Bizim çocukluğumuzda (Altmışlı yıllar) mahallede oynarken akşam olduğunu ne havanın kararmasından, ne ezanın okunmasından, ne de annelerimizin “hadi artık gelin” lerinden anlardık. Akşamın gelişi babaların evlere dönüşüyle kesin şekline bürünürdü. Mahalledeki çocukların babalarının çevresinde kutsal ve hafif ürkütücü bir “hale” vardı sanki. Onlardan bir tanesi sokağın köşesinden göründü mü, artık o günkü oyun keyfimizin sonuna gelindiğini anlardık.
Bu babalar ilginç insanlardı. Özellikle korkunç falan da değillerdi. Hatta dönemlerinin ölçülerine göre yeterince medeni ve aydın olduklarını şimdilerde düşününce buluyorum. En temel ortak özellikleri, bizim çocuk gözümüzle şahit olduğumuz mekanlarda, fazla konuşmuyor olmalarıydı. Eski tabirle “ketumdular”. Kapalı kapılar ardına çekildiklerinde eşlerine neler anlattıklarını bilmesek de, annemin beni sürüye sürüye götürdüğü komşu toplantılarındaki kadınlar, kendi kocalarının yaptıklarından ve düşündüklerinden istatistiki parametrelerle söz ediyorlardı. Yani, “Galiba Mahmut’un işleri şöyleymiş” ya da “Bizimki yeni bir ortaklığa girecekmiş” gibi uzaktan gözlenen bir olay gibi anarlardı. O yıllarda babam işinde ciddi bir kriz yaşarken annem olayların günlük gidişini hiç bir zaman tam olarak takip edememişti. Daha açık bir deyişle, babam olayları mümkün olduğunca anneme yansıtmamıştı.
Diğer erkekler de karılarına bir sürü ayrıntıyı anlatmıyorlardı. Ayrıca hemen hemen hiç bir kadın eşinin tam olarak kaç para maaş aldığını bilmezdi. Evlerde erkekler konuştuklarında genelde kendi haklı, güçlü oldukları olayları anlatırlar, yedikleri kazıklardan, ezildikleri durumlardan ya da daha kötüsü, kendi açık hatalarından hiç söz etmezlerdi. Bütün bunların bir emniyet subabı gibi ciddi bir meyhane kültürü de hazır beklerdi. Erkekler meyhanelere gidip ara sıra tüm zırhlarından arınıp, çok yakın dostlarına içlerini döktüklerini eski Türk filmlerini izlerken çıkarabiliyoruz. Kendini böylesine kasan, zor bir şablona uyduran ve duygularına hiç yenik düşmeyen sert ve mert erkek tiplemesi, içince, yani alkolün etkisiyle zırhını deldirince, salya sümük ağlayan, dostlarının boynuna sarılıp “Seni seviyorum abi!” diye zırlayan kişilere dönüşüyordu. Bütün bunlar da bize son derece geri ve hıyarca geliyordu…
Çünkü, insanların kendilerini bu kadar zorlamalarına ve kasmalarına bir anlam veremiyorduk. Erkek kendi eşiti olan dişisiyle “çırılçıplak” bir ilişkiye girebilmeliydi (buradaki çıplaklık ruhsal çıplaklık, yoksa öbür işi nasıl yaptıkları, en azından bu yazı bağlamında, bizi ilgilendirmiyor). Erkekler de duygularını gösterebilmeliydi. Hep sert olmaya çalışmanın, hep haklı durumda kalma çabası göstermenin çok da samimi ve güzel bir davranış olduğunu düşünmüyorduk. Artık yeni bir çağ başlamıştı. Kadınlar eski kadınlar değildi. Çok daha güzel ilişkiler yaşanacaktı.
Ancak kırk yaşına yaklaşırken bazı şeyler kafama dank etmeye başladı. Bunlardan bir tanesi de insanların bugünkü son şekillerine nerdeyse 30,000 yıl önce kavuştuklarıydı. Bir başka deyişle, meşhur Lescaux mağarasında duvara bizon resmi çizenlerle tek farkımız arada geçen süre içinde birikmiş olan teknolojiydi. Yoksa insan olarak aynıydık. Bunun anlamı da şu anda her ne tartışıyorsak, aslında 30,000 yıllık belki de daha eski bir geçmişin kütlesine karşı tartışıyor olduğumuzdu. Hala çok anlamlı gelmemiş olabilir, düşünceyi biraz daha ilerleteyim. Türler gibi davranış biçimleri de zaman içinde evrim geçirip en olması gereken şekillere bürünürler, eğer daha otuz sene önce babalarımız eşlerine belli bir şekilde davranıyorlarsa belki bu yaptıkları binlerce senenin süzgecinden geçmiş bir modelden kaynaklanıyordu. Eğer bu kadar sağlam bir modelden geliyorsa bizim değiştirdiğimizde çarşaflayacağımız ise nerdeyse kesindi.
Sonra neler oldu?
Epey bir şeyler oldu. Yakınlarım arasında babalarımız gibi davranmayan bir sürü erkek dostum türedi. Birlikte oldukları kadınlara karşı sert, mert, suskun, kaba değillerdi. Aksine, içlerini açmaya özen gösteriyorlar, kusurlarını saklamak için çaba sarf etmiyorlar, müşterek bir hayatta bazen kadınlarına sığınabileceklerini düşünüyorlardı. Hepsi demek haksızlık olur ama temelde çoğu çuvalladı. Bir şeyler feci şekilde yanlış gitmişti ve sonuç çok kötü olabiliyordu. Bu yaklaşımın sonucu kadınların ilgisinde, sevgisinde, en fecisi de saygısında ciddi bir azalma olmasıydı. Bu durumu ciddi ciddi aklına sığdıramayan dostlarımla sabahlara kadar konuştuk. Sonra da yanıtlar yavaş yavaş oluşmaya başladı. Tabii ki gene hayvan davranışlarından çıkıyordu bu yanıtlar.
Biz referans olarak memeli hayvanlara giriyoruz. Söz konusu canlı gurubunda aileye benzer bir kavramdan söz edilebilir ancak bu anne ve bakıma muhtaç çocuklardan oluşur. Memeli hayvan ailelerinin pek çoğunda babaya yer yoktur. Zaten onların da çocuklarını pek taktığı yoktur. İnanmazsanız mahallenizdeki erkek kedileri inceleyebilirsiniz.
İnsan yavurusu oldukca uzun süren bir hamilelik ve gene çok uzun süren bir çocukluk dönemi geçirdiği için insanın dişisi, bu işi tek başına kotarmasının bayağı zor olacağını çok erken bir çağda fark etmiş ve başka hiç bir memeli hayvanda olmayan bir özelliği kendi bedenine katmış. Bu özellik, insan dişisinin diğer tüm memeli hayvan dişilerinden farklı olarak yılın her döneminde cinsel ilişkiye girebilmesi. Bir çok bilim adamının düşüncesine göre insan dişisi kendini koruyacak ve çocuklarının bakımda yardımcı olacak erkeği yanında tutabilmek için kendi fiziksel yapısını değiştirmiş ve bütün yıl doğurgan kalabilen ve her istediğinde seks yapabilen bir duruma geçmiş… İlginç bir yaklaşım; korunma karşılığı seks sunuluyormuş gibi.
Bu şekilde erkeğin bir ilişkide ne işe yarayacağı daha çok ama çok baştan tespit edilmiş: “Erkek güçlü olacak!”
Bu durumu olduğu gibi kabul edip gereğini yapmaya kalktığınızda önünüze ilginç bir sorun çıkıyor. Eşinizin sizi “güçlü” olduğunuz için seçtiğini görüyor ve seçilmiş olmanızın sürmesi için “güçlü” kalmaya devam etmek zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz. İşi böyle çerçeveledikten sonra artık zayıf yanlarınızı, eksikliklerinizi, hatalarınızı eşinize ballandıra ballandıra anlatmanın çok da faydalı bir davranış biçimi olmadığı ortaya çıkıyor. İşte o zaman babalarımızın suskun, gergin ve sadece içtikleri zaman yumuşayabilen çehresi hatırımıza geliyor.
Bunları düşününce çocuklukta gördüğüm bazı olaylar bile anlam kazanmaya başlıyor:
Yaşlı adam hasta yatağında, gebermesine ramak kalmış, hala gürlemeye, sertlikler yapmaya devam ediyor. Çevresindeki kadınlar da sessiz ve anlayışlı koştururken, bir yandan da onu hoş tutmaya uğraşıyorlar. Bu durumun ne kadar gülünç olduğunu çocukken bile görüp hem gülmüş, hem de adama çok kızmıştım (Ulan be adam! canın çıkmış hala kadınlarına eziyet ediyorsun! Daha güler yüzlü olsan ne olur?). Şimdi düşününce (davranışı hala onaylamasam da) bir açıdan adamı haklı bulabiliyorum. Çünkü üstlendiği rolü son anına kadar sürdürmeye gayret ediyormuş…
Geçenlerde SÖZ bölümündeki diğer yazılarımı okuyup dehşete düşen bir dostum hem bunları yazıp hem de mutlu bir evlilik sürdürüyor olmamın ne yaman bir çelişki olduğu savunmak gafletinde bulundu… Ortada çelişki falan yok… Kadın – erkek ilişkileri dünyadaki tüm yetişkinlerin ilgilendiği ve toplam sayı olarak da en fazla sorunun yaşandığı alan.
Bu konuda tatsız fikirler ileri sürmek ve bunların da gerçek olma ihtimalleri sanıldığı kadar tahammül edilmez bir durum yaratmıyor. Asıl korkunç olan, pespembe resimlere inanıp sonra da burun üstü yere çakılmak. Zaten pek çok kişinin başına da gelen aynen böyle bir şey. İşin doğrusunu bildikten sonra ona göre davranır, ona göre tedbirleri alabiliriz, fazla da etkilenmeyiz. Aslında en kötü gerçeklere bile kendimizi uydurabiliyoruz. Düşünsenize, insan olarak hepimizin ama hepimizin idama mahkum olduğunu, 150 sene sonra şu anda çevrenizde gördüğünüz hiç kimsenin, hiç birimizin hayatta kalmayacağını biliyoruz ama bu durum keyfimizi o kadar da kaçırmıyor. Kadın erkek ilişkilerindeki böylesine sert gerçekleri de iyi anlayıp kabullenebilirsek hem ilişkilerimizi hem de kendimizi ona göre adapte edip çok daha sağlıklı beraberlikler oluşturma şansını yakalarız.
Sevgi dolu beraberliklere kendimizi romantik masallarla kandırarak değil, özümüzü daha iyi kavrayarak erişeceğiz. İnanın bana bunu yapmak mümkün.
erkekadam.com / Haldun Aydıngün – 24.2.2000
Dağcılık ve bilim kurgu alanları başta olmak üzere çok başarılı eserleri bulunan Haldun Aydıngün, aynı zamanda bir çok türk insanının doğa sporlarıyla uğraşmasında rol oynamış abimizdir. Aydıngün'ün kadın erkek ilişkileri üzerine Erkekler Mağara Adamından ... adlı bir kitabı da mevcut. Eserleri :Boşanan Adam, Koyun Paradoksu, Boğaziçi ve Ötesi, Dağın mı var Derdin var, Aladağlar & Bazı Rotalar ve Genel Bilgiler, ...
Yazıyla alakasız veya 500 kelimeyi geçen yorumlar cevaplanmıyorlar. "Yazıyla alakasız ama ..." ya da "en son yazı bu olduğundan buraya yazdım" diye başlamanız kurtarmıyor. Mahmut Abi ile özel görüşme yapmak isterseniz Erkek Adam Sanal Görüşme sayfasından sanal görüşme ayarlayabilirsiniz. Not: Burada soru sırası çok yüksek, Patreon destekçilerini, Patreon'da cevaplamaya öncelik veriyorum.
bu aralar eşimden duyduklarım ;
“evlendik artık spor işlerini bıraksan”
“kime beğendircen anlamıyorum ki”
“ben seni her halinle severim canım”
Şikayet ettiği ne varsa yapmaya devam et. Yoksa seni her halinle severim lafı koskocaman bir yalandır.
Hocam, sakın sporu bırakma, hiç bir zaman aksatma.
Unutma, sporu kendimiz için yapıyoruz, kimseye beğendirme gibi bir durum yok.
Salondan şimdi çıktım, omuz ve bacak çalıştım, sabah da bisikletle antrenman turu atacağım. Öğleden sonra da göğüs ve triceps çalışacağım. Bu arada yaşım 54.
Kadınların üç takıntısı vardır. Birincisi ailenden soğutmak, ikincisi arkadaşlarından soğutmak, üçüncüsü burnuna halka takmak ve bunu cümle aleme teşhir etmek. Bir çeşit gövde gösterisi yapmak isterler. Bu yazdıklarım senin eşin için değil, tüm kadınlar için geçerlidir, benim eşim dahil.
Sporu aksatma sakın.
Selamlar.
Merhaba. Red pill olgusuyla yeni tanışmış biriyim. 31 yaşındayım, buradaki tespitleri görünce dönem dönem betalık yaptığımı da farkettim. Her neyse. Fakat şöyle bir soru işaretim var. Hiç bir zaman kimsenin kimse için yaratıldığını düşünmedim, insanların materyalist çıkarlarla ya da daha iyisini bulamadığı için hayatlarını birleştirdiğine inandım kendimi bildim bileli. Çevrem güçlü erkek gücünü kaybettiğinde terkedildiği örneklerle dolu. Şuna kafam takılıyor; duygusal (bence en önemli güç, diğerleri bir yöntem dahilinde kazanılabiliyor), maddi, mevkisel, fiziksel vs. açıdan çok güçlü olabiliriz ancak hayat binlerce ihtimalle dolu. Örneğin; çok başarılı bir iş adamıyken uzun süreli bir birlikteliğin varsa iflas ettiğinde terk edilmeye mahkum muyuz?… Read more »
Bkz. AWALT
Peki derdimizi arkadaşlarımıza, veya anne babamıza da mı anlatmamalıyız. Dertler karşısında eziliyorum. Ne yapmalıyım, kendi içimde mi halletmeliyim yani.
Derdini yakın arkadaşına anlatabileceğin orada yazıyor.
Arkadaşlarını derdini anlatacak kadar yakın bulmayanlar ne yapacak abi, psikolog mu? 🙂
Akil vermek haddim degil fakat olabildigince kendin cozmeye calis. Hepimiz insaniz, hayatta mutlaka zor zamanlarimiz olur ama mumkun mertebe kendin cozmeye calisman senin ve bir “erkegin duygusal guclu olmasi” acisindan onemli.
Kendini dertler karşısında ezildiğine inandırdığın sürece aslında derdini kime anlattığının önemi yok. Stoacı düşünce hakkında birkaç araştırma yapabilirsin. Hayatında yaşananlara vereceğin tepkiyi seçip ona göre aksiyon almanı ve şikayet edip yerinde durmamanı öneririm.
Mahmut abi peki Eşimizle/sevgilimizle samimi ve yakınlık bunu nasıl yapıcaz her zaman sert olursak o samimi/yakınlık çizgisini nasıl ayarlığcaz
Derdini paylaşmak ile her zaman sert olmak arasında herhangi bir gri alan göremiyorsan, her şeye ak/kara bakabiliyorsan, derdini paylaşma deyince aklına her zaman sert olmaktan başka bir şey gelmiyorsa sana ne tavsiye versem işine yaramaz.
Pek fazla saha tecrübem yok mahmut abi kafamdaki toksinleri temizliyorum senden daha çok öğrenecek şeyim var saygılar
Derdimizi hiçbir kadına mı anlatmamalıyız. Mesela kız kuzenlerime de mi anlatmamalıyım. Dertlerim karşısında eziliyorum. Anlatmanın bir miktar beni rahatlatacağını umuyorum. Görüşünüz nedir?
Dertlerim karşısında eziliyorum ne ya, yakışıyor mu? Güçleneceksin o zaman, dertleşmek ertelemekten başka bir şey değil.
On numara yazı.
Ya mahmut abi haklısın şu yazına son derece katılıyorum ama su aralar canımı sıkan bir olay oldu ve anlatsam kimse dinlemez gibime geliyor. Kız arkadaşımla da ayrılalı baya bir oluyor. Yeni flörtlerle konuşurken de anlatmak istemiyorum. Içimde de tutmak beni yıpratıyor derdimi kimseyle paylaşmaz oldum dışarısi hep beni pozitif görüyor. Şimdi diyorum işte eski kız arkadaşıma yazsaydım o beni dinlerdi hala sevgili olsak. O beni anlayışla karsılardı. Bu yazıya da hak veriyorum ama bir orta yolu bulamıyorum. Ne diyorsun abi bu konuda
Ya mahmut abi haklısın şu yazına son derece katılıyorum Bu yazıyı ben yazmadım.
Içimde de tutmak beni yıpratıyor derdimi kimseyle paylaşmaz oldum dışarısi hep beni pozitif görüyor. Çok yakın bir iki erkek arkadaşın olacak ve onlarla paylaşacaksın.
Şimdi diyorum işte eski kız arkadaşıma yazsaydım o beni dinlerdi hala sevgili olsak. O beni anlayışla karsılardı. Bu yazıya da hak veriyorum ama bir orta yolu bulamıyorum. Eski kız arkadaşının sana tamamen soğuması ve seni bir erkek olarak görmemesi umrunda değilse git yap. Yine de asıl sorunun değişmiyor. Samimi, güvenebileceğin bir arkadaşının olmaması.
Ciddi problemleri paylaşmama konusunda bu yazıyı yazan abiyle aynı çizgide olsam da ufak tefek problemleri kiz arkadaşımıza anlatmanın bir mahsuru olmadığını düşünüyorum. Mesela geçen gün ailemle ciddi bi tartışma yaşadıktan sonra kız arkadaşımla bulusmaya gittim sozum vardi, onun hastane islerini hallettik sonra aynı iş yerinde olduğumuz için işlerimizi yaptikve ayrıldık canım çok sıkkındı ama hic renk vermedim. Gece bana günümün nasil gectigini sorunca biraz tatsız olduğunu söyledim, cok ısrar edince de detaya hic girmeden sadece ailemle tartıştığımı ama cozdugumu bir problem olmadığını söyledim. O da ben senin her zaman yanımda olduğunu hissediyorum senin de aynı şeyi hissetmeni isterim senin benim… Read more »
Psikolojik hastalik geçirdiğimizi ilerideki karimiza anlatmalı mıyız? Evlenirken önünüze çıkar mı?
Geçip gittiyse anlatmana gerek yok.
Mahmut abi bipolar birisi kırmızı hapı içselleştirebilir mi bazen kendimi çok mavi haplı hissediyorum depresif olduğum zaman öz güvenim düşüyor bu şekilde de set açasım vesaire gelmiyor. Her ne kadar içselleştirmeye çalışsam da benim için daha zor bir hale geliyor kırmızı hapı sindirmek. Bir de bipolar olduğumu tanıştığım kızlara söylemem saçma olur mu zamanı gelince söylenmesinde bir sıkıntı olmaz diye düşünüyorum.
depresif olduğum zaman öz güvenim düşüyor bu şekilde de set açasım vesaire gelmiyor Her ay set açmanız gerekmiyor ama depresif olduğunda sosyal hayattan mümkün olduğunca kopma.
zamanı gelince söylenmesinde bir sıkıntı olmaz diye düşünüyorum. Zamanı gelince söylersin. Çoğu ile nereye gideceğini bile bilmiyorsun neden söyleyesin ki?
Hocam kanser olmuş annemiz hakında da mı dertleşemeyiz?
Geçmiş olsun.
Yani her yazıya şu şu istisna diye yazılmasının gereği olmaması lazım. Ama sürekli kıza yaslanmamanız ve acınızı çoğunlukla kendinize saklamanız lazım.
Mahmut Abi bu durumla ilgili uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir konuda fikrini merak ediyorum. 1 yıllık bir ilişkim var ve kız arkadaşımla tanışmamdan kısa süre önce bir psikolog ile görüşmeye başlamıştım (Depresyon gibi ciddi bir durumum yok kendimle barışık olma sürecimle ilgili olarak terapiye başladım). Yani ilişkim boyunca bir yandan gizli şekilde terapiye devam ettim ama bu durumu ona anlatma konusunda tereddütlerim olduğu için anlatmadım, bir nevi durumu kendime sakladım. Ancak ilişki zamanla oturdukça artık bunu saklamak ve zaman zaman beyaz yalan söylemek zorunda kalmak beni rahatsız etmeye başladı. Terapiye gidiyor oluşumu kız arkadaşıma şu an itiraf etmek konusunda tereddüt… Read more »
Ancak ilişki zamanla oturdukça artık bunu saklamak ve zaman zaman beyaz yalan söylemek zorunda kalmak beni rahatsız etmeye başladı. Yalan söylemek neden? Sadece söylememek yalan mı?
Şimdi ise bu şekilde herkesten gizleyerek terapiye gitmek benim için sorun olmaya başladı. Sebep? Hiç mi özelin olmayacak?
Sence fazla mı kasıyorum Evet.
Aslında bunu anlatmayıp kendi özelimde tutmak sorun olmadı ve bunu bir yalan olarak görmedim. Ama pratikte her seans günü dışarı çıkarken aileme ve kız arkadaşıma arkadaşla buluşacağım vs. gibi beyaz yalanlar uydurmak zorunda kalmak yormaya başladı ve bu sebeple acaba anlatmalı mıyım artık diye düşünmeye başladım.