Motivasyon eksikliğiniz yok, yanlış yönde motivasyon fazlalığınız var

Depresyondayım ve porno bağımlılığım varken nasıl dopamin detoksu yapabilirim?

Her gün ve bazen bütün gün porno izliyorum, bilgisayarda oyun oynuyorum, Youtube izliyorum ya da yatağımda uzanıp sosyal medyada geziniyorum. Bunların arasında sürekli olarak geçiş yapıyorum. Mesela önce biraz oyun oynuyorum, sonra Youtube izliyorum sonra porno, sonra tekrar oyun gibi.

Gerçekten şanlı bir yaşam tarzı değil mi?

Bu tür yüksek seviyede dopaminerjik aktiviteler harici bir şey yaptığımda, örneğin spor, meditasyon, sosyalleşme, yemek pişirme, yürüyüş veya başka bir sağlıklı aktivite yaptığımda, tek düşünebildiğim şey, “bu bir an önce bitse de bilgisayarıma geri dönsem” oluyor. Çünkü bu aktivitelerde hiçbir eğlence bulamıyorum. Öyle görünüyor ki Youtube, bilgisayar oyunları, porno ve sosyal medya ile rekabet edebilecek tek bir rekabetçi ilgi alanım bile yok!

(Rekabetçi ilgi alanı, bağımlılık terminolojisinde, bağımlılığı bırakmanın verdiği acıya değecek bir ilgi alanı, ilgi duyulan bir şey demek.)

Bir şeyler yapmaya ne ilgim var ne de arzum. Youtube, porno, bilgisayar oyunu ve sosyal medya dörtlüsü konusunda yaptığım oruçlar en fazla bir gün sürdü. Yıllardır bu şekilde yaşıyorum.

Eskiden sanat yapmak hoşuma giderdi ve hala bir sanatçı olmayı hayal ediyorum. Ama artık sanat yapmaktan zevk almıyorum. Son birkaç yıldır sanat yapmayı hem sıkıcı hem de anlamsız buluyorum.

Şu an, bir iş bulup çalışmaktan kaçmak için üniversite okuyorum. Sanki yapabileceğimin en azını yapmaya kapasitem varmış gibi hissediyorum. Bu dopaminerjik aktivitelerin kapanına kısılmış gibi hissediyorum. Beynim başka hiçbir şey yapmama izin vermiyor. 

Bana verebileceğiniz bir tavsiye var mı?

İnsanların Youtube, porno, bilgisayar oyunu ve sosyal medya dopaminerjik döngülerine saplanıp kalmaları maalesef oldukça yaygın bir problem. Bunların yanında ya da bunların yerine, insanlar alkol gibi madde bağımlılığı da geliştirebiliyorlar. Birçok insan bu durumda ve bunu nasıl durduracağını bilmiyor. “Ne zaman sağlıklı bir şeyler yapmaya çalışsam bu şey bana çok sıkıcı geliyor. Tüm zihnim bunun ne zaman biteceğini ve beynimi tatmin ederken ruhumu öldüren dopaminerjik döngüye ne zaman döneceğimi düşünüp duruyor.”

Burada bu soruna farklı bir şekilde yaklaşacağız. Arkadaşın bu sorusuna cevaben şunu soralım: Yemek yaparken, kitap okurken, yürüyüşe çıkmışken ya da sosyalleşirken ne olmasını bekliyordun ki? Nasıl hissedeceğini sanıyordun?

Sorun şu ki, beyniniz dopamine bağımlı olduğunda, tüm bu aktiviteler size berbat ya da en azından tatsız tuzsuz görünürler. Dopamin bağımlısı biri “tüm o şeyleri denedim ama hiçbiri Youtube ya da bilgisayar oyunu gibi zevkli değiller” der. Evet bu doğru. Tüm bu aktiviteler Youtube, porno, bilgisayar oyunu, vs. kadar zevkli değiller ve asla da öyle olmayacaklar!

Bu nedenle zaten Youtube, bilgisayar oyunları, porno gibi dopaminerjik olarak yüksek şeyler dünyaya bir salgın hastalık gibi yayılıyorlar. Zira bunlar günlük aktivitelerden, daha sağlıklı aktivitelerden çok daha fazla davranışsal pekiştirmeye sahip şeyler.

Siz hiç “yemek yapmaya bağımlıyım”, “yürüyüş yapma bağımlısıyım”, “brokoli yemeye bağımlıyım, brokoli olmadan duramıyorum”, vs. diyen birini gördünüz mü? Hayır. Hemen hemen hiç kimse bu tür şeylere bağımlı olmuyor zira bunlar bağımlılık yapıcı şeyler değiller. Bu nedenle de ilk soru, “ne bekliyorsun ki?” olmalı. Bu şeylerin eğlenceli, çok zevkli vs. olmasını bekliyorsun. Youtube ya da porno gibi seni anında tatmin etmesini bekliyorsun. Başka bir insanla muhabbet etmenin, porno izlemek kadar zevkli hissettirmesini bekliyorsun.

Birçok insanın kitap okumak ya da yürüyüş gibi bir faaliyetten, büyük bir dopamin zirvesi beklediğini görüyorum. Yani “bilgisayar oyunuyla çıktığım dopamin zirvesine kaç gün kitap okuyarak çıkabilirim” gibi bir beklenti içinde oluyorlar. Ama kitap okuyarak, yürüyüşe çıkarak, sosyalleşerek, yemek yaparak, derslerinize çalışıp başarılı olarak sağlayacağınız dopamin zirvesi, hiçbir zaman porno izlerken çıktığınız dopamin zirvesi kadar yüksek olmayacak. Hiçbir zaman!

Peki o zaman ne yapmamız lazım?

Burada düşünmeniz gereken şey, hayatınızın nasıl olmasını istediğiniz. Hayatınızın Youtube, porno, bilgisayar oyunu döngüsü içinde geçmesini istiyorsanız, o zaman böyle yaşamaya devam edin. Ama örneğin hayatınızın doyurucu ilişkilere sahip olmasını, utanç duygusu ile dolu olmamasını, uyku uyuyabilmeyi, nasıl göründüğünüzle ve ne yaptığınızla gurur duymayı, vs. istiyorsanız, dopaminerjik aktiviteler döngüsü yolundan bunlara varamazsınız ve başka bir yola girmeniz gerekli.

Ama bunlara sahip olmak zor iş diyebilirsiniz. Evet zor iş. Evet bunların bir bedeli var. Burada içsel olarak karar vermeniz gereken şey, sizin için neyin daha önemli olduğu. Zihninizin hergün sıkıntıdan, acıdan uzak olmasını mı istiyorsunuz, bu sizin için en önemli şey mi? O zaman yaşamakta olduğunuz dopaminerjik hayat döngüsünü yaşamaya devam edin.

Başka şeyleri başarmak için acıya ve fazla fazla can sıkıntısına tolerans göstermeyi mi istiyorsunuz? Böyle devam edemezsiniz.

Ama hangisini daha çok istediğinizi, hangisinin gerçekten daha önemli olduğunu kendinize gerçekten sorun. Hızlıca “ya tabii ki başka şeyleri başarmak için acıya ve fazla fazla can sıkıntısına tolerans göstermeyi istiyorum, yapmam gereken bu, sanırım yapılması gereken bu” deyip geçmeyin! Eğer zihniniz bu tür cevaplar üretiyorsa, bu sizin bir şeyleri gerçekten istemediğinize işaret eder. Sadece bu yolun daha iyi olduğunu düşünüyorsunuz ama bu yolu gerçekten istemiyorsunuz. Kendinize gerçekten bakmalı ve hangisinin daha önemli olduğunu kendinize gerçekten sormalısınız.

Şöyle iki seçeneğiniz var diyelim. Birinci seçenekte, hiç dopamin yok, can sıkıntısı içindesiniz ama yılın sonunda güzel bir sanat eseri ortaya çıkarıyorsunuz. İkinci seçenekte ise kendinizi bir sene boyunca porno, youtube, bilgisayar oyunu içinde kaybediyorsunuz. Hangi seçeneği seçersiniz?

Eğer “bir sene can sıkıntısı ama bir sanat eseri üretme seçeneğini seçerdim” diyorsanız, bir sene boyunca can sıkıntısı içinde olmak zorunda kalacaksınız. Tamam o zaman deyip bu işe başladığınızda ise, zihniniz size “ben bu işi sevmedim, diğer seçenek daha iyiydi” diyecektir. Burada gerçek soru şu: zihninizin hoşlanacağı tercihler mi yapmak istiyorsunuz, zihninizin hoşlanmadığı tercihler mi?

Bizim en önemli koçluk eğitimlerimizden birisi, bu içsel mücadeleyi yönetme ile ilgili olan hedef seçimi ve motivasyon koçluğu. Zira siz bir şey yapmaya motivasyonum yok dediğinizde, aslında motivasyonsuz falan değilsiniz. Motivasyonunuz yanlış yönde! Aslında çoğu zaman çok ama çok motivesiniz. Porno izlemek için çok büyük bir motivasyonunuz var. Bilgisayar oyunu oynamak için, Youtube izlemek için çok büyük bir motivasyonunuz var. Bazen Youtube izlemeye o kadar motivesiniz ki, hayatınızın başka her alanını bunun için görmezden gelebiliyorsunuz.

Hayatınız birçok alanda dibe doğru yuvarlanırken bu, sizin motivasyonunuzun olmadığına değil, çok yüksek motivasyona sahip olduğunuza işaret. O kadar motivasyona sahipsiniz ki, hayatınızın geri kalanını mahvetmeyi, her alanında fedakarlık yapmayı göze alıyorsunuz. Hayatınızı mahvetmesine rağmen bir şeyi bu kadar ısrarla yapmak için ne kadar çok motivasyona sahip olmanız gerektiğini bir düşünün!

Yüksek bir motivasyonla yaptığınız şey sağlıklı mı? Hayır. Ama motivasyonunuzun aslında ne yönde olduğu konusunda kendinize karşı dürüst olun. Bu ilk büyük problem. Çoğu insan hiç motivasyonum yok diyerek durumu yanlış teşhis ediyorlar. Aslında durum, motivasyonlarının olmaması değil, yanlış yönde çok fazla miktarda motivasyonlarının olması. Teşhis yanlış olunca da doğru tedavi uygulama şansları kalmıyor. Aslında teşhis sadece yanlış değil, gerçekte olanın tam tersi. Aslında çok açsınız ama teşhisiniz tamamen tok olduğunuz yönünde gibi. Sürekli olarak daha az yemeliyim, daha az yemeliyim diyorsunuz ama aslında açlıktan ölüyorsunuz gibi. Bu şekilde sorunu çözmeniz mümkün değil.

Herkes nasıl motivasyon bulacağını merak ediyor ama insanların motivasyon bulmaya ihtiyaçları yok. Aslında tam tersine fazla motivasyondan kurtulmaları gerekiyor! İnsanların Youtube izlemeye, bilgisayar oyunu oynamaya, porno izlemeye olan motivasyonları o kadar çok ki!

“Bunları yapmaya motive olmak istemiyorum ki” diyebilirsiniz. Burada da ikinci büyük problem ile karşılaşıyorsunuz. Zira gerçekten bunları yapmak istemiyor olsaydınız, bunları yapmıyor olurdunuz. Farkına varmanız gereken şey, bu şeyleri yapmak için büyük bir motivasyona sahip olduğunuz. Yapmanız gereken şey doğru teşhis zira yanlış teşhis ile, varolan problemi değil olmayan bir problemi çözmek için uğraşıyorsunuz.

Biz danışmanlık yaparken insanları gerçekte neyin motive ettiğini, insanların neler yapmaları gerektiğini düşündüklerini, gerçekten istedikleri şeyleri ve nelere doğru çekildiklerini, ne yapmaları gerektiğini düşündüklerini anlamaya çalışıyoruz. İnsanların gerçekten nelere doğru çekildikleri ile yapmaları gerektiğini düşündükleri şeyler birbirlerinden tamamen farklı şeyler. İnsanların yapmaları gerektiğini düşündükleri şeylere değer vermeleri, bu şeyleri önemsemeleri için nasıl çalışabileceğimizi araştırıyoruz. Bunu yaparken oldukça yoğun bir şekilde yeniden çerçeveleme ve buna benzer yöntemler kullanıyoruz.

İlk önce, bilgisayar oyunu ya da pornografiyi bırakınca ne olmasını beklediğinizin farkına vararak başlayın. Bunları bıraktığınızda hayatınız nasıl olacak? Gerçek şu ki, bunları bıraktığınızda hayatınız birçok yönden berbat bir hal alacak. Çünkü dopaminerjik bir hayata sahip olmak insanın zihnine gerçekten iyi hissettirir. Bu yaşam tarzı ruhunuz için bir çöl olabilir ve aralarda varoluşsal bir dehşet, utanç, başkalarına karşı kıskançlık, hayatınızın yanlış yönde ilerlediğini hissedeceksiniz. Bu negatif duygu iblisleri dolabınızda saklanıyor olacaklar ve arada bir bu dolabın kapağı açılacak ve bu iblisler odanızı dolduracaklar. Ve bu iblisleri yeniden dolaba kapamak için çok fazla miktarda porno tüketmeniz gerekecek. Zira pornoyu cinsel ihtiyacınızdan dolayı değil, içinizdeki şeytanları bastırmak için izliyorsunuz.

Bu durumdaysanız ve bu durumdan çıkmayı başarırsanız, karşılığında ne kazanacaksınız? Dolabınızdaki şeytanların tam tersini. Hayattan doyum, kendinle gurur duyma, başkalarını kıskandıracak bir varoluş, sağlıklı ilişkiler, sağlıklı bir romantik ilişki, hayatınızın doğru yönde ilerlemesi, vs. Ama bunlar için dopaminerjik zevk diyarının tüm o zevk faydalarını bırakmanız gerekecek. Artık o kadar da eğlenmeyeceksiniz, ara sıra canınız sıkılacak ve canınız çok sıkılacak. Arada bir zor duygularla, negatif duygularla baş başa kalacaksınız. Güzel şeyler de hissedeceksiniz ama zor duyguları dolaba bastıramayacaksınız ve bunlarla yüzleşip bunlara karşı güçlü olmayı öğrenmeniz gerekecek.

Yani bir anlamda beyniniz ile ruhunuz arasında bir seçim yapmanız gerekiyor. Eğer beyninizi seçerseniz, sürekli olarak uyaran alabileceksiniz ve sürekli olarak bir çeşit zevk ve eğlence kaynağına ulaşımınız olacak. Ama patlayacaksınız ve içinizde büyük bir boşluk hissedeceksiniz.

O boşluğu doldurmak için istediğiniz kadar bilgisayar oyunu oynayın, yalnız ve bir yoldaşınız olmaması duygusundan kaçmak için istediğiniz kadar porno izleyin, gerçek dünyada gerçekten bir şeyler yapmaktan kaçmak için istediğiniz kadar Youtube izleyip bilgilenin, gerçek dünyada, kendi hayatınızda hiçbir şey yapmıyor olmanızın hasarını onaramayacaksınız, boşluğunu dolduramayacaksınız.

Bunun yanında gerçek dünyada, kendi hayatınız için bir şeyler yapmaya başlarsanız, bir ilişki bulursanız, hayatınızda doyum bulursanız, zihninizin bazı parçaları acı içinde olacak. Bir ilişkiye girmek sadece sizin yalnızlığınızı gidermez aynı zamanda fedakarlık da gerektirir. Başka bir insanın duygusal ihtiyaçlarını da karşılamayı gerektirir ve bu da zaman zaman çok yorucu olabilir. Hayatta bir doyum elde etmek ve kendinizle, yaptığınız şeylerle gurur duymak acı, gözyaşı ve ter gerektirir, vs.

Sorun şu ki, dopaminerjik bir hayattan gerçek dünyada bir şeyler yapmaya çıktığınızda ve ter, acı ve gözyaşı ile karşılaştığınızda, o zevk mağaranıza yeniden kaçmak için dayanılmaz bir istek duymaya başlarsınız.

Başta sorduğumuz soruya, kendinize sormanız gereken asıl soruya geri dönelim:

“Beklentiniz ne?”

“Ne istiyorsunuz ve hangi tercihleri yapmak istiyorsunuz?”

Seçim sizin. Yapmanız gereken bu seçimleri yapmak ve yaptığınız seçimin farkında olmak. “İyi” tercihleri yapmayı bırakmalısınız ve “berbat” tercihleri yapmaya başlamalısınız. Zevk ve rahatlamayı değil, teri, acıyı ve gözyaşlarını tercih etmelisiniz.

Bazılarınız peki acıdan nasıl kurtulacağız diye soruyorlar. Bu yanlış ve sizi olduğunuz yere zincirleyen bir düşünce şekli. ACIDAN KURTULAMAZSINIZ. Acıyı kabul etmeniz, benimsemeniz gerekli. Acı hiçbir yere gitmeyecek. Acıdan nasıl kurtulurum sorusunun kendisi zaten problemlerinizin, sürekli olarak başarısız olmanızın ana kaynağı. Herkes acı ne zaman sona erer diye soruyor. Acı sona ermez, eğer hayatınızı yoluna koymak, bir şeyler başarmak istiyorsanız acı sona ermez! Eğer acının bitmesini bekliyorsanız, bir kitap okumanın bir bilgisayar oyunu kadar heyecan verici olmasını bekliyorsanız, bu asla olmayacak.

Acıdan kurtulamayacağınızı kabul edin. Acıdan kurtulamayacağınızı kabul etmek, sizi acıdan özgür kılacaktır.

Yayınlarını kitap halinde derlediğimiz sevgili Dr.K’nın en etkileyici yayınlarından biri olan “Why You Fail When It Comes To Dopamine” yayınının çevirisidir.
 

 

Hüsranı değişim için fırsat olarak kullanmak

Nöroplastisite 101 kitabından:

İnsan bir şeyi yapmaya çalıştığında ortaya çıkan sonuç, hedeflediği sonuca göre çok daha kötüyse, hüsrana uğrar. Bu hüsran insanı delirtebilir özellikle de arka arkaya “hatalı sonuç” alıyorsa yani hata yapıyorsa. Ama hüsran hissi aslında, hataların sinir sistemine “bir şeyler çalışmıyor o nedenle değişmen lazım” sinyali göndermesi sonucu salgılanan kimyasalların sonucu.  O nedenle hüsranı, beynim bir şeylerin değişmesi için harekete geçti olarak algılamamız gerekiyor, “ben bu işi yapamam?” diye değil.

Sinir sistemindeki plastisitenin, bir şeyler çalışmıyor kelimelerini anladığı yok hatta sinir sistemi hüsranı bile duygu olarak algılayamaz. Beynin tek anladığı şey, salgılanan nörokimyasallar yani epinefrin ve asetilkolin. Bir de tabii yaklaşık olarak doğru şeyi yapmaya başladığımızda salgılanan dopamin.

İnsanlar hata yapmayı ve hüsrana uğramayı sevmezler. Bunları sevebilen çok az insan ise yaptıkları işte çok başarılı olurlar. Bunlara dayanamayanlar ise genellikle başarısız olurlar, fazla şey öğrenemezler.

Ama korktuğunuz, sizi kötü hissettiren şeyler, performansınızda meydana gelen hatalar olmasa, sinir sistemi neden değişmek istesin ki?  Deneylerin gösterdiği şu ki, mesela bir nesneye uzanıp o nesneyi tutamamak gibi hatalar, beyinde epinefrin salgılanmasına neden oluyorlar. Epinefrin dikkati arttırıyor, asetilkolin ise odaklanmayı. İşte tam bu nedenle, hüsran hissettiğinizde yapmak istediğiniz şeyi bırakmak, yapabileceğiniz en kötü şey. Zira asetilkolin salgılanıyor ve bu da yanılgı payına (yapmak istediğiniz şey ile yaptığınız şey arasındaki farka) odaklanma imkanı sağlıyor. Ve sinir sisteminiz hemen o anda, davranışı doğru hale getirmek için değişiklik yapmaya başlıyor. Ve yapmak istediğiniz şeyi biraz da olsa doğru yapmaya başladığınızda, üçüncü bir kimyasal, beyin şekillendiren değişimleri hızlandıran dopamin salgılanıyor.

Eğer hata yapmak sizi çok rahatsız ediyorsa, çok kolay hüsrana uğruyorsanız, o hüsranı o yapmak istediğiniz şeye daha derin bir şekilde girişmek için kullanın! Zira tam o hüsran anında, beyninizi yeniden şekillendirmek ve yapmak istediğiniz şeyi doğru yapmak için inanılmaz bir plastisite mekanizmasını kuruyorsunuz. Ama hata yapıp hüsrana uğradığınızda yapmak istediğiniz şeyi bırakırsanız, plastisitenin başarılı yöntemler için değil de, siz pes ettikten hemen sonra olacak şey için devre kurmasına neden oluyorsunuz: kendinizi sefil hissetme.

Sanırım şimdi hemen pes etmemenin, hüsrana uğradığınız noktadan sonra biraz daha çabalamanın önemini anlamışsınızdır ve “biraz daha” ne demek onu açıklayacağım. Hüsran noktasından sonra biraz daha çabalamak, hem çocukların hem de yetişkinlerin öğrenme süreci için çok önemli ama özellikle yetişkinler için önemli.

Dopamin hemen her zaman zevkle ve bir hedefin başarılması ile ilişkilendirilen bir molekül ama dopamin aslında motivasyonun molekülü. Dopamin, doğru yolda olduğumuzu hissettiğimiz zaman salgılanan bir kimyasal ve nöroplastisite ve motivasyonu arttırma kapasitesi var.

Dopamini, öznel bir şekilde, hata yapma sürecine bağlamayı öğrenin. Bu, plastisitenin iki modunu birleştirmenize ve plastisiteyi hızlandırmanıza yarar. Yukarıda hata yapmaktan ve odaklanmaktan, odaklandığınız bir öğrenme seansı içinde çokça hata yapmaktan bahsettim. Bu kadar hata sizi hüsrana uğratacaktır ama hüsranın kendisi aslında bir işaret ve hüsranı hissettiğiniz zaman epinefrin seviyesi çok yüksek.

Ama siz hüsran noktasına geldiğinizde, bu deneyimi öznel olarak iyi bir şey ile, pes etmek yerine bu yolda yürüme isteği ile ilişkilendirirseniz, bir şeyin öznel olarak iyi olduğunu düşündüğünüz zaman salgılanan dopamin ile, hata yapma durumunu birleştirip, plastisiteyi hızlandırabilirsiniz.

Yani kendinize, özel bir davranış kümesi üzerinde çalışırken tekrar tekrar hata yapmanın ve o hataların (artı karşılığında hissettiğiniz hüsranın), öğrenmek için iyi bir şey olduğunu söylerseniz, beyninizi daha hızlı şekillendirebilirsiniz.

Bir şeyi tekrar tekrar denerken üst üste hata yapmanızın ve sonucunda çıkan hüsranın karşısında şöyle düşünmelisiniz: “Büyük bir hayal kırıklığı hissediyorum ama bu hayal kırıklığı öğrenmemi hızlandıracak şey”.

Dopamin ise oldukça öznel bir molekül. Seks, yemek ve ısınma gibi nesnel bir yanı da var ama neyin dopamin salgılanmasına neden olduğu ve neyin olmadığı genellikle kişiden kişiye değişir.

Dopamin konusunda daha fazla okumak isterseniz size harika bir kitap önermek istiyorum. Bu kitabı yazan kişi olmayı çok isterdim. İsmi The Molecule of More (Türkçe basımı Beyin daha fazlasını ister). Bu kitap dopaminden sadece ödül ile alakalı bir molekül olarak değil, motivasyon ve bir şeyin peşinde koşmak ile ilgili bir molekül olarak bahsediyor ve dopaminin öznel olarak nasıl kontrol edilebileceğinden bahsediyor.

Konumuza dönersek size tavsiyem (doğru şekilde yapmaya çalışırken) bol bol hata yapmanız ve kendinize bu hataların öğrenme hedefiniz için iyi olduklarını söyleyerek sürece dopamin eklemeniz. Öğrenme seanslarınızı kısa (90 dakika) tutmanız ve bu seanslar arasında başka şeyler yapmanız. Eğer 25 yaşından genç biriyseniz daha fazla 90 dakikalık seans yapabilirsiniz.

Herkesin en iyi şekilde odaklanarak çalışabilecekleri zaman dilimi değişiktir ama genellikle öğleden sonra 4 gibi, sabah 10 gibi olduğu kadar odaklanamazsınız. Kendi zamanınızı deneye yanıla bulun. Bu zaman diliminde 90 dakikalık çalışma seanslarında, hata yaptığınız sınıra kadar gelin ve burada 7 – 30 dakika arası kalın. Burada neredeyse hüsrana uğramak, hayal kırıklığı hissetmek için özellikle çalışın. Sonra da bu hüsranda bir iyi arayın, hüsranı görünce “tamam, beynimde değişim için kimyasal salgısı başladı” diye düşünün mesela. Hüsrandan biraz zevk alın ve evet, böyle bir his durumu var. Bunu yapabilirseniz, değişim için en iyi ortamı hazırlamış olursunuz.

İşin ilginci, tekrarlardan sonra hüsrana uğrarsanız ve bu anda oturur ve bir şeyler okursanız, beyniniz öğrenmek ve öğrendiği bilgiyi tutmak için yükselmiş bir seviyede olacaktır. Bu kimyasallar öyle salgılanıp hemen yok edilen kimyasallar değiller. Beynin değişmeye açık olduğu bu durum yaklaşık 1 saat kadar sürecektir.

Daha önce stoacılık üzerine yazısında şundan söz etmiştik:

(Stoacılık), iç benliğinizi kontrol altında tutarak ve mantıklı yargılar ile öz kontrolünüzü kullanarak içinizdeki çalkantıyı, bu çalkantıyı dışsal aksiyonlar için yakıt olarak harcayıp,  iç sükunete çevirmektir.

Günümüzde çoğu insan hüsran ile ortaya çıkan değişim potansiyelini, değişim için yakıta çevirmek yerine, hemen ellerinin altında olan dikkat dağıtıcı (ele geçirici) uyuşturuculara (sosyal medya, internet, porno, oyun, arkadaşlarla mesajlaşma, netflix) sarılıp hüsranı bastırmaya çalışıyorlar. Bu nedenle de beyinlerini yapmak istedikleri şeyi yapma yönünde kablolamak yerine, beyinlerini en iyi ihtimalle yeniden kablolamıyorlar ve değişim potansiyelini çöpe atıyorlar ya da daha beteri, sosyal medya / internet / porno kölesi olarak kabloluyorlar.

Oysa eğer bir şeyler başarmak istiyorsanız, hüsrana uğradığınızda, hüsranı işaret olarak alıp o şeyi daha fazla yapmak için ekstra çabalayın. Bunun sınırlarına geldiğinizde ise, hüsranı zevk aleminde boğmak yerine başka bir işe kanalize edin (beynin plastisiteye açık halini başka önemli bir şeyi öğrenmekte kullanın).

İnseller yazısında Rollo’nun dediği gibi:

Eski günlerde kaybedenlerin hayal kırıklıklarını kanalize ederek üretken şeyler yapabilecekleri kanallar artık yoklar. Eski nesilde hüsrana uğrayan erkeklerin bir çoğu kendi nesillerinin ikonik sanatçıları ya da müzisyenleri oldular. Bence ironinin tepe noktası, Mark Zuckerberg’in Facebook’u eski kız arkadaşını stalklamak (takip etmek) için yaratması idi. Cinsel reddedilme ile başa çıkmayı sağlayacak yaratıcı yollar artık yoklar. Bazıları bana bu yolların hala varolduğunu ama bu çocukların bu yolları yürüyecek motivasyonları olmadığını söyleyecek. Haklı olsalar da, bu yollardan çok daha kolay olan ve erkeklerin gelişimlerini donduran yollar var. Bugün cinsel öfkeyi daha yaratıcı kanallara yönlendirmek yerine, oğlanların kendilerini online porno ve çağın teknolojilerinin sağladığı kaçış yollarına gömüp kaybolmaları çok daha kolay.

Ya da hoşnutsuz genç erkeklerle mesajlaşabilecekleri forumlar bulup, kendilerine yer olmayan bu dünyanın gerçekleri ile ilgili ağlaşabilirler.

Oysa kadınlar konusunda da hüsrana uğruyorsanız artık bunun beyinde değişim potansiyeli olduğunu biliyorsunuz. Yani yapmanız gereken şey, bu hüsranı (değişim potansiyelini) bir müzik aletinde ustalaşmak, derslerinizde veya işinizde çok iyi olmak, spor, dil öğrenmek, vs. için lehinize kullanmak. Özellikle de genç bir erkekseniz (25 yaş altında beynin yeniden kablolanması çok daha kolay, 25 yaş üstünde ise yoğun dikkat gerektiriyor ve daha zor). Yapmamanız gereken şey, bu hüsranı kendinize acıyarak yakmak ve zevk odaklarına dalıp bastırmak.

Hüsranı sevmeyi öğrenin arkadaşlar.

  1. Nöroplastisite ve beyni yeniden kablolamak
  2. Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji
  3. Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Yapasım gelmiyor

Merhaba Erkekadam okuyucuları. Ben Boğaç. Daha doğrusu rumuzum bu. Kendimi uzun uzun tanıtmak isterdim ama konumuz bu değil. Sizinle önemli bir çeviri paylaşacağım. Erkek Adam Jocko Willink’in “Disiplin Eşittir Özgürlük” kitabına atıfta bulunarak bir yazı yazmıştı. Bu yazıyı gördüğümde aslında en önemli şeyin harekete geçmek ve devam etmek olduğunu tekrar hatırlamış oldum. Şimdi de Jocko’nun “Not Feeling It” podcastinin çevirisini paylaşmak istiyorum. Önemli olduğuna inanıyorum ve eklemeler de yapacağım. İyi okumalar…

 

Bir şey yapmak istemediğim günlerle nasıl başa çıkıyorum? O yorgun olduğum, yıprandığım veya kendime yaptığım eziyetten bıktığım günler… O günlerde ne yapıyorum?

Cevap basit. Her türlü harekete geçiyorum. İşimi yapıyorum.

Bazen ruhsuz bir şekilde yapıyor da olsam da, eylemlerimin peşinden gidiyorum(ÇN: Aslında kalıp “go through motions” ama ben böyle çevirmeyi daha uygun gördüm).

Antrenman yapmak istemiyor muyum? ANTRENMAN YAPIYORUM.
Kafamı projeme gömmek istemiyor muyum? KAFAMI PROJEME GÖMÜYORUM.

Erken uyanmak ve yatağımı terk etmek istemiyor muyum? ERKEN UYANIP YATAĞIMDAN ÇIKIYORUM!

Bu arada, bunlar bazen ufak bir araya ihtiyacınız olduğunun birer işareti olabilirler ve doğru da olabilirler.

AMA bugün ara vermeyin. Yarına kadar bekleyin. Size tatlı tatlı fısıldayan anlık hazlara aldırmayın. O sesi kapatın. Dinlemeyin. Bunun yerine, eylemlerinizin peşinden gidin. O ağırlığı kaldırın. Tepeye deparınızı atın. Projeniz üzerine çalışın. YATAKTAN ÇIKIN.

Ben ertelemeyi sevmem. Ama ara veresiniz varsa, bu ertelemeniz gereken tek şeydir. Yarına bırakılacak tek şey ara vermektir.

Ve yarın geldiğinde, hâlâ ara vermek istiyorsanız, verin. Muhtemelen ara vermeyeceksiniz veya buna ihtiyaç bile duymayacaksınız. Muhtemelen ara vermeye olan arzunuzun sadece bir zayıflık olduğunu fark edeceksiniz. O arzu aşağı inen yoldur, en az direncin yolu.

Eylemlerinizin peşinden gitmekle, bu zayıflığınızın üstesinden geleceksiniz. Ve doğru yolda kalacaksınız, disiplinin yolu. Savaş yolu!

Yani tam da ait olduğunuzu bildiğiniz yerde.

(Çevirmen Notu: Şahsen benim gelişim maratonunda öğrendiğim en önemli şeylerden biri, eylem ve motivasyonun, bize anlatılan dinamiğin tam tersi şekilde işlediği. Motivasyon eylemin sebebi değil, sonucudur. Harekete geçmek size motivasyon getirir. Harekete geçin. Eğer bir şey yapasınız yok ise o an disiplin sizinle dost olmak için fırsat kolluyor demektir. Ona merhaba deyin ve bağ kurun. O işi yapın. Hayattaki en iyi dostunuzu kazanın.)

Disiplinin Pratiği – Bölüm 3 – Yeniden şarj etmek

Yazının ikinci bölümünde küçük ve aşamalı değişikliklerin gücünü görmüştük.

Hayatınızın kontrolünü elinize almak istiyorsanız, dikkat etmeniz gereken çok önemli bir şey daha var. Yorgun düşmeyin ve stres olmayın. Demesi kolay biliyorum ama merak etmeyin. Nasıl yapacağınızı size göstereceğim.

Zihinsel olarak tükendiğinizde, yaptığınız ya da yapmadığınız şeyler sizin bilinçli ve en iyi yargı gücünüze dayanmaktan uzaklaşır. İyi alışkanlıklar kazanmak istiyorsanız, kendinizi yeniden şarj etmeyi öğrenmeniz lazım.

Eğer bunun yumurta – tavuk olayı olduğunu düşünüyorsanız – yani stresi ve yorgunluğu engellemek için hayatınızın kontrolünüz altında olması gerekirken, kişinin hayatını daha iyi kontrol etmesi için stresli ve yorgun olmaması gerekliliği durumu – tamamen haklısınız. Ama stresli bir hayata, efektif bir yeniden şarj pratiği ekleyerek, döngüyü en zayıf noktasından kırabilirsiniz. Aslına bakarsanız, eğer stresli bir hayatınız varsa, bunu özellikle yapmalısınız. Bu pratik kolay ve sadece 10 dakikanızı alır.

Bu pratiğin pratiği hızla artmakta – internet yavaşça bu tavsiye ile dolmaya başladı ama çok az tavsiye disiplin bağlamında veriliyor – özellikle egoyu söndürmek ve “yorgunluk” hakkında. Bu şaşırtıcı zira bahsedeceğimiz pratiğin en önemli ikinci kullanımı, bu bahsettiğimiz alanlar (birincisi genel olarak ruhsal sağlık).

Bu pratik (alkışlar gelsin) meditasyondur. En basit haliyle (ki bence en iyi hali bu), oturun, kafanızı temizleyin, nefesinizi sakinleştirin ve “boş” zihninizi doğal haliyle gözlemleyin – hepsi bu. Başka her şey opsiyonel.

(Çevirenin notu : eleman meditasyonu anlamamış maalesef. Siz başka kaynaklardan nefes meditasyonuna bakın. Basitçe olay şimdiye / ana odaklanmaktır. Şimdi gibi sıkıcı ama hep orda olan nefese odaklanabilirsiniz. Amacınız zihninizi nefes alıp vermelerinize odaklamak. Odak noktanız nefesinizi nerde en iyi hissediyorsanız orası olabilir. Örneğin burun deliklerinin ucu. Sakin bir şekilde nefes alıp verin ve zihninizde bir şey düşünmeden nefese odaklanın.

Budistlerin maymun beyin dediği ve sürekli düşünceden düşünceye atlayan içsel konuşma tabii ki odağı hemen saçma sapan bir şeye çevirecektir. Bu içsel konuşmayı yakalayın, orada bırakıp zihninizi nefese çevirin. Kızmayın ve kasmayın. Halı üstünde oynaması gerekirken beton zemine emeklemiş yaramaz bir bebeği yeniden halı üzerine getirir gibi sakin olun. Maymun beyin 100 kere başka dala atasa, 100 kere nefese geri getirin.

Önceleri günde sadece 5 dakika ile başlayın. Her 3 haftada 5 dakika ekleyerek minimum 15 dakikaya çıkarın. Mümkünse 30 dakikaya. Başlangıçta zihin nefeste en fazla 5 – 10 saniye kalacaktır. Zamanla bu meditasyon süresine kadar artabilir. )

Söz veriyorum bu size bilinçli tercih ve planlarınızı yürütmek için daha fazla güç verecek ya da en azından bunu yapabilme şansınızı önemli oranda arttıracak. Meditasyon, zihnin pit stopudur, irade kuyusudur.

Bu, içsel olarak yapmanız gereken şey. Bunun yanında çevrenizdeki ilgi dağıtan ya da sizi işinizden alıkoyacak şekilde cezbeden şeyleri kaldırın. Bu şekilde zihniniz (bilinçaltında bile) bir sürü küçük şeyle meşgul olmayacak ve o an yapmakta olduğunuz şeye daha iyi odaklanacaktır. Efektif multitasking diye bir şey yoktur. Multitasking için dikkati dağıtmak, sıfır toplamlı bir oyundur.

Çevre yönetiminin temelleri

Düzenli bir yaşam alanı size çok yardımcı olacaktır. Darmadağın bir ev sizin felaket döngünüzün bir parçası ise arkadaşlarınızdan yardım dilenin (“evimi toplamaya çalışıyorum. Lütfen bana yardım et. Sana bira ve pizza alırım ve aynı şekilde sana yardım ederim). Ya da temizlikçi tutun. Çevrenizdeki stres kaynaklarını kaldırın ki hayatınızdaki diğer herşeyle başa çıkacak gücünüz kalsın.

Cezbedici şeyleri kaldırın. Diyet yapıyorsanız, gözünüzün önündeki Nutella kavanozlarını ve pizza sipariş ilanlarını kaldırın. Sigarayı bırakmaya çalışıyorsanız, çakmakları kaldırın. Gözden ırak, zihinden ırak. Bunlar yerine sizi dürtecek ve gaza getirecek yaratıcı hatırlatmaları göz önüne koyun. Mesela donunuzdan başka bir şey giymeden çekilmiş fotonuzu buzdolabına asın. Aslına bakarsanız benim vücut ölçüm buzdolabının kapağında duruyor. Fareler üzerinde özenle hazırlanmış deneyler gibi ama burada özellikle sizin davranışlarınızı kontrol etmek için.

Stresi azaltmak istiyorsanız, size gelen bilgi akışını düşürün. Kendinizi mağaraya kapatmayın ama kaliteyi sayıya tercih edin. Yüksek kaliteli haber kaynakları bulun ve sadece onları takip edin. Magazin ve sansasyonel yayın yapan kaynaklardan uzak durun. Eğer haber sizi sinirlendiriyorsa, muhtemelen orada kötü gazetecilik vardır ve bu kaynak sizin zihin sağlığınız için iyi değildir.

Disiplinin altta yatan mantığı,sizin yüksek yönetim fonksiyonlarınız olan rasyonel yetişkin zihniniz ile sizin oldukça fazla kararınızı yöneten içinizdeki 3 yaşındaki çocuk arasında yapıcı bir ilişki kurmak ve gücü dengelemektir.

Hiç kendinizi kandırmayın, o küçük göt hala içinizde. İnsan kişiliği ağaç gibidir – dışa doğru büyür, yeni katmanlar ekler ama derinlerdeki her zaman derinlerde kalır (aslında yaşlı ağaçların içinde boşluk oluşurken insanlar yaşlanınca dış katmanlar kalkar ve kişi ikinci çocukluğuna geriler … her benzetmenin bir sınırı var). Bütün impulsif davranışları, düşük dikkat süresi ve ani zevkler peşindeki miyop koşuşu ile içinizdeki çocuk hala orada. Genellikle siz yetişkin fonksiyonların kontrolü elinde tutmasını tercih edersiniz. Bu, stresli ve yorgun iken çok zordur ve bu nedenle de zihin meditasyonu ve çevre yönetimi önemlidir.

Bitti

Çeviri : Practical Discipline

Disiplinin Pratiği – Bölüm 2 – Küçük ve aşamalı değişiklikler

Yazı serisinin başlığının “pratik” olmasına rağmen oldukça teorik olan birinci bölümün devamında, pratikte iyi alışkanlıklar elde etmek için yararlı olacak tavsiyeler vereceğiz :

Küçük adımlar

Beyniniz ani değişikliklere direnir. Eğer kendinizi “yarından itibaren, yepyeni bir insan olacağım” gibi dev bir işe motive ederseniz, kendinizi tüketmek ve hızlıca eskiye dönmekten başka bir şey beceremezsiniz. Büyük ve ani değişiklikler işe yaramazlar, yavaş ve istikrarlı değişiklikler işe yararlar. Bu, disiplinin yo – yo etkisidir.  Konfor bölgenizin tam sınırına gitmelisiniz, sürdürülebilir tek tutum budur.

Küçük adımlarla ilerlerseniz, bir sene içinde bambaşka biri olduğunuzu farkedeceksiniz ama dönüşümün ne zaman ve nasıl olduğunu tam olarak bilemeyeceksiniz.

İşin sırrı küçük bir değişiklik yapmak ve beyninizin bunu yeni baz çizgisi olarak kabul etmesine izin vermektir. Bu, bir sonraki adımı daha kolaylaştıracaktır çünkü baz çizgisi az da olsa yükselmiştir. Bunu yeni değişiklik için tekrarlayın. Sonra bir daha tekrarlayın …

Şimdi söyleyeceğim şey size çok banal gelebilir ama öyle değil : Büyük şeyler küçük şeylerden meydana gelir. Israrla yaptığınız ve hergün takip ettiğiniz küçük değişiklikler, şaşırtıcı derecede büyük sonuçlar doğurur.

Hergün merdivenleri kullanın. Belki günde 5 – 10 kalori yakarsınız ama bir yılda bu rakam bir büyü pizza kalorisine denktir.  Evde küçük toparlamalar yapmaya günde 2 dakika ayırırsanız, bir ay içinde evinizin ne kadar derli toplu olduğuna şaşırırsınız.

Küçük ama istikrarlı şeyler. Merdivenleri kullanın. Beyniniz ani değişikliklere direnir ama aşamalı değişiklikler bu direnci bypass eder. Bu da bizi bir sonraki noktaya getiriyor.

Kademe Prensibi

Büyük değişiklikleri, daha küçük ve aşamalı, yönetilebilir adımlara bölerek gerçekleştirebilirsiniz. İşin sırrı, beyninizdeki değişim – karşıtı trolle, büyük bir değişim geçirmekte olduğunuzu farketirmemenizdir. Direnç, değişimin büyüklüğü ile katlanarak artar, aralarındaki ilişki doğru orantılı değildir. Bu prensip, hayatın birçok alanında işe yarar :

Casus edinmek örneğin öyle adaya gidip “bayım merhaba, kendi ülkenize ihanet etmek üzere, yabancı bir devlet için çalışmak ister misiniz?” diyerek olmaz. Zararsız ve savunulabilir bir dizi adımla – yemekler, küçük hediyeler ve çok hassas olmayan bilgiler istemeler ile olay sonunda büyük bir ihanete doğru gider. Porno sektöründe de sokaktan çevirdikleri kıza gidip “5 tane siyahi vücut geliştirici ile anal seks yapacaksın” diye sormazlar. Olay oldukça hoş ve yarı-çıplak fotolarla başlar (bak işte normal bir modellik işi bu) ve yarı – hoş ve çıplak fotoğraflara gider ve sonra … anladınız siz. Bunlar sinsi şeyler.

“Kaynayan sudaki kurbağa” zihin egzersizini bilirsiniz – hurafe gibi dursa da söylendiğine göre bir kurbağanın içinde bulunduğu tencereye kaynar su dökerseniz, kurbağa tencereden sıçarayarak kaçar ama soğuk su dökseniz ve yavaşça kaynatsanız, kurbağa tencerede kalır ve haşlanarak canverir. Kim böyle bir deney yapmak ister ya da bu gerçek mi bilmem ama içinizdeki tembel, sabotajcı, bahaneci trole yapmanız gereken budur. Siktiğimin trolünü canlı canlı haşlayın. Yavaş yavaş, farkına varmasına müsade etmeden.

Biz bu mekanizmayı iyi bir amaç için kullanmak istiyoruz.

Daha fazla spor mu yapmak istiyorsunuz? Yürüyün.  Yediğinize içtiğinize dikkat etmek mi istiyorsunuz? Önce sadece bir tane en kötü şeyi hayatınızdan çıkarın – tatlı / şeker muhtemelen. Sigarayı mı bırakmak istiyorsunuz? Günün o son sigarasını alın, kırıp üstüne sifonu çekin. Bu da bizi bir sonraki konumuza getiriyor :

İstisnaların Planlı Yönetimi

Kötü alışkanlıklarınızı yönetmenin en iyi yolu onları kabul edip çizelgelemektir. Kötü alışkanlıkların yokolmasını dileyemezsiniz, fakat onları kontrol edebilir ve onları planlarınıza katarak ataletlerini yönlendirebilirsiniz. Bu Judo metodudur.

Burada anahtar zamanlamayı ve dozajı kontrol edebilmektir. Diyet mi yapıyorsunuz? Diyet yapmadığınız günler planlayın (mesela haftada birgün). Hayatınızın değerli saatlerini Facebook’ta mı heba ediyorsunuz? “Tamam artık Facebook yok” – yanlış. “Arkadaşlarla iletişimi devam ettirmek için her akşam sadece 20 dakika Facebook” – doğru yöntem.

Beyninizin ani değişikliklere direndiğini unutmayın, özellikle de bu değişiklikler anlık zevklerden mahrum eden cinsten ise. Psikolojik bir bağımlılığı aniden bırakmak size hüsran, başarısızlık ve kendinden nefret etmek olarak geri dönecektir.

Bunu, istisnasız istisnaları kabul edip planlayarak (planlanmamış istisna olmayacak şekilde) bypass edebilirsiniz. “Bugün benim kaytarma günüm ve evde kalıp don atlet bilgisayar oynayacağım ve pizza yiyeceğim” demeniz tamamen kabul edilebilir. Ama bunu planlı yapın, az yapın ve bilinçli yapın – birden bire başınıza gelmesine izin vermeyin. Herhangi bir planınızın olması plansız ne yapacağınızı bilememenizden iyidir.

Paradoks şu ki hoşgördüğünüz kaytarmalar zevkli bile değiller. Suçluluk ve değersizlik hissetmeniz neden olurlar. Ama bilinçli ve planlı yaptığınız kaytarmalar rahatlatıcı ve zevklidir. Pijamalar, dondurma ve Gilmore Girls bölümlerini arka arkaya izlemek için de günler olacak. Ama bunun başınıza plansız gelmesine izin vermeyin.

İtelemeler ve Taahhütler

Bir başka güçlü hile de şu : Kendiniz için iyi bir şey yapmanıza engel olan dirençleri engellemek için, doğru yönde ama daha az dirence neden olacak “itelemeler” yapın. Açıklayayım.

Burada amaç, trolü harekete geçirmeden, doğru yönde ve beyinde direnç oluşturmayacak sembolik adımlar atmaktır. Bu konsepti Scott Adams’tan öğrendim. Eğer spor yapacak havada değilseniz ama yapmanız gerekli ise, spor kıyafetlerini giyin. Bu kolay değil mi? Bu beyninizin vites değiştirmesi ve kendinizi spor yaparken bulmanız için yeterli olacaktır.

Amaçladığınız değişim yönünde küçük ve sembolik adımlar atın. Bu tür itelemeler ve hatırlatmalar konusunda, Dan Ariely’nin çalışmalarını tavsiye ederim. Eğer spor salonu şortu ve gıda alacaksanız, tam bu sırada alın. Böylece sağlıklı seçim yapmaya öncelik vermiş olursunuz.

Bunun çalışmasının iki nedeni var – iteleme öncelendirmesi (ve burası çok çok çok çok önemli), tutarlılık ihtiyacı. Beyninizi “daha yeni spor malzemeleri aldım, ben sağlıklı tercihler yapan bir insanım. Bu nedenle abur cubur reyonuna girmemeliyim.”

Tutarlılık işe yarar zira tutarsızlık egonun bütünlüğünü tehdit eder. Geçmiş tercihlerimiz bizim kimliğimizi oluşturur ve biz bunu muhafaza etmek isteriz. Siz burada resmen kendi bütünlüğünüz için sağlıklı tercihler yapıyorsunuz. Ego-savunması sizin için çalışıyor.

Bir daha tekrar etmeme izin verin : tutarlılık, benlik algınızın hayatta kalması için gereklidir. Bunu basit, küçük, akıllıca ve direnç yaratmayan şeyler yaparken kullanabilirsiniz ve kendinizi yararlı bir yöne kilitleyebilirsiniz. Bu hayat yönetiminin nükleer silah deposudur. Akıllıca kullanın.

Üçüncü bölümde, yeniden sarj etme konusu ile devam ediyoruz.

Çeviri : Practical Discipline

Disiplinin Pratiği – Bölüm 1 – Motivasyonu siktir edin sizin disipline ihtiyacınız var.

Çevirenin Notu : İşleri sürekli erteleyen insanların temel paradigma problemini özetleyen güzel bir yazı. Ben şahsen motivasyon gibi duygu ve hislerle ilgili bir şeyin disiplin gibi iş yapmakla ilgili bir şeyin önüne geçmesinin, toplumun feminenleşmesi ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Gerçeklerden, iş yapmaktan önce hisler ve ruh hali!

Bir şey yapmanız gerektiğinde bunu kendinize yaptırmanın temelde iki yolu var :

Birincisi, daha popüler ama kahredici şekilde yanlış opsiyon, kendinizi bu işi yapmaya motive etmeye çalışmak.

İkincisi, hiç popüler olmayan ama tamamen doğru opsiyon ise disiplin kazanmak.

Bu, değişik bir perspektif kazandığınız anda hemen daha iyi sonuçlar aldığınız şeylerden birisi. Paradigma değişimi kavramının kullanıldığı çok az yer, bu kavramın hakkını verir. Motivasyon – disiplin paradigması, bu yerlerden biridir.

Peki motivasyon ve disiplinin farkı nedir?

Motivasyon, çok kabaca söylersek, bir işi tamamlamak için belli bir zihinsel ve duygusal halin gerekli olduğu gibi bir yanlış varsayım üzerinde hareket eder.  Bu tamamen yanlış bir varsayımdır.

Disiplin ise tam tersine, dışsal fonksiyonaliteyi ruh halinden ve duygulardan ayırır. Bunun yarattığı fark ise çok büyüktür.

Bir işin başarılı bir şekilde tamamlanması, işleri sürekli erteleyenlerin işe başlamak için gerektiğini düşündüğü ruh halini sağlar! Şöyle bir benzetme yapalım : antrenmana başlamak için mükemmel sporcu vücuduna sahip olmayı bekleyemezsiniz. Antrenman ile sporcu vücuduna sahip olursunuz.

Eğer harekete geçmenin ön koşulu duygular olursa, doğru ruh halini beklemenin kendisi işleri ertemelenin sinsi bir versiyonu haline gelir.Bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorum maalesef. Keşke zor yoldan kendim keşfedeceğime, 20, 15 ya da 10 yıl önce biri bana bunu öğretse idi.

Eğer bir şeyler yapabilecek ruh hali gelene kadar beklerseniz, sıçarsınız. Bu tam olarak korkunç erteleme döngüsünün ortaya çıkmasını sağlayan şeydir.

İşleri erteleme döngüsü

Motivasyonu beklemenin temelinde, sadece yapmayı istediğimiz şeyleri yapmamız gerektiğini düşünen çocukça bir fantazi vardır. Bu nedenle de problemi şöyle tanımlarız : “Mantiki olarak yapmam gerektiğine karar verdiğim şeyleri yapacak havaya nasıl girerim?” YANLIŞ!

Doğru soru şudur : “Duygularımı takmadan, bilinçli olarak yapmaya karar verdiğim şeyleri, mızmızlanmadan nasıl yaparım?”

Demek istediğim, duygular ile hareketler arasındaki ilişkiyi kesin ve ne hissettiğinize aldırmadan sadece yapın! Ancak yaptıktan sonra iyi, enerji dolu ve istekli hissedeceksiniz.

Motivasyon yanlış bir yöntem. Bu yanlış çerçevenin, gelişmiş ülkelerde hızla yayılan “iç çamaşırlarıyla odada oturup bilgisayar ya da sikiyle oynama” salgın hastalığının sebebi olduğuna 100% eminim.

Motivasyona dayanmanın psikolojik problemleri de var.

Gerçek hayatta, gerçek dünyada insanların yapması gereken şeylerin çoğu, aklı başında hiç kimsenin büyük bir istekle yapmak isteyeceği şeyler değiller. “Motivasyon”, kendi başına hiçbir istek yaratma şansı olmayan işleri yapmak için büyük bir engel yaratır. Bu soruna kaytarmak haricindeki tek çözüm ise, insanlara istemeseler de yapmaya yönlendirmek. Bu korkunç görünen ama neyse ki aldatıcı bir ikilem.

Temelde ruh sıkıcı ve kasvetli bir aktiviteye büyük bir istek boca etmeye çalışmak, bir çeşit kendi kendine psikolojik zarar vermek ve gönüllü deliliktir. BU EXCEL DOSYALARINI DÜZENLEMEK İÇİN ÖYLE BÜYÜK BİR İSTEK DUYUYORUM Kİ, YILLIK MAAŞLARIN GELECEK YILLARDA DEĞERİNİ HESAPLAYACAK FORMÜLLERİ YAZMAK İÇİN SABIRSIZLANIYORUM. İŞİMİ ÇOK SEVİYORUM!!!!”

Orta şiddette manik depresif ruh halini kendi kendine dayatmanın optimal bir insan aktivitesi olduğunu düşünmüyorum. Bunun depresif episodlarla dengelenmesi kaçınılmaz zira insan beyni süresiz olarak zorlanmaya dayanamaz. Güvenlik vanaları açılacak, hormonal akşamdan kalmalar yaşanacaktır.

Başınıza gelebilecek en kötü şey, yanlış şeyi başarmaktır – geçici olarak. Daha üstün bir senaryo ise, ruh sağlığınızı korumaktır ama bu maalesef ahlaki bir problem olarak algılanır. “Yine de bütün gün kağıtları destelediğim işimi sevmiyorum, bende bir sorun olmalı.” “Hala pastayı salataya tercih ediyorum ve kilo veremiyorum. Ben zayıf biriyim.” “Motivasyon hakkında başka bir kitap almalıyım”. Saçmalık. Temel problem zaten bu sorunlara motivasyonun varlığı veya yokluğu çerçevesinde yaklaşmak. Cevap disiplin, motivasyon değil.

Motivasyonun bir problemi daha var : raf ömrü kısa ve sürekli yenilenmesi gerekli. Motivasyon, krank milini sürekli elle çevirmeye benzer. En fazla bir miktar enerji depolayabilir. Bazen başından ciddi bir zihinsel enerji depolamanın gerekli olduğu uç durumlar tabii ki var. Olimpik bir müsabakadan veya hapishaneden kaçmadan önce mesela. Ama bu, gündelik yaşam için kötü bir strateji.

Disiplin ise motor gibidir. Bir kere çalıştırıldı mı, sisteme sürekli enerji sağlar.

Verimliliğin ön koşulu olan bir ruh hali yoktur. Sürekli ve uzun vadeli sonuçlar için, disiplin motivasyona galip gelir, toz yutturur, nal toplatır, anasını siker.

Özetlersek, motivasyon bir şeyler yapacak gibi hissetmeye çalışmaktır. Disiplin ise yapmayı istemesen de yapmaktır. Yaptıktan sonra iyi hissedersin.

Disiplin bir sistemdir, motivasyon ise hedeflere benzer. Aralarında simetri vardır. Disiplin az çok kendi kendini besleyen ve sabit bir güçtür, motivasyon ise parlayıp sönen bir şey.

Peki nasıl disiplin kazanırız? Alışkanlıklar kazanarak – önce yönetebileceğiniz küçük alışkanlıklar, ne kadar göze görünmez olursa olsun kazanmak ve oradan kazanılan momentumu başka ve bir tık daha büyük bir alışkanlığa yatırarak olur. Azar azar rutininizde daha büyük, daha zor değişiklikler yaparsınız ve pozitif geribesleme döngüsü yaratırsınız.

Motivasyon, verimliliğe karşıdır. Aslolan disiplindir.

Devamı 2. bölümde : Disiplinin Pratiği – Bölüm 2 – Küçük ve aşamalı değişiklikler

Çeviri : Screw motivation, what you need is discipline.