Disiplin, erken yatmak ve uyku düzeni

Disiplin sağlayamıyorum diye bana ulaşan çok sayıda insan var. Bana ulaştıklarında kafalarında disiplinli olup yapmak istedikleri birçok şey var.  Aynı zamanda neden disiplinli olmadıklarına dair birkaç fikirleri de var.

Bana disiplinsiz ve darmadağın bir hayatım var ve bu konuda ne yapacağımı bilemiyorum diyenlerin hemen hemen tamamıyla aramda şuna benzer bir diyalog geçiyor:

“Disiplinsizim, ders çalışamıyorum / işe geç gidiyorum / dükkanı zamanında açamıyorum, vs. vs.”

“Peki yataktan kaçta kalkıyorsun?”

“Evet çok geç kalkıyorum. 10 – 12 arası. Geç kalkmam büyük sorun değil mi?”

“Kaçta yatıyorsun?”

“Sabaha karşı 2 – 4 gibi.”

“Senin büyük sorunun geç kalkmamak değil geç yatmak.”

Gece 2 – 4 arası yatıp sabah erkenden nasıl kalkacaksın ki? Asıl sorun gece yatmamak. Şimdi “ben gece çok daha verimliyim” diye çıkışacak arkadaş, tamam sen azınlıksın ve bundan sonrasını okumana gerek yok. Ama insanların büyük çoğunluğu saatlerce çalışıp gece 2 – 4 gibi yatmıyorlar. Gördüğüm kadarıyla özellikle 23:00 – 03:00 arası tek yaptıkları şey internet, sosyal medya, boş youtube videoları, vs. Belki kitap da okuyorlar ama bu 4 saatlik dilimin %90’u çöpe gidiyor.

Eskiden bu çoğunlukle erken kalkmama lüksleri olduğunu sanan üniversite öğrencilerinin ya da liseyi bitirip üniversiteye ilk sene kazanamamış öğrencilerin sorunuydu. Ama şimdi eve kapanan ve evden çalışan büyük bir beyaz yaka nüfusu da bu problemle karşı karşıya. Bana bazen evde çalışan kimse 10:30’dan önce işe başlamıyor gibi geliyor.

Hayatınızda disiplin istiyorsanız ve böyle bir uyku düzeniniz varsa size açıkça söyleyeyim: bu problemi çözmediğiniz sürece disiplini unutun. Birkaç bohem sanatçı dışında geceleri bu şekilde yaşayıp geç kalkan ve buna rağmen başarılı olan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Yahu bunu bilmeyen mi var diyeceksiniz ama maalesef çok var. Benim görüştüğüm çoğu insan, asıl sorunun bu olduğunu öğrenince çok şaşırıyor zira bunu o kadar önemsemiyorlar.

Burada asıl sorun geç yatmak. Bunu erken yatmaya ve hep aynı saatte yatmaya çevirmeniz gerekli. Hep aynı saatte zira hayatınızdan depresyonu uzak tutmak ve diğer şeyleri disiplin altına almak için böyle bir sabite ihtiyacınız var.

Depresyonla mücadele eden insanlarda sıklıkla gördüğünüz birşey, ve depresyonun nedeni konusunda çok genel bir önerme ortaya koymuyorum zira depresyonun bir sürü nedeni var, hayatlarında yeterince düzen olmayan insanlar, hayatın ağırlığı altında ezilmeye meyillidirler.

Örneğin birileri bana gelip depresyonda olduğunu söylerlerse, onlara her zaman standart bir soru setini sorarım.

İşin var mı? Eğer bir işin yoksa, toplumumuzda cidden başın beladadır. Öncelikle biyolojik ritminiz sapıtır zira akşam belli bir saatte yatmak ve sabah belli bir saatte kalkmak için bir nedeniniz yoktur. Çoğu insanın hergün aynı saatte uyanmamaları, günlük ritimlerinin (circadian rythm) çalışmasını takip ettiklerinden, yataktan kalkar kalkmaz depresyona girmeleri için tek başına yeterlidir. Özellikle de öğleden sonra uyuklamaya başlarlarsa.

Jordan Peterson – Bir yaşam rehberliği – Bölüm I

İdeal zaman 11:00 ama 10:30 da olabilir. Eğer 11’de yatıp 7 saat uyursanız sabah 6’da kalkabilirsiniz. Sabah 6’da kalktıktan sonra 12:30 gibi 30 dakika  – 1 saat öyle uykusu da yapabilirseniz süper.

Sabah bilinciniz yeni açılırken özellikle de gece geç yatmışsanız, kendinizi yataktan çekip çıkaramayabilirsiniz. Gece erken yatma konusunda daha fazla kontrolünüz var. Ama hemen heveslenmeyin, daha fazla kontrolünüz var ama bu birçoğunuz için kolay değil. Çoğunuz gece sosyal medya, netflix, mesajlaşma gibi artık bağımlılık olan alışkanlıklar geliştirmiş vaziyettesiniz. Bunların varlığında erken yatmanız çok zor olacaktır. Bunun için genellikle şunu tavsiye ediyorum:

1 – 23:00’de yatacaksanız 22:00’de bilgisayarı ve cep telefonunu bırakın.

2 – 23:00’de ışıkları söndürün, cep telefonunu uzağa koyun ve yatağa girin. Cep telefonunuzun hiçbir notifikasyonu açık olmasın. Airplane mode’a alıp yatabilirsiniz mesela.

3 – Uykuya dalmasanız bile yataktan çıkmayın! Biraz televizyon izleyeyim, instagram bakayım, vs. uykum gelir diye düşünmeyin. Tavana bakın, pencereden dışarıya bakın, gözlerinizi kapayıp koyun sayın, vs. 23:00’de yatağa girip 01:00’de uykuya dalabilirsiniz ama yataktan çıkmayın ve ekran açmayın. Işık açıp kitap da okumayın.

Birçoğunuz bir sıkıntıdan dolayı gece ayakta o nedenle bu dediğimi yaparken çok zorlanacaklar. Zira bu kişilerin temel motivasyonlarından biri de canlarını sıkan şeyi düşünmekten kaçmak.

4 – Saat 14:00’den sonra kahve ve çay içmeyin.

5 – Günde 15-30 dakika meditasyon yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Bunu yatmadan önceki 4 saatte yapmayın.

Tekrar ediyorum, gece çalışan biri değilseniz, hergün aynı saatte erken yatıp erken kalkmadan (arada bir bir şeyi yetiştirmek için 3 – 4 gün arka arkaya sabahlamanız gerekebilir ama biz burada normalinizden bahsediyoruz) başarılı olma şansınız çok düşük. Disiplinli olmanız neredeyse imkansız. Disiplinsiz biriyseniz ve uyku düzeniniz kötüyse ilk uğraşmanız gereken şey o.

Aileyi suçlamak, aileyi sevmemek

Mahmut Abi selam. Herhangi kötü bir durumda olduğumuzun sorumlusu sadece biziz diyorsun ya, ben kırmızı haptan sonra çok fazla anneme ve babama suç yükler oldum.

İçinde bulunduğun durumun suçlusu ya da sorumlusu illa sen olmayabilirsin. Suçlu sen de olabilirsin ama dünya adil bir yer değil. Ama içinde bulunduğun durumdan çıkmanın sorumluluğu senin. Ayrıca sen erkeksin. Bir erkek olarak senin düşmen, harcanıp gitmen falan toplumun umrunda değil. Bu toplumun da değil, en gelişmiş toplumun da. Bugünkü modern toplumun da umrunda değil, 1000 yıl önceki toplumlarında. Benim düşmem de kimsenin umrunda değil senin düşmen de ya da başka bir erkeğin düşmesi de.

Kırmızı hap romantik bir akım değil. İçinde bulunduğun dünyayı veri kabul edip burada nasıl yukarı çıkarım diye bir yol planı yapma akımı. Çoğu insan gücünün yetmeyeceği şeyleri değiştirmeye zihin enerjisi harcar ki aslında bu daha zor bir şey olan kendini değiştirmeme bahanesidir. Örneğin askerlik yazısında ben askerliğin zorunlu olmasını veri alırken biri gelip “askerlik zorunlu olmamalı neden bunu tartışmıyoruz?” derken askerlik zorunlu iken nasıl en iyi planı yaparım diye düşünmek yerine askerlik kaldırılsın diyerek plan falan yapmayabiliyor.

Aynı şekilde ailen de bir veri. Çoğu insanın ailesi tarafından çeşitli seviyelerde kötü yetiştirildiği de bir veri. Birçok aile bildiğin patolojik ve bunlar da nesilden nesile aktarılan patolojiler.

Enerjinin sınırlı olduğu da bir veri. Sen bir yandan ailenden nefret ederken bir yandan “durum bu burdan yukarı nasıl çıkarım” diye plan yapamazsın. Birinden birini bırakman lazım. Hayatın boyunca ailenden nefret edebilirsin ama bu arada da sokaklara düşebilirsin. Annen baban göçüp gittikten sonra kimse seni takmaz. Sorumluluk sende derken bunu diyorum.

evet çoğu şey benim sorumluluğum ama anne ve babaya düşen çocuğu doğru tarafa yönlendirmek olduğunu düşünüyorum. bu imkanı ve gücü kendilerinde görmeme rağmen misal çeşitli doğru alışkanlıklar erken saatte kalkma, sigara içmeme, diş fırçalama gibi. genelde ebeveynler çocuklarını kıyaslarlar ve bunun ben tam tersini yapmaya ve ikisinden de nefret etmeye başladım. hakikaten bütün sorumluluk bizde mi? çünkü bir çıkmaza girdim.

sanırım depresyon aşamasından daha çıkamadım.

Depresyondan çıkmanın ilk adımı, aileni Coca Cola Ramazan Bayramı reklamlarındaki gibi ütopik ailelerle değil ortalama Türk ailesi ile kıyaslaman.  Herkesin mükemmel ailelere doğmadığı gerçeğini görmen lazım. Mükemmel aile diye bir şeyin olmadığını görmen lazım. (Yabancı kırmızı hap camiasında çokça yapılan ve her zaman güldüğüm bir absürt hareket var. Bakın ABD 1950’lerde ne kadar güzelmiş, kadınlar kadın gibi, erkekler erkek gibi, her şey pırıl pırıl, kuşlar böcekler, … Paylaştıkları foto ve videolar da hemen hemen istisnasız 1950lerden reklam filmleri!)

Dünyanın adil olmadığını anlaman lazım. Senden daha kısa çöpleri çekmiş insanları görmen lazım ki sadece anlattıklarından gördüğüm senin kısa çöp konusunda dibten bayağı uzaktasın. Anne babasının terk ettiği, taciz ettiği, taciz edilmesine ses çıkarmadığı, sürekli olarak aşağıladığı, vs. bir sürü insan var.  Kendini biraz da onlarla karşılaştırman lazım. Bu durumdan bile hayatlarının sorumluluğunu alıp çıkan insanları görmen lazım. Bu dünyanın o ya da bu şekilde ızdırap dolu olduğunu ve adil olmadığını görmen lazım. İnan bana 3 yaşında çocuğun beynine tümör koyabilen dünya size sandığınızdan çok daha insaflı davranıyor.

Depresyondan çıkmanın ikinci adımı ise bahsettiğin disiplinin yetişkin bir erkeğin kendi kendine öğrenebileceği bir şey olması. Nöroplastisite diye bir şey var sonuçta.

Üçüncü olarak da ailenle çok kısa süre içerisinde gerçek anlamda ebeveyn – çocuk ilişkinin kalmayacak olması. Zira yetişkin bir erkek olacaksın ya da olman gerekiyor. O başka ve daha mesafeli bir ilişki. Bu duygusal yükün olmayacağı bir ilişki.

Tembelliğe kapılan ya da düzeni bozulan arkadaşlara tavsiyeler

Mahmut Abi selamlar. Dex kullanıcı adı ile yazıyorum.

Pandemi süresinde ve ondan sonraki süreçte bazı arkadaşların yorumlarını gördüm ve düzenlerden koptuklarını ve tembelliğe sürüklendiklerini okudum. Sadece pandemi de değil aslında kız arkadaşlarıyla ayrılanların da hayatları ve düzenleri bozulabiliyor bir süre buna kafayı taktıkları için.

Kendimden böyle süreçlerden geçmiş ve bunu geliştirdiğim yöntemlerle atlatmış biri olarak bir yazı yazmak istedim arkadaşların faydalanması açısından. Eğer sen de uygun görürsen ve paylaşabilirsen sitede çok mutlu olurdum.

Hepimiz pandemi sürecinden geçiyoruz ve bu süreç çoğumuzu tembelliğe sürüklemiş olabilir. Düzeni bozulanlar olmuştur mutlaka. Ayrıca kız arkadaşımızla ettiğimiz bir kavga ya da bir ayrılık da tüm dikkatimizi dağıtıp bizi yapmamız gerekenlerden alıkoyabiliyor. Bunların hepsini ben de tecrübe edindim ve üstesinden gelmiştim.

İnsanlar kötü bir şey yaşadıktan sonra özellikle bu olay beynini kurcalıyor ve yapması gerekenlerden onu alıkoyuyorsa bu kişi küçük adımlarla başlamalı. Birden büyük adımlar atmaya kalkmak erken yorulmaya ve bıkmaya sebep olup, süreci devamlı kılmayacaktır.

Bu yüzden ilk olarak üstünde durmam gereken konu ve bence en önem teşkil eden tabii ki SABAH RUTİNİ! Sabah rutininizi düzene oturtabilirseniz güne daha efektif bir başlangıç yapıyorsunuz ve günün devamı da o şekilde gidiyor. Eğer güne, elinizde telefonla başlayıp yatakta malak gibi yatıp whatsapp ve instagram gibi mecralarda takılırsanız (benim de yaptığım hatalardı) günün devamında o şekilde bir tembellik sizi takip ediyor.

Sabah rutini aslında fazla efor gerektirmeyen çok sade gözüken bir dizi aktivite gibi düşünebiliriz. Örneğin; güne yatağınızı toplayarak başlamak, iki bardak suyunuzu içmeyi ihmal etmemek, stretching(esneme) egzersizleri gibi aktiviteler. Ben ayrıca aç karnına “vacuum” adı verdiğimiz karın hareketini de yapardım. (Merak edenler araştırıp yapabilirler.) Bunları yapmadan önce söylemem gereken en kilit nokta, ASLA uyandıktan sonra telefonunuza bakmayın! Kendinizi uyandıktan sonra sosyal medya gibi mecralardan soyutlayın. Emin olun bir iki saat telefonunuza bakmazsanız hiçbir şey kaybetmezsiniz. Kalkın, yukarıda saydığım sade aktiviteleri yapın, kahvenizi koyun ve öğrenci arkadaşlar özellikle direk dersinizin başına oturun. Çünkü sabah kalktıktan sonra içeceğiniz bir fincan kahve ile kafeinin de etkisi ile odaklanmanız maksimuma çıkıyor.

Bu tarz bir rutinle kendimi hem kafama takılan dertlerden soyutluyorum hem de ders çalısmak için en yaratıcı en odaklı zamanımı en verimli şekilde kullanmıs oluyorum. Tekrar söylüyorum, eğer telefona düşecek olursanız gelen sosyal medya bildirimlerinden ya da mesajlarınızdan tüm odağınızı kaybedip günün en verimli saatlerini çöpe atmış oluyorsunuz. En başta saydığım küçük aktiviteler size basit gelse de sizi disipline etme açısından çok faydalı olacaktır emin olun. Bunları tamamlamanız gereken küçük görevler gibi düşünün. Bunları tamamladıktan sonra kendinize koyduğunuz gün içinde daha büyük hedeflere ve çalışmalara yönelebilirsiniz. Ama küçük hedefleri bile başaracak disipline sahip değilseniz daha büyük hedefler için gerekeni yapamazsınız. Küçük bir olayda hemen dağılır ve ordan oraya savrulursunuz. Sabah yapacağınız küçük adımlar ve hedefler gün içinde sizi daha büyükleri için motive edecektir.

Spor ve ağırlık kaldırma konusuna her zaman meditasyon gibi bakmışımdır. Ne zaman kafamda tilkiler dolaşsa, kız arkadaşımla kavga etsem, ayrılık yaşasam ya da başka bir sıkıntıdan dolayı tembelliğe düşsem evde yatarak kendimi daha iyi hissetmedim hiçbir zaman. Spora gidip, kulağıma kulaklığı takıp o ağır kiloları elime almak beni tamamen dış dünyadan soyutluyor. Sizin de ihtiyacınız olan şey bu aslında. Vücudunuz ya da testosteronunuz için değil o an sadece kendinizi soyutlamak ve meditasyon yapmak için kendinizi ağırlıklara atın. Emin olun çok daha iyi hissedeceksiniz ve bu tarz tembelliklerden ve sıkıntılardan kurtulmanın en güzel yolunun ağırlık kaldırmak olduğunu düşünüyorum. İddia ediyorum ki birkaç antrenmana hiçbir şeyiniz kalmayacak ve düzeninizi oturtmuş olacaksınız. Kilit nokta, en başlarda zorlamada olsa kötü bir antrenman dahi geçirseniz kendinizi o salona atın. Gördüğünüz gibi olay tamamen kıçınızı kaldırıp uygulamaya bakıyor aynı yapana kadar yapıyormuş gibi yapacaksınız ve otomatik bir hale gelecek bir iki antrenmana.

Son olarak söylemek istediğim şey, hepimiz kötü zamanlar yaşayıp kafamızı bir sürü gereksiz dert ve sıkıntıyla doldurabiliyoruz. Tembellik yapmak ve yan gelip yatmak bunun çözümü asla değil. Aksine sizi “overthinking” e sürükleyecek ve daha değişik sıkıntılara ve kafanızda daha kötü senaryolar yazmanıza sebep olacak. Bu sitede daha öncede söylendi. Arkadaşlar motivasyonla ancak günü kurtarırsınız. Yaşadığınız kötü tecrübeler, sıkıntılar ya da boktan kız meseleleri bile sizin kendinizi motive etme yetinizi öldürür. Her zaman motive olacak güce sahip olamazsınız. Öte yandan disipline sahip olursanız, en başlarda küçük adımlarla başlayıp bu disiplini daha yüksek seviyelere taşırsanız ne olumsuz olaylar sizin düzeninizi yıkabilir ne de tembelliğe sürüklenirsiniz.

Dex

Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Önceki bölüm: Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki bölümde, insanın yapmak istediği şeyleri ulaşılabilir köşe taşlarına bölerek bu köşe taşlarına ulaşması ve ulaştığında ise kendisini takdir etmesinin, dopamin salgılayarak insanı bir işi yarı yolda bırakmaya iten adrenalinsayacını sıfırladığından ve bunun da insana sınırsız bir “enerji” verdiğinden bahsetmiştik. Dopamin hormonunun içsel bir ödül mekanizması sağladığını ve bunu içsel olarak harekete geçirmenin dışsal ödülden çok daha kolay ulaşılır ve sağlam olduğunu söyledik.

Kısacası insanlar eğer daha büyük bir hedefi küçük ve genelde ardışık hedeflere bölebilirlerse ve bunların herbirine ulaştıklarında kendilerini takdir ederlerse, hedeflerini başarma konusunda sınırsız bir enerji ve odaklanma elde edebileceklerini anlattık.

Bunu en iyi Özel Kuvvetlere asker seçiminde görebiliriz zira bu süreç tamamen bahsettiğimiz mekanizmaya ihtiyaç duyar. Seçim sürecinde askerler asıl yapılacak işle alakasız ve işkence sınırlarında gezen şeyler yaparlar. Ağır kütükler taşırlar, soğuk suda yüzmeleri istenir, vs. Seçim sürecinin başında herkes oldukça fit ve süreci başarıyla geçeceğine emin bir şekilde gelir. Ama buna rağmen bu askerlerin çok azı seçim sürecini başarıyla tamamlar.

Kazananların sağlam ve azimli olduklarına şüphe yok. Bunlar gerekli önkoşullar ama yeterli değiller.  Öyle olsaydı çok daha fazla sayıda asker seçim sürecini başarıyla tamamlardı. Süreci tamamlayanların hilesi, muhtemelen buraya kadar bahsettiğimiz ödül sistemini kullanmaları. Zira bu adamlar kendileri tarafından kontrol edilmeyen çok çetin bir çevrede, içsel bir şeyi çok iyi kontrol edebiliyorlar.

Özel Kuvvetler seçmelerinde sizi birileri elemiyor. Tek yapmanız gereken pes etmemek. Yani insanlar süreçten çıkmaya kendi kendilerine karar veriyorlar. Bence pes edenler fiziksel durumlarından çok (yaralanmaları saymıyorum) beyinlerindeki nörotransmitter hormonları yönetemediklerinden pes ediyorlar. Kazananlar ise bir şekilde süreci ulaşılabilir hedeflere bölüp o hedeflere ulaştıklarında kendi kendilerini takdir ederek ödüllendiriyorlar. Zira çevrede dışsal bir ödül de yok.

Bu seçmelerde insanı en çok zorlayan şeyler uykusuzluk ve çok soğuk / sıcak hava. Rahat bir odada, karnı tok ve yeterince uyumuş bir haldeyken odaklanmak ve içsel ödül sistemini yönetmek görece daha kolay.

Birini uykusuz bırakmak, onun odaklanma kabiliyetini darmadağın etmek için en iyi yöntem. Uykusuzluk sinir sistemini darmadağın eden bir şey.

Bu süreci geçen herkes bunu değişik şekillerde yaptılar ama ben size nasıl yapmadıklarını söyleyeyim. Sadece azim ve kararlılık ile yapmadılar. Kazananlar sürece bir anlam atadılar ve günü geçilmesi gereken hedef dilimlerine böldüler. Mesela günü bir şeyler yedikleri zamanlardan böldüler ve her yemeği ulaşılacak mikro hedef haline getirdiler. Kazanana eşiği aşıran fiziksel güçleri değil bu hedef yönetim şekli oldu.

Laboratuvarda David Goggins (ultra maraton sporcusu) ile çalışma fırsatı buldum. Biz burada cesaret/korku, dayanıklılık/pes etme gibi konuları araştırıyoruz. Örneğin korku yaratmak için insanları köpekbalıkları ile dalış yaptıkları bir sanal gerçekliğe sokuyoruz. Tamam gerçek değil ama insanı içine çeken bir deneyim. Ya da yükseklik ya da kapalı mekan korkularına yönelik sanal gerçeklik ortamlarımız var.

David laboratuvara geldiğinde ona ne yapacağımızı anlattık ve ilk söylediği şey “köpekbalıklarını hiç sevmem” oldu. Daha sonra deneklere ilk kim yapmak istiyor diye sorduk. David hemen öne çıktı. Ama hareketleri “ilk ben yapacağım tabii ki” mesajını yansıtıyordu.

Benim dikkatimi çeken köpekbalıklarından hoşlanmadığı konusunda da, deneyi ilk yapanın kendisi olması konusunda da oldukça açıktı. Size David ile ilgili veriyi açıklayamam ama şunu söyleyebilirim ki David temel zihinsel tekniği çözmüşe benziyor. Yani adrenalinin görevinin bizi bir yerde çakılı kalmak yerine harekete geçirmek olduğunu ve davranışlarını kullanarak hissettiklerini ve algılama şeklini modifiye ediyor. Yani köpekbalıklarını sevmediğini biliyor ama sanki köpekbalıklarını kucaklayan biri gibi ilk sıraya geçme hareketini yapıyor. Hissettikleri hareketlerini yönetmiyor, hareketleri hissettiklerine meydan okuyor ve belki de onları modifiye ediyor.

Çoğu insan bunun tersini yapar. Hissettiklerinden oldukça rahatsızlık duyarlar ve çevre ile resmen algı pazarlığı yaparlar. Başka şekilde hissetmeye kasarlar ama bu çok zordur.

Burası önemli. David nöroplastisitenin temelini çözmüşe benziyor. Beyni modifiye etmenin, yeniden programlamanın yolunun insanın kendisini bilinçli ama kontrollü bir şekilde oldukça rahatsız edici bulduğu durumlara maruz bırakması olduğunu anlamışa benziyor. David köpekbalıklarından korkuyor ama korkmayan biri haline gelmenin yolunun (1) kendisini isteyerek köpekbalığı ortamına sokmak, (2) bu ortamın ateşlediği adrenalini kullanarak harekete geçmek, (3) bu davranışların odaklanma yardımıyla beyni yeniden programlaması olduğunu çözmüş.

David’in çözdüğü şeylerden biri de bir hedefe ulaşmak için yapmak zorunda olduğunuz şeyleri illa severek ve aşk ile yapmanızın gerekmediği. Evet bu süreci aşk ile yapıyorsanız ne mutlu ama bu süreci başarılı bir şekilde geçmenin tek yolu zevk veya aşk değil. Örneğin yapmazsanız ne olacağını kafanızda canlandırarak yaratacağınız korku hatta terör de işinize yarar. David gibiler burada hissettiklerinden değil davranışlarından başlıyorlar. Köpekbalıkları ile yüzmeyi sevmiyorlar ama kendilerini suya atıyorlar ve sanki köpekbalıklarıyla yüzmeye can atan biriymiş gibi davranıyorlar. Zevk değil korku ile gelen adrenalin ile harekete geçiyorlar ve davranışları hissettiklerini belirliyor.

Hissetmek – algılamak – duygular – düşünmek – davranmak sıralamasını düşünün. Dışardan gelen sesi algılarız, bu bizde duygu ve düşünce oluşturur ve davranırız. AMA sinir sisteminizi kontrol etmenizin yolu bu süreci tersten çalıştırmaktır. Eğer davranışlarınızı değiştirirseniz, düşünce ve duygularınız ve daha sonra algılarınız da bu davranışlarınıza göre değişir. Herkes önce algı – duygu – düşünce üçlüsünü değiştirmeye çalışıyor ama işin özü değişim davranışlardan başlar.

Nöron bilimi size kimyasal mekanizmaları açıklıyor ama sizin başarı için farkına varmanız gereken şey algı – duygu – düşünce üçlüsünün çok karmaşık, neredeyse soyut ve kontrolü zor mekanizmalar oldukları ama davranışların daha elle tutulur ve kontrol edilebilir olduğu. Farkına vermeniz gereken şey davranışlarınızın algı – duygu – düşünce sistemini kontrol edebileceğiniz kumanda mekanizması olduğu.

Bakın duygular, algılar ve düşünceler önemsiz demiyorum, bunlar çok önemliler. Ama daha iyi davranışlar sergileyen biri olmak, daha verimli ve iyi performansa sahip olmak, alışkanlıklardan kurtulmak ve açıkçası daha iyi biri olmak için yapmanız gereken şey nasıl düşündüğünüzü, hissettiğinizi ve algıladığınızı değiştirmek değil. Önce bunlar değişsin, sonra zihin yapım sonra da davranışlarım. Bu zihnin mekanizmalarıyla alakası olmayan bir saçmalık.

Nöroplastisiteyi harekete geçirmek için önce davranmanız, harekete geçmeniz gerekiyor. Köpekbalıkları ile yüzmek ve havuzun öbür ucundan çıkmak için köpekbalıklarını sevmeye, onlardan korkmamaya ya da onları yunusmuş gibi algılamaya çalışmak ve sonra da bir aşk ile havuza atlamak değil olay. Olay şu an korkmana, sevmemene rağmen o havuza atlamak ve korkuna davranışlarınca dayak atmaktır. Bir kere suya atladığınızda sanki köpekbalıkları ile bir sorunu olmayan insan gibi yüzmek zorundasınız. Böyle yüzmeniz ise beyninizi değiştirmeye başlamanın yoludur.

(Köpekbalıkları ekstrem ve tehlikeli bir örnek, en yakın okyanusta denemeye kalkmayın ama tehlikeli olmayan diğer korkularınızı düşünün.)

Beyninizin şu anki kablolaması sizi bir durumun önünde ona bakarak geviş getirmeye, o şeyi yapacak isteği, motivasyonu ve aşkı aramaya itiyor. Bu şekilde eski kablolamayı koruyorsunuz. Eğer beyninizi değiştirmek istiyorsanız fiziksel dünyada, vücudunuzla harekete geçmeniz gerekli. Beyninizi yeni kablolama yapmak zorunda bırakmalısınız.

2018 yılında bizim laboratuvarda lisanüstü öğrencileri bir deney yapıp yayınladılar. Biliyorsunuz fiziksel bir tehlike karşısında üç şekilde tepki verebilirsiniz: donup kalabilirsiniz, geri çekilebilirsiniz ya da ileriye doğru harekete geçebilirsiniz. Araştırma sonuçlarına göre ileri hareket etmek sizin dopamin devrelerinizi harekete geçiriyor ve ilerde aynı durumda ileri doğru hareket etme ihtimalinizi arttırıyor. Araştırmanın gösterdiği bir şey de en yüksek stres ve isteksizlik seviyesinin ileri doğru hareket etmekle bağlantısı. Kültürümüzde stresin kötü bir şey olduğuna dair yaygın bir inanış var ama stres sizi harekete geçiren bir şey. Susayan geyik eğer susuzluğundan rahatsızlık ve stres duymasa neden yattığı yerden kalkıp su arasın?

Change Your Brain podcastından derlendi.

Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki yazıda nöroplastisiteden ve yeni bir davranış geliştirmek için geçilmesi gereken aşamalardan bahsettik.

Rutin ve alışkanlık dışı herhangi bir şey için beyinde yeni bir nöron devresi oluşturma sürecinin başında, isteksizlik ve stres olarak kendini gösteren bir giriş olduğundan bahsettik. Modern toplumda bir şeyi öğrenmeye başlarken büyük bir heyecan duyulması gerektiğine dair bir yanlış görüş var ama gerçekte bir yenilik her zaman isteksizlik ve stres kapısından geçmenizi gerektiriyor. Bu hormon nedenli kapıdan geçmek ve sonra devam etmek için ise uzakta ve soyut olan hedefleri gündelik küçük köşe taşlarına bölmek, bu köşe taşlarına ulaştıkça dopamin salgılayarak adım adım ilerlemek en iyi strateji.

Şimdi biraz düşünceleri konuşalım. İnsanın gün içinde düşündüğü şeylerin çoğu internet sitelerinde gezinirken fırlayan küçük pencereler gibi birden ortaya çıkıyor ve çoğunlukla kontrol dışı düşünceler. Eğer negatif düşünceleri alırsak bunlar da kontrolümüz dışında aklımıza gelip duruyorlar.

Negatif düşünceleri ya da genel olarak hoşumuza gitmeyen düşünceleri bastırmaya çalışmak nafile bir çaba. Bu konuda benim tavsiyem şu: Bu düşünceleri bastırmaya veya kafanızdan atmaya çalışıp boşa enerji tüketmeyin. Daha pratik bir yaklaşım istiyorsanız, yavaş yavaş başka düşünceleri ortaya çıkarın.

Bunun için de Gelişim Zihin Yapısı (Growth Mindset) öneriyorum. Carol Dweck tarafından ortaya atılan bu teori, sonuçta başarılı olamasalar bile zor bulmacaları çözmeye çalışmaktan zevk alan çocukların gözlemlenmesi üzerine ortaya çıkmış. Bu çocuklar bir şekilde bulmacaların çözülmesini beklemeden bu çözün sürecinden zevk alan çocuklar. Temel özellikleri, dopamin salgısını köşe taşları olarak bile olsa başarılara değil sürece bağlamış olmaları. Çocuklar daha sonra gözlemlendiklerinde, diğer çocuklara göre çok daha başarılı yetişkinlere dönüşmüşler.

Gelişim Zihin Yapısına sahip insanların kafasında “ben doğru yoldayım” fikri var. Bu, insanın kendisini pozitif içses ile motive etmesi değil. Zira pozitif motivasyon, “aslında çok iyisin” telkini, her zaman pozitif sonuca bağlı. Oysa şu an çok kötü bir durumdaysam ama kendime “merak etme iyisin, aslansın, kaplansın” diye telkinde bulunuyorsam, kendi kendime yalan söylediğimi biliyorum. Bu durumda dopamin salgısı olmaz.

80lerin ve 90ların kişisel gelişim dalgasında çok duyduğumuz “eğer gülümsersen depresyon gider” lafını hatırlayın. Elbette ki yüz kaslarının zihne verdiği bir geri besleme var ama olay o kadar basit değil.

Asıl güçlü olan süreç içindeyken gösterdiğiniz çabayı takdir etmektir. Önce bir sürece girerken hissettiğiniz isteksizlik ve kaygının bir kapı olduğunu ve bunları hissediyorsanız doğru kapıdan geçtme ihtimalinizin yüksek olduğunu anlayın. Bu kapı sizi durdurmasın zira eğer biraz zorlarsanız fark edeceğiniz şey, bu kapının kolayca açılabildiği olacak.

Sonra ise süreç içinde harcadığınız çabayı takdir etmenin bir yolunu bulun. Eğer uzun mesafe koşusuna hazırlanıyorsanız, sınırlarınızı bir iki tık zorlayarak ulaşabileceğiniz bir nokta belirleyin ve bu noktaya vardığınızda kendinizi ödüllendirin. Henüz maraton için çok yolunuz olsa da. Bu size dopamin salgılatacaktır.

Dopamin ise toplam adrenalin miktarını baskılayarak size daha fazla çaba harcamak için “enerji” sağlayacaktır. Bu bilimsel bir şey. Bir araştırma, insanların neden bir işi yarıda bıraktığına bakıyor. Tamam her şeyi yapamayız mesela bir otomobili sırtlayamayız. Eğer bu çabaya girişiyorsanız eninde sonunda bir yerde bırakırsınız. Ama biz burada koşmak, spor yapmak, ders çalışmak, iş yapmak gibi yapılabilir şeyleri neden yarıda bıraktığımızı konuşuyoruz.

Beyin her nöroadrenalin salgıladığında beyin kökünde bir sayaç bunun kaydını tutuyor ve bir noktada “bu kadar yeter” deyip yaptığımız şey üzerindeki bilinçsel kontrolü kaldırıyor. Ama eğer bu süreçte dopamin salgılarsanız, dopamin bu sayacı geriye alıyor ve size daha fazla çabalamak için istek ve zihinsel kontrol veriyor.

Bir şeyi bırakmadan yapabilen insanların sırrı, sürece harcadıkları emeği dopamin ile ödüllendirmektir. Bu size enerji verir. Fiziksel glikoz ya da keton enerjisinden bahsetmiyorum, o enerjiden herkeste yeterince var. Olay dopamin’in beyin kökünün bu kadarı yeter diyen sayacını geriye alması.

Güzel olan şey de bunun öğrenilebilir bir şey olması. Hem de bunu bir alanda öğrenip hayatımızın diğer alanlarına da yayabiliriz. Zira dopamin sistemi genel bir sistem, spesifik bir çabayı veya hedefe varmayı ödüllendirmiyor. Bir kitabı yazma sürecinde de, bir maçta da salgılanan aynı kimyasallar, çalışan sistemler aynı sistemler.

Örneğin spor salonundasınız ve tüm setleri tamamlamadan bırakmak üzeresiniz. Acınıza ve yorgunluğunuza ya da kalan setlere değil “iyi ama bak buraya kadar geldim” kısmına odaklanın. Bir set daha yapayım diye hedef koyun ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 set yapmak isterken 5.de tıkandığınızda 7’yi hedefleyin ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 taneyi bitiremezseniz 5 tanede durmadığınız için kendinizi takdir edin. Çoğu zaman 5te durmaz 7yi hedeflerseniz 10’u da yaparsınız.

Nöropinefrin miktarını azaltıp size ekstra zihinsel enerji veren dopamin. Sizin kendi salgıladığınız bir şey. Kendinizi kek ya da biraz tembellikle ödüllendirmenize bile gerek yok. Dışsal bir ödüle ihtiyacınız yok.

Bing Anaokulunda yapılan bir Stanford araştırması var. Bu araştırmada çocuklara istedikleri resmi tamamlamaları durumunda “altın” yıldız veriyorlar. Bu dışsal ödül ise ortalamada çocukların resim çizme isteklerini arttırmıyor ama azaltıyor. Eğer dopamini dışsal ödüllere bağlarsanız, insanların birçok şeyi dışsal bir ödül olmadan yapabilme kabiliyetlerini azaltırsınız. Dışsal ödül kötü bir şey değil ama bunları kullanırken kendi kendinizi ödüllendirme kabiliyetinizi güdük bırakmayın.

Bir şeyi yapmanız için sizi iten değer sisteminiz ve amacınız da burada önemli rol oynar. Zor bir şeyi yaparken tıkandığınız yerde şimdi bu şeyi neden yaptığınızı ve başarırsanız ne beklediğinizi düşünün. Bundan sonra da sadece bir sonraki hedef taşını düşünün ve sürecin tamamına değil o hedef taşına odaklanın. Çoğu durumda o hedef taşına vardığınızda durmadığınızı ve aksine az önce yapamayacağınızı düşünseniz de şimdi daha fazlasını yapabileceğinizi düşündüğünüzü (dopamin salgılanması nedeniyle) göreceksiniz. Az önceki zihin halinde olmadığınızı (nöropinefrin kotasına takıldığınız) göreceksiniz (dopamin sayacı geriye aldığı için).

İnsanlar ödül mekanizmasının içsel olduğunu farkettiklerinde, içsel ödüllerini süre – yol – çıktı üçlüsü ile ilişkilendirdiklerinde ilginç bir sürece giriyorlar.

Bir insanın öğrenebileceği en güçlü şeylerden biri, süreç – yol – çıktı (yüksek odaklanma) üçlüsünü içsel bir ödül hissine bağlamaktır. Doğru yolda olduğunuz için kendinizi ödüllendirmektir. Toplam 1000 kilometrelik doğru yolun 4 kilometresini doğru yolda yürüdüyseniz kendinizi takdir etmektir. Özellikle de düzenli olarak bunu yapıyorsanız. 1000 kilometreye değil de 4 kilometrelik köşe taşlarına odaklanarak (yolu yürüme süreci – yolun kendisi ve yönü – 4 kilometreyi yürümek kısmına odaklanarak) nöropinefrin seviyesinin sınıra çıkmasını ve yolu yürümeyi bıraktıran zihinsel durumu sürekli ileri atarsınız. Başka deyişle eğer büyük amacınızın içinde küçük hedefler belirler ve her defasında önünüzdeki hedefe ulaşıp onu başarınca kendinizi takdir ettiğinizde, sınırsız zihinsel enerjiye sahip olursunuz.

Sonraki Yazı: Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Change Your Brain podcastından derlendi.

Yapılması gereken işleri erteleme hastalığı

Yapılması gereken işleri ertelemek, Google’dan gördüğüm kadarıyla bir hastalıkmış gibi aranmış ama durum bu değil.  Yapılması gereken işleri ertelemek insan doğasının sonucudur yani hastalık değil doğal bir şeydir.

İşleri neden ertelersiniz?

Bunun nedeni genellikle ertelenen işlerin doğası ile alakalıdır. Bu işler yapması en etkili işlerdir ve insanın gözünü korkuturlar. Zira bu işler çoğunlukla daha fazla zaman, dikkat ve eneji gerektirirler. Yine çoğunlukla sıkıcılardır, zorlardır ve/veya düzensizlerdir.

Daha da kötüsü bu işler hemen hemen hiçbir zaman kısa vadeli ödül veya zevk sağlamazlar. Bu nedenle ödülleri, güçlü alt beyine (gri madde) bir şey ifade etmez, entellektüel ama daha az güçlü üst beyine hitap eder (alt beynin aradığı zevklerden fedakarlık gerektirir).

Aynı şekilde bu işler hemen hemen hiçbir zaman kısa vadeli ceza ve acıya da neden olmazlar. Bazıları bugün yapmasanız önemsiz olabilirler  ama yapmamaya devam ederseniz zamanla çok önemli bir belaya dönüşebilirler.

Bütün bu özellikler (bir iş tüm bu özelliklere aynı anda sahip olmayabilir ama ne kadar çoğuna sahipse o kadar ertelenmeye meyillidir), bu işleri yapmanız gerektiği halde yapmamanıza neden olur. Ve bunlardan arta kalan zamanı ise genellikle yapmamanız gerektiği halde yaptığınız şeyler doldurur.

Netflix izlemeye, yazmanız gereken bir raporu bitirmekten çok daha az zihinsel direnç göstermenizin nedeni, Netflix izlemenin eğlenceli, kolay, düzenli (netflixi aç, filmi seç, playa bas) ve zevkli olmasıdır.

Peki yapılması gereken işleri ertelememek için ne yapmalısınız?

Tutkuyla yolunda yürüdüğünüz bir amaç edinin.

İlkel beyninizin aradığı pozitif duygular çok güçlüdür. Bu duygularla başa çıkabilmenizin yolu, üst beyninizin aradığı ve daha güçlü pozitif duygular peşinde koşmaktır. Tutkuyla yolunda yürüdüğünüz bir amaç bulmanız, işlerin en önemlilerini ertelemenize engel olacaktır. Merak etmeyin, bir amaçla ilgili güçlü pozitif duygu kimyasalları amaç yolunda yürüdüğünüzde salgılanır, illa amaca ulaştığınız anı beklemeniz gerekmez.

Ertelenen işlere hemen elde edilir ödül ve ceza ekleyin.

Örneğin her ertelenen iş günü için kendinize yarım gün zevk aldığınız bir şeyden uzak kalma cezası verin. Ertelediğiniz iş için harcadığınız her yarım saat için kendinize yarım saat çok zevk aldığınız bir şeyi yapma sözü verin. Ya da bir 10 Lira verin ve onu zevk için harcayın.

Hergün ilk iş olarak ertelenen ya da ertelenmeye meyilli bir işi yapın.

Bu alışkanlığı edinmek zor olacak ama edindiğiniz zaman sıkıcı, zor ve acılı işlerden hemen ve kafanız taze iken kurtulacaksınız.

İşi yapmaya başlamak için bir saat ve bu işleri yapmak için bir süre belirleyin. Mesela saat 10:00’da oturup 3 saat bu işlere bakacağım deyin. Ve saat 10’da o işlerin başına oturun. Yapmasanız bile oturun ve o işlere bakın. Başka bir şey yapmayın! Sadece bakın.

Tecrübeyle sabittir ki (bunu da bana biri öğretmişti) bir süre belki birkaç gün bakıyorsunuz ama bir yerde yapmaya başlıyorsunuz. Örneğin ben üniversitedeyken bir finale başlamak için yarın saat 19:00 3 saat ile başlayacağım diye kararlaştırırdım. Saat 19:00’da çalışma salonunda o finalin kitaplarının başına otururdum. Hiçbir şey yapamazsam bile yatakta müzik dinlemek ya da kantine inmek gibi isteklere karşı koyar orada öylece kitaplara bakardım. Bir süre sonra (belki aynı gün değil ama ertesi gün) farkında olmadan çalışmaya başlıyorsunuz.

Bir keresinde temizlemem gereken çok pis bir programlama hatası vardı. Multi-threaded uygulamada çökme oluyordu ki bilen bilir pis bir hatadır, bulması zordur (zaten gidermem 1 haftamı almıştı!) Erteleyip duruyordum. Sonra birgün buna bakmaya karar verdim. İlk gün 4 saat programı çalıştırıp patlamasını izlemekle geçti. Ama sonra sıkıldım ve ayıklamaya giriştim.

Bu tür işlere günde 2 saat ayırarak başlayın ve bunu haftada 30 dakika arttırarak 4 saate çıkarın.

Günde sadece 3 – 5 iş yapın.

3 iş kuralı. Bence dünyanın en iyi hikayelerinden biri kaplumbağa – tavşan hikayesidir. Başarılı bir şekilde çalışmak kaplumbağa gibi yavaş ama sürekli yürümekle olur. Tavşan gibi bir gazla depar atıp sonra ağaç dibinde uyuklamakla değil. Günde 3 – 5 işi temizleyin ama hergün bu kadar işi temizleyin. Fazlasını yapmayın. Bir motivasyon patlaması ile gaza gelip 10 – 20 işi bitirip sonra neredeyse kaçınılmaz olan motivasyon dibi ile hiçbir şey yapmadan günler geçirmeye göre çok daha etkilidir.

İşleri kafanızda tutmayın. Bir yapılacaklar listeniz olsun.

Ben bu iş için basit bir Excel dosyası kullanıyorum. Danışmanlık görüşmelerimde nasıl organize olduğumu anlattığım arkadaşların hemen hepsi bu kadar taş devri bir teknik kullanmama çok şaşırdılar ama böyle basit teknikler daha etkili.

Yapılacaklar listemde her satırda bir iş var. Biten işi gri yaparım ve BİTTİ diye işaretlerim. İşin bitmesi gereken zaman ve bittiği zaman sütunlardan ikisidir ve böylece ne kadar geç/erken bitirdiğimi ölçerim.

Açık işler ya yeşildir ya da turuncudan kırmızıya renklidir. İş gecikmemişse yeşildir, yapılmaktaysa mavidir ve ne kadar gecikirlerse renk o kadar kırmızıya yakındır (formülle bunu sağlamak zor değil).

Bir işi kafamda tutmamak için bu listeye atarım ama tabii her zaman bilgisayar başında değilim. Bu nedenle aklıma gelen şeyi kendi Gmail hesabımdan outlook hesabıma Konu kısmı “TODO” ile başlayan mail atarım. Outlook onu Yapılacaklar klasörüne atar. Ben de bilgisayar başına geçtiğimde bu klasörden işleri alır, hemen yapılacakları yapar, diğerlerini Excel Yapılacaklar listeme atarım.

Bazıları kağıt kalem kullanıyor ki ben de eskiden kullanırdım. Fakat cep telefonu sürekli yanımda bu nedenle mail atmak bana daha pratik geliyor. Ama kağıt kalem seviyorsanız, onları kullanın.

Excel listem her sabah açılır, ilk iş olarak da mümkünse en korktuğum/sıkıldığım/yapmaktan haz etmediğim işi yaparım.

İşleri daha az korkutucu ve adımları belli hale getirin.

İşlere yukarıda bahsettiğim gibi başlarına oturup bön bön bakarken işi nasıl adım adım yapılabilir hale getirebilirsiniz düşünmek için fırsatınız olacak. Birçok ertelenen işin adım adım nasıl yapılacağı belli değildir ve bu nedenle de ertelenirler. Siz iş için adım adım bir plan yaparsanız onu yapmanız kolaylaşır.

Her işi “başkasına yaptırsam” olur mu diye ele alın.

ve eğer bu mümkünse başkasına yaptırın.

Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, listenizi açın ve en baştan yapmaya başlayın.

Bunu da bir süre beraber çalıştığım ve sonradan çok başarılı bir girişimci olarak görece büyük bir firma kuran bir elemandan öğrendim. Yapılacaklar Listesinin güzelliklerinden biri de bu (o outlook Task listesini kullanırdı). Eğer o gün ne yapacağınızı bilemiyorsanız, listeyi açın ve sırayla yapmaya başlayın. Ne yapsam bugün diye 2 – 3 saat düşünüp saçma sapan şeyler yapmanızdan iyidir.

Konfor Alanı Nedir ? / Nasıl Çıkılır ? ve Baltama !

Merhaba Mahmut Abi ve Değerli Blog sakinleri, Ben Mr. Deer. Bir süredir eğitimler,iş ve aile gibi konularla ilgilenirken ortalıkta yoktum.  Alışılmış yayınlarımdan farklı olarak bu sefer insan psikolojisi üzerine bir konu ile karşınızdayım. Hayatımızın bir çok noktasında bizi yapmamız gereken işlerden geri koyan, ilerlememizi engelleyen, bahanelerimizin en büyük kayaklarından biri olan ”Konfor Alanı”.

Konfor Alanı, sadece belirli bir yer değildir. Bir  zamandır aralığıdır,evredir, dönemdir. Her şeyi kontrol edebiliyorum, her şeye aşinayım, yeni bir şeye ihtiyacım yok, bildiğim şeyler en doğru şeyler ben bunları yapmaya devam edeyim, çevremdeki üç-beş insan bana yeter yeni birilerini tanımama gerek yok, ilişkim iyi kötü yürüyor arada da sevgilimin gönlü olursa cinsellikte görüyoruz yeter neden gidip yeni birini tanımaya çalışayım, hem yenisi daha mı iyi olacak  vb gibi düşünüp öylece yerimizde sayarız ve hayat akıp gider. Değişmeyen ve gelişmeyen alışkanlıklarımız ve rutinlerimiz de bunlara dahildir.

Video da alışılmış şeylerden; konfor alnı nedir, nasıl çıkılır gibi şeylerin yanı sıra konfor alanını kasıtlı olarak baltalamaktan da bahsettim. Konfor alanını baltalamak dediğim şey;

YouTube da yada interette ”konfor alanı” başlıklı  kısa bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan içeriklerde sadece konfor alanın ne oldu, zararları ve nasıl çıkılacağı üzerine bilgiler içeriyor. Gözden kaçan bir nokta olduğunu düşünüyorum. Konfor alanından öyle yada böyle çıkarsın, adımlar atarsın bir şeyler için çabalarsın ama eninde sonunda bir çoğumuz konfor alanına geri döneriz. Çünkü konfor alanın kalıntıları hala üzerimizdedir. Hayatımızın akışındaki şeyler yine bize konfor alanımızı hatırlatacaktır. Evden çıkıp insanlarla tanışmaya gittiğimizde, evet konfor alanımızdan çıkarız ama oyun konsolunu kaldırmadıkça yada Pc deki (yada telefondaki) oyunu silmedikçe eve dönüşte değerli vaktimizi onların başında boşa harcamaktan geri koyamayız. Sigarayı bıraktıktan sonra evde ki boş kutuları çöpe atmadıkça, küllükleri ve çakmakları yok etmedikçe sürekli aklımıza gelir ve yine içmeye devam edebiliriz. Ailemiz veya çevremizdeki insanlar  gelişimimize engel oluyorlarsa (özellikle psikolojik olarak ) bir şekilde onların yanından uzaklaşmamız gerekir. Yani kısacası konfor alanımızdan çıkarken baştan geri dönmemizi engelleyecek adımları atmalıyız.  Bu konfor alanımızı baltalama olayı farklı alanlarda da işimize yaramaktadır. Mesela zamanında benimde yaşadığım ve sürekli insanların bana yöneltiği bir soruyu ele alalım ”bir şeyler yapmak istiyorum ama ilk adımı atacak enerjim yok”. Benim bu konuya bakış açım, fazla rutin giden hayatın vermiş olduğu monotonluk ve bıkkınlık hissidir. Hayatımızda yapacağımız ufak değişimler, rutinlerimiz in dışına çıkmamıza ve monotonluk hissinin azalmasına yardımcı olacaktır.  Mesela gidip özenle seçilip alınan bir kıyafet veya giyim-kuşam, saç-sakal tarzında ufak değişimler yapmak istediğimiz enerjiye ulaşmamızı sağlayacaktır. Tabi ben ufak değişimlerin yanı sıra büyük değişimler yapmanın daha sarsıcı olmalarından ötürü daha yararlı olacağını deneyimledim.

Üst tarafta ufak bir bilgilendirme yapmaya çalıştım konu ile alakalı umarım videoyu beğenirsiniz. İyi seyirler.

Not: İçerik ürettiğim YouTube kanalım değişti. Bu video yeni kanalımın ilk videosu. Her videomu buraya eklemeyi düşünmüyorum, içeriklerimi takip etmek isterseniz kanalıma Abone olup, bildirimleri açmayı unutmayınız. Görüşmek üzere.

 

 

Jordan Peterson Türkçe – Kendini Düzelt (Türk alt yazılı)

LibertarianTurk Youtube kanalı, Jordan Peterson’un PragerU için hazırladığı güzel videoyu Türkçe’ye çevirmiş (alt yazıları cc ile açabilirsiniz). Yazının metni, videonun altında.

Kendi sorunların için başkalarını sorumlu tutmak zaman kaybı. Bunu yaptığında, hiç bir şey öğrenmezsin. Büyüyüp, olgunlaşamazsın. Bu sebeple, hayatını güzelleştiremezsin.

Profesör ve psikolog olarak geçirdiğim 30 yılda öğrendim ki, hayata ve gerçekleşen kötülüklere cevap olarak 2 temel yaklaşım var : Birincisi dünyayı suçlu bulanlar. İkinci gruptakiler ise kendileri nasıl değişiklik yapabileceklerini soranlar.

Boşanmak üzere olan bir çift düşünün. Üzgünler ve sinirliler. Mutsuz, tatsız koca, karısının yaptığı kötülükleri ve neden onunla yaşayamayacağının sebeplerini düşünüyor. Sinirli ve hayal kırıklığına uğramış karısıda, kocasının nasıl onu hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyor. İkisinin de diğeri için gerekli, uzun bir değişim listesi var.

Onların barışma ihtimali çok düşük. Neden?

Çünkü diğer insanlar sorun değil. Sorun sensin.

Diğer insanları değiştiremezsin ama kendini değiştirebilirsin. Ama bu çok zor. Değişmek için cesaret ve disiplin gerek. Başkalarını, kendi sorunların için, sorumlu tutmak daha kolay ve tatmin edici.

Ufak bir dükkan’ın camını kırarak ’adaletsiz’ kapitalist sisteme ’mesaj’ gönderen genç protestocuyu düşünün. Gerçek sorunlarıyla hiç bir alakası olmayan bir kişiye zarar vermek dışında ne yaptı?

Bunun sonucu olarak hissedeceği suçluluk, şüphe ve utancı, kendi aklında bastıracak. Kendi fikirlerinin değişmemesi için. Be bu baskı, kendi sinirini ve yalnızlığını korumaktan başka bir şey yapmayacak.

Şair T. S. Eliot’ın yarattığı Cocktail Party tiyatro oyununda, karakterlerin biri hayatında zor bir dönem yaşıyor.

Kendi psikiyatristine mutsuzluğunu anlatıyor.

Ona, kendi mutsuzluğunun sorumluğunun sebebinin kendisinde yer aldığını umduğunu söylüyor.

Şok olan psikiyatrist nedenini soruyor.

Karakter de diyor ki: “eğer sorumlusu kendisiyse, değişiklikler yapabilir. Ama eğer sorumlu dünyaysa, o zaman kurtuluş yok”.

Kendisi dışında her şeyi değiştiremez. Ama kendisini değiştirebilir. Tabii ki, korkunç durumlara düsmüş insanlar var. Ama çoğumuz bu durumda değiliz.

Çoğumuzun hayatımızı olumlu bir şekilde değiştirmeye şansımız var. Ama nasıl?

Küçük başlayın. Kendinize bir kaç şey sorun: Size sunulan fırsatları tam olarak avantajına kullanıyor musun?

Okulda veya işte, tam kapasiten ile çalışıyor musun? Yani, sen kendi hayatını düzelttin mi?

Eğer cevap hayır ise bunu dene: yanlış olduğunu bildiğin şeyi yapmayı bırak. Bugün bırak.

Yaptığın yanlış mı diye soru sorup vakit kaybetme.

Gereksiz sorgulama cevap almadan, kafa karıştırabilir ve hareket etmeni engelleyebilir.

Bir şeyin, nedenini bilmeden doğru mu yanlış mı olduğunu bilebilirsin.

Dikkat etmeye başla. Yapman gerekenleri sonraya bırakıyor musun,

geç kalıyor musun, elinde olmayan parayı harcıyor musun, çok fazla içiyor musun?

Bu, sana zorla dayatılan ahlakı kabul etmen değil. Kendi bilincin ile kendi diyalogun.

Kendi açından yaptığın yanlış ne? Hemen şimdi doğru yola koyabileceğin ne var?

İşe vaktinde git. İnsanların lafını kesmeyi bırak. Kardeşlerin, annen ve babanla barış.

Elindeki fırsatları tam kullan. Eğer bunları yaparsan hayatın güzelleşir. Daha huzurlu, üretken ve çekici olursun.

Günler veya haftalar veya aylar sonra aklın huzurlu olur. Hayatın daha az trajik olur. Daha güvende hissedersin.

Doğruyla yanlışı daha iyi ayırt edersin. Geleceğin daha parlak olur. Kendi kendini sabotaj etmeyi durdurursun.

Kendine, ailene ve topluma zarar getireceğine, positif ve güvenilir bir güç getirirsin.

Hayatın hala zor olur. Hala acı çekersin. Hayatta olmanın bedeli bu.

Belki, bu yükü kaldıracak kadar güçlenirsin. Daha olgun ve bir sebep ile hareket edersin.

Dünyayı düzeltmenin yolu dünyayı düzeltmek değil.

Böyle bir görevi gerçekleştirebileceğini zannetmek için bir sebep yok.

Ama kendini düzeltebilirsin.

Bunu yaparak hiç kimseye zarar veremezsin.

Ve böylece, dünyayı daha iyi bir hale getirebilirsin.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Sarsılmaz zihin : Navy Seallerin sarsılmaz zihinlerinin 6 sırrı

Brandon Webb bıracak gibi değildi.

“Siktir git, Eğitmen Buchanan – siktir git. Beni buradan ancak ceset torbasının içinde çıkarırsın.”

Gezegendeki en seçkin özel kuvvetler birimi olan Navy Seal’e üye olmak için tüm çaylakların katlanması gereken fiziksel ve zihinsel işkence haftası olan “Cehennem Haftası” nın ortasındaydı.

Webb herkesten daha kötü bir fiziksel kondisyon gösteriyordu. Ve biraz da egosu vardı. Bu hiç de iyiye işaret değildi. Eğitmenler onun bırakıp gitmesini istediler.

Şansının az olmasına (her 7 çaylaktan sadece 1’i haftayı başarılı tamamlayabiliyordu) ve eğitmenlerin “özel” davranışlarına rağmen Navy Sealin keskin nişancısı olmayı başardı.

Webb diğerlerinin başarısız olduğu yerlerde neden başarılı oldu?

Spartalılardan Navy SEAL’lerine kadar her çeşit savaşçıya hayranım. Belirli bir kaliteye (bu durumda “mental dayanıklık”) hayran kaldığımda, doğrudan bu işin kaynağına gitmek isterim. “X’te dünyanın en iyisi kim?” diye sorarım. Sonra onları incelemeye çalışırım.

Bu ,SEAL in aynısıdır. Onlar gezegendeki en sert insanlardan bazıları ve onların bize öğretecekleri bir şeyler var.

Ben, birçok insanın yaptığı gibi Navy Seal e girmenin sırrının fiziksel dayanıklılık olduğunu sanmıştım.

Öyle değilmiş.

Webb, NYT’nin en çok satan anı kitabı Kırmızı Çember: Navy SEAL Keskin Nişancı birliğindeki Hayatı ve Amerika’nın En Ölümcül Nişancılarını nasıl eğittiğini yazdı.

SEAL eğitimini başarabilmeniz için süper bir sporcu olmanız gerektiğine dair yaygın bir yanılgı var.  Öyle değil.  Kursun tüm gereksinimleri ortalama atletik bir erkeğin bunu başarabilmesi için tasarlandı.

Ama işte burada bir varsayım var.

Eğer fiziksel değilse, SEAL başarısındaki belirleyici faktör nedir? Sadece beraberlik şans mı? Daha iyi bir genetik?

Webb devam ediyor.

“SEAL eğitiminin gerçekte test ettiği şey, zihinsel sertliğinizdir. Sertleşinceye ve herhangi bir görevi özgüvenle yapana kadar -olasılıkları ne olursa olsun – ya da bırakana kadar, sizi zihinsel olarak sınıra tekrar tekrar zorlamak için tasarlanmıştır.”

Sır vücutta değil zihinde yatıyor.

Zihinsel Sağlamlık ve Başarı

Tamam Navy Seal takımı üyeleri sert erkekler, dünyanın en sert erkekleri belki de.

Ama bundan bize ne? Siviller, masa başı çalışanları ve savaşçı olmayan insanların zihinsel sağlamlıktan kazanabilecekleri ne var ki?

Aslında çok şey.

Ünlü Stanford marshmallow deneyi ve Angela Duckworth tarafından aynı isimdeki en çok satanlar arasında tanıtılan Grit konsepti gibi örnekler sayesinde, zihinsel dayanıklılığın ve bunun uzun vadeli başarı için ne kadar önemli olduğu konusunda iyi bir fikrimiz var.

İşler zorlaştığında sonuna kadar dayanma yeteneği çok önemli. Winston Churchill’in meşhur tavsiyesi, “Cehennemden geçiyorsanız, gitmeye devam etmelisiniz”.Bu çok iyi bir tavsiye.

Sıcak koltuklarıyla günümüzün az kaynatılmış dünyasında, kıçınızı donduracak klimalar ve tıkınacağınamızdan daha fazla yiyecekle birlikte, insanların en ufak acı çekmede başarısız olması şaşırtıcı değil.

Ama kim umursar ki?

Benim için ilginç olan şey, “yumuşak” dolu bir dünyada bile, zihinsel esnekliği geliştirmenin inanılmaz bir avantaj sağlaması. Çevremizdekiler patır patır dökülürken sonuna kadar dayanma yeteneğini geliştirerek, kendimizi başarılı biri olmaya ayarlıyoruz .

NAVY Seals’dan 6 Zihinsel Dayanıklılık Teknikleri

Eski SEAL’lerin anılarını okuduktan sonra, kullandıkları ipuçlarını ve teknikleri aşağıdaki 6 tekniğe indirgedim. Her teknik kısa bir açıklama ve gerçek hayata pratik bir uygulama ile geliyor.

Teknik # 1: Fili yiyin.

Bir fili nasıl yersin?

Her seferde bir ısırık ile.

Korkunç bir görevle karşı karşıya kaldık – bir maraton, sokakta güzel bir kız ya da bir başlangıç lansmanı – başlamadan önce sık sık korku hisseder, donar ve başlamdan dururuz.

SEAL’ler bu alanda bir çözüm sunarlar. Fili yavaşça düzgün bir şekilde sindirilebilen parçalara bölün ve… Fikri anladınız. Meydan okumaya her seferinde küçük bir adımla başla. Klişe ama çalışır bir strateji.

Bunu yapan çok fazla maratoncu ve triatlet göreceksiniz. Bir sonraki acil amaca – ufuktaki bir sonraki noktaya – odaklanırlar ve zihinlerinin yarışın tamamına odaklanmasını önlerler.

Uygulama: Göz korkutucu her şeyi anında, ısırık büyüklüğünde hedeflere bölün. İdeal olarak, her parçanın 24 saatlik bir pencereye sığması gerekir. Her seferde bir parçayı tamamlamaya odaklanın. Bütününü düşünmekten kaçının.

Teknik # 2: Başarıyı Görselleştir.

Bu beni şaşıran bir teknik oldu.

Belirli bir çalışmada basketbol oyuncuları, serbest atışlarını görselleştirme ile isabet oranını % 23 artırdı. Gerçek serbest atış yapan oyuncular sadece %24 oranında iyileşmiştir. Bu sadece% 1’lik bir fark. Vav!

İyi görselleştirmeler aşağıdaki özelliklere sahiptir:

  • Canlı ve ayrıntılı Tüm duyuları kullan. Ayrıntıları hayal et. Mümkün olduğunca gerçek olun.
  • Tekrarlama Oyun oynayarak kafanızda tekrar tekrar çalıştırın. Otomatik hale getirin.
  • Olumlu Görüntüler Kendinizi başarısız olarak düşünmeyin. Bunun yerine, art arda kendinizi zahmetsiz bir başarı durumunda düşünün.
  • Sonuçları gözünüzde canlandırın. Dayanıklılığınız zayıflarsa, başarısızlığın sonuçlarını hayal edin. Yenilginizi duyduklarında arkadaşlarınızın ve ailenizin yüzlerini görün. Kişisel olarak duyacağınız utanmanın acısını gözünüzde canlandırın.

Uygulama: Bir dahaki sefere büyük, stresli bir etkinliğiniz olduğunda, başarılı olduğunuzu hayal etmek için görselleştirmeler kullanın.

Teknik # 3: Duygusal Kontrol

Çok stresli olduğunuz dönemlerde, vücudumuzun ana stres hormonlarının atağı – adrenalin, kortizol ve norepinefrin – size enerji ve odaklanma artışı sağlayabilir.

Bununla birlikte, bu hormonlar uzun süre yüksek kaldığında, gevşeme moduna geçemeyiz. Uyumakta güçlük çekeriz, motivasyon düşer ve bağışıklık fonksiyonu ciddi bir darbe alır

SEAL’in basit çözümü 4’te 4’e 4 denilen bir şeydir:

-4 saniye nefes al.

-4 saniye nefes verin.

-Bunu 4 dakika tekrarlayın.

Tanıdık geldi mi? Bu, yogacıların binlerce yıldır yaptıkları şey. Beynimiz vücudumuzu etkiler ve bunun tersi de geçerlidir.

Stres hormonlarınızı kapatmak ve vücudu rahatlamak için basit egzersizler kullanın.

Uygulama: Zaten meditasyon yapıyorsanız bu size yardımcı olacaktır, ancak bir daha kendinizi stresli hissediyorsanız, durun ve birkaç derin nefes alın. En çok satan yazarlardan Tim Ferriss, güne devam etmeden önce her şeyi durdurmanızı ve basit bir nefes almanızı önerir.

Teknik 4: Tepkisizlik

“İnsanlar, bir şeylerden değil, onları nasıl gördüklerinden rahatsız olurlar” –

Epictetus

Kontrol, düşündüğümüzden çok daha fazla şekilde elimizde.

Dış dünyamızda olanları kontrol edemeyiz, ancak olanları nasıl yorumladığımızı kontrol edebiliriz.

BUD / S Breaking, “Sıradan Çocuklar Nasıl Navy SEAL olabilir? “ adlı kitabında D.H. Xavier kendi “Cehennem Haftası” deneyimini hatırlıyor.

“Ben en altta iken beni tekmeliyorlardı. Beni orada gerçekten istemediklerine inanabilirdim; bu benim pes etmem olurdu. Bunun yerine, ne dediklerini umursamadığıma inandım. Başarabileceğime inanıyordum…

Xavier,benim yeniden çerçevelemek diye adlandırdığım bir şeyi uygular. Olası bir inancı veya dünya görüşünü alır, bu versiyonunu reddeder ve başka bir versiyonunu seçer. Olumsuz bir olay olarak yorumlanabilecek şey aniden olumlu bir hal alır.

Uygulama: Dış olayları nasıl yorumladığınıza aktif olarak göz atın. Bunu tanıdıktan sonra, bu görüşe meydan okuyun. Olumsuz görüşlerini daha olumlu görüşlere dönüştürmeye çalışın. “Kötü” olayları “oraya” çıkmanız ve kendinizi geliştirmeniz için bir meydan okuma olarak görün.

Teknik# 5: Küçük Zaferler

Moraliniz bozuk olduğunda ne yapmalı? Cüzdanınızı kaybettiniz, yağmur yağıyor, ve karınız da aynı gün sizi terk etti. Hiçbir şey doğru gitmediğinde ve her şey yanlış gittiğinde ne yapmalı?

Daha küçük düşünmeye çalış.

Her gün günlüğüme, minnettar olduğum üç şeyi yazarım.

Bugün yazdığım şey :

  • Uzun bir yağmurun ardından serinletici ve serinletici hava.
  • Buzlu kahvenin dumanlı tatmini.
  • Yerel kafemdeki gülümseyen barista.

Küçük zaferler moralleri yüksek tutuyor. Ve yüksek moral daha yüksek moralle beslenir. İyi iş yapmak için erdemli bir pozitiflik çemberi yaratır. Bunu denemediyseniz bir şans verin. Düşündüğünden çok daha fazla önemli.

Teknik # 6: Takımınızı Bulun (ve Takımınızı Bulmanızın Gerekliliği)

Tribe: Eve dönüş ve Ait olmak kitabında Sebastian Junger şöyle yazar:

İnsanlar zorluklardan korkmazlar, aslında zorluklar üzerinde yükselirler; asıl mesele zorluk değil “gereksiz” biri gibi hissetmek. Modern toplum, insanların “kendilerini gereksiz hissettirmeleri” sanatını mükemmelleştirmiştir. Buna son vermenin zamanı geldi.”

Junger burada doğru bir şeye işaret ediyor. Hepimiz büyük ihtiyaç zamanlarında insanların muhteşem performans göstediğini biliyoruz. Çocuğunu kurtarmak için bir arabayı kaldıran annenin klasik “zihnin vücuda üstün olması” hikayesi.

Biz insanlar sosyal varlıklarız. Bazen çok anlamsız görünen bir dünyada yaşasak da anlam için büyük bir açlık çekiyoruz.

Yakın arkadaşlar ve yakın prensipler bulun ve zihinsel dayanıklılık için bir kaleye sahip olacaksınız.

Uygulama: Hayatınıza neyin anlam getirdiğini düşünmek için biraz zaman harcayın. Bu, takımınızı bulmanın ilk adımıdır – benzer vizyon ve değerleri paylaşan insan grubunuz.

Bu kadar. Altı basit teknik. Araçlar elinizde. Geride kalan tek şey uygulamak.

Çeviri : Bulletproof Mind: 6 Secrets of Mental Toughness From the Navy SEALs

Çeviren : BenLark

3 iş kuralı

Kendini dün ne olduğunla karşılaştır, bugünkü başkaları ile değil yazısında azar azar daha iyiye gitmekten bahsetmiştik. Bugün bunun pratik uygulamalarından birinden bahsedeceğim : 3 iş kuralı. Bu kuralı ben kendim de iş yaşamımda uyguluyorum o nedenle hakkında bir iki laf edecek kadar tecrübem de var.

3 iş kuralı (Rule of 3) aslında üretkenlik alanından bir kavram. J.D. Meier’in Getting Results in Agile Way kitabından. Hedef planlamayı çok basite indirgeyen bu kuralın uygulaması da basit :

  • Bugün bitmeden başarmak istediğin 3 şeyi günün başında yaz.
  • Bu hafta bitmeden başarmak istediğin 3 şeyi haftanın başında yaz.
  • Bu ay bitmeden başarmak istediğin 3 şeyi ayın başında yaz.
  • Bu yıl bitmeden başarmak istediğin 3 şeyi yılın başında yaz.

Pratikte ise gün başında başarmak istediğin sadece 3 şey olmuyor tabii. Öncelikle bitirmek istediğiniz şeyleri hiç ayırt etmeden yazma alışkanlığı edinin. Bu günümüzde basit bir To-Do uygulaması ile çok kolay. Bir işin kafanızdan yazıya dökülmemesi halinde o iş arka planda zihin enerjinizi yiyor.

Kaydettiğiniz ise sonuç olsun, yapılacak şey değil. Örneğin “Mehmet Beyi ara” diye kaydetmeyin. “Mehmet Bey’den faturanın ne zaman geleceğini öğren” diye kaydedin.

Bir kez tüm işleri kaydetme alışkanlığı edindiğinizde yapacağınız yanlış ise her şeyi yapmaya çalışmak. Bunun yerine listeden en önemli ve faydalı 3 işi seçiyorsunuz ve yapıyorsunuz. Başlangıçta elinizde büyük bir liste olacak tabii ve günde 3 iş bitirmek listeyi hemen eritmeyecek. Hatta listeye günde 5 şey giriyorsa liste şişebilir bile. 3ten şaşmamaya çalışın. Zira bir süre sonra düzenli ve azar azar yapmak listeyi eritiyor. Ama illa arttıracağım diyorsanız 4 ya da 5 kuralı uygulayabilirsiniz. Önemli olan sayının az olması ve sabit olması (azar azar ama hergün).

Dönem başı belirlediğiniz 3 başarıya sadık kalmaya çalışın ama eğer daha önemli bir şey çıkarsa onu listeye koyup bir şeyi çıkarmaktan çekinmeyin.

Pareto Prensibi

3 iş kuralı günde sadece 3 iş yapacaksınız anlamına gelmez. Verimlilik açısından 3 işi kesin yapacaksınız anlamına gelir. Vaktiniz varsa diğerlerini de yapabilirsiniz ama bu 3 işi kesin yaparsınız ama diğerlerini yapmayabilirsiniz. Kural Pareto prensibi ile de alakalı.

Pareto prensibine göre yapacağınız işlerin 20%si, üretilen değerin 80%ini üretiyor. Benim okuduğum ve kendi tecrübe ettiğim ise yapılacak işlerin 3’ü değerin 90%ını üretiyor. Benim kendi açımdan günde başarmam gerekenler 8 – 12 ayrı işe bölünebiliyor ve ortalamasına 10 dersek bunların 30%si (3 iş) değerin 90%ını üretiyor. Diğer 7 işi ertelemem çok büyük kayıp değil iken 3 işi ertelemem problem oluyor.

Yine gözlemlediğim bir  şey ise toplantılarda sadece bu 3lülerin sonuçlarının hesabını vermem gerektiği. Patronlar bütün yaptıklarımı takip edemiyorlar ve genelde zaten en tepe 30%un hesabını bekliyorlar.

3 iş kuralı uzun yapılacak işler listesinin bunalımını da alan bir şey. Listeye baktığınızda ne kadar uzun olursa olsun siz sadece 3ünü yapacağınız için gereksiz strese girmiyorsunuz.

Hangi 3?

Yapmanız gereken işlerden 3ünü seçme yöntemi basit. Tüm yapacaklar listenize bakın ve bugün yapabileceklerinizi ayırın. Bu listeden şu soruya cevap 3 iş seçin :

Bunlardan hangi 3ünü bugün yaparsam, gün sonunda iyi bir gün geçirdim derim?

Bu soruya cevap 3 tane işi alın. Tabii ki hatalı seçim yapacaksınız ama bir sürü de doğru seçim yapacaksınız ve doğru seçimleriniz azar azar birikecek. Eğer yukarıdaki soruyu hafta, ay ve yıl (ben çeyrek olarak da yapıyorum) bazında da sorarsanız, uzun yapılacak işler listesinin stresi ile uğraşmadan azar azar ama katlanarak gelişirsiniz.