Saha Raporu – Tabak çevirme deneyimim

Uzun süredir severek takip ettiğim bir grup yazarın antolojik kitabını ilk önce askerde alıp okumamla birlikte, bende öyküler yazmak isteği doğdu. Hatta ilk öykümü kitabı bitirdikten sonra yazmıştım. Burada da bazen websitesi kısmına yazıp değiştirdiğim oluyor; girip bakanlar hatırlayacaklardır. Uzun süredir takibinde olduğum bu yazarların üç seri kitabını da blogumda çok detaylı şekilde yorumladım. Benim bu yorumlarım, yazarların çok ama çok fazla dikkatini çekti. Önce sosyal medyadan başladı, daha sonra da yazarlarla yine aynı şekilde sosyal medyadan sohbetlere kadar devam etti. Okunduklarının farkında olan yazarların çok hoşuna gitmişti bu durum. Eh tabi, doğal olarak bir samimiyet oluştu zamanla. Yeni çıkacak kitabın Kadıköy’deki lansmanına kesinlikle gelmem gerektiğini ısrarla söylediler. Herşey ayarlandı; bilet alındı, tüm kitap külliyatı çantaya konuldu.

Mekana girdiğimde, yazarların beni farketmesiyle birlikte, masadaki tüm ilgi ve alaka bir anda bana dönüverdi. Yazarlarla beraber fotoğraf ve imza faslından sonra, karakteristik bir MGTOW davranışı olarak, kitaplarımı alıp, bara oturdum ve bir bira söyledim. Tabii bu esnada mekandaki 10/9’luk garson kızın kesişlerine de maruz kalıyordum. Barda yanımda oturan iki kız vardı. İkisi de ciddi anlamda hoş hatunlardı. Ben kitapları karıştırırken, kızlar bir anda dönüp, “pardon, şu kitaplar ilgimi çekti, biraz bakabilir miyim ne hakkında?” diye sorarak, sohbeti başlattı. Onlar da eski Türk motifleriyle ilgili çizimler yapıyorlarmış. Kitaplardan bahsettim. (Tabii burda kitapları gerçekten okumanın avantajı yadsınamaz) Tam ikisiyle de muhabbeti ilerletecekken yazarlardan birisi barda yanıma gelerek selam verdi. Ayaküstü konuşurken tabii ki fırsatı kaçırdım. Ama isteseydim tekrar da muhabbet edebilirdim.

Bir müddet sonra arkamdan bana seslenen iki bayan daha gördüm. Onlarla aynı şehirden olduğumuz ortaya çıktı. Ben konuşurken birinin gözleri içimi delip geçecekti nerdeyse. Sonra Facebook’tan beni ekledi ve blog sayfamı yer imlerine ekledi. Oradaki yazarlardan biri de (üstelik lansmanı yapılan kitabın yazarlarından biriydi) masaya gelerek selam verdi ve oturdu. Öyküler hakkında konuşurken bana bakışlarını farkettim. Ben konuşup, gülümsedikçe liseli kız moduna girip, heyecanlı şekilde kikirdiyordu. Bir başka yazarla daha öncesinden Messenger muhabbeti yapmıştım; ilk başta kendisini tanımadım. Sonradan o yanıma gelip, cilveli şekilde “merhabaaa” deyip “varlığını” belli etti. Sonradan hatıra amaçlı olarak getirilen ufak ajandayı yanıma gelip bıraktı ve “senin de bişeyler yazmanı istiyorum, senin yazman önemli, burda olduğunu hatırlamak için” deyip gitti. Sonra yazarlarla mekandan çıktık. Başka yerde çay içip sohbete devam edildi. Ben konuşurken, bahsettiğim iki bayan yazar da bana bakıyorlardı ve ikisinin de gözbebekleri büyümüştü (bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuz). Kalkıldı ve eve döndüğümde iki yazarla da oldukça “samimi” sohbetler ettiğimi de söyleyeyim. Samimiden kastım, erotik ya da cinsel falan değil, yanlış anlamayın. İleri düzey flört içerikli konuşmalardı. İşe dönmem gerektiği için geçen gün dönmek zorunda kaldım. Diğer kitapların lansmanları için de mutlaka gelmemi söylediler. Orada olsaydım ya da daha free olabilseydim sonuçları az çok tahmin edebiliyorsunuz. Tüm bu anlattıklarımın haricinde üç tabak adayımın olduğunu da söyleyeyim.

ErkekAdam biliyor, konum konusunda sanırım haklıydı. Bulunduğum yerde yıllarca tanışamayacağım veya bakıp “sktret” diyebileceğim hatunlar, tek gecede ağzımın içine düşecekti. Yanlış duymadınız, TEK BİR GECE. Geçirdiğim bu güzel akşama istinaden, CPD’min de ortamdaki çoğu sözde marjinal Kadıköy piçinden daha iyi olduğunu da söyleyeyim. Tabak çevirmeyi çok daha ciddi düşünmeye başladım. Tabii bunda gerçekten sağlam bir okuyucu, artı yazabiliyor olmanın etkisi büyük. Yorumu okuyan arkadaşlar; beni bu insanlarla biraraya getiren şeye odaklanın. Yobaz ve muhafazakar bir yerden, Kadıköy’ün göbeğinde, öykülerini okuduğunuz yazar hatunla flörtleşmeye giden bir süreci anlattım dikkat ederseniz.

Kadınsız geçen rahip moduyla karışık MGTOW günlerimde okuduğum tüm kitapların haricinde yazdığım öyküler (yazarların çoğunluğunun da benim yazdığım öyküleri okuduğunu ilginç şekilde farkettim) ve bu insanlarla kitaplar ve ilgili diğer tüm konularda yapabildiğim yorumlar sayesinde oldu, görüyorsunuz. Akboy’ların kalesi gibi olan bir yerden çıkıp, bu bohem ve elegance insanların arasına katıldım ve kesinlikle eğreti durmadım, üstüne tüm ilgi ve alakayı üzerime çektim. Yazarların eski kitaplarını da imzalatmak için getirmem de hepsini şoke etti, belirteyim. Konum önemli. Artık tüm bu yazar grubunca tanınıyor ve biliniyorum. Kendi aralarında benim hakkımda uzunca konuştuklarını da ekleyeyim. Tabak çevirmeye artık olumlu bakıyorum. İmkan ve şartlar dahilinde elinizden geliyorsa denemekten çekinmeyin. O garson kızı az kalsın unutuyordum. Dediğim gibi konum önemli. Çok önemli.

Konuk Yazar : Tristan

Tüm sorumluluğu üstüne alma

Daha önce yazdığım Disiplin eşittir özgürlük yazısı oldukça ilgi çekti. Bu yazının başlığının kaynağı olan kitabın yazarı Joko Willink‘in üzerinde durduğu bir başka konu da sorumluluk almak.

Hayat size ne getirirse getirsin, erkek adam olup kendi hayatınızın yüzde 100 sorumluluğunu almanız gerekir. Başınıza gelenleri kontrol edemeyebilirsiniz ama başınıza gelenlere vereceğiniz tepkiyi kontrol edebilirsiniz. Çoğu insan gibi özellikle başa gelen kötü şeyler için başkalarını suçlayıp bahaneler üretebilirsiniz. Bu şekilde “ağlamayı” her istediğinizde yapabilirsiniz ama olaylara böyle tepki vererek hem sizin için önemli olan insanların saygısını kaybedersiniz hem de hiçbir şey kazanmazsınız.

Bu tür bir bahane üretme ve mızmızlanma, egonun fazlaca büyük olmasından kaynaklanır. Zırlayıp duran kırık egonuzu pohpohlamak yerine ise kendi hayatınızın sorumluluğu kabul edip,  harekete geçebilirsiniz :

  • Benim yaptığım hangi tercihler beni bu noktaya getirdi?
  • Benim yapmam gereken ama yapmadığım hangi tercihler beni bu noktaya getirdi?
  • Bundan sonra yaptığım ama yapmam gereken neleri yapmayı bırakmalı, yapmadığım ama yapmam gereken neleri yapmaya başlamalıyım?

Gulak Takımadaları kitabının yazarı Aleksandr Soljenitsin, inanmış bir komunist olmasına rağmen Stalin’i eleştirdiği bir-iki kişisel mektubu yüzünden kendisini Sovyetlerin korkunç toplama kamplarında bulunca (Gulag), kitabında bol bol anlattığı ve orada olmalarını zilyon tane dış etkene bağlayan komunistlerin aksine, kendine şöyle bir ödev vermiş ve yapmış : “Bugüne kadar yaptığım tüm önemli kararları hatırlayacağım ve bu kararların mı beni buraya getirdiğini, eğer öyle kararlar vermesem nerede olabileceğimi analiz edeceğim”. Üstad tabii ki orada olma sebebinin kendi kararları olduğunu, en çok da kendi kişisel kriterlerine göre doğru olmadığını bildiği halde verdiği ve doğru olduğunu bildiği halde vermediği kararlar nedeniyle o cehenneme düştüğünü anlıyor. Bu hesaplaşma ile dönüşen Soljenitsin, sefil bir zekten (Rusça’da makhumun argosu), tüm Sovyetler Birliğini yıkacak olan kitapları yazıyor (ki Gulag Takımadalarını hapiste iken kafasından ezbere yazıyor ve sonra kağıda döküyor).

“Bazen, iyi insanların başına kötü şeyler gelebilir.
Neden bilmiyorum ama hayat adil değil.
Hastalıklar ve kazalar kurbanlarının “iyi insanlar” olmasını zerre kadar önemsemiyor. Hiçbir mantıkları, gerekçeleri veya acımaları yok.
Ve bildiğiniz en iyi insan bile şeytanın pençelerinde can verebilir.
Ve bu konuda elinizden hiçbir şey gelmez.
Peki, elinizden ne gelir?
Öfkelenmek mi, hüsrana uğramak mı, insanlara bağırıp çağırmak mı?
Kime bağırıp çağıracaksınız? Olumsuzluk çukuruna spiraller çize çize dalacak mısınız? Korkunç durumun nasıl hissettiğinizi ve durumu nasıl idare ettiğinizi dikte etmesine izin mi vereceksiniz?
Yere mi düşeceksiniz?
Yıkılacak mısınız?
Yoksa yere çakılıp tuzla buz mu olacaksınız?

Ya da yönetecek misiniz?
Bu durumla cesaret ve azimle yüzleşecek misiniz?
Ben derim ki : Yönetmeyi seçin.
Ayağa kalkın. İnsanların yön bulmak için baktığı kişi olun.
Darbeyi ve olumsuzluğu gögüsleyin.
Ateşi üstünüze çekin – evet üstünüze.
Müfrezedeki askerlerden birinin taktik olarak diğer takım arkadaşlarına hareket şansı vermek için açığa çıkıp düşman ateşini üstüne çektiği gibi. Ya da takımın düşmanın yerini belirlemesi için. Ama dediğim bu : ateşi üstünüze çekin. O acıyı bana getirin.

Başkaları başedemezken ben bununla başa çıkabilirim.
Kötü şeyler olurken ben tek iyi şey olacağım ve dimdik ayakta durup, sırt dayanabilecek kişi olacağım. Etrafımdakileri ben cesaretlendireceğim.
Ve bu pozitif tutum yayılacak. Ve savaşacağız. Ve savaşıp kazanacağız. Çarpışmayı olmasa da savaşı kazanacağız.
Zira bizim yüreğimiz asla teslim olmayacak.

Ve bu da asıl zaferdir. Dik durmak, en kaçınılmaz yenilginin karşısında bile dik durmak.
Ayakta kalmak ve savaşmak.”

Önemli kararlar verirken duygularınızı bir kenara bırakın

Kendinizi sabote etmek ve büyük başarılar elde edememek istiyorsanız, duygularınızın kararlarınızı dikte etmesine izin verin! Eğer büyük başarılar kazanmak, efektif bir lider olmak istiyorsanız, önemli kararlarınızı verirken, kendinizi duygulardan soyutlayın.

Örneğin, performansı düşük bir çalışanınızı işten çıkarmanız gerekiyor ama bu konuda kötü hissediyorsunuz ve bunu yapamıyorsunuz. Önce bu elemanın performansını yükseltmek için yapabileceğiniz herşeyi yapmalı, onu motive etmelisiniz. Ama hala düzelme yoksa … elemanı işten çıkarmak zorundasınız.

Ya da canınız sıkkın diye, bugün sabah 6’da kalkmak istemiyorsunuz. Yapmayın, canınızın sıkıntılı olmasının bir önemi yok. Kalkın.

Önemli kararlar verirken, mantığa göre karar vermelisiniz, duygularınıza göre değil. Duygularla savaş kazanamazsınız, iş kuramazsınız ya da dünyayı değiştiremezsiniz. Bunları ancak mantık ile ve ısrarlı çalışma ile yapabilirsiniz

Gündüzleri kazanırsanız, günü kazanırsınız

Eğer gün boyu disiplinli olmak istiyorsanız, sabah erken kalkmalısınız. Gece vardiyası çalışan biri olmadığınız sürece, bundan kaçış yok. Sabah, herkes kalkmadan uyanıp yatağı terk etme disiplinini gösteremiyorsanız, günün geri kalanında da kendinizden disiplin beklemeyin.

Alçakgönüllü olun

Disiplinli olmayı başaran, zayıflıklarınızı yenen ve kararlarını duygularından ayırabilen bir insanı bekleyen en büyük tehlike kibirli biri haline gelmektir. Sırf belli bir başarı elde ettiniz diye ne herşeyi bilir hale gelirsiniz ne de başkalarından birşey öğrenme ihtiyacı olmayan biri olursunuz.

Herşeyi kavradığınızı düşündüğünüz gün, daha iyiye gelişmeyi bırakırsınız. O gün, düşüşünüzün başlangıcıdır ki, bu sefer oldukça tepede olduğunuzdan, yere çakılışınız fazlaca gürültülü ve can acıtıcı olur.

Disiplin eşittir özgürlük yazısına yorum …

Disiplin eşittir özgürlük yazısına bayıldım benim fikirlerim de buna paralel.

1) Güzel kardeşlerim duyguyla yapılan hiçbir şeyin sonu gelmez. Çünkü güçlü duygular genelde olumsuz bir olaydan sonra ortaya çıkar.Misal,sınava girmişsindir çok kötü geçmiştir sonra sınav çıkışı gazlanıp dersin ki,ulan yarından itibaren bütün gün ders çalışıp bir daha ki sınav öttüreceğim.Ama sonra ne olur bir gün çalışsın iki gün çalışırsın sonra salarsın.Çünkü hepimiz insanız ve duygularımız sürekli değişir.İşi duygulara döktün mü asla bir iş yapamazsın.Benim bugün moralim bozuk,canım istemiyor,yarın bakarız demek en kolayıdır.Önemli olan duyguları kabullenip işe koyulmaktır.

2) Aksiyon adamı olun güzel kardeşlerim.Çünkü önemli olan işin kendisidir,senin düşüncelerin değil.Örnek vereyim,diyelim sigara içiyorsun ve bırakmak istiyorsun,girdin internete 1 hafta sigaranın zararlarıyla ilgili yazılar okudun ama hala sigara içmeye devam ediyorsan bu kadar araştırıp düşünmenin bir anlamı yok.Düşünmeyin yapın.Ben size düşünmeyin derken düşünmeden hareket edin demiyorum.Yapılacak bir iş varsa düşünmek bu işin yapılmasını sağlamaz.Aksiyon alın.Bütün hafta , kitap okumaya başlasam iyi olur , diye düşünüp kitap okumadıktan sonra kitap okumayı düşünmenin bir anlamı yok,tamamen vakit kaybı.Aynı şekilde spor,aylarca sporla ilgili makaleler,yazılar oku gidip spor yapmadıktan sonra bunların bir anlamı yok.Aksiyon,aksiyon,aksiyon.Teoride çok tatlıdır,pratikte bir boka yaramaz.O zaman da teorinin bir anlamı kalmaz çünkü uygulayamadın.

3) Kendinizi eğitin.Kendinizi eğitmekten kastettiğim şey şudur:Sen hayatında yapmadığın bir şeyi bir kerede mükemmel bir şekilde yapamazsın.Örnek:Hayatında hiç koşuya çıkmadın gaza geldin,ben yarından itibaren günde 20 km koşmaya başlayacağım,dedin.Bok koşarsın.Önde 3-5 km hafif hafif koşarsın 1-2 ay sonra arttırmaya başlarsın.Hayatında hiç düzenli ders çalışmadın.Seneye de üniversite sınavı var,dedin ki, ben yarından itibaren günde 12 saat ders çalışacağım.Bok çalışırsın.Bir defa sen daha önce yarım saat bile oturup ders çalışmamışsın ki bir anda nasıl 12 saat çalışabilirsin.Yavaş yavaş aksiyon alıp,kendinizi eğitin.Bir sefer yaptın diye usta olamazsın.

4) Eğlence dünyası fakirin uyuşturucudur.Fakiri mecazi olarak al.Sabah akşam dizi seyretmek,oyun oynamak,manga okumak,anime seyretmek,film seyretmek senin hayatını daha güzel yapmayacak.Senin el alemin hikayelerini izlemek yerine kendi hayatını tuğla tuğla inşa edip,kendi hikayeni yazman gerek.Steam’de kazandığın achievementların gerçek hayata bir etkisi yok.

5) Asla şikayet etmeyin,sızlanmayın,bahane bulmayın.Bir kere bahane bulursan gerisi gelir.Eğer sen gözünü yükseklere dikmişsen çalışmaktan,emek vermekten gocunmayacaksın.Örnek:Okul birincisi olmak istiyorsan ders çalışmaktan şikayet edemezsin.Diğer bir örnek :Futbolcusun ve kendini Real Madrid’de görüyorsun o zaman antrenman yapmaktan sızlanmayacaksın. Genç kardeşlerimiz belki hatırlamazlar,Sergen Yalçın Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yetenekli futbolcusuydu ama yurt dışında oynayamadı.Neden ?Çünkü tembeldi.Yetenek ve zeka çalışmadıktan sonra bir anlam ifade etmez.Diyelim ki piyanoya doğuştan yeteneğin var,ama hayatında hiç piyanoya dokunmadın.O zaman piyanoya doğuştan yetenekli olmadın bir anlamı var mı?

6) Stoacı Epiktetos’un güzel bir lafı vardır çok severim: Önce nasıl bir insan olmak istediğine karar ver,sonra o insan olmak için ne gerekiyorsa yap.Bence çağımızın sorunu tamamen bu.Herkes her şeyin en iyisini hak ettiğini düşünüyor ama o hak ettikleri düşündükleri şey için hiç emek vermek istemiyorlar.

Biraz uzun oldu ama yazı tam benlik ,yorum yapmadan geçmek istemedim, çünkü bütün olay disiplindir başka bir şey değil.

Konuk Yazar : Patorikku

Bekaret

Bekaret ile ilgili yazmam çok istendi. Bu konuya pek girmedim zira ben kişisel olarak önemsemiyorum.  Bekareti önemseyenlere sözüm yok ama ben bunun sizi hipergamiden koruyacak bir gücü kalmadığını düşünüyorum. Nedenini anlatayım.

Bekaret ve namus konularının geleneksel toplumda neden bu kadar önemli olduğunu anlamak çok zor değil. Daha 30 yıl öncesine kadar on binlerce yıl, bir erkeğin, kadınından doğan çocuğunun kendinden olup olmadığını gerçekten bilmesinin hiçbir yolu yoktu (kadın hızını alamayıp başka ırktan birinden hamile kalmadığı sürece). Hipergami ve adet döngüsünün alfa dönemi gibi “tehlikeler”e karşı, kadınlar üzerinde oldukça sıkı uygulanan “bakaret” ve “namus” kodları konulmuşa benziyor. Yani kadını baba evinden bakire almak, sonra namus kodları ile çevirmek, başkasının çocuğunu yetiştirmemek için önlemler.

(Bakın bu nedenle de feministler ne derse desin, kadınlar ile erkeklerin aldatması arasında fark var. Erkeğin aldatması iyi birşey demeye çalışmıyorum, ama erkek aldatsa da kadın yine çocuğunun kendinden olduğuna emin, ama erkeklerin böyle bir lüksü yok).

Bekaret konusunda şöyle bir varsayım var: bakire kadın, alfa dulun ya da 30una kadar her haltı yiyip sonra evlenmek isteyen kadının zıttır. Bu nedenle de eğer kızı bakire alırsak, hipergamiden korunuruz. Ben bunun yanlış bir varsayım olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce, erkeklerin üzerine kabus gibi çöken “beni böyle anam gibi seven bir kadın bulayım, hayat boyu onunla ideal ilişkimizde yan gelip yatayım” idealizminin kolaycılığı maalesef. Betalığın bir parçası.

Öncelikle şunu söyleyeyim : Benim gözlemlediğim çoğunlukla spesifik seviyede bir narsisizme sahip ve önüne gelenle yatma performansı gösteren kadınlar alfa dul olmaya meyilliler. Yoksa yanılıp şaşırıp bir kere bir alfayla yatmış bir kadının yüzde 100 alfa dul olacağını söyleyemezsin. İkincisi, 30una kadar her haltı yemiş kadın, Sceptico’nun da yazdığı gibi “sefam olsun” modeli sayıca çok partnere sahip, uzun dönemli ilişkileri beceremeyen, ekstrem denebilecek deneylerde bulunmuş (grup seks, tek gecelik ilişkiler, uyuşturucu, illegal aktiviteler vs)”. Yoksa kadın 20lerinde bekaretini kaybetmiş, uzun dönemli 3- 5 ilişkisi olmuş ise ona bu yaftayı yapıştıramazsınız.

Kırmızı hap camiasında son yıllarda, kadının cinsel partner sayısı ile evlilikteki mutluluğunu ve boşanma oranlarını gösteren iki yazı meşhur oldu. İlki 2014’te çıkan bir araştırmaya göre, kadınların cinsel partner sayısı arttıkça, evlilikte mutluluk oranları azalıyor. Bu araştırmalar çok kullanılıyor ama ben bu araştırmaların kullandıkları istatistik yöntemlerin sağlam olduğuna ikna olmadım.

Yanlış anlamayın. Evlenilecek kadın – evlenilmeyecek kadın ayrımı yok demiyorum. Bu ayrım bariz var ve buna çok iyi dikkat etmeniz lazım. Yine, kadının geçmiş cinsel partner sayısı önemsiz de demiyorum. Ara ara 20lerinin başında ve “ben muhtemelen senden daha fazla sayıda kişiyle” yatmışımdır diyen, örneğin 22 – 23 yaşında 40 erkekler yatmış kadınlarla karşılaşıyorum ki bunu övünerek anlatıyorlar. Bunlarla evlenecek mericin vay haline.  Alfa dul ve geçmişindeki seks hayatı gözlerine 1000 Yarrak Bakışı olarak düşmüş hatun sayısı hızla artıyor, bu gerçeği de gözardı etmiyorum hatta bu blogda bu konuda bolca uyarı da var.

Ama bekaret artık çok yanıltıcı bir kriter. Şöyle ki :

Çok tecrübesiz ve genç bir kızla evleneyim de kafam rahat etsin diyen çok erkek var. Fakat bu erkekler, kızın artık 21. yüzyılın internet çağında yaşadığımızı, evlendikten sonra kızın gözünün açılıp (televizyon tek başına bunu yapmaya yeter), “ben hayatımı yaşamadan evliliğe kapandım” deme tehlikesini es geçiyorlar. Yani bekaret artık diğer tüm ayakları yıkılmış bir sosyal kültürün kalan tek ayağı ise, ona pek güvenmeyin derim.

Günümüzde erkeklerin feminen beyin yıkaması o kadar güçlü ki,içindeki betayı öldüremeyen bir erkeğin bakire ya da tecrübesiz kızdan ciddi bir NAWALT / ONEitis yaratma tehlikesi var. Böyle bir erkek, en anne eliyle seçilmiş, en el değmemiş, en saf kadının içindeki hipergamiyi bile azdırır.

Bekaret konusunda birçok erkeğin şöyle bir varsayımı daha var: bakire olmayan kadın kaşardır, evlenilmeye müsait değildir.”Daha önceden erkek arkadaşları olmuş, kendi halinde yaşayan bazen uzun dönem bazen kısa dönem ilişkisi olan ama sorumluluk bilinciyle hareket eden, mutluluğu arayan, özetle aslında “kaşar” olmayan ama geleneksel kuralları pek sallamayan kadınları” evlilik materyali değil diye es geçemezsiniz. Kriterini böyle ayarlayan bir erkek, bu devirde partner havuzunu ciddi oranda daraltır ve sonunda istemediği halde yalnız kalabilir.

Ve başında dediğim gibi, namus  ve bekaret, erkeğin doğan çocuğun kendinden olmasına emin olması için var. Ama toplumun bu kadar dinamik olduğu ve kadın – erkek sosyal / iş ortamlarının birbirine karıştığı bu zamanda işler daha karmaşık. Kısacası, yıl 2017 olmuşken, sizin maskülin ve oyunu olan, ilişkisini aktif olarak yöneten ve dominant bir erkek olmanıza bir alternatif yok.

 

 

 

 

Benim kırmızı hap hikayem

Şuan 20 yaşındayım. Kırmızı hapla tanışalı 1.5 sene oluyor. Tanışma hikayem ise bir çok insan gibi, hard-core betalık içeren 1 seneyi aşkın bir ilişki sonucu boynuzlanma.

Ben bu ayrılık döneminde sürünürken, arkadaşımın bir şey buldum deyip bana theycallmealpha.com sitesini atmasıyla red pill kavramını duydum ilk. Daha sonra ekşi sözlükte skeptico‘nun entrylerini keşfetmemle devam etti. İngilizce bilmediğim için orjinal hiç bir yazıyı okuyamıyordum. Bilgim çok fazla kısıtlıydı ama skeptico sayesinde en azından temellerini, neler yapmam gerektiğini öğrenmeye başlamıştım. Sonra diğer yazarları keşfetmem ile süreç hızlandı. En son da Erkekadam’ı keşfettim. İçerikleri gördüğümde çok sevinmiştim çünkü okuyamadığım yazıları çeviriyorlardı.

Aslında istediğim kızları etkileyip onlarla beraber olabiliyordum fakat işi sekse götürme oranım çok düşüktü sevişmenin ötesine geçemiyordum çoğu zaman. Uzun süreli ilişkileri yürütmeyi süre olarak başarsam da her zaman betalaşıyordum, shit testlerde hep çakıyordum. Feminen masallara çoğu cinsim gibi bende kanmıştım. Kızlar dışında, hayat amaçlarım da zayıftı, kendimi geliştiriyordum fakat yetersizdi. Vizyonum dardı.

Kırmızı hapla lisenin son sınıfına başlamadan önceki yaz ayında tanıştım. Ortalamanın çok altı kalitede bir lisede okuyodum ve bir sene sınıfta kalmıştım. İte kaka hiç bir şey öğrenmeden lise sona kadar gelmiştim. Bunları o an fark etmiştim ve ilk hedef olarak kendime üniversiteyi kazanmayı koydum. Dershane, özel ders vs. gibi opsiyonlarım yoktu ailemin durumundan ötürü ama kırmızı hapta bir erkeğin sızlanmasına, suçu başkasına atmaya yer yoktu. Bende youtubeda bana yardımcı olabilecek eğitim kanallarını belirleyip, 10 aylık bir çalışma planı çıkardım kendime. Ailem dahil hiç kimsenin benden bir umudu yoktu, okuldaki hocaların hepsi benden bir halt olmayacağından hem fikirdi. Test çözdüğümü gördüklerinde gülüyorlardı. Aldırış etmedim ve ham 30 bin sıralama yaptım. İstediğim çoğu üniversite ve bölüme puanım yetiyordu, okulumdaki herkesi sollamıştım. O bana gülenler, ailem hepsinin saygısı bana birden yükseldi. Bu benim ilk zaferim oldu. Tabi o dönem sınava hazırlanırken öğrendiğim az buçuk bilgi ile de 6-6,5 puan falan sayılabilecek bir kızı 1 seneliğine sınav stresi, kafa boşaltma, rahatlama gibi ihtiyaçlarım için düzenli seks için elimde bulundurmuştum. Bu da uzun süreli bir ilişkide hep dominant olup, her şeyi elimde tuttuğum, yönettiğim ilk ilişki ve kız olmuştu.

Üniversiteye geçtiğimde artık diğer eksikliklerimi kapatmaya yöneldim. Giyim tarzımdan, konuşmama, davranışlarıma, düşünce yapıma, bakış açıma, vizyonuma, kariyer hedeflerime kadar her şeyi değiştirip en iyi hale getirmek için çalışmaya başladım. Okulda uygulama birimlerinden birinde mesleğimle alakalı çalışıp, az da olsa para kazanıyorum. Dış görünüşüme verdiğim önemle, işimde ki başarıyla hem hocalarımın hem okuldakilerin saygısını kazandım.

Düzenli olan bir ilişkim var şuan her zaman olmasa da %80 olarak istediğim şekilde ilerliyor. Tabak çevirmeyi de ihmal etmiyorum bu sırada. Hayatımın merkezine kendimden, hedef, değer ve amaçlarımdan başkasını koymuyorum. Bana bir şey katmayacak şeylerden uzak duruyorum. Bunları yaptıkça da istediğim her şey ayağıma geliyor. Kendini iyi hissetmek nedir, özgüven nedir, özsaygı nedir bunları öğrenmek hayatıma çok büyük şeyler kattı.

Hala çok fazla eksiğim olduğunu biliyorum. kırmızı hapı sadece kız tavlamak için okumadım hiç bir zaman. Okusaydım da başarılı olamazdım eminim ki, çünkü o bilgiler senin donanımınla hayata geçip işe yaracak şeyler bence. Bildiğimden emin olduğum tek bir şey var ki, 1.5 sene gibi bir sürede beni getirdiği nokta çok çok fazla. Umarım o hapı tamamen sindirebilirim bir gün.

Çok dağınık ve gereksiz şeyler yazmış olabilirim, iyi bir yazı olmamış olabilir. Sadece sizinle paylaşmak istedim. Bu siteye emek veriyorsunuz ve az da olsa emeğinizin karşılığını aldığınızı bilmeniz için yazdım. Teşekkür ederim bütün yazarlara ve siteyi kuran herkese, minnettarım.

Konuk Yazar

Kadınlar, gökyüzünün yarısını mı tutar?

Women hold up half the sky, Batılı ülkelerde feministlerin sıkça kullandığı bir slogan. Anlamı ise: Kadınlar gökyüzünün yarısını tutar. Yani ne yaptıysak beraber yaptık ama siz sonradan bize kazık attınız. Bizi görmezden gelip yok sayıyorsunuz. Oysa biz varız ve buradayız. A Voice For Men’den Paul Elam, bu konuda çok güzel bir yazı kaleme almış. Ben de çevireyim dedim. Çeviride bazı hatalar olmuşsa şimdiden affola.

Kadınlar, gökyüzünün yarısını mı tutar?

” Kadınlar, gökyüzünün yarısını tutar. ”

Bu ne anlama geliyor?

Şimdi ve sonra, güneşli bir günde Everest Dağı’nda gezinirken gökyüzünün yarısını tutan şu kadınların nerede olduğuna bakıyorum. Bulutlar sudan oluşur ve su ağırdır. Bu yüzden oldukça zorlanıyorlar.

Ama neredeler?

Hımm…

Makara.

İşte bu! Belki de makara sistemi kullanıyorlardır.

Kabloyu ayın çevresine dolayıp bunu makara sistemi olarak kullanarak ve gökyüzünü, vadilerden aşağı doğru çekerek tutuyor olmalıydılar. İşte böyle!

Hımm…

Ölüm vadisi, Khumbu vadisi, Douro vadisi: Hiçbir şey yok. Bu vadilerin hiçbirinde feminist göremiyorum. Bırakın, yalnız bir kablo, ayın çevresinden uzanarak gelsin.

Elbette, Erechtheion’un kadınlarını kastediyor olabilirler.

Erechtheion, akropolis’in kuzey tarafında bir tapınak.

Ama bunlar taş heykeller ve gökyüzünde değil, Yunanistan’dalar. Bir gökyüzünü değil, çatıyı tutuyorlar.

Kadınlar gebeliğin, doğumun ve ailenin kalp atışını tutarlar. Bu, ürkütücü bir yükümlülüktür ve bu, her medeniyetin saygı duyması gerekendir.

Güzellik, merhamet, ihtişam ve sevgi, kadını kadın yapan şeydir ve büyüleyicidir. Bir çocuğun annesine olan bağlılığı sevgiyi tanımlar ve şiir, soluk bir kıyaslamadır. Erkekler; aşk hakkında şiirler yazarlar, kadınlar aşık olmak için doğum yaparlar.

Ünlü feministler şunları söylemiş olsalar bile:

” Çekirdek aile yıkılmalıdır… Nihai anlamı ne olursa olsun, şimdi ailelerin dağılması nesnel olarak devrimci bir süreçtir “

Linda Gordon

” Evlilik, tecavüz pratiğinden gelişmiş bir kurumdur. “

Andrea Dworkin

Evlilik, kadınlar için kölelik teşkil ettiğinden kadın hareketinin bu kuruma saldırmak üzerinde yoğunlaşması gerektiği açıktır. Kadınlar için özgürlük, evliliğin feshi olmadan kazanılamaz. “

Şu anki feminist kuruluşun lideri Sheila Cronin

Erkek nefretinin; onurlu ve makul bir politik eylem olduğunu düşünüyorum.

Robin Morgan– ms. magazin editörü.

Yani; kadınları, aileleri ve kocaları desteklemek, kadınların gökyüzünün yarısını tuttuğunu söylediklerinde feministlerin aklındaki şey değil.

Öyleyse neyi kastediyorlar?

Etrafa bakıyorum. Pencereden bakıyorum. Bir inşaat görüyorum. Yükselen binalar görüyorum. Erkeklerin yaptığını görüyorum, kadınların değil… Gecenin 2’sinde karda sürülen tarlaları görüyorum: Erkek. Sanitasyon( halk sağlığı) işçilerini, itfaiyecileri, petrol sızdırmazlık görevlilerini, ormancıları görüyorum: erkek, erkek, erkek, erkek. Operaya gidiyorum, bestelerin %98’ini erkekler yazmış. Müzelere gidiyorum ve bu güzelliği içinde barındıran yerlerin %95’inin erkekler tarafından yapıldığını fark ediyorum. Matematik teorilerine göz atıyorum: Erkek. Fizik? Erkek. Edebiyat? Çoğunlukla Erkek. Piramitleri, Angor Watt’ı, katedralleri ve şehirlerimizi inşa etmek için kölelik yapanlar? Erkek. Peki ya, yorgun argın ovaları geçen, dağlara tırmanan, okyanuslara yelken açan kaşifler? Erkek, erkek, erkek. Arlington’daki mezarlara ve dizi dizi beyaz mermerlerle ortaya çıkan akıl almaz fedakarlığa bakıyorum: Erkek.

Elbette bazı kadınların katkıları hayrete düşürüyordu. Emmy Noether, Hypatia, Sophie Germain, Curie, Thatcher, Catherine the Great, Boudica. Bu liste neredeyse sonsuz. Bazıları, insanlığa yardım etmek için kadınların gösterdiği fedakarlıkların da göz ardı edildiğini söylüyor. Buna katılıyorum. Yine de, maskülenliğin derin katkılarını ve bilirsiniz işte, inşa ettiği evleri yağmurdan korumak için çatıyı nasıl desteklerini göz ardı etmeyelim.

Şu an kadınların katkıda bulunabileceği ve erkeklerin artık askeri mezarlıklarda yatmak zorunda olmadığı ya da iş yerindeki kazaların %90’ında ölmek zorunda olmadığı bir dönemdeyiz. Bu harika.

Yine de, günümüzden önce, feministlerin bugün söyledikleri şeyi doğrulamak adına bir şeyin yarısını tuttuğunu görmüyorum. Eğer, bu zehirli ifadenin ( kadınlar gökyüzünün yarsını tutar) reddedilemez şekilde kalmasına izin verirsek dolaylı yoldan maskülenliğin hem gösterdiği fedakarlıkların hem de başarılarının önemini azaltmış oluruz. Buna izin vermemeliyiz. Arlington’da gömülmüş adamlar, kadınlarla gökyüzünün yarısını paylaşmadılar: Yaşamlarını verdiler. Eğer; kadınlar, gökyüzünün yarısını tutuyorlarsa, neden o mezarlarda erkekler yatıyor? Eğer feministler, erkeklerdeki zehirli maskülenliği tartışıp bizi cinayet ve mansplaining gibi korkunç kötülüklerle suçluyorlarsa iyilik için kendi kredi payımızı hak ediyoruz ve bu %50’den çok daha fazla.

Yani, şu ana kadar özetle:

-Bulutları tutmayı göz ardı etmişiz.
-Biz( yani feministler olarak) aileleri tutmayı göz ardı etmişiz.
-Erkeklerin katkı ve fedakârlıklarının karşılaştırmalı olarak nispeten yeni olduğunu kabul ettik.Kadınlar, erkeklerin tuttuğu gökyüzünün yarısını yakında tutacaklar mı? Elbette.

Öyleyse feministler, bu zamana kadar neyi tutuyorlardı?

Şöyle dendiğini görürsünüz: – Bir açıklama ve sözler ne söylerse söylesin, sözü söyleyen kişi, düşündüğünü hisseder. – Ama kanıtlama zorunluluğu olmaksızın. Açıklamalar duyguya dayanır.

Fem- splaining’in özü budur: Mantık ve kanıt gösterme yerine, sahte- şiirsel duyguları görselleştirme yoluna gider.

Böyle bir sürü deyiş vardır:

Biri de şudur: “ Kelebekler özgürdür. “

Bunu duyuyorum ve şöyle hissediyorum: ” Vay canına, adamım! Kelebekler özgür. İşte bu, harika dostum. ”

Ya da “ gökyüzünde iki tane gökkuşağı var. “

Sadece bu da değil. Ne anlama geldiğini biliyorum. Ayrıca bunu söyleyenin, bunu söylerken sigara içtiğini de biliyorum.

Veya diğer bir deyişle: Mükemmel bir aday olduğumu ve mükemmel kampanyalar yürüttüğümü hiç söylemedim ama kimin yaptığını bilmiyorum ve bir noktada içinde mizojini( kadın düşmanlığı) suçlaması oluyor.

Bunun ne anlama geldiğini bilmiyor ve bunu söylerken alkollü olduğunu kabul ediyor.

” Gökyüzünün yarısını tutan kadınlar” hakkında söylenen, komik ve aşağılayıcı. İkisinin arasında bir şey. Aileden yoksun kalma( feministlerin kendi aileleri tarafından) çok gülünç. Bu, maskülenliğin fedakarlıkları ve başarılarını azaltarak hor görmek.

Feministler, bu beyanda ısrar ettiklerinde, bezelye yememek için tatsızlık çıkaran çocuklar gibi oluyorlar. ” Hayır, bezelye yemeyeceğim. Erkekler,  bezelye ve brokoli yer. Benim hak ettiğim, NY süper Fudge Chunk gökyüzünün yarı… Yarısını tut… Tutmak.

Evraka! (buldum) İşte bu!

Feministler, bir şeyleri tutuyorlar.

Mühendislikte ve bilimdeki kadınlar katkı sağlıyor: Feministler sadece bir şeyleri tutuyorlar.

Şu an sahiden, kimse gökyüzünü tutmuyor. Gökyüzü düşüyor. Çoğu iyi adam ve kadın, birbirlerine saygı duyarak güzel şeyler başarıyorlar.

Küçük tavuk ise Kadın çalıştayı sınıflarında çok fazla vakit harcıyor.

Feministler bir kez daha “ kadınlar gökyüzünün yarısını tutar” dediklerinde kanıt isteyin. Bu kadar az kanıtla feministlerin sadece bir şeyleri tuttuğunu kabul etmeniz gerekir. Diğer türlü, bizim gelişmemiz için kendilerini kurban etmiş, yerin 183 cm altında yatan adamların Arlington’daki mezarlarına tükürmüş olursunuz.

Disiplin eşittir özgürlük

Çoğu insan kendisini geliştirmek için yapabileceği o tek değişimi arıyor. Hayallerini gerçeğe dönüştürecek o tek değişim. Fişten çekilmek ve kırmızı hap öğretisini öğrenmek, böyle bir değişim gibi görünebilir.

Fakat hayatınızı istediğiniz hale getirmek, sizi kafanızdaki potansiyel kişiye çevirmek için gerekli şey sadece bir tane değil. Ya da 10 veya 100 tane şey değil. Bu hızlıca koşup aşabileceğiniz bir yol değil ve maalesef kısa yol da yok.

Meditasyon sizi oraya ulaştırmayacak, ya da mucize bir hap. Sadece kırmızı hapı okumak ve zihninizde evirip çevirmek örneğin sizi daha maskülin bir erkek yapmayacak.

Daha iyiye evrilmek baş koymanız; gün-gün, hafta-hafta, ay-ay vermeniz gereken bir savaştır. Bu savaş tembelliğe, zayıflığa, nefsinize yenik düşmeye karşı hiç durmayacak olan bir savaştır.

Bu savaş, disiplin gerektirir. Çok çalışma ve kendini adama gerektirir. Erken kalkmanızı, geç yatmanızı ve bu ikisi arasındaki her dakika disiplinli bir şekilde çok çalışmanızı gerektirir. Hem de HER GÜN!

Eğer daha iyiye evrilmek istiyorsanız, bunun kısa yolunu aramayı bırakın. Hemen disiplin ve çok çalışma savaşına girişin. Kırmızı hapı bilgisayar başında okuyarak ve yazarak mı yutmaya uğraşıyorsunuz? Yapmayın. Bu fiziksel bir savaş. Hergün saat 6’da kalkmanızı, 11’de yatmanızı ve aradaki zamanda ağırlık kaldırmanızı, işinize ve daha fazla kazanmaya odaklanmanızı gerektiren bir savaş. Eğer bilmiyorsanız disiplinli bir şekilde İngilizce öğrenmenizi, eğer İngilizce biliyorsanız üçüncü bir dili öğrenmeye başlamanızı gerektiren bir savaş. Hergün, hayatınızın her anında dominant ve maskülin konuşmaya ve davranmaya çalışmanızı gerektiren, kadınlar tarafından reddedilme korkunuzu aşmak için oyunu pratik etmenizi gerektiren bir savaş.

<<Motivasyon
Motivasyon hakkında fazla endişelenmeyin.
Motivasyon kaypaktır. Arada gelir gider.
Motivasyon güvenilmezdir ve hedeflerinizi başarmak için motivasyona bel bağlarsanız yarı yolda kalırsınız. (*)

Her sabah kalkmak ve işe
koyulmak için motive olmayı beklemeyin. Sırtınızı motivasyona dayamayın.
Sırtınızı disipline dayayın. Ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.

Yani :

KENDİNİZİ YAPMAYA İTİN.

Bunu da disiplinle yaparsınız.

Herkes iş yapmadan amaçlarını elde ettirecek mucize hapı arar.
Fakat böyle birşey yok.

Hayır.

Çok çalışmak zorundasınız.
Çizgiyi tutmak zorundasınız.
İşleri yapmak zorundasınız.
Yani hemen çalışmaya başlayın.
Disiplinli olun. Disiplinin kendisi olun.

BAŞARIN.

Hepsi bu.

Joko Willink >>

Yorgunluk, isteksizlik, yarın yaparım abicilik asıl düşmanlarınız. Feminizm, hipergami, vs … Bunlar tembelliğin, motivasyonsuzluğun ve işleri ertelemenin yanında hiçbir şey değiller.

<<  Artık yok.

Artık bahaneler yok.
Artık “yarın yaparım” yok.
Artık “bir seferlikten birşey olmaz” yok.
Artık kendi nefsimin zayıflıklarını kabullenmek yok.
Artık kolay yolu konuşmak yok.
Artık zihnimi işgal eden sağlıksız ve verimsiz düşüncelere  boyun eğmek yok.

Hayır!

Artık yok.
Artık doğru zamanı beklemek yok.
Artık kararsızlık yok.
Artık daha fazla yalan yok.
Artık zayıflık yok.

Hayır!

Artık yok.
Şimdi güçlü olmanın zamanı.
Ve güç ile, kararlılık ile, mutlak bir disiplin ile
Olmak istediğim kişiye dönüşeceğim.
Ve ancak o dönüşüm tamamlandığında oturup
Artık yok diyeceğim

Joko Willink >>

Kendinizi hergün istisnasız sabah saat 6’da o yataktan kaldıracak disiplini elde etmediğiniz sürece başarılı olma şansınız yok. Haftanın 3 – 4 günü salona gidip ağırlık kaldırmadıkça başarılı olma şansınız yok. Hergün bilgisayar oyunlarına, internette sörf yapmaya, film veya dizi izlemeye, pornoya saatlar ayırdıkça gelişme şansınız yok. Bu alanlarda disiplini ele alacak kadar maskülin değilseniz, gidip kızlara yürümenin pek bir faydası yok.

<< Hergün

Bu yarı – zamanlı bir iş değil.
Bu mesaiyi bitir ve artık evine git işi değil.
Bu, haftasonu tatil yaptığınız bir iş değil.

Hayır.

Bu işte haftasonu tatili diye birşey yok.
Bu hergün yapmanız gereken bir iş : Hergünün Pazartesi olduğu bir iş.
Ve bu hoşunuza gitmeyebilir.

Ben? Ben buna bayılıyorum.
Benim için hergün yeni bir başlangıç.
Yeni bir gün.
Yeni bir hafta.
Hayata yeni bir başlangıç.
Kapıdan erkek gibi çıkıp, güne acımasızca saldırmak ve sahip olmak için yeni bir fırsat.

Bugün kelleler alacağım.
Baskı kuracağım.
Saldıran taraf benim.

Tabii ki yorulacağım.
Dayak yiyeceğim hatta nakavt olup yere serileceğim.
Kötü günlerim de olacak.

Ama DURMAYACAĞIM.

Joko Willink >>

Disiplin eşittir özgürlük nereden çıktı diyeceksiniz. Burada yazdıklarım emekli komando Jocko Willink’in felsefesi ve disiplin konusunda yazılmış en iyi kitaplardan biri olan Discipline Equals Freedom: Field Manual kitabının konusu. İngilizce biliyorsanız mutlaka okuyun. Bilmiyorsanız öğrenin ve sonra bu kitabı okuyun. Kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda teori var ve ikinci kısımda ise pratik. Joko, ikinci kısımda, bu konuda ne yapacağını ve nereden başlayacağını bilemeyenler için çok sağlam bir yapılacaklar listesi veriyor.

Gerçi Joko’nun oldukça sağlam podcastlarını dinlerseniz, kitaptaki çoğu şeyin orada anlatıldığını göreceksiniz.

(*) – Motivasyon neden kaypaktır nasıl disiplinli olunur yazısında değindik.

Kırmızı hapla gelen dırdır

Erkeklerin çoğu, kırmızı hapı yuttuktan ve davranışlarını buna göre değiştirdikten sonra, kız arkadaşlarının ya da eşlerinin bunu takdir edeceğini ve kendi dominant davranışlarına boyun eğip, mutlu mesut bir geleceğe yol alacağını düşünür. Maalesef, birçok erkek, bunun böyle olmadığını tecrübe ile görür.

İlişkiye feminen erkek çerçevesi ile girmiş birinin eşi / kız arkadaşı, kişinin maskülin benliğini ortaya çıkarmasına her zaman olumlu tepki vermeyebilir. Bu kadın, alıştığı hayat tarzının devamını isteyecek ve erkeği eskisi gibi feminen davranmaya zorlayacaktır. Ama biliyorsunuz ki kadın bu konuda ne yaparsa yapsın onu dinlememelisiniz.

Eğer kadınınız sizin erkek gibi davranmanızdan rahatsızsa ve özellikle de sizin yeterince / eskisi gibi duygusal ve duyarlı olmadığınızı söylerse, oturup ona kırmızı hap öğretisini de açıklamaya kalkmayın. Ve Allah aşkına sakın kadına “bak güzelim sen kadınsın, dominant davranıyorum diye dırdır ediyorsun ama inan bunu sen de seveceksin” tadında açıklamalar yapmaya kalkıp komik duruma da düşmeyin. Kırmızı hapı gerçekten yuttu iseniz kadınların asla tam açıklık istemediklerini, tam açıklığın feminen bir özellik olduğunu ve kırmızı hapı bile tam açıklarken kadının gözünde beta duruma düşeceğinizi bilmeniz gerekir.

Kadına söylemeniz gereken tek şey, SİZİN BÖYLE BİRİ OLDUĞUNUZ VE DEĞİŞMEYECEĞİNİZ. Açıklama yok. Açıklamaya kalkarsanız yanlış yaparsınız. Hatta bu konuyu tartışmak da yok. Çok büyük yanlış. Özür dilemek yok. Bu daha büyük bir yanlış. Bu konuda kavga etmek. En büyük yanlış!

Bu siteyi okuyanların çoğu genç ve bekar. Sizin için iş kolay. Kız arkadaşınızı birkaç kez bu şekilde geçiştirdikten sonra, eğer hala dırdıra devam ediyor ise, şunu söyleyin : “eğer bu durum hoşuna gitmiyor ise, bu ilişkiyi bitirebiliriz”. Ve bu laftan sonra da açıklama yok, özür yok, kavga yok. Bu lafı söyledikten sonra konuyu kapatın. Eğer susmanız gerekiyorsa susun.

Eğer kadın bu topa girer ve ilişkiyi bitirirse durumu onaylayın ve kıza “iyi şanslar” dileyin ve ayrılın. Siz yelkenleri suya indirip peşine düşmezseniz muhtemelen geri dönecektir ama dönmezse de sizin için ayrılık, erkek olmanızı kabul edemeyen bir kadınla beraberlikten daha hayırlıdır.

Olmak istediğiniz biri olduğunuzdan dolayı kimseye açıklama borçlu değilsiniz. Kimse için, olmak istemediğiniz biri olmak zorunda değilsiniz. Neden olmanız gerektiği gibi maskülin olma yoluna girdiğinizi biliyoruz, gereğinden fazla acı çekiyordunuz. Neden bu yola zaman ayırıp kendinizi değiştirdiğinizi de biliyoruz. Zira bu sizin hayatınızın olması gerektiğinden daha fazla izdıraplı olmasını önlüyor. Odakta siz varsınız ve şimdi size aşağıdaki yazacaklarım çok bencilce gelecek ama emin olun değil :

Sizin için öncelik sizsiniz, sonra varsa çocuklarınız ve sonra kız arkadaşınız / eşiniz.

Nasıl ya? Çocuklarımı kendimden önemli saymam gerekmez mi diyebilirsiniz. Ama emin olun böyle romantik duyar kasmalarının çocuklarınıza bir yararı yok. Kendi potansiyelini en tepeye çıkarmak yerine hayatını çocuklarının ihtiyaçlarına adayan bir erkek, çocuklarına iyilik yapıyor gibi hissedebilir ama kendisini daha yukarı çekerek çocuklarının geleceğini de daha iyiye çekeceğini hesaba katmadığından aslında kötülük yapıyor da olabilir. Çocuklarınız size bağımlı ve o nedenle de kendinize çok iyi bakmalısınız ve odaklanmalısınız. Kendini yüzde 100 ihmal edip hayatını ailesine adayan ve 40lı yaşlarının sonunda kalp krizi ya da beyin kanaması ile aniden ölüp, daha 15 yaşında bile olmayan çocuklarını ortada bırakan ne kadar çok erkek var bilseniz!

Neyse konumuza dönelim. Kadınınız eğer daha maskülin olmanızı protesto ediyorsa, buna kesinlikle duygusal bir tepki vermeyin. Kadın sadece erkeğin kontrolünü yeniden eline almaya çalışıyor. Çoğu kadın bir yerde erkeğin buna boyun eğmeyeceğini anlayıp bu dırdıra bir son verir. Hatta çoğu kadın, bir süre dırdır ile sizi shit teste çeker ve boyun eğmediğinizi görüp size daha bağlı olarak geri döner.

Şu uyarıyı da yapmamız lazım : kırmızı haplıyım diye hayat boyu seni seviyorum demeyeceğim, çiçek almayacağım ya da romantik birşeyler yapmayacağım sanan bir erkeğe dönerseniz, o dırdırın tek sebebi sizin maskülin olmanız değil, daha çok Erkek Adam olayım derken erkek ayıya dönüşmenizdir. Bu tür romantik jestleri yapmanız gerek ama feminen erkeklerden farklı olarak, siz istiyorsunuz diye, kadın ya da toplum zorluyor diye değil. Mesela 14 Şubat Sevgililer günü kepazeliğinde hediye falan almayın zira bu sizden beklenen birşey ve almanız boyun eğmeniz demek. Ama 2 hafta öncesi ya da sonrası bir romantik süpriz yapın. Öncesi daha iyi, zira sonrası sanki siz 14 Şubatta kendinizi affettirmeye çalışıyorsunuz gibi görünür.

Eğer maskülin davranışları kadın dırdırı ile bırakıyorsanız ise var halinize. Kadına sizi istediği zaman kontrol edebileceğini gösterdiniz.

Şimdi evli ve çocuklu kardeşlerimize gelelim. Kırmızı hap ile fişten çekildiğinde kendini mavi hap mantalitesi ile girdiği bir evlilikte evli ve çocuklu bir halde bulmak sanırım, fişten çekildiğinizde olabileceğiniz en kötü durumdur. Üstüne hem sizin içinizi dışınızı bilen bir hatun ile berabersiniz, hem de sizin erkekliğinizi devlet zoru ile götünüze nafaka ve iştirak nafakası şemsiyesi olarak sokup açacak bir belgeye imza atmışsınız.  Sizin işiniz daha zor ama yine de kadının dırdırına boyun eğmeyin. Umarım evlendiğiniz kadın, artık daha çok kadının olduğu gibi erkeklerle ilişkisi bozuk ve ruhen hasta biri değildir. Eğer böyle değilse, çoğu erkek gibi evliliğinizde düzelme göreceksiniz. Ama eğer kadın bu tip bir hasta ise, masküliniteyi şeytani bir tiranlık olarak algılar ve buna çok sert bir tepki gösterir. Bunlar babaları ile ilişkileri kötü kadınlardır genelde. Sizin yine masküliniteyi bırakmamanız lazım ama bu tip bir kadınla evliliğin çirkin olmayan bir şekilde bitmesi pek mümkün değil.

Bolluk zihniyetinin dorukları

Farkettim de, alfa aşağı, alfa yukarı konuşuyoruz ama etten kemikten alfalara pek örnek vermiyoruz. Bugünden başlayarak açığı kapatalım ve hatta bugün iki tane verelim. Amerika’da maçlarda kiss cam (öpücük kamerası) diye bir olay var. Çiftlere odaklandı mı, çiftler büyük ekranda çıkıyor ve öpüşmeleri bekleniyor.

Aşağıdaki abinin ise bolluk zihniyetinin tepe noktalarındaki hareketi de bizi kopardı. Hatunu da koptu. Abinin başındaki alfa oturuşuna dikkat edin :

  • kızın beklentilerine meydan oku
  • cazibeli serseri ol
  • sıkıcı bir beta / efendi çocuk olma

Arada bu kiss camlere böyle elemanlar çıkıyor. Bir de dondurmasını hatundan cengaverce koruyan aşağıdaki alfa elemana bakın.

Hatun elemanın dondurmasından kaşıklamaya çalışıyor ama eleman dondurmayı çekince kaşık havada kalıyor. Hatun hemen surat yapıyor ama eleman kıza bakmıyor bile. Tüm dikkati oyunda. Kız bir atak daha yapıyor ama eleman dondurmasını yine başarı ile kaçırıyor. Eleman yine hatunun sormaya bile yeltenmeden “hakkı” saydığı bir kaşık dondurmayı geri çekiyor. Özür yok, kızgınlık yok. Dikkatle bakarsanız elemanın suratında belli belirsiz bir sırıtış var.

Hatunun suratındaki “bana bunu yaptığına inanamıyorum, ben bir kızım” bakışına dikkat edin. Eleman sonrasında hatuna dondurmadan tattırıyor ama dikkat edin o kaşıklama anında bile hatuna bakmıyor.

Eleman gayet eğleniyor. Kız da. Standart iyi çocuk kadınına böyle birşeyi yapmayı aklından bile geçiremez ama aslında bu tür kötü çocuk anları kadınların çok hoşuna gider. Bu çift viral olduktan sonra beraber televisyona çıkmışlardı ve “bu olay bizim için hiç önemli birşey değil ama olay oldu” demişlerdi.

Sizin için önemli olmayabilir birader fakat şu kısacık video ortalama iyi çocuğa kadın – erkek ilişkisi dinamiği konusunda beta akım medyada çıkan binlerce taviyeden daha fazla bilgi veriyor.

Video İngilizce ve çevirmeye üşendim ama medyaya neden beta akım dediğimi bu videodaki spikerler çok iyi gösteriyor. Biraz ingilizce biliyorsanız “she”‘nin kadın için, “he”nin erkek için kullanıldığını bilirsiniz. Adamlar neredeyse tamamen “she” diyor ve aslında tamamen kızın tepkilerine odaklanmış ve beta perspekstifinden “kadının suratındaki ifadeye bak, eve gidince başın dertte diyor” yorumları yapıyorlar. Adamın perspektifi yok tabii. Feminizasyon o kadar derine işledi ki, bu videoda yorum yapan adamların kendilerini ışık hızıyla kadınla özdeşleştirmeleri ( yani kadınlaştırmaları) neredeyse hiç kimseye garip gelmiyor.

Ortalama bir beta erkek bu elemanın bir ayı olduğunu ve eve gidince dırdır yiyeceğini düşünür. Oysa kırmızı hapı yutmuş bir erkek o gecenin nasıl duvardan duvara bittiğini tahmin etmiştir 😀

Bu iki adamın da ortak özelliklerine dikkat :

İkisi de kız arkadaşlarından onay aramayan tipler

İki erkek de sosyal baskıya boyun eğmiyor

İki erkek de ne kızın ne de toplumun bu antika hareketlerini nasıl değerlendireceğini umursamıyor

İkisi de sonuçtan bağımsız (bolluk zihniyeti ile olur ancak)

 

Türk Kızı çok rererö

Red Pill‘i keşfetmeden önce kadınlara öfke duyuyordum. Hatta sık sık, Türk kızı başlığını okuyup öfkemi pekiştiren entryleri beğeniyordum. düşüncelerimin aksini yazanlara da sinir oluyordum. Türk kızı masum olamazdı. Kendini beğenmiş, kokoş bir kezban olmalıydı ve biz çok şanssız olmalıydık. Tabi ki param olmadığı için tercih edilmediğimi düşünüyordum. İlişkilerim kısa sürüyordu ve çoğu, sevgili olma aşamasına gelmeden bitiyordu. Uzun zaman bunun sebebini düşündüm. Bir yerlerde yanlış yapıyordum ama nerede yanlış yaptığımı bir türlü bulamıyordum. Bu konuyu genç, yaşlı bir sürü kadınla konuştum. Söyledikleri şey, doğru zaman geldiğinde doğru insanın beni bulacağıydı.

Üniversite hayatım boyunca doğru zaman bir türlü gelmedi. Doğru kadın da öyle… Bir süre sonra, gerek zeka, gerekse entelektüel açıdan diğer insanlardan üstün olduğumu düşünmeye başladım. Kadınlar cahil ve geri kafalıydı. İşleri güçleri evlilikti. Kendilerini ilişkileri üzerinden tanımlıyorlardı ve ilişkiler dışında konuşacak şeyleri yoktu. Bense o zamanlar Alfred Adler, Jung, Freud, Nietzsche okuyup Dünya Sinemasının sanatsal filmleriyle kafayı bozmuştum. Kadınlardan da umudumu kesmiştim. Belki abartı gelecek ama kadınları ölene kadar hayatıma dahil etmemeyi bile düşündüm. O zamanlar MGTOW ya da Red Pill’den haberim yoktu. Meğer MGTOW kafasıyla düşünüyormuşum.

Red Pill’le tanışmam Skeptico sayesinde oldu. Uzun zaman söylediklerine inanmadım. Aşırı abartı geliyordu fakat tecrübelerim Skeptico’yu haklı çıkarıyordu. Onun perspektifinden bakınca nerede, ne hata yaptığımı anlayabiliyordum. Beni Red Pill’e bağlayan esas şey, Red Pill’e yönelik hakaretler ve aşağılamalar oldu. Hiçbiri tutarlı değildi. Öfke ve nefret dolu feminaziler ve meriçler adeta Red Pill’den ve erkeklerin uyanışından rahatsız oluyorlardı. Bunun başka bir izahı olamaz. Bir şeye sürekli hakaret edip o şeyi savunanları aşağılıyorsanız bu öfkenizin sebebi o şeyin gerçek olabilme ihtimalinden rahatsız olmanızdır. Karşıt fikirleri Red Pill’den daha çok okudum ama bu mantıksız, tutarsız eleştiriler beni Red Pill’in içine çekti. Bu aşamadan sonra Türk kızına dair hiçbir öfke ve kızgınlık duymamaya başladım. Evlilik ve çocuk yapma arzusunu anlayabiliyordum. Kadın doğası buydu. Bunu inkar etmek, doğayı ve milyonlarca yıllık evrimi inkar etmekti. Çocuk doğurmak isteyecekti, çocuğunu emzirdiğini, büyüttüğünü hayal edecekti. Topluma ve aileye şekil veren geleneklerini benimseyecekti. Çalışmak yerine evde durup kendi çocuğuna bakmak isteyecekti. Bundan doğal ne olabilir ki?

Kadın vücuduna bakın. Narin ve zayıf. Kastan ziyade yağdan oluşuyor. Kemikleri ince. Kadının zihnine ve düşünce yapısına bakın. Duygusal, hassas, ürkek, kararsız. Bir kadın, yorucu ve uzun mesai saatlerine, iş yüküne, iş yerindeki psikolojik baskıya ve katı kurallara nasıl dayansın? Böyle bir ortama kadınlığından ödün vermeden nasıl adapte olsun? Emekli erkeklerin evde durmak istememesi, çabucak sıkılıp kendilerini dışarıya atmaları da yine bu sebepten. Erkek, doğası gereği mücadeleci ve savaşçı. Kadın, doğası gereği edilgen ve stabil. Dahası; Türk kızı, ailesine ve evine düşkün. Diğer milletten kadınlara göre daha anlayışlı ve sadık. Türkiye’deki boşanma oranları Avrupa ile kıyaslanınca devede kulak gibi kalıyor. Yine Türk kızı, hipergamisini baskılamakta diğer ülkelerin kadınlarına nazaran daha başarılı çünkü Türkiye’de hala gelenekler, din, örf ve adetler önemli bir yer tutuyor. Aldatan kadın orospu ile eş tutuluyor.

Peki Türk erkekleri bu kadınlardan neden bu kadar şikayetçi? Aslında bu şikayetler, tipik yetersiz, tercih edilmeyen erkek şikayetlerinden pek farklı değil. Hatta birkaç istisna dışında neredeyse diğer ülkelerdeki erkeklerin şikayetleriyle aynı. Bunlardan en çarpıcı olanı, sekse ulaşımın zor ve aşırı maliyetli olması ki, bu bence 10 sene önce tarih oldu. Artık Türkiye’de sekse ulaşım, toplumun her kesimi için neredeyse Avrupa ile aynı seviyede. Sekse ulaşamayan ya da çok zor ulaşan biri, bu noktada kendi değerini ve yeterliliğini sorgulamalı.