müsait değildir.”Daha önceden erkek arkadaşları olmuş, kendi halinde yaşayan bazen uzun dönem bazen kısa dönem ilişkisi olan ama sorumluluk bilinciyle hareket eden, mutluluğu arayan, özetle aslında “kaşar” olmayan ama geleneksel kuralları pek sallamayan kadınları” evlilik materyali değil diye es geçemezsiniz. Kriterini böyle ayarlayan bir erkek, bu devirde partner havuzunu ciddi oranda daraltır ve sonunda istemediği halde yalnız kalabilir.

Ve başında dediğim gibi, namus  ve bekaret, erkeğin doğan çocuğun kendinden olmasına emin olması için var. Ama toplumun bu kadar dinamik olduğu ve kadın – erkek sosyal / iş ortamlarının birbirine karıştığı bu zamanda işler daha karmaşık. Kısacası, yıl 2017 olmuşken, sizin maskülin ve oyunu olan, ilişkisini aktif olarak yöneten ve dominant bir erkek olmanıza bir alternatif yok.

 

 

 

 

Kadınlar, gökyüzünün yarısını mı tutar?

Women hold up half the sky, Batılı ülkelerde feministlerin sıkça kullandığı bir slogan. Anlamı ise: Kadınlar gökyüzünün yarısını tutar. Yani ne yaptıysak beraber yaptık ama siz sonradan bize kazık attınız. Bizi görmezden gelip yok sayıyorsunuz. Oysa biz varız ve buradayız. A Voice For Men’den Paul Elam, bu konuda çok güzel bir yazı kaleme almış. Ben de çevireyim dedim. Çeviride bazı hatalar olmuşsa şimdiden affola.

Kadınlar, gökyüzünün yarısını mı tutar?

” Kadınlar, gökyüzünün yarısını tutar. ”

Bu ne anlama geliyor?

Şimdi ve sonra, güneşli bir günde Everest Dağı’nda gezinirken gökyüzünün yarısını tutan şu kadınların nerede olduğuna bakıyorum. Bulutlar sudan oluşur ve su ağırdır. Bu yüzden oldukça zorlanıyorlar.

Ama neredeler?

Hımm…

Makara.

İşte bu! Belki de makara sistemi kullanıyorlardır.

Kabloyu ayın çevresine dolayıp bunu makara sistemi olarak kullanarak ve gökyüzünü, vadilerden aşağı doğru çekerek tutuyor olmalıydılar. İşte böyle!

Hımm…

Ölüm vadisi, Khumbu vadisi, Douro vadisi: Hiçbir şey yok. Bu vadilerin hiçbirinde feminist göremiyorum. Bırakın, yalnız bir kablo, ayın çevresinden uzanarak gelsin.

Elbette, Erechtheion’un kadınlarını kastediyor olabilirler.

Erechtheion, akropolis’in kuzey tarafında bir tapınak.

Ama bunlar taş heykeller ve gökyüzünde değil, Yunanistan’dalar. Bir gökyüzünü değil, çatıyı tutuyorlar.

Kadınlar gebeliğin, doğumun ve ailenin kalp atışını tutarlar. Bu, ürkütücü bir yükümlülüktür ve bu, her medeniyetin saygı duyması gerekendir.

Güzellik, merhamet, ihtişam ve sevgi, kadını kadın yapan şeydir ve büyüleyicidir. Bir çocuğun annesine olan bağlılığı sevgiyi tanımlar ve şiir, soluk bir kıyaslamadır. Erkekler; aşk hakkında şiirler yazarlar, kadınlar aşık olmak için doğum yaparlar.

Ünlü feministler şunları söylemiş olsalar bile:

” Çekirdek aile yıkılmalıdır… Nihai anlamı ne olursa olsun, şimdi ailelerin dağılması nesnel olarak devrimci bir süreçtir “

Linda Gordon

” Evlilik, tecavüz pratiğinden gelişmiş bir kurumdur. “

Andrea Dworkin

Evlilik, kadınlar için kölelik teşkil ettiğinden kadın hareketinin bu kuruma saldırmak üzerinde yoğunlaşması gerektiği açıktır. Kadınlar için özgürlük, evliliğin feshi olmadan kazanılamaz. “

Şu anki feminist kuruluşun lideri Sheila Cronin

Erkek nefretinin; onurlu ve makul bir politik eylem olduğunu düşünüyorum.

Robin Morgan– ms. magazin editörü.

Yani; kadınları, aileleri ve kocaları desteklemek, kadınların gökyüzünün yarısını tuttuğunu söylediklerinde feministlerin aklındaki şey değil.

Öyleyse neyi kastediyorlar?

Etrafa bakıyorum. Pencereden bakıyorum. Bir inşaat görüyorum. Yükselen binalar görüyorum. Erkeklerin yaptığını görüyorum, kadınların değil… Gecenin 2’sinde karda sürülen tarlaları görüyorum: Erkek. Sanitasyon( halk sağlığı) işçilerini, itfaiyecileri, petrol sızdırmazlık görevlilerini, ormancıları görüyorum: erkek, erkek, erkek, erkek. Operaya gidiyorum, bestelerin %98’ini erkekler yazmış. Müzelere gidiyorum ve bu güzelliği içinde barındıran yerlerin %95’inin erkekler tarafından yapıldığını fark ediyorum. Matematik teorilerine göz atıyorum: Erkek. Fizik? Erkek. Edebiyat? Çoğunlukla Erkek. Piramitleri, Angor Watt’ı, katedralleri ve şehirlerimizi inşa etmek için kölelik yapanlar? Erkek. Peki ya, yorgun argın ovaları geçen, dağlara tırmanan, okyanuslara yelken açan kaşifler? Erkek, erkek, erkek. Arlington’daki mezarlara ve dizi dizi beyaz mermerlerle ortaya çıkan akıl almaz fedakarlığa bakıyorum: Erkek.

Elbette bazı kadınların katkıları hayrete düşürüyordu. Emmy Noether, Hypatia, Sophie Germain, Curie, Thatcher, Catherine the Great, Boudica. Bu liste neredeyse sonsuz. Bazıları, insanlığa yardım etmek için kadınların gösterdiği fedakarlıkların da göz ardı edildiğini söylüyor. Buna katılıyorum. Yine de, maskülenliğin derin katkılarını ve bilirsiniz işte, inşa ettiği evleri yağmurdan korumak için çatıyı nasıl desteklerini göz ardı etmeyelim.

Şu an kadınların katkıda bulunabileceği ve erkeklerin artık askeri mezarlıklarda yatmak zorunda olmadığı ya da iş yerindeki kazaların %90’ında ölmek zorunda olmadığı bir dönemdeyiz. Bu harika.

Yine de, günümüzden önce, feministlerin bugün söyledikleri şeyi doğrulamak adına bir şeyin yarısını tuttuğunu görmüyorum. Eğer, bu zehirli ifadenin ( kadınlar gökyüzünün yarsını tutar) reddedilemez şekilde kalmasına izin verirsek dolaylı yoldan maskülenliğin hem gösterdiği fedakarlıkların hem de başarılarının önemini azaltmış oluruz. Buna izin vermemeliyiz. Arlington’da gömülmüş adamlar, kadınlarla gökyüzünün yarısını paylaşmadılar: Yaşamlarını verdiler. Eğer; kadınlar, gökyüzünün yarısını tutuyorlarsa, neden o mezarlarda erkekler yatıyor? Eğer feministler, erkeklerdeki zehirli maskülenliği tartışıp bizi cinayet ve mansplaining gibi korkunç kötülüklerle suçluyorlarsa iyilik için kendi kredi payımızı hak ediyoruz ve bu %50’den çok daha fazla.

Yani, şu ana kadar özetle:

-Bulutları tutmayı göz ardı etmişiz.
-Biz( yani feministler olarak) aileleri tutmayı göz ardı etmişiz.
-Erkeklerin katkı ve fedakârlıklarının karşılaştırmalı olarak nispeten yeni olduğunu kabul ettik.Kadınlar, erkeklerin tuttuğu gökyüzünün yarısını yakında tutacaklar mı? Elbette.

Öyleyse feministler, bu zamana kadar neyi tutuyorlardı?

Şöyle dendiğini görürsünüz: – Bir açıklama ve sözler ne söylerse söylesin, sözü söyleyen kişi, düşündüğünü hisseder. – Ama kanıtlama zorunluluğu olmaksızın. Açıklamalar duyguya dayanır.

Fem- splaining’in özü budur: Mantık ve kanıt gösterme yerine, sahte- şiirsel duyguları görselleştirme yoluna gider.

Böyle bir sürü deyiş vardır:

Biri de şudur: “ Kelebekler özgürdür. “

Bunu duyuyorum ve şöyle hissediyorum: ” Vay canına, adamım! Kelebekler özgür. İşte bu, harika dostum. ”

Ya da “ gökyüzünde iki tane gökkuşağı var. “

Sadece bu da değil. Ne anlama geldiğini biliyorum. Ayrıca bunu söyleyenin, bunu söylerken sigara içtiğini de biliyorum.

Veya diğer bir deyişle: Mükemmel bir aday olduğumu ve mükemmel kampanyalar yürüttüğümü hiç söylemedim ama kimin yaptığını bilmiyorum ve bir noktada içinde mizojini( kadın düşmanlığı) suçlaması oluyor.

Bunun ne anlama geldiğini bilmiyor ve bunu söylerken alkollü olduğunu kabul ediyor.

” Gökyüzünün yarısını tutan kadınlar” hakkında söylenen, komik ve aşağılayıcı. İkisinin arasında bir şey. Aileden yoksun kalma( feministlerin kendi aileleri tarafından) çok gülünç. Bu, maskülenliğin fedakarlıkları ve başarılarını azaltarak hor görmek.

Feministler, bu beyanda ısrar ettiklerinde, bezelye yememek için tatsızlık çıkaran çocuklar gibi oluyorlar. ” Hayır, bezelye yemeyeceğim. Erkekler,  bezelye ve brokoli yer. Benim hak ettiğim, NY süper Fudge Chunk gökyüzünün yarı… Yarısını tut… Tutmak.

Evraka! (buldum) İşte bu!

Feministler, bir şeyleri tutuyorlar.

Mühendislikte ve bilimdeki kadınlar katkı sağlıyor: Feministler sadece bir şeyleri tutuyorlar.

Şu an sahiden, kimse gökyüzünü tutmuyor. Gökyüzü düşüyor. Çoğu iyi adam ve kadın, birbirlerine saygı duyarak güzel şeyler başarıyorlar.

Küçük tavuk ise Kadın çalıştayı sınıflarında çok fazla vakit harcıyor.

Feministler bir kez daha “ kadınlar gökyüzünün yarısını tutar” dediklerinde kanıt isteyin. Bu kadar az kanıtla feministlerin sadece bir şeyleri tuttuğunu kabul etmeniz gerekir. Diğer türlü, bizim gelişmemiz için kendilerini kurban etmiş, yerin 183 cm altında yatan adamların Arlington’daki mezarlarına tükürmüş olursunuz.

Hipergami ve aşk hiyerarşisi

Hipergaminin erkeğe yaklaşımı çift değişkenlidir, bir erkek ya üstün niteliklidir ya da değersizdir. Bir kadın bir erkeğin kendinden daha aşağıda olduğuna inanırsa, o erkek cinsel olarak görünmez olur, sadece bir kadın bir erkeği daha üstün görürse, o erkek görünür hale gelir.

Kadınlar görünür şekilde güç yayarak kendilerini daha aşağıda hissettiren erkekleri arzularlar. Bir kadın bir erkekten daha aşağıda hissettiğinde, onu çekici bulmaya başlar. Buna hipergami denir, yukarıya doğru eşleşmek ve sosyal merdiveni tırmanmak. Hipergaminin sonucu olarak, kadınlar yüksek statü sinyallerine karşı aşırı hassastır (iyi genler, zenginlik, güven, popülerlik, vs).

Hipergami kendini birçok şekilde gösterebilir. Zenginlik avcılığı en çok bilinenidir, burada bir kadın bir erkekle sadece zenginliği için birlikte olur. Daha az çıkarcı ilişkilerde, bir kadın kendisinden daha fazla kendine güveni olan erkekle beraber olur. Genel olarak, kendine güveni daha az olan kadınlar hipergamiye daha az meyilli iken, egoist kadınlar hipergamiye daha çok meyillidir.

Hipergami, fırsatçılığı besler. Daha yüksek statüye sahip bir erkek cinsel olarak ulaşılabilir ise, dizginlenmemiş hipergamiye sahip bir kadın aldatır. Eğer bu erkek ilişkiye açık ise, bu kadının erkeğini bu adam için terk etme ihtimali çok yüksektir. Bu fenomene “dal değiştirme” denir.

Geleneksel yetiştiriliş ve ailede güçlü bir erkeğin varlığı ile dizginlenmemiş bir hipergami, aşırı fırsatçı ve sadakat yoksunu bir kadın yaratır. Geleneğin güçlü olduğu toplumlarda, hipergami, aile, toplum ve kültür tarafından dizginlenir. Kadınlar sürekli olarak daha iyisini beklemek yerine, yaşıtları ile zamanı geldiğinde evlendirilir.

Bazı kadınlar diğerlerinden daha fazla hipergami pençesindedir ama hipergaminin etkilemediği bir kadın yoktur. Bunu bir derecelendirme gibi düşünün, bazı kadınlarda hipergami çok azdır, diğerlerinde ise aşırı. Hipergami, Pandora’nın Kutusu gibidir, bir kere boyun eğildi mi, ona yine boyun eğme dürtüsü çok çekicidir. Bir kadın ne kadar tecrübeli ise, hipergamisi o kadar güçlenir ve o kadar kötü bir ilişki materyali haline gelir.

Aile ve çocuk yetiştirmek için en uygun kadınlar, hipergami dürtüsü en iyi şekilde dizginlenmiş kadınlardır. Materyalizm ve çok fazla cinsel ilişki hipergami tabanlı davranışlardır, “sürekli bir üst modele geçme” ihtiyacının göstergesidir ki bu da temelde hipergamidir. Bu tip kadınlar ciddi ilişki için uzak durulması gereken kadınlardır. Tutumlu ve alçakgönüllü kadınlar ise ilişki için daha üstün adaylardır.

80/20 Kuralı

80/20 kuralı, hipergaminin doludizgin hüküm sürdüğü toplumlarda yaklaşık olarak erkeklerin yüzde 20sinin, kadınların 80%sini sikeceğini vurgular. 80/20 kuralı basitçe “pareto prensibinin” cinsel stratejiler evrenine uygulanmasıdır. Sadece tutucu ve tek-eşlilik taraftarı toplumlarda her erkeğe kabaca bir kadın düşer. 80/20 ayrımı, aile değerlerinin yok olması ile ortaya çıkacak doğal düzendir.

Aşk Hiyerarşisi

Aşk, hipergami dürtüsünün tatmini üzerine inşaa edilmiştir. Eğer bir kadın sizden daha iyi olduğunu düşünürse, size saygı duyamaz. Eğer size saygı duyamaz ise, sizi sevemez.

Kadınlar, erkeklerden farklı şekilde severler. Kadınların aşkı hayranlık üzerine  kuruludur, hayranlık ise takdir ve saygının bir kombinasyonudur ki saygı güçten türer. Bunun sonucu olarak eğer aşık olunmak istiyorsanız, güçlü olmak zorundasınızdır yoksa hiçbir zaman sevilmeyeceksinizdir. Zayıf olduğunuz için aşağılanacaksınızdır. Hipergami dünyasında eğer zayıf olarak algılanıyorsan, sevilme şansın yoktur.

Kadınlar faydacı bir şekilde severler, romantik partnerlerini koşulsuz sevme kapasiteleri yoktur, bu tip bir sevgiyi sadece çocuklarına gösterebilirler. Bu davranış Briffault Kanununun hakimiyetindedir. Bunun karşıtı olarak, erkekler, kişisel yatırımlarının erdemi ile kadınları koşulsuz sevebilirler. Aşkın hiyerarşisi şudur : erkekler > kadınlar > çocuklar.

İş paraya ve aşka geldiğinde, kadınlar erkeklerden daha bencildir. Erkeğin aşkının doğası gereği fedakarca olması beklenir, kadınınkinden ise böyle bir beklenti yoktur. Kadınlar fırsatçı bir şekilde severler, erkekler ise fedakarca.

Çeviri : The Red Pill Constitution (Yazının 6, 7 ve 8. başlıkları).

 

 

Bir grup kadını ıssız bir adaya koyarsanız ne olur?

Aşağıdaki yazı, Return of Kings sitesinde yayınlanan Why patriarchy is the greatest social system ever created? yazısının yorum kısmında yer aldıktan sonra The Red Pill reddit grubunda tepeye oynadı.
“Birkaç yıl önce, Survivor yarışmasının Hollanda versiyonunu, feminist oda arkadaşımla izleme zevkine nail olmuştum. Hollanda Survivor’ın bu serisinde iki ada vardı ve birinde sadece erkekler ve diğerinde sadece kadınlar bulunuyordu.  Feminist oda arkadaşım serinin reklamını bana ve diğer öğrencilere haftalarca yaptı zira ona göre bu program bize kadınlar tarafından yönetilen bir toplumun ataerkil toplumun kötülüklerinden nasıl kurtulmuş olacağını gösterecekti.

Olayın nasıl geliştiğini anlatayım : iki grup kendi adalarına bırakıldı ve başlangıç için bir miktar erzak verilerek kendi hallerine bırakıldılar. İki grupta da başlangıçta insanlar yerel hiyerarşiyi anlayana kadar bir miktar karmaşa oldu. Erkekler genellikle neyin gerekli olduğunu düşündülerse onu yaptılar – ortamda emir veren bir lider yoktu. Kimi avlanmaya çıktı, kimi yiyecek toplamaya giderken kimi balığa çıktı. Bir elemana kumda oturmaktan gına geldi bank yapmaya başladı. Diğerleri zamanla büyüyen bir klübe yaptılar. Bir diğer eleman her gece yemek yaptı. Birkaç gün içinde, muntazam bir medeniyet çıktı ortaya, hergün bir öncekine göre biraz daha varlıklı bir medeniyet.

Kadın topluluğu da bir rutine bağladı hemen. Havularını asacak bir ip gerildikten sonra güneş banyosuna ve ağız dalaşına başladılar. Çünkü erkeklerin aksine kadınlar grubun ortak kararı olmadan hiçbirşey yapamıyorlardı. Ve grup en az bir düzine kadından oluştuğu için, hiçbir zaman ortak karar da alamıyorlardı. Birkaç bölüm içinde kadınlar tüm erzaklarını yediler, tropik fırtına ile sırılsıklam oldular, kum sineklerince çiğ çiğ yendiler ve genel olarak acınası bir haldelerdi. Erkekler ise gayet mutlu mesuttular. Çatışmalar vardı tabii ama bunlar genelde hızlıca çözülüyordu.

Bunu feminist arkadaşımla izlemek ise paha biçilmez bir deneyimdi. Önce farklılıklara kılıf uydurmaya çalıştı ama argümanları hızlıca zayıfladılar ve zayıfladılar. Sonunda program yöneticileri, birşeyler yapmaları gerektiğine karar verdiler ve kadınlara yardım etmek üzere erkek adasından 3 erkeği kadın adasına gönderdiler. Kadın adasından da 3 kadın erkek adasına gitti. Bu bölüm boyunca feminist arkadaşımın yüz ifadesi paha biçilmezdi.

Başlangıçta kadın adasına seçilen 3 erkeğin, gayet tahmin edebileceğiniz nedenlerle, ağzı kulaklarında idi. Ama sonra adaya gittiler ve kadınlarca karşılandılar. “Klübeniz nerede?” diye sordular. “Bizim klübemiz yok”. “Ezaklarınız nerede?” diye sordular. Cevap : “Tüm pirinci yedik”. Vs. Vs.

3 eleman sonuçta köpek gibi çalışmak zorunda kaldı. İlk haftalarda edindikleri tüm yetenekleri kullanarak ve deneye yanıla bir klübe inşaa ettiler, balık avladılar, kadınlara yiyecek toplama işi yaptırmaya çalıştılar. Kadınlar dırdıra ve güneş banyosuna devam ettiler.

Erkeklerin adasına giden 3 kadın ise oldukça mutlu oldular. Yemek, barınak ve yeterince erkek ilgisi hazırdı. Onlar da güneş banyosuna devam ettiler.

Ve dostlarım bu, ataerkil toplum düzeniydi. Benim eski arkadaşım ise artık feminist değildi.”