En iyi ek iş fikirleri, en iyi ek gelir tavsiyesi

Yaptığım görüşmelerde birçok erkeğin ek gelir elde etmek için online satış, YouTube kanalı gibi işlerle uğraştıklarını görüyorum. Bazıları da gündüz işlerinin yanında geceleri başka firmalara yarı zamanlı işler yapıyorlar. Örneğin yazılım sektöründe çalışan birçok arkadaş bu şekilde ek para kazanıyorlar.

Benim gördüğüm, hemen hemen herkesin aklında ya borsa al sat gibi işler var ya da insanlar daha çok, Amazon’dan satış yapmak gibi işlere girmek var.

Benim tavsiyem biraz farklı. Diyelim ki ayda 40 bin TL ek gelir elde etmek istiyorsunuz. Genel olarak iki şekilde para kazanırsınız: Ürün satarak ya da servis satarak. Para kazanmak için asıl yapmanız gereken, ürün ya da servis olsun, karşılığını ödeyebilecek müşterilere, bir değer sağlamak. Para, değer alışverişi için kullanılan bir aracı sadece. Yani ayda 40 Bin Lira kazanmak için, ayda 40 Bin Liralık değer yaratmanız ve bu değere ihtiyacı olan ve karşılığını ödeyebilecek müşteri bulmanız lazım.

Çoğu insan, müşteri olarak şahısları düşünüyorlar ve her birine 200 TL değer sağlayarak 200 tane müşteri bulmaya çalışıyorlar. Fakat şahısların ödeme kapasitesi sınırlıdır. Ödeme kapasitesi yüksek şahıs sayısı da azdır. Örneğin 20,000 TL değer sağlayacağınız 2 şahıs bulmanız zordur.

Bir ürüne ya da servise kim 20 bin TL verir diyorsanız, sadece B2C (Business to Customer yani Şirketin bireylere satışı) şeklinde düşünüyorsunuz. 20 bin TL bireyler için büyük para ama çoğu işletme için üstünde düşünülecek bir miktar değil. Yani B2B (Business to Business, Şirketten Şirkete) satış, ek gelir için en iyi iş modeli. Bu tabii 10 bin X 4 de olur, iki ayda 3 tane 30 bin de olur.

ABD’de Amazon’da kozmetik mi satsam yoksa elektronik mi satsam, YouTube kanalı açsam üyelik mi satsam diye düşünmeden önce, büyük ya da küçük işletmelerin ihtiyacı olan ve benim de yapabileceğim ya da öğrenebileceğim bir servis var mı diye düşünün. Örneğin B2C bir ürün için online pazarlama, sosyal medya pazarlama yapacağıma, ürünü veya servisi olan ama online pazarlaması olmayan firmalara (çiçekçi olur, dişçi olur) sosyal medya yöneticiliği servisi satabilir miyim diye düşünün. Mesela İngilizce biliyorsanız yapmanız gereken tek şey, Google Maps ile ABD’de işletmelere bakıp bu servisi sunmak. Bilmiyorsanız bile, Türkiye’de müşteri olarak küçük işletmeleri bile hedefe alsanız, bu işletmelerin bireylere göre çok yüksek olan miktarlara küçük miktarlar olarak bakmaları çok olası.

Kim sizden neyi niye alsın? Eğer bir alanda 9-5 iş olarak tecrübeniz varsa alırlar. Benim bir arkadaşım örneğin oturdu Microsoft Power BI diye bir uygulamayı öğrendi, zaten o alanda 20 sene geçmişi var ve sonra İngiltere’de bile bunun bir günlük eğitimini sattı. Başka biri uzmanı olduğu pazarda satış danışmanlığı verdi ki mesela bir müşterisinden bir ara ayda 2500 Dolar kazanıyordu.

Ama ya bir tecrübeniz yoksa? Mesela öğrenci adamdan neden alsınlar? Bir iki referans yoksa almazlar doğru. Bu nedenle ilk bir iki işinizi bedava yapmanız ve bunlarda iyi iş çıkarmanız gerekecek. O kadar iyi iş çıkarmalısınız ki, adamlar sizden bu servisi bedava aldıklarına utanıp size çok iyi bir referans versinler. Bir iki referanstan sonra da zaten genellikle yolunuz açılır.

Bu pasif bir gelir değil. Ama bireylere online ürün ya da servis satışı yapmanız, bir Youtube kanalı yürütmeniz de pasif bir gelir değil. Fakat şirketlere değer katabilecek bir fikriniz varsa, bunu yüksek birim fiyatlara daha az sayıda şirkete satmak, çok sayıda bireye daha düşük birim fiyatla ürün veya servis satmaktan çok daha verimli. Bunun yanında eğer yüksek birim fiyatlara şirketlere servis satabilirseniz, zaman içinde asıl işi yapacak insanlar kiralamanız ve işi yarı pasif hale getirmeniz de mümkün. Bir şirkete ulaşmak, onları ikna etmek, vs. gibi faaliyetler, katma değeri yüksek ve belli bir tecrübe gerektiren faaliyetler. İşleri pasladığınız bireyler tabii ki sizden müşteri çalıp kendi yollarına bakabilirler ama referanslar sizin referanslarınız, yeni müşteri bulma kabiliyeti sizin kabiliyetiniz.

Diliniz yoksa bu işi Türkiye’de yaparsınız. Ama diliniz varsa size tavsiyem ABD ve Avrupa’yı hedeflemeniz. Yıllardır Asya pazarında gördüğüm bir şey var. Ürünlerini kullandığım çoğu yazılım şirketin cirolarına baktığımda hemen hemen hep aynı oranlar var: cironun %40’ı Kuzey Amerika’dan, %30 Avrupa’dan, %10 kadarı eğer hedeflerinde ise Japonya ve Kore’den ve kalan %20’si de dünyanın geri kalanından geliyor. Oranlar tabii ki değişir ama aslan payı her zaman ABD + Kanada, sonra da Avrupa.

Bu arada benim gözlemlediğim, ek gelir olmaktan çıkıp asıl işiniz olmaya en yatkın ek işler, B2B işler. Yani bu işi iyi yaparsanız, bu işi tam zamanlı olarak, hayatınızı kazandığınız iş haline getirebilmeniz, şirketleşebilmeniz ve hatta sonra satabilmeniz, B2C işlere göre daha kolay.

B2C işleri boşverin demiyorum ama konuştuğum çoğu insanın, B2B işleri aklına bile getirmediğini, bunu konuştuğumuzda ise yine birçoğunun böyle bir işi yapabileceğini görüyorum. Müşteri deyince, iş deyince, satış deyince sadece bireyleri düşünmeyin. Şirketlere daha büyük oynayabilirsiniz.

Çok başarılı insanların yaptıkları ama sizin yapmadığınız şeyler

Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 101 ve 201 kitaplarında derlediğimiz Dr.K’nın oldukça faydalı bir yayınından çeviri.

Bugün başarı konusunda en tepe %10 içinde olanları, daha altta olan %75’ten ayıran şeyler hakkında konuşacağız.

Başarılı CEO’lara ya da finans dünyasının tepesindekilere baktığınızda, bu insanların bir miktar sosyopat, narsist ve ben merkezci olduğunu düşünürsünüz ki bu insanlar gerçekten de böyleler. Ve bu özellikleri de başarılarının önemli birer parçası.

Ben (Dr. K.) bir psikiyatrist olarak her çeşit insanla çalıştım. 10 yıl kadar Boston’da MIT ve Harvard startuplarının CEO’ları ile çalıştım. Bu insanlar çok parlak fikirlere sahip ve yüzlerce milyon dolarlık şirketler inşaa eden insanlar. Tıp alanında yüksek kazançlar elde eden cerrahlarla, Goldman Sachs gibi şirketlerde çalışan finansçılarla çalıştım. Bunların yanında oldukça yozlaşmış oyun bağımlıları ile, mahkumlarla, madde bağımlıları ile de çalıştım.  Bugün sizinle en tepedeki başarılı insanlarla, en dipteki başarısız insanlar arasındaki farkı paylaşacağım. Bunu da çok spesifik bir şekilde yapacağım.

Sorun şu ki, çok başarılı insanlara baktığımızda, bu insanlar çok disiplinli, zamanlarını ve kaynaklarını çok iyi yönetebilen insanlar deriz ama böyle disiplinli olmayı, kaynakları en iyi şekilde yönetmeyi nasıl başardıklarını tam olarak bilmeyiz. “Ben kaynaklarımı yönetme konusunda iyi değilim ve bu adamlar bu konuda iyiler” diyebiliriz ama bu konuda nasıl daha iyi olabileceğimizi bilmeyiz.

Ben bugün size, beraber çalıştığım yüksek performansa sahip insanların çoğunda gözlemlediğim üç bilişsel özelliği öğreteceğim.  Bunlar narsizm, sosyopati ve nevrotizm ile alakalı özellikler. Bu özellikleri negatif olarak düşünüyoruz ama bu özelliklerin insan türünün özellikleri yani hepimiz bunlara çeşitli derecelerde sahibiz. Narsist kişilik bozukluğu ya da sosyopati dediğimiz antisosyal kişilik bozukluğu, aslında hepimizde bir dereceye kadar olan bu özelliklerin uç noktalarda olmasından ve bu nedenle de problem haline gelmesinden kaynaklanıyor. Burada size bu özellikleri pozitif ve iyi bir şekilde nasıl edinebileceğinizi göstereceğim.

Sosyopatiden başlayalım. Psikiyatristler ve cerrahlar, sosyopati skalasında, ortalama nüfusa göre yüksek derecelere sahipler. Bu, bizim kötü insanlar olduğumuz anlamına gelmiyor ama empatimizi kısıtlayabildiğimiz anlamına geliyor.

Ben psikiyatrist olarak hergün şiddetli depresyona sahip insanlarla çalışıyorum. Hergün 8 saat bu insanların sorunlarını dinliyorum. Bu nedenle de bütün bu dinlediklerim tarafından depresyona sürüklenmemek için, empati kalkanları geliştirmiş olmam gerekiyor. Bu özellik, başarılı insanlarda, oldukça spesifik bir şekilde ortaya çıkıyor. Başarılı insanlar, kısa vadeli merhametin içine çekilmeme ve uzun vadeli merhamete eğilim konusunda oldukça iyiler.

17-18 yaşındayken ebeveynlerinden birisi evi terk etmiş, hemen hemen aynı durumdaki iki kişiyi ele alalım. Bu iki insanın kendilerinden küçük iki kardeşleri olsun. Bu insanlardan biri, kısa vadeli merhamet tarafına eğilimli olsun yani ailesi için kendini feda ederek “doğru şeyi” yapsın. Üniversiteye gitmesin, “annem ya da babam bu işi tek başına yapamaz, tek seçeneğim bu” diyerek, genç kardeşlerini yetiştirmek için çok da nitelikli olmayan işlerde çalışıp para kazansın. 10 yıl sonra bu ailedeki çocuklar genellikle çok daha başarılı olmazlar zira ailedeki kültür başarı değil de hayatta kalma üzerine kurulu.

Diğer genç ise “evet durum çok kötü ama onlara daha iyi bir gelecek sunmak için onları geçici bir süreliğine geride bırakmam ve üniversiteye gitmem şart” desin. Bu kişi üniversitede çok çalışsın, fakir büyümesine rağmen iyi bir iş edinsin ve çok yüksek maaşlar kazansın. 10 yıl sonra bu kişi artık kardeşleri için pozitif bir rol modeli ve kardeşleri de çok başarılı olma yolundalar. Bu genç yılda 250 Bin Dolar kazanarak ailesine çok iyi bir hayat sunarken, birinci genç yılda 35 Bin Dolar kazanarak çok da faydalı olamıyor.  İkinci gencin ailesi 3-4 yıl çok zor bir dönem geçirseler de daha sonra rahata eriyor.

(Uç bir örnek oldu ama) burada esas konu şu: başarılı insanlar, merhamet duygusu ile kum torbasına dönmeye dirençliler. Sizden yapmanızı istediğim, kendi hayatınızı gözden geçirip, kısa vadeli merhametin, nazik ve bonkör olmak, başkalarına destek vermek için yaptığınız fedakarlıkların maliyetine bakmanız. Çünkü başarı konusunda alttaki %50 içinde olan insanlarda gördüğüm, bu insanların birçoğunun kısa vadeli merhametin, saçma suçluluk duygusu tuzaklarının içine çekilmiş oldukları ve sürekli olarak kendi ayaklarına sıktıkları. Bu insanlar çok fazla fedakarlık yapıyorlar ve hayatlarındaki insanlar bu fedakarlıkları faydalarını görseler de, fedakarlığı yapanların yıllar sonra da ellerinde hiçbir şey kalmıyor.

Hayatta bir miktar daha sosyopat olmaya, bir miktar daha kendinize odaklanmaya ihtiyacınız var. Kısa vadeli merhametin içine hapsolmaya karşı koymalısınız.

İkinci olarak da narsizm hakkında konuşacağız. Narsizm başarılı insanların zihninde sadece kendini düşünmek olarak çıkmıyor. Oldukça spesifik bir şekilde ortaya çıkıyor. Beraber çalıştığım olağanüstü başarılı insanlarda, narsizmin spesifik bir özelliğini gözlemliyorum. Bu insanların hayır deme konusunda çok yetenekliler. Yalnız kullandığım kelimelere dikkat edin. Hayır deme konusunda yetenekli olmak, ortalama bir insandan daha fazla ya da azhayır demek anlamına gelmiyor. Bu insanlar, hayır kavramı konusunda ustalar yani ne zaman hayır demeleri gerektiğini, ne zaman hayır dememeleri gerektiğini çok iyi biliyorlar. Örneğin arkadaşları, iş arkadaşları ve hatta patronları ufak tefek şeyler için yardım istediklerinde, hayır demesini biliyorlar.

Eğer çevrenizdeki insanlara hayır deme konusunda sıkıntı yaşarsanız, çevrenizdeki insanlar size daha fazla yardım talebi ile gelirler. Özellikle de düşük özdeğere sahipseniz, bu sizin için oldukça yıpratıcı olabilir çünkü özdeğerinizin bir kısmı insanların size minnettar olmasından geliyor. Ama iyi bir arkadaş olarak sürekli borç verdiğinizde, sürekli yardım ettiğinizde, takdir edilmeyen bir kum torbasına dönüyorsunuz. Kendinize yatırmanız gereken şeyleri başkalarına veriyorsunuz.

Burada mümkün olduğunca, ileride size fayda getirecek şeylere evet deyin. Eğer şu anki durumu korumak için evet diyorsanız, bu konuda çok dikkatli olun. Başarılı insanlarda gözlemlediğim, bu insanların çevrelerindeki insanlara dördüncü, beşinci kez yardım etmek yerine, yeni insanlara yardım etmeyi tercih ettikleri. Eğer bir insan sürekli kendilerinden yardım istiyorsa, o insana hayır deyip, yeni bir insana yardım etmeyi tercih ediyorlar. Örneğin patronları birkaç kere haftasonu çalışmalarını istediğinde patronlarına hayır diyorlar ama örneğin yeni bir proje üzerinde danışmanlık isteyen ya da başka bir şirketten yardım isteyen birine evet diyorlar.

İşinizde çok çalışmamalısınız ya da patronlar kötü insanlar demiyorum. Ama benim gözlemlediğim, çok başarılı insanlar yeni fırsatlara ve yeni insanlara evet demeyi, aynı insanlara sürekli evet demeye tercih ediyorlar.

Üçüncü konuşacağımız konu ise nevrotizm. Başarılı insanlar, daha çok B tipi başa çıkma tekniklerini kullanmaya meyilliler.

Psikolojide ve psikiyatride, temel olarak 3 seviye başa çıkma mekanizması var. En tepede, bilişsel yeniden çerçeveleme var.  Alt seviyesinde aksiyona meyilli başa çıkma mekanizmaları var. Ve en alt seviyede de duygu odaklı başa çıkma mekanizmaları var.

Çok başarılı insanların, bu orta seviye başa çıkma mekanizmalarını daha çok kullandıklarını gözlemliyorum. Bu insanlar mutsuz olduklarında, negatif bir deneyim yaşadıklarında, bu deneyimi düzeltmek için çevrelerini düzeltiyorlar. Bu insanlar aynaya baktıklarında gördükleri vücutlarından utanç duyduklarında, bu utancı düzeltmek için spor salonuna yazılıp şekle girmeye başlıyorlar. Bu insanlar acı çekmeyi, başarı ile değiştirmeye çalışıyorlar. Bu tür bir başa çıkma mekanizması kullandığınızda, içsel bir ferahlama elde etmiyorsunuz ve bunu anlamak çok önemli. İçsel duygularını düzeltmek için, dışsal çevrelerini yeniden şekillendiriyorlar.

Başarılı insanlar örneğin patronları kendilerinden memnun değillerse, daha fazla çalışıyorlar. Şimdi burası biraz hassas bir konu zira ya patronu narsist ve mantıksız beklentileri olan biriyse? Yani aslında patron hiçbir şekilde memnun olmayacak biriyse? Bu durumda ne kadar çalışırsanız çalışın, patron sizden memnun olmayacaktır. Bu oldukça ilginç bir durum zira bir yandan patron hiçbir zaman memnun olmadığı için kişi acı çekmeye devam eder ama sürekli çok çalıştığı için daha başarılı bir insan olur. Yani bu durum “toksik yakıt” dediğimiz bir şey yaratır.

Tıp öğrencilerinde çok yüksek nevrotizm görüyoruz. Yani içsel kaygıya daha yatkınlar ve sürekli tedirginler. Ama bu, onların Cuma akşamları partiye gitmek yerinde kütüphanede çalışmalarına neden oluyor. Normal bir insan bütün hafta çalıştım şimdi rahatlama vakti derken, bu öğrenciler için tüm hafta çalışmak yeterli olmuyor. Sürekli bir “ya derslerden kalırsam, ya başarısız olursam ya istediğim gibi kazanamazsam” kaygısına sahipler.

Bu strateji kısa vadede oldukça adaptif ama ben bu insanlarla çalıştığımda, onların bu başa çıkma mekanizması seviyesinden çıkmalarına yardım etmeye çalışıyorum. Zira daha iyi hissetmek için sürekli olarak çevreyi yeniden şekillendirme ihtiyacının da yan etkileri var. Örneğin aynada gördüğünüz kişi size utanç veriyorsa, spor salonuna gidip çalışmak oldukça sağlıklı bir şey. Ama bundan sonra bile hala memnun olamazsanız, biraz botoks yapayım, biraz estetik yaptırayım, biraz şuraları dolduralım diye gidebiliyorsunuz. Bu durumda hiçbir şey sizi tatmin etmiyor. Kız arkadaşı ya da patronu bir türlü tatmin olmayan birisi, çok kolay kontrolden çıkabiliyor. Bu strateji başarı getirse de, büyük ızdıraba neden olabiliyor.

Kısacası benim başarı konusunda tepe %10 içinde olanlarda gördüğüm bilişsel özellikler bunlar. Bu insanlar biraz daha sosyopat, biraz daha narsist ve biraz daha nevrotikler. Eğer başarı konusunda alttaki %50 içindeyseniz ve mutlu değilseniz, bu üç bilişsel özelliği kullanmanızı tavsiye ederim.

Kendinize kısa vadeli merhametin kurbanı olup olmadığınızı sorun. Bugün başkalarına yardım etme çabanızın sadece kendi kapasitenizi değil, başkalarına yardım etme kapasitenizi de sabote edip etmediğini kendinize sorun. Eğer bu soruların cevabı evet ise, kısa vadeli merhametinizi sınırlandırmanız gerekli.

Hayır deme konusunda biraz daha iyi olmaya bakın. Ne zaman hayır demeniz gerektiği, ne zaman hayır dememeniz gerektiği konusunda ustalaşmaya bakın.  Yardım ettiğiniz kişiler sizden sürekli yardım istiyorlar mı diye bakın. Bu tür insanlara yardım etmeyin demiyorum ama bunu sınırlandırmazsanız, bu insanlar sizi aşağı çekerler.

Başarı konusunda dipteki %50 içinde olanlar negatif duyguları ile, duygu odaklı başa çıkma mekanizmalarını kullanarak başa çıkmaya çalışırlar. Negatif duygu hissettiklerinde, dışsal bir şeyleri değiştirmeye çalışmak yerine, gidip kendilerini madde kullanarak, bilgisayar oyunu oynayarak, porno izleyerek ya da sürekli şikayet ederek uyuşturmayı seçerler.

Başarılı olmak istiyorsanız duygu odaklı başa çıkma mekanizmalarına kaçmamanızı, “toksik yakıt” kullanmanızı tavsiye ederim. Aksiyon merkezli başa çıkma mekanizmaları kullanın. Daha iyisi bilişsel yeniden çerçeveleme ama o mekanizma bugünün konusu değil.

Çeviri: What high performers do that you don’t

 

İşleri erteleme hastalığına karşı ne yapmalı?

Bana iş ve öğrencilik hayatı ile ilgili danışanların en çok karşılaştığı problem, işleri erteleme hastalığı. Çoğu insan çoğu zaman bir konuda başarılı olmak ya da bir işi bitirmek için ne yapması gerektiğini biliyor. Ama bu şeyi yapmaktan sanki vebadan kaçıyormuş gibi kaçıyor. Evet sorun çoğu zaman ne yapacağını bilmemek değil, o şeyi yapmamak ve her yapmaya çalıştığında içsel bir direnişle karşılaşmak.

Örneğin sınava hazırlanması gerektiğini bildiği halde, sınava nasıl hazırlandığını bildiği halde, yarın çalışacağım dediği halde aylarca çalışmaya başlayamamış öğrencileri düşünün. Bu öyle rahatsız edici bir şey ki. Özellikle o işi gerçekten yapmak istediklerinde karşılaştıkları güçlü karşı koyma çok enteresan. Sanki içlerinde bir şey kendileri ne hedeflerlerse hedeflesinler, aynı kalmaya ant içmiş ve değişime karşı koyuyor gibi. Zira bu direniş, insanın kendisi için gerçekten iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapmak istediğinde güçlü bir şekilde ortaya çıkarken, saatlerce bomboş takıldığında tamamen ortadan kayboluyor.

Ben burada gerçekten biyolojik seviyede direnç gösteren bir sistem olduğunu ilk öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Nöroplastisite yazı dizini okursanız, beynin rutin dışı şeyler yapma, yeni şeyler öğrenme esnasında salgıladığı kimyasallardan birinin buna neden olduğunu hatırlarsınız:

Bunun nedeni ise asetilkolin salgılanmadan hemen önce harekete geçen sistemin stres sistemi olması. Yeni bir şey öğrenmek istediğimizde beyin köküne norepinefrin yani nöradrenalin salgılıyoruz. Bu kimyasal insanın dikkat kesilmesine neden oluyor. Dikkat bir çeşit el feneri gibi bir süre – yol – sonuç dizgisini aydınlatıyor. Bu dikkat zahmetli bir iş ve yetişkin beyni ise eldeki zahmetsiz algoritmaları kolayca değiştirmeye direnç gösteriyor. Ama siz bu acı ve isteksizliğe karşı koyup devam ederseniz beyin direnç gösterse de yeni davranışın veya düşüncenin gerektirdiği sinir hücrelerini değişim için işaretliyor.

Bu bilgi aynı zamanda bize bir şeye başlamanın neden o şeyi yapmaktan daha zor olduğunu da gösteriyor. Yeni bir şeye başlarken beynin salgıladığı norepinefrin ve adrenalin başlangıçta sıkıntı ve isteksizlik hissi yaratıyor.

Aslına bakarsanız işleri ertelemenizin sebebi çoğu zaman tembellik değil. O işleri yaparsanız meydana gelecek değişiklikler beyin için maliyetli. Otomatik programlamayı yıkıp yenilerini kurması gerekiyor. Ama bunun yanında işleri erteleme sebebiniz, sonrasında gelen değişikliklerden korkmanız zira alışılmışın dışına çıkmanız, bilmediğiniz bir bölgeye girmenize neden olur ve risklidir.

Benim burada bahsetmek istediğim konu daha pratik. İşleri erteleme hastalığını nasıl aşarsınız sorusuna cevabım genellikle işin başına otur ve bekle şeklinde oluyor. Mesela bir dökümanı yazmaya başlamayı sürekli erteliyor musunuz? Belli bir zaman başlamayı ve belli bir zaman harcamayı kararlaştırın ve dökümanı açıp başına oturun.  Bir dersi çalışmayı sürekli erteliyor musunuz? Belli bir zaman ve süre belirleyin, dersin kitabını masaya koyup açın ve masaya oturun.

Bunu yaptıktan sonra iki ihtimal var. Birincisi oturduktan kısa bir süre sonra o şeyle uğraşmaya başlayacaksınız. İkinci ihtimal de yine başlayamayacaksınız ve bilgisayarda açılı döküman penceresini arkaya alıp sosyal medyaya gireceksiniz, telefona bakacaksınız ya da kalkıp iş arkadaşlarınızla laflayacaksınız. Öğrenciyseniz masada telefonda mesajlaşmaya başlayacaksınız, belki yatağa uzanacaksınız, belki porno izleyeceksiniz, vs.

Burada ne oluyor? Burada olan şu. O yapacağınız şeyin başına oturduğunuz anda az önce bahsettiğimiz sıkıntı geldi. Siz de o sıkıntının içinden geçmek yerine, sıkıntıyı bastırmak için uyuşturucu almayı tercih ettiniz.

Peki ne yapmalı? Örneğin bu konuda konuştuğum öğrenci arkadaşla şunu yapmasını kararlaştırmıştık.

“Sabah 09:00 – 10:30 arası, sonra 11:30 – 13:00 arası ve sonra 14:00 – 15:30 arası 3 x 1.5 saat yani 4.5 saat çalışacaksın. Bu saatlerde masaya oturacaksın. Telefonun kapalı olacak ve odada olmayacak. Yatak yok, masada olacaksın.

“09:00’da masaya oturacaksın. Bir buçuk saat ya ders çalışacaksın ya da masada oturup o kitaba bakacaksın. Ama ders çalışmıyorsan bile uyuşturuculara kaçmayacaksın. Bırak orada sıkıl. Canın çok sıkılsın. Çalışacak iraden yoksa bile en azından oradan kalkmama iradesi göster.

Hiç çalışmazsan bile 10:30 kalk, çalışmış gibi dinlen ve 11:30 yeniden masadasın her şey aynı. Masaya oturdun mu, %60 – %70 çalışmaya başlarsın. Belki 3-4 gün sadece oturacaksın ama bunu ısrarla yaparsan ve uyuşturuculara kaçmazsan, çok kısa bir süre içerisinde çalışmaya başlıyorsun.”

Şimdi bu yöntemde sıkılmanın önemini sonradan Anna Lembke’den öğrendim. Nöroplastisite 101 kitabında Anna Lembke’nin yer aldığı Bağımlılıklar bölümünün Can sıkıntısı, kaygı, yaratıcılık alt bölümünden:

Çünkü çoğu zaman hem can sıkıntısı hem de yapmam gereken şeylerin stresini hissediyoruz. Yani yapacak bir şey yok sıkıntısından çok, yapacak bir sürü şey var kaygısı hissediyoruz. Kaygı ve can sıkıntısı ele ele giden
hisler mi?

Can sıkıntısı oldukça büyük bir kaygı tetikleyicisi. Fakat can sıkıntısı, modern insanlar için nadir olan bir deneyim zira günümüzde sürekli olarak bir şeylerle dikkatimizi dağıtıyoruz ve bunu yapmak için sonsuz sayıda araca sahibiz.

Sorun şu ki can sıkıntısı oldukça önemli ve gerekli bir deneyim ama korkutucu bir deneyim. Zira can sıkıntısına izin verdiğinizde şimdi ne yapacağım sorusu ile karşılaşıyorsunuz. Bu çok önemli ve gerekli bir deneyim zira bu ruh halindeyken birçok yaratıcı şey ortaya çıkarabiliriz, kendi öncelik ve değerlerimizi gözden geçirebiliriz. “Evet şu an dünyadayım ve hayattayım, peki bu hayatta ne yapacağım?”

Bir döküman yazmanız gerekiyorsa, o dökümanı açın, interneti kapatın ve bilgisayar başında bir buçuk saat o dökümana bakın. Ya o dökümanı çalışacaksınız ya da o dökümana bakacaksınız. Başka bir şey yapmayacaksınız. Orada öyle sıkılacaksınız.

Bugün spor salonuna gitmeyi canınız istemiyorsa, spor salonu için giyineceksiniz ve salona gideceksiniz. Eğer ağırlık kaldırmıyorsanız bile orada salonun kapısında oturacaksınız ve telefonunuza da bakmayacaksınız. Ya ağırlık kaldıracaksınız ya da orada sıkılacaksınız.

Kendi tecrübemden ve birçok başka insanın tecrübesinden gördüğüm, çoğunlukla ilk defada ama eninde sonunda o işin başına kararlaştırdığınız zamanda oturursanız ve sıkılırsanız, o işi yapmaya başlıyorsunuz. Eğer o işin başından(fiziksel ve telefon ya da bilgisayar ekranları yardımıyla sanal olarak)  kalkarsanız, yani can sıkıntısı yaşamazsanız, o işe yumurta kapıya dayananana kadar başlamayacaksınız ya da hiç başlamayacaksınız. Bakın tekrar ediyorum, sıkılmanız, sadece o işle başbaşa kalmanız çok önemli. En azından ekrana ya da masadan uzağa kaçmama iradesi gösterin. Gerisinin kendiliğinden geleceğini göreceksiniz.

Bakın bu hiç de öyle çekici bir yöntem değil. Maalesef kendini geliştirme tavsiyelerinin çoğu, basit bir gerçeği göz ardı ediyor. İşe yarar, insanı geliştiren hemen her iş sıkıcıdır. Aynı zamanda can sıkıntısı hissetmek, bu sıkıntıya maruz kalmak, bu işlere başlamanız için şarttır.  Hayvan beyniniz, anlık zevk ve eğlenceyi hemen her zaman sıkıntı ve kaygıya tercih eder. İnsanın ilkel beynini, insanın gelişmiş beyninin kontrolünden koparak kullanmak için milyarlarca dolar harcayan Instagram veya Youtube varken, orada oturup sıkıcı bir işe odaklanmak çok zor. Bunun tek çözümü, yapmanız gereken işin tüm alternatiflerini, yapmanız gereken zaman süresince ortadan kaldırmak. O işi yapmanın tek alternatifi, o işe bakarak sıkılmak olmalı.

Eğer masaya oturup ders çalışamıyorsanız, en azından masaya oturun. Ama telefonunuz olmadan. O masadan bir buçuk saat kalkmadan. Gündüz düşlerine dalabilirsiniz ama kendinizi gündüz düşünde yakaladığınızda gündüz düşünü bırakın. Sıkılın. Çok sıkılın. O işin başında uykuya dalarsanız bu çok da iyi bir şey değil ve buna karşı koymaya çalışın ama uykuya dalmanız, telefonunuzu açıp instagrama bakmanızdan çok daha iyidir.

İş Dünyasında Yükselmek – 2

Bir önceki yazımda bu konuya bir giriş yapmış ve önemli gördüğüm noktaları belirtmeye çalışmıştım. Bu yazıda konuya devam edelim ve kafa yapısına eğilmeye çalışalım.

Yanlız giriş yapmadan önce bir konuya değinmek istiyorum. Yazılarımın altına gerek bu platformda gerek başka platformlarda veya konferanslarda karşılaştığım bir soru sıkça geliyor. O da “Bu konulara Türkiye’de bulunan en iyi üniversitelerde değinilmiyor.” Şimdi arkadaşlar üniversiteler sizin her şeyi böyle hap gibi öğreneceğiniz yerler değildir. Size her konuda bilgi veremezler. Bunun için ne kaynakları, ne yetişmiş uzmanları ne de mecalleri ve farkındalıkları vardır. Hardard, MIT, Cambridge için bile bu durum böyledir. Geçenlerde Münih Teknik Üniversitesinde bir profesöre proje eğitimlerine iletişim ve duygusal zeka gibi “yumuşak yetenek” konularının eklenmesini tavsiye ettim. Cevap ise şuydu “haklısın bizde eklemeyi planlıyoruz.” Beklentilerinizi gerçekçi temeller üzerine oturtun. Eleştirileriniz mantıklı ve gerçekçi olsun. Mesela bizim üniversiteleri şöyle eleştirebilirsiniz:

  • Her şeyi öğrenciye yıkıyorlar. 
  • Gereksiz servis dersleriyle ajandayı dolduruyorlar. 
  • Dönem ödevi olacak konuları tez diye kabul ediyorlar. 
  • Yürürlükteki doktora programlarının belki yarısı ya da daha azı gerçekten doktora. 
  • Aşırı teorik kalıyorlar ve gerçek hayatta ilgili konu bağdaşımı az. 
  • Öğrencileri iş birliğine değil bencilliğe iten bir kültür söz konusu. 
  • Öğretim görevlilerinin iş yaşamı tecrübesi çok az. 
  • Yüksek düzeyde intihal ve etik ihlaller söz konusu. 
  • Şekle, statüye ve ünvana aşırı önem veriliyor. 
  • Çalışkan ve dürüst öğrenciyle kurnaz ve hilekar öğrenci aynı potada değerlendiriliyor. 
  • Dünya ve teknoloji takip edilmiyor. 
  • Vesaire vesaire…

Ancak, bunlara rağmen, bazı şeyleri sizin halletmeniz gerekiyor. İletişim, iş birliği, duygusal zeka, çatışma yönetimi, öz disiplin ve özgüven gibi konular aklıma ilk gelenler olarak sıralanabilir. Peki nasıl halledeceğiz? Kitap okuyacaksın, eğitim alacaksın, hatalarını not edip düzeltmeye çalışacaksın, deneyeceksin yanılacaksın kahretmeyip öğrenecek tekrar deneyeceksin vb.

Bu parantezi kapatıp konuya geri dönelim. Bu kısımda doğru kafa yapısını oturtmaya çalışalım. Öncelikle şirketleri kadınlar gibi görmenizi tavsiye ederim. Bu ne demek? Bir kadına yaklaştınız ancak ilerlemedi. Elinizden geleni yaptınız ve kendinizden de eminsiniz ancak sonuç değişmedi. Siz ilerleyemediniz ama o kadınlar muhtemelen ilerleyen başkaları ya vardır ya da olacaktır. Burada yapmanız gereken bu vatandaşı next’lemek ve başka vatandaşlara bakmak olacaktı. Şirket içinde benzer bir mantığı geçerli sayabiliriz. Size şu an istediğinizi vermeyen şirket bir başkasına muhtemelen istediğini veriyordur ve ya verecektir.

Peki bu süreci nasıl yönetmeli?

Öncelikle bir hedef belirleyerek başlayın. Bu işte yaparken başarabileceğiniz bir hedef olmalı. Ancak şirketinize ve size değer katmalı. Gerçekçi ancak uğraşmaya değer zaman tabanlı bir hedef olmalı. Mesela: 

  • Yeni üretim tesisinin yazılımlarını bir yıl entegre etmek
  • Dişli birimin görevlilerinin 80%’ni İş Güvenliği Eğitim ve Adaptasyon Süreçlerini tamamlamak
  • Kurumsal Kaynak Yönetimi Sistemiyle Müşteri İletişim Yönetimi Sistemini entegre etmek

Bu hedefe ulaşmak için bir zaman belirleyin. 2-3 yıl gibi bir süre düşünebilirsiniz. Bu süre içinde hedefe erişmek için çok çalışacaksınız ve rüştünü ispat edeceksin. Süre bitti, hedefe ulaştın ve kendini ispat ettin. Şimdi şirkete süre verme sırası. Bu da 6 ay ile 1 yıl arasında değişebilir. Eğer şirket bu süre içinde size gereken teveccühü göstermediyse – onun ne olduğu size kalmış. Ayrılma harekatına başlayabilirsin. Çoğunuzun çalışmadan geçinmek için yeterli kaynağı olmadığını olsa bile hazırı tüketmek istemeyeceğini varsayarak yeni arayışlara başlamanızı tavsiye ederim. Kısaca diğer şirketlere yaptığın başarıları öz geçmişine ekleyerek yürümeye başlıyorsun. Ancak bu süreci kimseyle paylaşmadan ilerletmeni tavsiye ederim. Uygun olan ilk fırsatı değerlendirerek eski şirketine teşekkür ediyor ve yeni işine geçiş yapıyorsun. Fakat bazı düşüncesiz vatandaşlar gibi giderken kapıyı çok sert kapatmamanda fayda var. Yani ben gidiyorum bunlara siktiri çekeyim diyip bunu yaparsan, sıkıntılı bir düşünce yapın olduğu ortaya çıkar. Çünkü senin gibi çalışma arkadaşlarıyla başka yerlerde karşılacağını düşünmeyen ve eski şirketinden istenmesi gereken evrak vesaire şeylerin farkında olmayan arkadaşların bu kafa yapısıyla çok yükselebileceğini düşünmüyorum. Bu konuda sizden gelebilecek hayali sorular yazalım ve cevaplayalım: 

Peki ya çok kötü davranıyorlarsa? 

Tepkini hakaret ederek belirtmek zorunda değilsin. Bunu daha asil ve olgun yapmanın yolları var. 

Abi bana o parayı vermezlerse? 

Bu onların sorunu. Sen vazifeni yaptıysan artık konu onların hanesine risk olarak yazılır. 

Neden 2 yıl daha az değil? 

Eğer kurtlu bir vatandaş değilsen iki yıl bir kurumu anlamak, işi ve müşteriyi tanımak için güzel bir süredir. 

Arkadaşlarım dostlarım var şirkette? 

Neden onlar o işe girmeden önce yoktu? Ancak sen yaşıyordun değil mi? Bir on yıl ya da on beş yıl sonra yanında olacaklar mı? Muhtemelen hayır. Herkesin kendi hayatı ve planları var. Sen kıyamayıp ayrılamam dersin ancak bir kaç yıla onların başka yollar gittiğini göreceksin. 

Korkuyorum abi, ya kötü çıkarsa? 

Süreç yeniden başlar. En kötü deneyim kazanmış olursun ve bu adımla eski iş arkadaşlarından daha tecrübeli olursun. Ancak ince eleyip sık dokumayı da bil. İş görüşmelerinde sezercik gibi beni seçerlermi diye kalma, burası çalışılacak yer mi diye de bir bak. 

Bunlar hikaye Türkiyede patronlar öyle çok para vermez. 

Valla dostum, öyle adamlar altı haneli yıllık maaşlar alıyorlardı ki bilsen şaşardın. O patronların nasıl şakır şakır gerektiği yerde para verdiğini görsen böyle demezdin.  

Türkiyede öyle çok yükselme şansı yok abi. 

Yukarıda ki cevabın patates kopyası. 

Dayın olacak yoksa bu işler zor. 

Bu kafayla senin için bu işler baya zor olacak orası kesin. Sen dayı dayı diye ağlarken azimle ve çalışkan vatandaşlar sağından solunda geçip yükselecek. Böyle gidişle, sense yıllar sonra hala dayı aramaya devam edersin. 

Abi bu çok acımasız değil mi. Süre vermek filan. 

Hayır değil. İstersen git müdürüne ben işimi bu yapmıyorum ama bana sevabına maaşı yatırın ve SGK’yı ödeyin de bakalım, nasıl bir cevap alacaksın. Ben söyleyeyim, kovulmazsan ve şaka olarak algılarlarsa çok şanslısın. Ayrıca bu düşünceleri söylemek gibi bir hata yapmamalısın. Süre senin kendi kendine verdiğin süre, bunu radyo gibi anons etmene gerek yok. Sen kendine hedef koydun, beklentini netleştirdin ve plan yaptın. 

Peki abi ya yapacaklarsa ya sabretmem gerekiyorsa? 

Yapacak olan 2-3 yılda yapar, verecek olan o sürede verir. Veremiyorsa işaretini verir. 

Abi yeni fabrika şirket yeni yatırım yaptı vesaire? 

Benim bunlara karnım tok ancak anlat heyecanlı oluyor. 

Bu sorular dışında değinmek istediğim önemli bir husus var. O da mobbing. Nedir mobbing? Psikolojik taciz, mobbing iş yerinde çalışan kişiye karşı aynı iş yerinde bulunan bir veya birden çok kişi tarafından uygulanan psikolojik taciz, şiddet, düşmanca tutum vb. davranışlardır. 

Türkiyede maalesef pek çok şirkette ve kurumda mobbing söz konusu. Bazıları yaptıklarının farkında bazıları ise değil. Eğer bir yerde mobbing yaşıyorsanız oradan en kısa sürede ayrılmalısınız. İmkanınız ve planınız elverdiği en kısa sürede. Orada yükselme planları yapmanız anlamsızdır. 

Size gerçek hayattan mobbing örnekleri vereyim: 

Vaka-1: 

Mete: Abi selam, yazılım üzerine kitaplar aldım. C# öğreneceğim. 

Hasan: Neden öğrenmek istiyorsun? 

Mete: Eklenti yapmak ve kendi işlerimi çözmek için düşünüyorum. 

Kerim: (Masadan kalkıp kapıya yönelerek ve alaycı bir ifadeyle) Her şeyi çözdük de kaldı bu yazılım işi, hey Allahım ya. 

Şimdi burada Kerim’in yaptığı çok net mobbing gencolar. Yok abi değil zart zurt geçin bunları. Neden? İş arkadaşını aşağılıyor ve yadırgıyor üstüne bunu herkesin içinde yapıyor. 

Vaka-2: 

Mete masasında oturup işini yapmaktadır. 

Kerim: (Ofis camına sertce vurarak) Tak, tak, tak

Mete: Ne oluyor ya? 

Kerim: (Alay eden, küçümseyen ve pis bir sırıtmayla bakarak) yok bir şey yahu. 

Vaka-3: 

Mete: Fabrikaya doğru yemekhaneden yürümektedir. 

Hasan: (Kerimin yanından geçerek) biz bazılarının ne mal olduğunu biliyoruz. 

Kerim: Aynen, ortada mal değneği gibi dolaşmanın alemi yok. 

Mete: (Onlara doğru bakar)

Hasan: Anca böyle bakarlar işte

Ana sınıflandırmaları ile mobbing: 

  1. İletişim
    1. Telefonla ve mesajla rahatsız edilme
    2. Yapılan işin sürekli eleştirilmesi
    3. Sözlerinin devamlı kesilmesi
    4. Yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması
    5. Kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması veya engellenmesi
    6. Özel yaşamının eleştirilmesi
    7. Sözlü ve yazılı tehditler
    8. İmalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla iletişime bloke koymak
  2. Sosya İlişki 
    1. Orada değilmiş gibi davranılması
    2. Çevresindeki insanların konuşmaması
    3. Çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi
  3. İtibara Suikast
    1. Mağdurun arkasından kötü konuşulması/dedikodu yapılması
    2. Dini ve siyasi görüşlerinden dolayı dışlanması
    3. Bir kusuruyla veya fiziksel özrüyle alay edilmesi
    4. Gülünç durumlara düşürülüp dalga konusu edilmesi
    5. Yürüyüş tarzı, sesi, hareketleri vb. taklit edilerek alay konusu yapılması
    6. Akıl hastası gibi davranılması
    7. Alçaltıcı isimler ve lakaplar ile hitap edilmesi
    8. Cinsel imalarda bulunulması
    9. Milliyetiyle alay edilmesi
    10. Kararlarının sürekli sorgulama meselesi yapılması
    11. Özel yaşamıyla alay edilmesi
  4. Mesleki Durum
    1. İşteki konumunun sürekli değiştirilmesi
    2. Sürekli özgüvenini kırıcı işler yükletilmesi
    3. Kapasitesinin altında veya üstünde işler verilmesi
    4. Asli işi olmayan görevlerle sürekli meşgul edilmesi
    5. Yapması için sürekli anlamsız işler verilmesi
    6. İşten çıkarmaya zorlamak ve tehdit etmek
    7. Maaş ve özlük haklarıyla tehdit etmek
  5. Fiziksel
    1. Doğrudan veya dolaylı cinsel tacizde bulunmak
    2. Fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanması
    3. Ffiziksel şiddet yapılması ve tehdit edilmesi
    4. Fiziksel zarar verilmesi

 

Mobbing yapıldığında mağdur kendini bok gibi hissedecektir ve dışlanmış olacaktır. Yıldırmak, korkutmak, kovdurmak, sindirmek ve birçok başka nedenle günümüzde Türkiye’de mobbing yapılmaktadır. 

 

Şunu net olarak açıklamak isterim. Mobbing kişilerin hayatlarını cehenneme çevirmektedir ayrıca psikolojik, fizyolojik ve iş sorunları yaşamalarına neden olur. Sebebi her ne olursa olsun mobbing yapan yanlıştır, hatalıdır. Mobbing yapılan da mazlumdur. Hiçbir gerekçe mobbing’i  haklı çıkarmaz. Ben bu yüzden ne hayatların karardığını ve insanların nasıl ekmekleriyle oynandığını gördüm. Mobbing yapılan yerde önce yöneticilerinizle kanıtlar üzerinden konuyu çözmeye çalışın. Çözüldüyse ne ala, ancak çözülmediyse ve görmezden geliniyorsa tavsiyem o organizasyonun parçası olmayın. Bence değmez. En kısa sürede çıkış planınızı yürürlüğe koyarak çıkın. Eğer gerekiyorsa hukuksal danışmanlık alın. Bir önceki yazımda yazılı çalışın demiştim. Kanıtları toplayın ve hakkınızı savunun ancak bunu akıllıca yapın. Türkiye’de şirket dükalığı çalışanların davalı olmasını haklı gerekçelerle olsa dahi istemiyor ve bu çalışanları çürük elma olarak görüyor. Ayrıca kanıt sunamazsanız hak kaybına uğrama durumunuz var. Böyle durumlarda eğer konu ciddi, çözümsüz (içerdeki tüm adımlara rağmen) ve rencide edici ise hukuksal danışmanlık alarak ve akıllıca hareket ederek çözmeye çalışın.

Yazan: Tonyukuk

İş dünyasında yükselmek – 1

Yükselmek ve daha iyi seviyelere ulaşmak. Kazancımızı artırmak, ünvanı arttırmak ve diğer şeyler. Kırmızı hap camiasında salık verilen tavsiyelerden biridir kariyerinde büyümek. Ancak her şeyde olduğu gibi bunda da püf noktaları vardır. Toplanın bakalım, bunları konuşalım. 

Eğer meslek seçimini doğru yaptıysan ve ya en azından gerektiği esneklite yaptıysan işin daha kolay. Ancak, sevdiğim işi yapmıyorum, zaruriyetten yapıyorum diyorsan işin biraz daha zor ancak burada senin içinde temel tavsiyeler var. İster severek ister zaruri yapın iş dünyasında yükselmek veya en azından başarılı olabilmek için bilmeniz, uygulamanız ve geliştirmeniz gereken pratikler var. Bunları hiç kimse başından bilerek gelmez, kimisi daha şanslıdır ailede çevrede rol model vardır oradan görmüştür kimisi şanssızdır hiç bilmez ancak nereden gelirse gelsin mutlaka öğrenilmesi gereken şeyler olacaktır. 

Sağlıklı bir temel olması açısından daha önce yazdığım bu iki yazıyı okumadıysan önce bunlara göz atabilirsin. Modern İş Dünyası ve Meslek Seçimi.

İşinizi Yazılı Yapın

Gençler! (Sanki ben yaşlıyım!) mutlaka ama mutlaka yazılı olarak çalışın. İnsanların sözüne güvenmeyin. Söz uçar yazı kalır ve bu böyledir. Yüzünüze gülen, sırtınızı sıvazlayan ya da kendini size aşırı dürüst, iyi niyetli vs gösteren (bakın gösteren diyorum) kişilerle bile yazılı çalışın. Peki bunu nasıl yapıyoruz? 

  • E-postalar

İş dünyasında E-postalar yaygın olarak kullanılır. Bu nedenle, size tavsiyem mutlaka kullanmanız. İş arkadaşınız, müşteriniz, bayiniz kim olursa olsun. Sözel konuştunuz anlaştınız arkasından teyit e-postası atın. Yurt dışında buna ben seni böyle anladım epostası da denilir. Kısaca yazılı olarak doğru anlayıp anlamadığınız kontrol ediyorsunuz. Örneğin iş arkadaşınız sizden yetkisi dışında bir şey istedi. Bu sizin hoşunuza gitmedi ve doğru değil. Ancak sizi punduna getirip peşine takmak istiyor. Sizden istediğini e-postayla ona teyit için sorarak gönderiyorsunuz ve “Benden istediğin desteğin bu olduğunu anladım, doğru muyum?” diyerek teyit istiyorsunuz. Böyle durumlarda art niyetli kişiler buna genelde cevap vermezler bu da bir şey yapmanı gerektirmez. 

  • Kurumsal Sistemler

Eğer çalıştığınız yerde kurumsal sistemler kullanılıyorsa ki bunlardan kastımız Müşteri İlişikileri Yönetimi Yazılımı, Kurumsal Kaynak Yönetimi Yazılımı …vb Bunları aktif kullanın ve güncel tutun. Kayıtlarınızı doldurun ve takip edin. Yeri geldiğinde çıkarıp göstermek çevrenize ve yöneticilerinize güven verir. 

  • Toplantı Notu

Şimdiye kadar hiç yapmadıysam 3000 toplantıya katılmışımdır. Fazlası vardır azı yoktur. Genel gözlemim çoğunluğun bu toplantılara hazırlıksız gelmesi. Toplantının ajandası ne? Neden bu kişiler katılıyor? Kim ne konuşacak? Bunları geçtim not alınmıyor. Bu toplantılar hem verimsiz olur hemde sözel konuşmalara döner. Bu nedenle mutlaka toplantılarda not almanızı tavsiye ederim. Bu not şunları içermeli: Katılımcılar, Toplantı yeri, tarihi ve saati, toplantı amacı, toplantı ajandası, süresi, alınan karar ve görevler bunların sorumluları, takip toplantısı detayı. Teyit e-postasını anlatmıştım değil mi? 

  • Whatsapp ve Uygulamalar

Benim işimde eposta ya da kurumsal sistem yok diyebilirsiniz. Örneğin bir belediyede park ve bahçelerden sorumlusunuz. Göreviniz ne olursa olsun yeri geldiğinde yazılı döküman önemli. Burada Whatsapp, Telegram gibi uygulamaları kullanabilirsiniz. Emin olmadığınız hususları bunlar üzerinden sorabilir ve teyit isteyebilirsiniz. 

  • Saklayın

Bu yazılı detayların önemli olanlarını mutlaka saklayın. Bunun için Google Drive, Onedrive, İCloud gibi uygulamaları kullanabilirsiniz. Kendi arşivleme yapınızı oluşturup koyabilirsiniz. Böylece ihtiyaç duyduğunuzda bulmanız kolaylaşır. Whatsapp yazışmalarında ekran görüntüsü alıp kaydedebilirsiniz. Bastırıp saklayabilirsiniz ama ben tercih etmiyorum. Klasör vesaire ayarlamanız gerekir aynı zamanda kaybolma ve fiziksel zarar riskleri vardır. Yinede en kötü olabilir. 

Yazılı çalışmak aynı zamanda art niyetli kişiler karşı bir kalkan oluşturur. İş yerlerinde herkez melek değil art niyetli ve bunu çığır açacak şekilde yapanlar da var.  Bu kalkana mutlaka günün birinde ihtiyacınız olur. 

Yapılacaklar Listesi

Günümüzde modern medyanın, sosyal medyanın ve daha birçok odağın bombardımanı altındayız. Okumalıyız, yazmalıyız, dinlemeliyiz ve izlemeliyiz. Geçmişte yaşamış olan atalarımızın bu kadar yoğun bir gündemi yoktu. Bu nedenle yapılacakları unutmamak adına yapmanız gerekenlerin listesini yapmakta fayda var. 

Hayatta başarılı insanlarla başarısız insanları ayıran bazı noktalar var ve bunlardan biride neye öncelik vereceğini bilmek. Ufak bir hesap yapalım: 

  • Mesai – 8 saat
  • Ulaşım – 1.5 saat
  • Öğünler – 3 saat
  • Uyku – 8 saat
  • İhtiyaçlar ve Temizlik – 1 saat
  • İletişim Koordinasyon – 1 saat

Toplam olarak 22.5 saat yapar. Bu ortalama bir çalışanın gününü geçirme durumu. Bu rakamlar herkes için böyle olmayabilir ancak ben örnek teşkil etmesi için paylaşıyorum. Kısaca zamanınız kısıtlı ve her şeyi yapmaya zamanınız yetmez. Başarılı olmak ve ilerlemek için listeleyin ve önceliklendirin. 

Önceliklendirme

İtalyan Ekonomist Vilfredo Pareto ilginç bir şey keşfetti. İtalya’da arazilerin %80’ninin toplumun %20’sine ait olduğunu belirledi ve bunu varlıkla ilgili araştırmalar yaparak yayınladı. Bu prensib oldukça tutuldu ve farklı alanlarda da geçerli olduğu gösterildi. Mesela satışların %80’ni müşterilerin %20’sinden gelmektedir ya da kadınların %80’ni erkeklerin %20’sini ciddi çekici bulmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir. 

Peki siz bu prensibi nasıl kullanacaksınız? Haftalık olarak veya tercihinize göre günlük olarak yapacaklarınızı listeleyin. Tavsiyem haftalık olarak liste yapmanız ve hafta içinde listeyi gelişmelere göre güncellemeniz. Akabinde her göreve bir kod düşünelim ve önem sırasına göre: 

    • Acil – Bunlar yapmazsanız kayba uğrayacağınız görevler. Bu görevi ertelemek veya yapmamak size kısa vadede zarar verecekse bu acildir. Örnekler:
      • Haftaya Pazartesi Toplantı var ve rapor sunacaksınız akabinde önemli kararlar alınacak ve gecikmemesi gerekiyor. Burada görev: Toplantıya hazırlık ve raporu tamamlamak. 
      • İşe yeni girdiniz ve banka bilgileriniz istendi. En geç Cuma gününe kadar göndermelisiniz aksi halde sonraki aya sarkacağı size söylendi. Maaşa ihtiyacınız var çünkü kredi ödemeleriniz var. Burada görev: Banka hesap bilgilerini göndermek. 
  • Yüksek – Bunlar yapmanız gereken önemi yüksek olan ancak süre olarak vaktinizin hala olduğu görevler. Bunları acilleri tamamladıktan sonra yapmalısınız. Ancak yapmamayı ertelerseniz size zarar verme potansiyeli olan görevler.  Örnek
    • Üç hafta sonra müşteriye fiyat vermeniz gerekiyor. Fiyat içinde iş arkadaşlarınızla toplantı yapıp konuyu netleştirmeniz gerekiyor. Burada görev: Fiyat konusunda toplantı ayarlamak.
  • Orta – Bunlar yapmak için ciddi zamanınız olan ve yapsanız iyi olacak görevler. Bu görevlerin en önemli özelliği ne zaman yapacağınıza sizin karar verme şansınızın olması. Örnek:
    • Bir ay sonra sistem güncelleniyor. Sizinde güncel haline alışmanız için iki ay içinde bazı örnekleri incelemeniz lazım. Görev: Güncel Sistem Örneklerini İncelemek. 
  • Düşük – Bunlar düşük öneme sahip olan ve yapıp yapmama konusunda çoğunlukla kararın sizde olduğu görevler. Yapmazsanız bir zarar göremeyeceğiniz belki bazı şeyleri çıkarabileceğiniz görevler. Örnek: 
    • Kitapçıda gezerken sevdiğiniz bir iş dergisi gözünüze ilişti ve içinde bulunan bir makalenin faydalı olabileceğini düşündünüz. Görev: Dergide İşle ilgili Makale Okumak ve not almak. 

Bu listeyi oluşturduktan sonra zamanınızın %80’ni acil ve yükseklerden başlayarak ilk %20’lik dilimi tamamlamak için kullanmalısınız. Bunu yaptığınızda verimin %80’nini elde etmiş olacaksınız. Diyelim ki 20 göreviniz var. Acil ve Yüksek öneme sahip ilk 4 tanesini tamamlamak size verimin yaklaşık olarak %80’nini sağlar. Peki neye göre? Günlük ise güne, haftalık ise haftaya veya aylık ise aylığa göre. Kalan %20’lik zamanınızla geriye kalan Orta ve Düşük öneme sahip görevleri tamamlamak verimin %20’sini sağlar. Özet olarak örneğe dönecek olursak öncelikli  4 görev verimin %80 oluşturuyor kalan 16 ise verimin %20’sini. 

Bu görsel size eminim bir yerden tanıdık gelmiştir. Bakınız hipergami nedir? Şimdi burada önemli bir şeyi söyleyeceğim. Bunun anlamı görevlerin %80’ni önemsizdir değil. Burada bu zaman diliminde stratejik olarak önemli olanlara öncelik veriyorsunuz ama şunu unutmayın yapmadığınız takdirde geriye kalan bu %80’lik orta ve düşük önemli görevler zamanla en aciller arasına girebilir. Bunları tahmin ediyor ve ilgileniyor olmalısınız. Kısaca önceliklerde zamanla değişme olabilir ve bunu anlayacak kadar esnek olmalısınız. Belkide kadınların önemli çoğunluğunun problemi bu esnekliği hipergami’de anlamamaları ve sanki bu durumun sonsuza kadar süreceğini zannetmeleri olabilir mi? Belki ancak görevlerinizi organize ederken bu hataya düşmemenizi tavsiye ederim. 

İletişim

İş hayatında yükselmek ve hatta toplumda yükselmek için önemli noktalardan biri iletişimdir. Çoğunluğun aksine iyi bir iletişimci olursanız kendinizi daha iyi anlatırsınız ve fikirlerinizi ifade edebilirsiniz. 

İş yaptığınız ve görüştüğünüz kişilere karşı nezaketli olun. Yerinde Teşekkür etmek, rica ederim demek, müteşekkirim demek sizi hafif yapmaz bilakis tercih edilen bir kişi yapar. Tecrübe ettiğim çoğunluk iletişim yetenekleri bakımından zayıftı bu nedenle iletişime odağın fark yaratacağını düşünüyorum. 

Hiç kuşkunuz olmasın iletişim kurarken zor konularda karşınıza gelecek. Bunlardan kaçınmak size fayda sağlamaz ve kaçamazsınız. O konu mutlaka gelir ayağınıza dolanır. Böyle konuları ertelemeyin ve yüzleşin. Karşınızdakini tartın ve rengini öğrenin. Eğer yol ayrımı gerekiyorsa tavsiyem erken olması isabetli olacaktır. Burada kullandığım şu yöntemi tavsiye edebilirim. 

A – Asla Duygusallaşmayın

N – Net Örneklerle Anlatın

E- Empati Kurun

S – Sorularla Netleştirin

A – Cevabınızı Açıklayın

ANESA yöntemi zor konuları konuşmanızı ve doğru bir iletişim kurmanızı sağlayabilir. Fakat karşınızda ki kişi hakaret ediyorsa, aşağılıyorsa veya dalga geçiyorsa orada hemen iletişimi kesmeli ve uzaklaşmalısınız. Böyle bir durumda tavsiyem hakaret edenle bir daha temasa geçmemeniz ve bunu üstlerinize aktarmanız. Eğer bu net saygısız tavra rağmen ve profesyonel davranışınıza rağmen, yapacak birşey yok çekeceksin diyorlarsa o kurumun çalışmak için uygun bir yer olduğunu söylenemez. 

Uygulama – Seviyeli

Kişi1: Projenin yetişeceğini düşünmüyorum. Sizin bu konuda gerekli hassasiyeti gösterdiğinizi görmedim. Endişeleniyoruz. Bu noktada umarız önlemleriniz vardır. 

Kişi2: Geri bildiriminiz için teşekkür ederim (Asla Duygusallaşma). Proje içinde şu an paralel ilerleyen tam beş adet görev paketi var. Her birim birinden sorumlu ve takdir ederseniz bazı detayları netleştirmek için düzenli toplantılar yapmak gerekiyor. Bunun yanında bazı kamu kurumlarından cevaplar alınması da sürenin uzamasında etkili oluyor. (Net Örneklerle Anlatın) 

Gecikmenin size ek bir külfet oluşturacağını biliyoruz ve diğer bağdaşıklı işlerde planlama sorunu oluşturabileceğinin farkındayız. (Empati Kurun)

Bu noktada bize bir tavsiyeniz var mı? Bu alt konuları nasıl hızlandırabileceğimizi düşünüyorsunuz? (Sorularla Netleştirin)

Kişi1: ….

Kişi2: Bu endişenizle alakalı proje ekibini bilglendireceğim ve en kısa sürede bir toplantıyla önerinizin üzerinden geçeceğiz. Şimdiden bir söz veremem ama hızlandırmamızın bir yolu varsa, kullanmaktan memnuniyet duyarız. (Cevabınızı Açıklayın)

Uygulama – Seviyesiz

Kişi1: Projenin yetişeceğini düşünmüyorum. Sizin bu konuda gerekli hassasiyeti gösterdiğinizi görmedim. Endişeleniyoruz. Bu noktada umarız önlemleriniz vardır. 

Kişi2: Geri bildiriminiz için teşekkür ederim (Asla Duygusallaşma). Proje içinde şu an paralel ilerleyen tam beş adet görev paketi var. .. 

Kişi1: Siz zaten hep gecikiyorsunuz, proje çalışmasını nerden öğrendiniz? Bu işler öyle garip garip bakarak olmuyor. 

Kişi2: Pardon, anlamadım? 

Kişi1: Anlamamana hiç şaşırmadım. 

Kişi2: Maalesef, burada görüşmeyi sonlandırmak zorundayım. 

Uygulamalar çoğaltılabilir fakat size fikir vermek adına bu ikisinin yeterli olacağını düşünüyorum. Diğer taraftan, bu pilav daha çok su kaldırır ancak bu yazıyı burada noktalamakta fayda var. Sorularınız olursa üzerinde fikir alışverişi yapalım. 

Yazının devamı için İş Dünyasında Yükselmek 2.

Yazan: Tonyukuk

Meslek Seçimi

Meslek seçmek bir erkeğin hayatını belirleyecek önemli konulardan biri. Erkek Adam topluluğunu takip eden çoğu arkadaşımın bu alanda soruları olduğunu görüyorum. Üniversite sınavına girenler, mesleğine yeni adım atanlar veya kariyer değiştirmek isteyenlerin sorularına yorumlara baktığımda denk geliyorum. Bu yazıda meslek seçimini ele alalım ancak devam etmeden önce bütünlük arz etmesi bakımından şu makaleyi okuyabilirsiniz.

Yıllar önce üniversite tercihlerimi yapmak için Anadolunun küçük bir kasaba lisesinde müdür yardımcısının odasından içeri girmiştim. O zamanlar sistem böyle değildi. Biz dolduruyor sonra gidip bizzat işletiyorduk. Kağıdı uzattım ve uzatmamla şu cevabı aldım.

MY: Emin misin?
T: Evet.
MY: 24 tercih hakkın var sen sadece 3 tane girmişsin. Ya tutmazsa?
T: Kesin biri tutacak.
MY: Nasıl bu kadar eminsin? Bence eklemek yap.
T: Bu üniversiteler dışında okumak istemiyorum. Olmazsa yine hazırlanılır. Sırf yazmak için bölüm yazmadım. Bunlar benim seçimlerim, lütfen bu şekilde girin.

Bu cevabı bir homurdanma ve klavye sesleri takip etti. Birkaç ay sonra listenin ikinci sırasında bulunan tercihe yerleşmiştim. İsteyerek gittim ve severek okudum. Ancak mezun olduğumda bu mesleğin bana sunacağı olası iş ortamı hoşuma gitmemişti. Ciddi bir kriz ortamındaydık. Tüm Dünya 2008 krizinin etkilerini hissediyordu. Benim çalışma alanımda kriz çıkmış öyle iş bulmak artık o kadar kolay değildi. Üstüne çok zor şartlar isteniyordu. Bunun yanında üniversitede aldığımız eğitimin bize iş dünyasında istenen bilgiyi vermediğini, gereksiz teorik kaldığını ve pratik olmadığımı fark ettim. Güya teknik okumuştuk ancak ne doğru düzgün çekiç tutabiliyor ne de alet kullana biliyorduk. Üretim, tasarım ve planlama gibi hayati konuların hakkında derslerden aklımda kalan şeyler sunum sayfaları idi. O göz kanatan, özensiz şekilde üniversite hocaları tarafından hazırlanan sunumdan çok her şeye benzeyen sayfalar. Üstelik mezun olduğum üniversite ilk 5’te olan bir üniversite olmasının yanında bende onur ödülüyle her kula nasip olmayacak bir başarıyla mezun olmama rağmen durum buydu. Ancak şanslıyım ki bu durumla karşılaşacağımı tahmin etmiştim ve kendimi doldurmaya, geliştirmeye başlamıştım. Yakın arkadaşlarımı uyarmaya çalıştım. Ancak işe yaramadı.

Tonyukuk: “Hüseyin, Mete biz derslerde yeterince şey görmüyoruz, uygulayamıyoruz. Gördüğüm kadarıyla başka şeyler gerekiyor. Ben yakında şu sertifika programına başlıyorum. Birlikte gidelim.”

Yakın Arkadaş: “Tonyukuk, ne gerek var? Firmalarda o dediğin kullanılmıyor? İhtiyaç olsaydı kullanırlardı.”

Tonyukuk: “Firmaların doğru yaptığını ve bildiklerini nasıl biliyorsun.”

Yakın Arkadaş: “Yok abi, boşuna uğraşmanın anlamı yok.”
Tonyukuk: “Bence yanlış düşünüyorsun. Onları doğru ve eksiksiz kabul ediyorsun. Unutma o firmalar insan evladı ürünü. Her şey tamsa dahi mutlaka iyileştirilecek şeyler vardır.”

Bir önceki yazıda değişimi herkes farklı karşılar demiştim, hatırlamışsındır. Sonra bu arkadaşlarımla yollarım ayrıldı. Ben aldığım kararların ve yaptığım çalışmaların çok faydasını gördüm. Dahil olduğum ekiplere farklı bakış açıları getirdim ve fark ettim ki takip edilmeye, takdir edilmeye ve taltif edilmeye başlandım. Fark şuydu ben öğrenmeye devam ederek seçeneklerimi arttırıyordum onlar ise okulun verdiğiyle yetinip bu değişen dünyada seçeneklerini daraltıyorlardı. Biliyorsunuz özgüven seçeneklere sahip olmaktan gelir. Onlara göre X okuyan biri X Tesislerinde çalışabilir, X Tesislerine mal verenlere görev alabilir ya da X Tesislerini denetleyenler de uzman olabilirdi. Bana göre ise X okuyan olan biri nerede çalışacağına kendi karar verir ve isterse Y, Z, K, F, … işlerinde çalışabilir idi.

Ev İnşa Ediyoruz

Meslek seçmek, içinde yaşayacağın evin yerini seçmek gibidir. Kariyer ise zamanla inşa edeceğin evindir. O evin tuğlalarını, bahçesini, boyasını zamanla tamamlarsın. Bir süre sonra bahçeye havuz koymamıştım ama havuz da koyayım, köpekte alayım diyebilirsin. Şömine eklemek, çardak yapmak ya da elveriyorsa bahçeye kümes yapmak isteyebilirsin. Ayrıca, Evin rengini maviden yeşile dönüştürmek isteyebilirsin. Çünkü insan doğamız hayal etmekten çok reaksiyon vermeye daha yetkindir. Senin hayalin düz bir zemin üzerine iki katlı ve Bahçeli bir ev inşa etmek olabilir ancak o evi inşa ettiğinde aslında 3+1 bir apartman dairesi istediğini anlayabilirsin. Bu hatunların alfayı evcil yapma arzularına ve bunda başarılı olduklarında “Hayal ettiğim bu değildi.” reaksiyonuna benzemektedir. Neden? Çünkü insan olarak biz kadın ve ya erkek olmamızdan bağımsız olarak reaksiyon vermede başarılıyız.

İsteklerin ve Arzuların Değişebilir

Meslek seçimi konusuna ev ve arazi metaforu üzerinden devam edelim. Şu an istediğin şeylerle 30’ların, 40’ların ya da 50’lerinde istediğin şeyler farklı olabilir. Hatta bence muhtemelen böyle olacaktır. 25 yaşında bana iki oda bir salon kariyer yeter diyebilirsin. Ancak 30’larının ortasında Bahçeli villa istiyormuşum olabilir. Peki sen diyelim ki dik yamaçta bir arsa aldın (meslek seçtin) ve buraya bir evladiyelik ev diktin sonrada fark ettin ki aslında sen yaptığından çok farklı bir ev istiyormuşsun. Ne yapacaksın? Burada iki yol var, birincisi ya kabullenip ben böyle mutlu olmak zorundayım dersin ya da iki o evi yıkıp zemini istediğin eve uygun hale getirip – bu maliyet ve zaman denektir. Bir daha ev inşa edebilirsin. Ancak bunu yapmak için zemini kazıman, ek maliyetler çıkması ve ciddi bir uğraşla karşılaşacaksın. Zamanında verdiğin kararla sonradan istediğin arasında bir fark çıktı. Zaman, emek ve maliyette bu farkın bedeli olmaktadır.

Doğru Zemini Seçmek

Toplumda başarılı olduğu düşünülen şeyin takip edilmesi yaygındır. Bunu ticari girişimlere baktığında, projelere baktığında görebilirsin. Bir bakmışsın biri tavuksepeti diye firma kurmuş ve tutmuş, bir süre sonra hindisepeti, kazsepeti mutlaka peydah olacaktır. Bu durum meslek seçiminde de kendisini göstermektedir. Geçmişe dönüp baktığımda meslek seçim trendlerini daha iyi görebiliyorum. Benim hazırlandığım zamanlar Gemi Mühendisliği çok revaçtaydı, mezunları hemen iş buluyor daha okurken çok iyi paralarla tersanelerde çalışıyorlardı. Benden sonraki dönemde Endüstri Mühendisliği popüler oldu sanki her çıkan otomatik CEO oluyormuş gibi bir algı oluşturuldu. Aynı şerler Genetik Mühendisliği, Tıp gibi daha birçok alan içinde söz konusu olmuştur. İnsanoğlunun gelişimiyle bazı dalların kaçınılmaz olarak öne çıkacağı doğrudur ancak bunun yukarıda verdiğim örneklerde çok bilinçli olduğunu düşünmüyorum. Özellikle bazı basın ve yayın organları geleceğin meslekleri diye arada üflüyorlar. O listeler öyle gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Peki ne yapmak lazım? Rasyonel olarak kararınızı vermeniz gerekiyor.

Bu konuda size yol göstermesi için bir Venn şeması* oluşturalım.

Venn Şeması üç alanda meslekleri göstersin. Yeteneğiniz olan meslekler, İstediğiniz meslekler ve Geleceğiniz kurabilecek olanakları sunabilecek meslekler. Böyle bir şemada sizin seçmeniz gereken bölge bu üç alanın kesişimi olan mesleklerdir. 

Yeteneğiniz olan meslekler sizin eğiliminizin olduğu ve çevrenizden ailenizden bu konuda geri bildirimler aldığınız alandır. Burada zaten nokta atışı meslekten bahsetmek doğru değil. Alanlar üzerinden gitmek hem esneklik verir hemde doğru seçim olasılığını arttırır.  

İstediğiniz meslekler sizin gönlünüzden geçen ve yapmayı hayal kurduğunuz mesleklerdir. Bu meslekler size ilham vermiş veya dış etkenlerden dolayı arzulamış olabilirsiniz. 

Gelecek vadeden meslekler ise size gelecekte güzel imkanlar sunabilecek mesleklerdir.

Burada elbette tüm detayları anlatmak ve her bir alt kırılıma değinmem mümkün değil ancak meslek seçerken aklınızda tutmanız gereken şey sizin durumunuzda en yüksek düzeyde fayda sağlayacak seçimi yapmış olmaktır. Bunu çok para kazanacağım olarak değil uzun vadeli ve sürdürülebilir iyi gelecek sunabilecek bir seçim olarak düşünün. Aldığı paranın hazzıyla okurken firmalarda çalışmaya başlamış ve okulu uzatarak hala aynı seviyede kalan kişiler gördüm. 15 yıldır bir kaç dersten geçmeye çalışıyor ve hala mezun olamıyordu. Askerlik konusu problemli idi. Okulun bu kadar uzaması onların modunu düşürüyordu. Bu doğru bir çözüm değil. İyi kazanıyorlardı ama yine de doğru bir çözüm değil. Risk barındırıyor ve sürdürülebilir değil. 

Her şey üniversite mi? 

Değil. Eğer üniversiteye gidemiyor ancak yinede bir meslek edinmek istiyorsan bunu yapmanın yolları var. Ülkemizde ciddi bir kalifiye eleman ihtiyacı var. Maalesef eğitim sistemi bu ihtiyacı karşılayamıyor ve bu kalifiye elemanlar eğer işini iyi yapıyorsa ve ahlaklı ise üniversite mezunlarından çok daha fazla kazanıyorlar. Burada meslek edinmeyi düşünmelisin ve yine yukarıda paylaştığım şema yaklaşımını kullanarak ilerlemek istediğin alanı seçebilirsin. 

Yapılmaması Gereken Hatalar

Özellikle çevremde karşılaştığım ve dehşete düşerek incelediğim bazı hataları burada paylaşmak isterim. 

  1. Sevgili ve arkadaş nedeniyle seçim yapmak

Bu kesinlikle yapılmaması gereken bir hata. Hayatın böyle bir erken döneminde geleceğimizi şekillendiren bir seçim konusunda belki hayatınızda bir kaç yıl sonra – muhtemelen,  olmayacak kişilere göre seçim yapmak doğru değil. Seçimlerini rasyonel nedenlerle yapmalısın duygusal nedenlerle değil. Çok iyi bir ilişkin ve arkadaşlığın olabilir ama önceliğin kendi misyonun olmalı. Eğer neden diye soruyorsan, 1 numaralı demirden kanunu hatırla çerçeve herşeydir. Gerekirse ilişkini bitir ama rasyonel nedenlerle seçim yap.

  1. Çevre ve aile ne diyorsa onu yapmak

Bu da sık karşılaşılan bir durum. Burada hiç dinlemeyin demiyorum. Görüşlerini elbette alın ancak ev ödevinizi yapın ve sadece halanızın eczacı komşusu nedeniyle eczacı olmayın. Başkalarının yanlış düşüncelerini ve sanrılarını hayatınızın akıp giden zamanıyla ödersiniz. 

  1.  Ciddiye Almamak

Bu da karşılaştığım önemli bir hata. Biliyorsunuz göç yolda düzelir diye bir atasözümüz var. Ancak genelde plansız kervanı yolda eşkiyalar soyar. Hayatınızın gidişatını belirleyecek önemli bir konuda cep telefonu alırken gösterdiğiniz ciddiyetten daha fazlasını göstermelisiniz. 

  1.  Medyanın Gazına Gelmek

Bazı meslekler filmlerde, ana haber bültenlerinde ve dizilerde çok havalı gösterilir. Bu kişiler iyi para kazanmakta, özgürce dolaşmakta, istedikleri zaman gidip gelmektedir. Ancak bu üfürmeler çoğunlukla – hatta hepsi doğru değildir. Mesela geçenlerde gördüğüm bir dizide esas kızımız – artık esas kızlarımız var biliyorsunuz feminizm sağolsun. Avukat oluyor şak diye iyi bir hukuk bürosunda işe başlıyor. Bu yeni mezun çiçeği burnunda avukat eas kızımız çatırt diye bir kaç kişiden sorumlu oluyor, hayati davalara bakıyor ve özel ultra lüks odasında çevresinde ki betamorfoz erkeklere havasını basıyor. Ulumanitu liderliğiyle Abraham Lincoln*’’e bile taş çıkarıyor. Bize de götümüzle gülmekten başka bir şey kalmıyor tabi. Gençler böyle şeyler filmlerde olur diye bir söz vardı hatırladınız mı? 

Potansiyeli Olan Meslekler

Şu günlerde gördüğüm kadarıyla yazılımcı olmak baya popüler. Bu alana ciddi bir yöneliş var. Dijitalleşme nedeniyle daha çok yazılımcıya ihtiyaç olacağı aşikar ancak insanlığın devamı için itfayeci, eczacı, tesisatçı, elektrikçi, öğretmen…vs ihtiyacıda olacak. Burada önemli olan bilinçi karar vermek ve işini iyi şekilde yapmak. Oturduğum bir muhitte acar bir tesisatçı hafta sonları da yoğun olduğu için abi aileme vakit ayıramıyorum bazen diye dert yanıyordu. Kazandığı para pek çok beyaz yakalının kazandığının üstündedir. İşini iyi yapan bu arkadaş aynı zamanda çevrede sevilen ve sayılan biridir. Bir başka örnek ise Müzik Öğretmeni olan tanıdığım olsun. Akşamları sahneye çıkması ve ayrıca kendi yönettiği öğrencileriyle iyi bir gelire sahip oldu ve mutlu bir yaşantısı var. 

 Şimdi burada aklınıza şu soru gelebilir. Tonyukuk, bazı meslekler ölecek deniyor o zaman ne olacak? Geçmişte olan değişimler bazı mesleklerin öleceğini ancak farklı ve yeni mesleklerin yerine geleceğini göstermektedir.  İkinci olarak insan ırkı geçmişe göre bazı alanlarda pek çalışmaya hevesli değil. Örneğin enerji endüstrisinde çalışanların önemli bir kısmı yakın gelecekte emekli olacaklar. Bu ayrılacak vatandaşların yerine kimi bulacağız diye firmalar kara kara düşünüyor. İkinci dünya savaşını atlatmış bir genç için 1950’li yıllarda böyle bir endüstride çalışmak süper bir güvenceyken, 2020’li yıllarda internet çağında yaşayan gençler için durum böyle görünmüyor. Bu firmalarda iş gücünü yazılımlarla kapatmaya çalışıyorlar.  Düzenli olarak takip ettiğim uluslararası güvenilir kuruluşların bu alanda öngörüleri ve raporları var. Bu bilgiler size daha sağlıklı öngörüyü verecektir. Bu da başka bir yazının konusu olsun. 

*Venn Şeması Daireler kullanarak şema elemanlarının mantıksal ilişkisini gösteren temel bir küme gösterim şemasıdır. Proje yönetimi, Strateji gibi alanlarda sıkça kullanılır. 

*Abraham Lincoln Amerika Birleşik Devletlerinin Efsanevi 16. Başkanı. Köleliği kaldırarak siyahlara özgürlük verilmesini sağlamıştır. Kölelik karşıtı tutumu nedeniyle ülke iç savaşa girmiş ve iç savaş sürecinde ülkeyi yönetmiş ve siyasi dehasıyla ülkeyi tekrar bir araya getirmeyi başarmıştır. Kölelik sempatizanlarının suikastı sonucu hayatını kaybetmiştir. Yüzü Amerikalıların duyduğu saygı nedeniyle Rushmore Dağına George Washington, Theodore Roosevelt ve Thomas Jefferson ile birlikte kazınmıştır. 

Yazan : Tonyukuk

Modern iş dünyası

Bu sitede olan yazılar bir Erkek Adam olmak için neler yapılması gerektiğini, ilişkilerde nasıl hareket edilmesi gerektiğini ve daha pek çok detayı anlatıyor. Doğrusu büyük bir hazine ve henüz okumamış arkadaşlara siteyi baştan sona okumalarını ve sonra uygulamalarını tavsiye ederim. Ancak, işin bir boyutuda kariyer ve iş hayatı.

  • Kendini geliştiren bir erkek modern iş dünyasına nasıl bakmalıdır?
  • İş hayatında nasıl düşünmeli ve karar almalıdır?
  • Hangi prensipleri dikkate almalıdır?
  • Karşılaştığı zor durumları nasıl değerlendirmelidir?
  • Bu oyunun kuralları ve kaideleri nelerdir?

Yalnız benim yazdıklarım bazı feminist eğilimli basın organlarının büstleştirdiği kariyer laf salatası değil. Bu konu başka konular gibi sulandırılıyor ve özellikle iş hayatına yeni başlayanların kafasının karışmasına neden oluyor. Bu yazının basit amacı net bir büyük resim çizmek. 

“Olaylar karmaşıklaştığı zaman, temellere git.” Morihiro Saito

Aikido’nun kurucusu Moriheri Ueshiba’nın sadık öğrencisi Morihiro Saito’nun güzel bir sözü vardır. Bu söz temellerin uygulamada ne kadar önemli olduğunu vurgular. Aikido gibi bir savaş sanatıyla uğraşırken hatırlamanın çok faydalı olduğu bir sözdür. Çünkü ilerlediğiniz zaman detayların uygulamada karışıklık oluşturabileceğini görürsünüz. Örneğin Yonkyo adında bir kilit yöntemi vardır. Rakibin kolu bir ken gibi tutarak etkisiz hale getirilebilir ve bu yapılırken anatomik olarak ciddi acı çekmesine ve hareket kabiliyetinin yitmesine neden olunur. Hatta işaret parmağının kökünde bulunan boğum koldaki doğru noktaya basıldığında rakip acıdan bayılabilir. Ancak bunların hepsi bir detaydır ve püf noktaları vardır. İşte bu nedenle ilerlerken kafa karışıklığı olduğunda temellere gidip bakmanın önemi büyüktür. Uzun yıllar yaptığım Aikidoyla edindiğim bu bakış açısını iş hayatına da uyarladım ve gördüm ki oldukça faydasını görüyorum. Şimdi bunları sizinle paylaşmak isterim. O halde başlayalım. 

Yıllar önce bir gün İstanbul Hadımköy’de yaptığımız müşteri ziyaretinden dönüyorduk ve benden daha deneyimli olan satış sorumlusu arkadaşıma şu soruyu yönelttim. 

Tonyukuk: “Hasan, bu yıl bu kadar satış yapıldı. Peki seneye nasıl oluyor da bu satışlar devam ediyor. Piyasa hiç mi doymuyor. Her yıl aynı ve hatta daha fazla miktarda satış ve iş yapmamızın nedeni nedir?”

Hasan: “Tonyukuk, bunu bende düşündüm. Yıllardır içindeyim hiç bittiğini görmedim. Her yıl bir şekilde satışlar ve işler devam ediyor.” 

Tonyukuk: “Biz varız, rakipler var. Başkaları var. Bu talep her yıl nasıl geliyor? Nereden geliyor?”

Hasan: “Bilmiyorum, ama geliyor bir şekilde.”

Hasan’ın verdiği cevap benim için yeterli değildi ama sorduğum soru da zor bir soruydu. Aslında modern ekonominin ve iş dünyasının temelini sormuştum ve zamanla öğrenecektim.

Modern İş Dünyası büyüme üzerine kuruludur. Her yıl işin ve gelirin bir önceki yıla göre büyümesi beklenir ve istenir. Ancak öyle iş büyüdü denilerek defter kapatılmaz. Detaylarına bakılır. Diyelim ki toplam kazandığınız para bazında iş büyüdü ama karınız düşük kaldı. Bu da mesela bir sorundur. Hem toplam kazanç hemde karlılık bakımından büyümek istenir ve ayrıca bir önceki yıla göre maliyetlerde azalma görmek temel hedeflerdir. 

Temel #1 Büyüme

Büyümek neden modern ekonomi ve iş dünyasının temelidir? Bunun bazı nedenleri var ve bunların çoğu insanın doğasıyla alakalı. Örneğin kendinize yeni bir bilgisayar aldığınızı düşünelim. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki ortalama ilk 90 gün boyunca insan doğamız bu yeni oyuncakla yetinmekte bir sorun görmüyor. Ancak bu süre geçtikten sonra bilgisayarın yanında kullanmak amacıyla başka ihtiyaçlar kendini göstermeye başlıyor. Bunlar; bilgisayarı bağlayabilecek bir büyük ekran, yazıcı, kulaklık, sandalye sırtlığı, hard disk, su koymak için sürahi, cep telefonu için tutacak…vb İşte bu ihtiyaç listesi kişinin karakterine, yaptığı işe, yaşına ve cinsiyetine bağlı olarak değişir. Bir süre sonra bağlantılı başka ihtiyaçlar ortaya çıkar. Bu saydıklarım bir bilgisayar içindi. Şimdi bir de aynı şeyi 7 Milyar insan için bir ev, araba, bisiklet, kıyafet ve daha pek çok şey için düşünüldüğünde. Ayrıca, bunları üretmek için fabrika, yazılım, makine, mühendis, tekniker, usta, işçi ve ekipman gibi kavramları, bunlarıda ihtiyaçlara eklediğimizde, Dünya üzerinde mevcut olan talep ağı şekillenmeye başlayacaktır. 

Bu talep ağına birde çeşitliliği eklemek gereklidir. Sen bir oyuncu kulaklığı istersin ama Hasan iş kulaklığı ister. Sen rengi mavi olsun dersin ama o kırmızı olsun ister. Ürünlerde ki çeşitlilik modern iş dünyasının önemli bir öğesidir. Bu çeşitlilik ve ihtiyaç listesi bazı arkadaşlara garip gelebilir ama burada kişilerden değil genelden bahsettiğimi tekrar hatırlatmak isterim. Senin için sandalye sırtlığı önemli bir ihtiyaç değil ama Berke için yan sırada bulunan Hülya’nın ilgisini çekmek için bir araç. Bu vesileyle sağlığa ne kadar önem veren biri olduğunu gösterip ve ortak noktaları olduğunu vurgulayıp hatuna arkadaş ekseninde ilerlemeyi hayal ediyor. 

Bir diğer nokta ise insan nüfusunun düzenli olarak artmasıdır. Bu artışa paralel olarak talep ve talepteki çeşitlilik de artmaktadır. Ayrıca insan doğası zamanla daha iyi şeyler ister. Hızlı arabalar, güzel evler, kaliteli komşular, son model araçlar…vb. Kısaca dürtülerin çok önemli bir etkisi vardır. 

Temel #2 Değişim

Aklınıza şu soru gelmiş olabilir. “Peki Tonyukuk, insan nüfusu artıyor. Talep artıyor. Bu kaynaklar nasıl yetecek?” Güzel soru. Modern Ekonominin çıkmazına hoş geldin. Evet, doğru kaynaklar kısıtlı ve görünen o ki insan nüfusu artmaya devam edecek. Bu işin sonu nereye varacak? Eğer tarihe bakarsak, insanoğlunun bu sorunu daima yenilik ve takip eden değişim uygulamalarıyla aştığını görürsünüz. M.Ö. 8500 yılında bereketli hilal* olarak bilinen ve içine Güney Anadolu, Irak, Suriye, Filistin, Lübnan, Ürdün ve Mısır’ın da olduğu ülkeleri katan bölgede ilk tarım uygulamaları keşfedildi. Bu büyük bir devrimdi ve artık o bölgede yaşayanların avcı toplayıcı olarak yaşayıp yırtıcı hayvanların, börtü ve böceğin şerrinden korkmasına gerek yoktu. Güvenle yiyecek üretebilir ve depolaya bilirlerdi. Bundan da önemli olarak kendilerini koruyacak askerleri, toplumu yönetecek yöneticileri ve hayatlarını kolaylaştıracak mucitleri besleyebileceklerdi.

Şunu net biçimde anlamanızda fayda var. Değişim insanoğlunun temel bir olgusudur ve tarihin başından beri olagelmiştir. Tarım devrimi, ateşin keşfi, coğrafi keşifler, endüstri devrimi ve diğerleri birer değişimidir. Bugüne kadar nasıl değişimler olduysa bundan sonrada olmaya devam edecektir. 

Bilim İnsanları, Uzmanlar ve Mühendisler dünya üzerinde bulunan kaynakların tükenebileceğini ve daha iyi üretim yollarının keşfedilmesi gerektiğini farkındalar. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilirlik hedefleri boşuna ortaya atılmış bir konu değil. Peki bu başarılabilir mi? Eğer insanlık tarihinin geçmişine bakarsak, evet. Peki bunun garantisi var mı? Hayır. Tüm Dünya üzerinde yaşayan insanlara Amerika Birleşik Devletlerinde ki standartları sağlamak istersek 5 tane daha Dünya ve kaynakları lazım ama Endonezya’da yaşayan insanların standartları sağlanması için 1.1 Dünya yeterli. 

Temel #3 Yayılma

Yeniliğin ve buluşun yayılması insanlığın başından beri olan bir durumdur. Yukarıda tarımın MÖ 8500 civarında Bereketli Hilal’de başladığını yazmıştım. Başladıktan sonra MÖ 3500 gelindiğinde İngiltere’ye ve Kuzey Avrupa’ya ulaşmıştı. Aynı şey barut, kağıt ve elektrik için olduğu kadar eposta, bulut teknolojisi ve kripto para içinde geçerlidir. Keşfedilen kolaylığın iş dünyasında diğerleri tarafından takip edilmesi olağandır. Hatta değişime direnç gösterenlerin ayakta kalmayacağını söyleyebiliriz. Şöyle bir örneği aklınıza getirin; bundan 30 yıl önce bilgisayarlar bu kadar yaygın değildi. Satış personelleri sümen* kullanırlardı. Bugün herhangi bir firma ya da oluşum tüm saha satış personeline eski yöntemleri kullandıracağını, eposta, yazılım ve diğer teknolojik nimetleri tercih etmeyeceğini ilan derse ayakta kalamaz. Zaten böyle bir önermenin ortaya atılmasına müsaade edilmez. Diyelim ki atıldı ve bazı nostaljik kişiler uyguladı. Sonuç başarısızlık olur. Neden? Rakip e-posta kullanıyor yetmiyor cep telefonundan da kullanıyor yetmiyor müşteri ilişkileri yönetimi yazılımı kullanıyor yetmiyor yapay zeka ile tüm yıl boyunca geçmişe bakarak ne satacağını anlamaya çalışıyor ve kendini iyileştiriyor. Bu durumda, eski yöntemleri kullanıp rakibi geçeceğini varsaymak gerçekci değil! 

Değişim hep varsa neden bu çağda daha önemli hale geldi? Çünkü önceden bu kadar hızlı değildi. Tarımın Avrupa’ya yayılması binlerce yıl sürdü, endüstrinin yayılması onlarca yıl sürdü ancak bu gün yeni ve çok başarılı bir sosyal medya uygulaması ortaya çıksa yayılması ne kadar sürer? Belki aylar belki de günler. Bu da Yunusların Stratejisi kitabında bahsedilen gerçekle uyuşuyor. Değişimlerin yayılması hızlı, oluşumları kısa sürüyor. Büyük büyük dedelerimizden daha çok değişim yaşıyoruz ve yaşayacağız gibi görünüyor. 

Tarımın 3000 km kat etmesi yaklaşık 4000 yıl sürdü.

Bir değişim söz konusu olduğunda insanlar bu değişimi takip etme noktasında farklı davranışlar gösterirler. Kimi erkenden adapte olur, kimi şüpheci yaklaşır kimi ise direnç gösterir hatta bazıları isyan eder. Ancak tüm bu davranışlara rağmen anlamlı ve faydalı değişimler yayılır. Bazen tarihin tersine döndüğü de olmaz değildir. Örneğin; Japonların tüfeği daha dünyada çoğu toplum kullanmazken iyi derecede üretiyor ve kullanıyor olmaları ancak Samuray geleneğinin baskın çıkmasıyla tüfek üretimini ve kullanımını durdurmaları ve 200 yıl sonra İmparator Meiji tarafından modernizasyon için batıdan ithal edilmesi durumu. Bu tersine akışın bedeli ise Japon hazinesinin batıya akması, dışarıdan uzman getirmek ve kanlı bir iç savaş olarak neticelendi. 

Temel #4 Değer Üretmek

Ekonominin temeli değer üretmek üzerine kuruludur. Bu değer illa para olacak demek değildir. Bu değer daha önce yapılmamış ve işleri kolaylaştıran bir yaklaşım, sistem veya uygulama olabilir. Şunu aklınıza koymanız da fayda var. Sizin çalıştığınız firma, süt aldığınız market, ekmek aldığınız fırın veya cep telefonu aldığınız büyük firma hepsi değer üretiyor. Bu değer yüzünden siz ya onlarla çalışıyor ya da onlardan satın alıyorsunuz. Eğer o değeri vermezlerse kararınız hemen değişir ve alternatiflere yönelmeye başlarsınız. Ben çok sadığım olmaz diyorsanız şöyle düşünün; aldığınız telefon hatalı çıktı çalışmıyor. Değiştirmeye gittiniz ve sorun çözülmedi. Elinizde ciddi bir ödenmiş fatura ve bozuk bir telefon var. Mahmut abi’den aldığınız tüyoları uygulamak istiyor ama ne mesajlaşabiliyor ne de konuşabiliyorsunuz. Bu durumda, olsun kader böyleymiş deyip telefonsuz ve parayı ödemiş olarak devam mı edersiniz? Yoksa sorununuzu çözmeye mi çalışırsınız? 

Ayrıca şunuda vurgulamakta fayda var ki sizde çalıştığınız firma için değer üretiyorsunuz ve bu nedenle işe alındınız. Firmanın bu değere ihtiyacı olduğu sürece, sizde ürettiğiniz sürece ve firmada sizin için değer ürettiği sürece muhtemelen anlaşmanız devam eder ancak zincirin bir halkası koptuğunda çarşı karışmaya başlayacaktır. Meseleyi birazda kadın erkek ilişkileri ekseninde alırsak; bu sitede yazan yazılar ve tavsiyeler sizin değerli bir erkek olmanıza yardımcı olmaya çalışıyor yani değer üretmenize. Siz erkek adam olarak duygusal olarak güçlü, sportif, iyi beslenen, entelektüel birikimi olan, temiz, şık, kariyerinde ilerleyen  ve kendinden emin biri olarak daha fazla değer üretmiş ve sunmuş oluyorsunuz. Kadınlarda bu değerleri fark ediyorlar ve tercih ediyorlar. Sizde onların ne değer ürettiğine bakmalısınız. Özellikle uzun vadeli ilişkide bu çok önemli. Eğer siz bunları sunuyor ve bir değer alamıyorsanız, yüksek olasılıkla mutsuz ve kullanılmış hissedeceksiniz. 

Temel #5 Süreklilik

Bu tamamen insan doğasıyla alakalı. İhtiyaçlarımız genel olarak zaman içinde süreklilik arz ediyor. Her gün yemek, içmek, giyinmek ve daha pek çok şeyi yapmak zorundayız. İşte bu zorunda olduklarımız süreklilik arz eden bir ekonomi ve iş dünyası çerçevesi oluşturuyor. Yukarıda değer üretmekten bahsetmiştim. Şimdi bu değerin süreklilik arz etmesi de gerekiyor. Bir gün yedikten sonra bir daha yemem diyor musunuz? Bir kere su içmek, sevişmek yada öpüşmek yeterli oluyor mu? Hayır! Çünkü doğamız ve ihtiyaçlarımız süreklilik içinde. İşte bu nedenle ekonomimizde süreklilik içinde. Tıpkı diğer şirketler gibi sizin şirketiniz ve alışveriş yaptıklarınızda değer üretmek ve bunu sürekli yapmak zorunda. 

Sona gelirken, özellikle yazıyı basit tutmak istedim Liberalizm, Kapitalizm, Sosyalizm ve ya zırtizm zurtizm gibi terimleri kullanmadım. Bunun iki nedeni var: bir sevmiyorum, iki anlamı zorlaştırıyor. Bu temeller dışında eklenecek başka şeylerde olabilir ancak benim fikrime göre bu beş temel modern iş dünyası ve ekonominin önemli gerçekleri. Hepimiz geçinmek hayatımızı kazanmak ve ayakta kalmak durumundayız. Hatta bu Kırmızı hap camiasında kritik bir konu.  Bunu Dünya’ya bakıp “Ne biçim yer lan burası?” diyerek yapamazsınız. Bağırmanın, çağırmanın veya bu sertliğe bakıp ağlamanın bir anlamı yok. Şu an içinde yaşadığımız ekonomik gerçeklerde öyle birkaç ailenin ve kurumun tasarımı filan değil. Tamamen insanoğlunun gelişimi, coğrafya ve evrimle alakalı. Bu güçlüler ve etkileyiciler yok demek değil ancak her şey başkalarının kontrolünde de değil.  Bunları size anlatmak istedim çünkü ilerlemeniz için önce kaideleri bilmeniz elzem.

Sümen* Çalışma masası üzerinde bulundurulan, evrak saklamak, yazı yazmak ve masanın daha derli toplu olmasını sağlamak amacıyla kullanılan bir araç setidir. Makam odalarında ve devlet dairelerinde hala kullanılır. 

Bereketli Hilal* İnsanoğlunun ilk tarım uygulamalarını bulduğu merkezlerden biri. Günümüzde siyasi olarak Türkiye’nin Güney Anadolu bölgesini, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin, İran ve Mısır’ın toprakları içine alan eskiden ormanlarla çevrili bugün tarımın geliştiği döneme göre ağaçların kesilmesiyle çoraklaşmış bölge. 

Yazan: Tonyukuk

Kendini geliştirmenin matematiği

Odaklandığım ana alanlardan biri de kendini geliştirmek. Her yıl doğum günüm yaklaştığında, iyi bir viski alıp otururum ve bir önceki yılın hesaplarını kapatırım. Geçen yıl başladığında nerede olduğuma ve şimdi nerede olduğuma bakarım ve bunlardan gelecek sene nerede olmak istediğimle ilgili kararlarımı çıkarırım.

Yaptığım şey temelde “geçmiş, şimdi ve gelecek” paradigmasını, ölçülebilir küçük parçalara ayırmak. Yönetim gurusu Peter Drucker’in eski bir sözünü temel prensibim yaptım: “Ölçülebilen şeyi yönetebilirsin.” Şimdi kendine güven seviyesi, kaygı ve depresyon gibi ölçü yaratması zor şeyler de var ama egzersiz sayısı, hacim ve yoğunluk ile ağırlık kaldırmada ilerleme, uyku, yeme içme gibi şeyler ölçülebilirler.

Böyle ölçüler bulup takip etme sebebim, kendimi yaptıklarımdan sorumlu kılmak. Aynı zamanda böylece birçok şeyi önceden planlamanın daha kolay olduğunu gördüm. “Bugün yorgunum, spor salonuna yarın giderim”, “biraz daha çalışmam lazım ama zaten dün “4 saat çalıştım” gibi tuzaklara düşmek çok kolay. Eğer her şeyi planlarsanız ve alışkanlık haline getirirseniz, bunları yapmadığınız zaman kendinizi çok huzursuz hissedersiniz. Ama bu tür ölçüler kullanmamın temel sebebi şu: A’dan Z’ye gitmek istiyorsanız, yolda ne kadar ilerlediğinizi takip etmezseniz, Z’ye vardığınızı nasıl anlayacaksınız? Yoldan çıkıp çıkmadığınızı hatta tam tersi yönde gitmediğinizi nasıl bileceksiniz? Eğer ölçüler kullanmazsanız, bilemezsiniz.

Bu yazıyı, Kendini geliştirmenin matematiği olarak adlandırdım zira bu yazıda hayatlarını tamamen ya da bazı alanlarda iyileştirme konusunda birçok insanın yanlış anladığı matematik prensiplerden bahsedeceğim.

Doğrusallık ve Süreklilik

Daha önce, birçok insanın geleceği doğrusal bir şekilde tahmin ettiğinden bahsetmiştim. Bu durumu reductio ad absurdum (karşındakini gülünç duruma düşürerek) şekilde şöyle ifade etmiştim: “dün öyle oldu o zaman sonsuza kadar da öyle olacak”. Bu aptalca görünüyor ama “biz bu işi böyle gördük, böyle yaptık” diyen kaç kişi duydunuz? Bu etkinlikte veya onun bağlamında hemen hemen hiçbir değişiklik olmayacağını varsayıyor. 10 – 15 yıl öncesine giderseniz, kimse “online oyun” ya da “mesaj oyunu” hakkında konuşmuyordu. Ama bugünlerde bunlar baştan çıkarma camiasının önemli konuları. Oyun prensipleri fazla değişmedi ama oyunun içinde bulunduğu bağlam çok değişti.

Benzer şekilde, emek ile sonuç arasında doğrusal bir ilişki olduğunu varsayarız. “Eğer bir yıl önce günde 1 dolar biriktirmeye başlarsanız, bugün cebinizde 365 dolar olur” örneğini, küçük görünen çabanın, büyük sonuçlara yol açacağını göstermek için kullanmayı seviyorum. Fakat birçok insan yolculuktan nefret ediyor ve sadece sonucu seviyor. Bu nedenle de sonuca bir an önce ulaşmak için kendilerini büyük ama sürdürülebilir olmayan bir çabanın içine atıyorlar. Bir tanıdığım yeni yıl sözü olarak sağlığını düzeltmeye karar verdi ve kahveyi, sigarayı, işlenmiş gıdayı, şekeri hemen bırakıp haftada 6 gün spor salonuna gitmeye karar verdi. Bunu sadece 3 hafta sürdürebildi ve 3 haftanın sonunda 2 haftalık bir kahve, sigara, işlenmiş gıda ve şeker “ziyafetine” dalarak eskisinden daha sağlıksız bir hale geldi. Bu tanıdığım, “ne kadar çok, o kadar iyi” zihin yapısının kurbanı oldu.

Ne kadar çok, o kadar iyi

Bu sürekli, takıntılı bir şekilde emek harcama kültürü, bazı grup ve topluluklarda çok yaygın. Eğer insanüstü bir çaba harcamıyorsan, tembelsin kültürü. Sabah 4’te kalk, 2 saat spor yap, kahvaltı yap, saat 7’de işte ol, akşam bir daha spor, ek işinle uğraş, gece yarısı uyu, erken kalk ve bir yandan da güzel kadınlara yürü, eğlen ve dünyayı gez. Bu, “çok erken, çok fazla” kadar kötü bir şey zira hayati öneme sahip ama üretken görülmeyen şeyleri kısıtlamak anlamına geliyor. Bu hayati şeyler de genellikle uyku gibi dinlenme ve kendine gelme rutinleri. Bu tür “sürekli zorlama” prensibinin problemi, kişinin sürekli emek harcamasına rağmen ayarlama ve yaptıklarını gözden geçirmek için zaman bulamaz hale gelmesi.

Zamanında sıklıkla verilen “100 kadına yürü” tavsiyesi, oyunda iyi olmak için değil, yürüme kaygısını aşmak için yapılırdı. İlk önce kızlara yürüyüp yön ya da saat sormaktan başlayarak aşama aşama, yabancı biriyle konuşma kaygısını aşma şeklinde tavsiye edilirdi. Bir kez tanımadığınız insanlara “açılış yapma” kaygısını aşınca, gerçek “oyuna” geçebilirdiniz. Bugün ise “100 kadına yürümek”, oyunda iyi olmak için mucize bir rakam olarak görülebiliyor.  3 set x 12 tekrarın, kas kütlesini arttırmak için mucize rakam olarak görülmesi gibi.  Mucize rakam 3 x 12 değil. Kasların 45 – 60 saniye kadar stres altında kalması, kas kütlesinin arttırılmasını sağlayan şey. Eğer her tekrarda 4 saniye harcarsanız, bir set 48 saniye sürer. Hızlı hızlı 20 saniyede tekrar işinize yaramaz. Aynı şekilde, günde 100 kadına yürürseniz ama yürümeleriniz üzerinde düşünüp bunlardan sonuçlar çıkarmazsanız, nereleri düzeltmeniz gerektiğini anlamaya çalışmazsanız, gelişemezsiniz.

Eğer 20 – 30 kadar kadına gidip “pardon, saatiniz var mı” diye sorarsanız, yürüme kaygınızdan büyük oranda kurtulursunuz. 30’un üstünde ise yürümelerinizin size faydası hızlıca azalır.

Azalan getiriler (diminishing returns)

Emek harcadığınızı çoğu alanda er ya da geç azalan getiriler noktasına ulaşırsınız. Azalan getiriler, aynı verimi almak için zaman içinde daha fazla emek harcamanız gerektiği anlamına gelir. Bu gerçek, örneğin tahvil piyasasında tam rakamlar yerine oranlar kullanılarak gizlenir. Bir tahvilin değerinin %10 artması için,  piyasa değerinin %10 artması lazımdır (hisse fiyatı x hisse senedi sayısı). Bir şirketin piyasa değeri 1 Milyar Dolar ise, %10 artış 100 Milyon Dolar eder ama şirket değeri 100 Bin Dolar ise, %10 artış 10 Bin Dolar eder. İkisinde de artış %10’dur ama genellikle 100 Milyon artış için gerekli emek, 10 Bin artış için gerekli emekten çok daha fazladır.

Azalan getiriler genellikle zaman ve ilerlemenin bir fonksiyonudur.  Malcolm Gladwell, bir alanda ustalaşmak için o alana konsantre olarak 10 bin saat çalışmak gerektiğini açıklamıştı. Ama birçok durumda şunu iddia edebiliriz: getirinin %80’inin, ilk %20’lik emek diliminde elde edebilirsiniz ve kalan %20’sini de, son %80’lik emek diliminde. Burada olayı çok basitleştirdik ama ana fikir şu: bir şeye başladığınızda, o şey ne olursa olsun, başlangıçta görece az bir emek ile çok hızlı gelişirsiniz ve siz o şeye hakim oldukça, daha da ilerlemek için vermeniz gereken emek hızlıca artar. Yani zaman içinde sizin bir işe vereceğiniz emek artacak ama o işte elde edeceğiniz ilerleme hızı azalacaktır. Bu nedenle de fazladan bir fırsat maliyeti (opportunity cost) ile karşılaşırsınız ve şu an uğraştığınız şeyde daha da ilerlemek mi, yeni bir şeye başlayıp onda ilerlemek mi diye bir hesaplama yapmanız gerekir.

Sabit kaynaklar ve fırsat maliyeti

Öğrendiğiniz ve iyileştirmek istediğiniz her şeyde, zaman ilk seviye maliyettir. Eğer günde bir saat daha fazla yatmak isterseniz, başka şeylere harcamak için haftada 7 saat daha az zamanınız kalır. Zaman sabit bir kaynaktır belli bir miktar zamanınız vardır ve herkes için gün 24 saattir. İlerlemek istediğiniz alana bağlı olarak mesela o alan için gerekli şeyler almak için paraya ihtiyacınız vardır ki bu da saat şeklinde hesaplanmalıdır. Diyelim ki, haftada 3 gün spor salonuna gitmeye karar verdiniz. Bu durumda maliyet sadece spor salonuna girmek ve spor için harcadığınız zamanın üstüne bir de salona, spor elbiselerine, yola, vs. ödediğiniz paradır.  Bu nedenle harcadığınız zamanın üzerine bunları ödemek için kaç saat çalıştığınızı da eklemeniz gerekir. Bunlar, değişken maliyetlerdir zira eğer gelirinizi arttırıp, giderlerinizi azaltabilirseniz, hayat stilinizi sürdürmek için daha az  çalışarak zaman kazanabilirsiniz.

Ekonomide fırsat maliyeti, bir şeyi yapmak için vazgeçtiğiniz kazanımları belirtir. Birkaç yıl önce, ofiste harcadığım zamanı başka alanlara aktararak ne kazanabilirim diye düşünmüştüm. Haftada 60 – 80 saat çalışmayı azaltırsam ve artan zamanı yazmaya, spora ve başka şeylere aktarırsam ne kazanabilirim diye düşünmüştüm.

Bu kararıma neden olan şey, ofiste çalıştığım ekstra 20 – 40 saatin bana fazla bir ekstra getirisi olmadığını fark etmemdi. Bu zamanı kısmamın da kariyerime etkisi çok azdı. Yani “kayıp yok ama  kazanç da yok” ile “kazanç var ama kayıp yok” arasında idi.

Özet ve sonuçlar

Bu yazıyı yazma amacım, erkeklerin kendilerini geliştirmeye çalışırken hata yaptıkları 4 ana alanı göstermekti. İlk hata, çok fazla şeyi çok hızlı bir şekilde yapmaya çalıştırmaktır. Bu genellikle, yıllardır yapılan hataları, birkaç haftada düzeltmeye çalışmaktan kaynaklanır. İkincisi, birinci hatanın yenilgilerini daha da zaman harcayarak gidermeye çalışmaktır. Bu, insanın süreç üzerinde düşünüp, hatalarını bulup düzeltmesine zaman bırakmaz. Üçüncüsü, acemiden ustaya giden yolun doğrusal olmadığını görememek ve azalan getiriler batağına saplanıp kalmaktır. Dördüncü ve son hata da, kaynak gereksinimlerine ve seçimlerle vazgeçilen şeylerin getirilerinin de maliyet olduğuna dikkat etmemektir.

Bu 4 ana başlığın hepsinde ortak olan şeyler, maliyet, beklentiler ve sonuçlardır. Senelik hayat gözden geçirmemi yaparken, maliyet ve sonuç arasındaki ilişkiye özellikle dikkat ederim. Eğer daha fazla emek harcamanın optimum olmadığını görürsem, gelecek sene bu alana daha fazla yatırım yapmak ile ona sadece gerilemeyecek kadar yatırım yapıp o zamanı başka şeylere harcamak arasında seçim yaparım. Bu nedenle zaman içerisinde, yapmaktan keyif alsam bile bir aktiviteye harcamak istediğim zmaanın, o aktivitede istediğim ustalığa ulaşmak için yeterli olmayacağını görüp aktiviteyi yapmayı bıraktığım çok oldu.  Örneğin satranç oynamayı 10 sene önce bıraktım çünkü istediğim kadar iyi bir satranç oyuncusu olmak için, başka şeylerden feda etmem gereken çok fazla zamana ihtiyaç duyacağımı gördüm.

Bu maalesef kendini geliştirmeye odaklanmış erkek camiasında gözden ırak olan bir şey. Tamam, spor yapmalısınız, parasal durumunuzu iyileştirmelisiniz, yeme içmenize, stilinize dikkat etmelisiniz, oyunu öğrenmelisiniz, vs ama bunları başarılabilir ve sürdürülebilir şekilde yapmalısınız. On yılların kötü hayat yönetimini, çok yoğun çalışarak bile olsa  üç ayda düzeltemezsiniz. Yapmanız gereken şeyleri, önem ve gereken emek sırasına sokmanız lazım. Hangi alanların sizin için daha önemli olduğuna, ancak siz karar verebilirsiniz. Sonrasında da bu alanlarda ulaşmak istediğiniz başarıya karar vermelisiniz. Son olarak da bunu sürdürebilecek misiniz diye düşünmelisiniz.

Bu soruların cevaplarını düşündükten sonra, ilerlemeyi planlayıp, ölçmek için parametreleri yaratarak çalışmaya başlayabilirisiniz.

Çeviri: The Mathematics of Self-Improvement

Erkekadam Türkçe Podcast – Gürkanzone ve Freddie ile başarı zihin yapısı

Daha önce e-ticaret ve dijital pazarlama üzerine söyleşi yaptığımız Gürkanzone ile başarı, iş yapma ve girişimcilik zihin yapısını konuştuk.

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. İyi izlemeler.

Yapılması gereken işleri erteleme hastalığı

Yapılması gereken işleri ertelemek, Google’dan gördüğüm kadarıyla bir hastalıkmış gibi aranmış ama durum bu değil.  Yapılması gereken işleri ertelemek insan doğasının sonucudur yani hastalık değil doğal bir şeydir.

İşleri neden ertelersiniz?

Bunun nedeni genellikle ertelenen işlerin doğası ile alakalıdır. Bu işler yapması en etkili işlerdir ve insanın gözünü korkuturlar. Zira bu işler çoğunlukla daha fazla zaman, dikkat ve eneji gerektirirler. Yine çoğunlukla sıkıcılardır, zorlardır ve/veya düzensizlerdir.

Daha da kötüsü bu işler hemen hemen hiçbir zaman kısa vadeli ödül veya zevk sağlamazlar. Bu nedenle ödülleri, güçlü alt beyine (gri madde) bir şey ifade etmez, entellektüel ama daha az güçlü üst beyine hitap eder (alt beynin aradığı zevklerden fedakarlık gerektirir).

Aynı şekilde bu işler hemen hemen hiçbir zaman kısa vadeli ceza ve acıya da neden olmazlar. Bazıları bugün yapmasanız önemsiz olabilirler  ama yapmamaya devam ederseniz zamanla çok önemli bir belaya dönüşebilirler.

Bütün bu özellikler (bir iş tüm bu özelliklere aynı anda sahip olmayabilir ama ne kadar çoğuna sahipse o kadar ertelenmeye meyillidir), bu işleri yapmanız gerektiği halde yapmamanıza neden olur. Ve bunlardan arta kalan zamanı ise genellikle yapmamanız gerektiği halde yaptığınız şeyler doldurur.

Netflix izlemeye, yazmanız gereken bir raporu bitirmekten çok daha az zihinsel direnç göstermenizin nedeni, Netflix izlemenin eğlenceli, kolay, düzenli (netflixi aç, filmi seç, playa bas) ve zevkli olmasıdır.

Peki yapılması gereken işleri ertelememek için ne yapmalısınız?

Tutkuyla yolunda yürüdüğünüz bir amaç edinin.

İlkel beyninizin aradığı pozitif duygular çok güçlüdür. Bu duygularla başa çıkabilmenizin yolu, üst beyninizin aradığı ve daha güçlü pozitif duygular peşinde koşmaktır. Tutkuyla yolunda yürüdüğünüz bir amaç bulmanız, işlerin en önemlilerini ertelemenize engel olacaktır. Merak etmeyin, bir amaçla ilgili güçlü pozitif duygu kimyasalları amaç yolunda yürüdüğünüzde salgılanır, illa amaca ulaştığınız anı beklemeniz gerekmez.

Ertelenen işlere hemen elde edilir ödül ve ceza ekleyin.

Örneğin her ertelenen iş günü için kendinize yarım gün zevk aldığınız bir şeyden uzak kalma cezası verin. Ertelediğiniz iş için harcadığınız her yarım saat için kendinize yarım saat çok zevk aldığınız bir şeyi yapma sözü verin. Ya da bir 10 Lira verin ve onu zevk için harcayın.

Hergün ilk iş olarak ertelenen ya da ertelenmeye meyilli bir işi yapın.

Bu alışkanlığı edinmek zor olacak ama edindiğiniz zaman sıkıcı, zor ve acılı işlerden hemen ve kafanız taze iken kurtulacaksınız.

İşi yapmaya başlamak için bir saat ve bu işleri yapmak için bir süre belirleyin. Mesela saat 10:00’da oturup 3 saat bu işlere bakacağım deyin. Ve saat 10’da o işlerin başına oturun. Yapmasanız bile oturun ve o işlere bakın. Başka bir şey yapmayın! Sadece bakın.

Tecrübeyle sabittir ki (bunu da bana biri öğretmişti) bir süre belki birkaç gün bakıyorsunuz ama bir yerde yapmaya başlıyorsunuz. Örneğin ben üniversitedeyken bir finale başlamak için yarın saat 19:00 3 saat ile başlayacağım diye kararlaştırırdım. Saat 19:00’da çalışma salonunda o finalin kitaplarının başına otururdum. Hiçbir şey yapamazsam bile yatakta müzik dinlemek ya da kantine inmek gibi isteklere karşı koyar orada öylece kitaplara bakardım. Bir süre sonra (belki aynı gün değil ama ertesi gün) farkında olmadan çalışmaya başlıyorsunuz.

Bir keresinde temizlemem gereken çok pis bir programlama hatası vardı. Multi-threaded uygulamada çökme oluyordu ki bilen bilir pis bir hatadır, bulması zordur (zaten gidermem 1 haftamı almıştı!) Erteleyip duruyordum. Sonra birgün buna bakmaya karar verdim. İlk gün 4 saat programı çalıştırıp patlamasını izlemekle geçti. Ama sonra sıkıldım ve ayıklamaya giriştim.

Bu tür işlere günde 2 saat ayırarak başlayın ve bunu haftada 30 dakika arttırarak 4 saate çıkarın.

Günde sadece 3 – 5 iş yapın.

3 iş kuralı. Bence dünyanın en iyi hikayelerinden biri kaplumbağa – tavşan hikayesidir. Başarılı bir şekilde çalışmak kaplumbağa gibi yavaş ama sürekli yürümekle olur. Tavşan gibi bir gazla depar atıp sonra ağaç dibinde uyuklamakla değil. Günde 3 – 5 işi temizleyin ama hergün bu kadar işi temizleyin. Fazlasını yapmayın. Bir motivasyon patlaması ile gaza gelip 10 – 20 işi bitirip sonra neredeyse kaçınılmaz olan motivasyon dibi ile hiçbir şey yapmadan günler geçirmeye göre çok daha etkilidir.

İşleri kafanızda tutmayın. Bir yapılacaklar listeniz olsun.

Ben bu iş için basit bir Excel dosyası kullanıyorum. Danışmanlık görüşmelerimde nasıl organize olduğumu anlattığım arkadaşların hemen hepsi bu kadar taş devri bir teknik kullanmama çok şaşırdılar ama böyle basit teknikler daha etkili.

Yapılacaklar listemde her satırda bir iş var. Biten işi gri yaparım ve BİTTİ diye işaretlerim. İşin bitmesi gereken zaman ve bittiği zaman sütunlardan ikisidir ve böylece ne kadar geç/erken bitirdiğimi ölçerim.

Açık işler ya yeşildir ya da turuncudan kırmızıya renklidir. İş gecikmemişse yeşildir, yapılmaktaysa mavidir ve ne kadar gecikirlerse renk o kadar kırmızıya yakındır (formülle bunu sağlamak zor değil).

Bir işi kafamda tutmamak için bu listeye atarım ama tabii her zaman bilgisayar başında değilim. Bu nedenle aklıma gelen şeyi kendi Gmail hesabımdan outlook hesabıma Konu kısmı “TODO” ile başlayan mail atarım. Outlook onu Yapılacaklar klasörüne atar. Ben de bilgisayar başına geçtiğimde bu klasörden işleri alır, hemen yapılacakları yapar, diğerlerini Excel Yapılacaklar listeme atarım.

Bazıları kağıt kalem kullanıyor ki ben de eskiden kullanırdım. Fakat cep telefonu sürekli yanımda bu nedenle mail atmak bana daha pratik geliyor. Ama kağıt kalem seviyorsanız, onları kullanın.

Excel listem her sabah açılır, ilk iş olarak da mümkünse en korktuğum/sıkıldığım/yapmaktan haz etmediğim işi yaparım.

İşleri daha az korkutucu ve adımları belli hale getirin.

İşlere yukarıda bahsettiğim gibi başlarına oturup bön bön bakarken işi nasıl adım adım yapılabilir hale getirebilirsiniz düşünmek için fırsatınız olacak. Birçok ertelenen işin adım adım nasıl yapılacağı belli değildir ve bu nedenle de ertelenirler. Siz iş için adım adım bir plan yaparsanız onu yapmanız kolaylaşır.

Her işi “başkasına yaptırsam” olur mu diye ele alın.

ve eğer bu mümkünse başkasına yaptırın.

Ne yapacağınızı bilmiyorsanız, listenizi açın ve en baştan yapmaya başlayın.

Bunu da bir süre beraber çalıştığım ve sonradan çok başarılı bir girişimci olarak görece büyük bir firma kuran bir elemandan öğrendim. Yapılacaklar Listesinin güzelliklerinden biri de bu (o outlook Task listesini kullanırdı). Eğer o gün ne yapacağınızı bilemiyorsanız, listeyi açın ve sırayla yapmaya başlayın. Ne yapsam bugün diye 2 – 3 saat düşünüp saçma sapan şeyler yapmanızdan iyidir.