Jordan Peterson Türkçe – Başarısızlık ve Kaos

Üniversite öğrencisisin. Bir ders alıyorsun, dönemin başları. Bir sınava girdin ya da ödev yaptın ve istediğin notu alamadın. Bu durumda seçeneklerin ne?

Anormal bir durumla karşı karşıyasın. Bir şey istediğin gibi gerçekleşmedi. Bir seçeneğin kalkıp “zaten sıkıcı ve aptalca bir dersti, bu da dersi bırakmanın bir bahanesi olabilir yani durum o kadar da kötü değil” demek.

Ya da bunun yerine “iyisi mi oturup ders çalışayım” deyip dersi bırakmayabilirsin.  Yani aslında bunu yaparak varolan yapıyı ayakta tutuyorsun. “Bu dersi çalışıp geçeğim” diyorsun. Ama bu yapıyı oluşturan alt rutinleri değiştirmeye karar verdin. “Bir dahaki sefere daha sıkı çalışmalıyım” ya da “bu derse diğerlerine nazaran daha fazla önem vermeliyim” diyorsun. Bu, varolan esas yapının içinde mikro değişim.

Ama yapabileceğin başka bir şey de “bu dersin canı cehenneme! Dersi bırakacağım” demek.  Bunun avantajı problemin ortadan kalkması. Dezavantajı ise artık elinde başka bir problem var.

Tamam dersi bıraktın ama onun yerine alabileceğin başka bir ders var mı?

Bu, elindeki mikro başarısızlığı çözmek için iyi bir yol mu?

Analizde bir seviye yukarı çıkıp tüm yapıyı çöpe atıyorsun. Çünkü orada durmayıp “belki de okulu bırakmalıyım, belki de kendimi asmalıyım” da diyebilirsin. Aynı mantığın devamı ama birkaç seviye daha soyutlanmışı.

Yani genellersek, bir problemi bir üst seviyeye çıkıp o problemin gerçekleştiği yapıyı tamamen yıkarak çözmek istemezsiniz. Bunu yaparken oldukça dikkatli olmalısınız. Çünkü prensipte, içinde oturduğun yapıya çoktan bir değer atamışsın ve onun için uğraşmışsın. Ona yatırım yapmışsın. Tüm yapıyı ortadan kaldırırken büyük bir şeyi feda ediyorsun.  Bunu bazen yapabilirsiniz tabii ki.

Her neyse, olan şu: Kötü bir not aldın ve bu keyfini kaçırdı. Yani mutlu ve memnun olduğun bir durumdan göreceli kaos haline düştün. Kaos ise “bir engele çarptım, bunu beklemiyordum ve şimdi ne yapacağımı bilmiyorum” demek.

“Ne yapacağımı bilmiyorum” ne demek?

“Daha çok çalışmam gerekiyor” olabilir.

“Bu dersi bırakmalıyım” olabilir.

“Başka bir bölüme girmeliyim” olabilir.

“Belki üniversite okumamalıyım” olabilir.

“Belki gelecek planlarım yanlış” demek olabilir.

“Gelecek planlarım iyi yapılmamış zira ben kendimi pek anlayamıyorum ve geçmişimle ilgili kendime yalanlar söylüyorum” olabilir.

Bu şey gittikçe genişleyebilir ve kaotik saha budur. Daha önce alakasız bulduğun o şeylerin yeniden ortaya çıkması.

Sınava girmeye giderken iyi bir öğrenci kimliğin hala sağlamdı. O anda bu derste ya da bölümde ya da üniversitede olup olmaman gerektiğini sorgulamıyordun. Bunlar sorgusuz sualsiz kabul edilmişler kategorisindeydiler.

Ancak anomali ortaya çıktığı andan itibaren öylece kabul ettiğin tüm o şeyler tartışmaya açık hale geliyorlar. Derinlerden seni aşağıya çekmeye gelen bir köpekbalığı gibi. Bu olayı temsil etmenin ve simgelemenin klasik yolu budur. “Yunus Peygamber ve Balık” hikayesi gibi.

Derin bilinmezin içinden bir şey çıkar ve seni aşağıya çeker. Suyun içindeki timsah gibi. Şundan eminim ki suyun içindeki timsah bizim bu mitolojik temsili türettiğimiz kaynaklardan biridir. Çünkü hayal edebileceğiniz gibi, ağaçlardan savanaya inip orada yaşamaya başladığımızda, su birikintilerinin yakınına gitmemiz gerekiyordu.

Bir nil timsahının bir mandaya neler yapabileceğini bilecek kadar belgesel izlemişsinizdir. Hiç de hoş bir manzara değil. Yani “su kenarına inmek”, kaotik suyun kenarına inmek, ayrıca tüm hayatın kaynağı olan suyun yanına inmek, derinlerde pusuda yatan o korkunç şeyle karşılaşma riskini göze almak demektir.

Demek ki bir bu temel metaforu, daha soyut bir düzlemde olanları simgelemek için kullanıyoruz. Ve bunu siz de biliyorsunuz. Çünkü yapabileceğiniz şeylerden biri de şu: Size o kötü notu veren bir profesör var. Bir mantıksal varsayıma göre siz bu ders için yetersizsiniz. Ama bir diğer mantıksal ve anında gerçekleşen kategorizasyon da o insanı art niyetli bir avcı kategorisine koymaktır. Bunu da sinirlenip bu kişiye kafanızda küfür ederek yaparsınız.

Video JBP Türkçe kanalında yayınlanmıştır.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Önceki bölüm: Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki bölümde, insanın yapmak istediği şeyleri ulaşılabilir köşe taşlarına bölerek bu köşe taşlarına ulaşması ve ulaştığında ise kendisini takdir etmesinin, dopamin salgılayarak insanı bir işi yarı yolda bırakmaya iten adrenalinsayacını sıfırladığından ve bunun da insana sınırsız bir “enerji” verdiğinden bahsetmiştik. Dopamin hormonunun içsel bir ödül mekanizması sağladığını ve bunu içsel olarak harekete geçirmenin dışsal ödülden çok daha kolay ulaşılır ve sağlam olduğunu söyledik.

Kısacası insanlar eğer daha büyük bir hedefi küçük ve genelde ardışık hedeflere bölebilirlerse ve bunların herbirine ulaştıklarında kendilerini takdir ederlerse, hedeflerini başarma konusunda sınırsız bir enerji ve odaklanma elde edebileceklerini anlattık.

Bunu en iyi Özel Kuvvetlere asker seçiminde görebiliriz zira bu süreç tamamen bahsettiğimiz mekanizmaya ihtiyaç duyar. Seçim sürecinde askerler asıl yapılacak işle alakasız ve işkence sınırlarında gezen şeyler yaparlar. Ağır kütükler taşırlar, soğuk suda yüzmeleri istenir, vs. Seçim sürecinin başında herkes oldukça fit ve süreci başarıyla geçeceğine emin bir şekilde gelir. Ama buna rağmen bu askerlerin çok azı seçim sürecini başarıyla tamamlar.

Kazananların sağlam ve azimli olduklarına şüphe yok. Bunlar gerekli önkoşullar ama yeterli değiller.  Öyle olsaydı çok daha fazla sayıda asker seçim sürecini başarıyla tamamlardı. Süreci tamamlayanların hilesi, muhtemelen buraya kadar bahsettiğimiz ödül sistemini kullanmaları. Zira bu adamlar kendileri tarafından kontrol edilmeyen çok çetin bir çevrede, içsel bir şeyi çok iyi kontrol edebiliyorlar.

Özel Kuvvetler seçmelerinde sizi birileri elemiyor. Tek yapmanız gereken pes etmemek. Yani insanlar süreçten çıkmaya kendi kendilerine karar veriyorlar. Bence pes edenler fiziksel durumlarından çok (yaralanmaları saymıyorum) beyinlerindeki nörotransmitter hormonları yönetemediklerinden pes ediyorlar. Kazananlar ise bir şekilde süreci ulaşılabilir hedeflere bölüp o hedeflere ulaştıklarında kendi kendilerini takdir ederek ödüllendiriyorlar. Zira çevrede dışsal bir ödül de yok.

Bu seçmelerde insanı en çok zorlayan şeyler uykusuzluk ve çok soğuk / sıcak hava. Rahat bir odada, karnı tok ve yeterince uyumuş bir haldeyken odaklanmak ve içsel ödül sistemini yönetmek görece daha kolay.

Birini uykusuz bırakmak, onun odaklanma kabiliyetini darmadağın etmek için en iyi yöntem. Uykusuzluk sinir sistemini darmadağın eden bir şey.

Bu süreci geçen herkes bunu değişik şekillerde yaptılar ama ben size nasıl yapmadıklarını söyleyeyim. Sadece azim ve kararlılık ile yapmadılar. Kazananlar sürece bir anlam atadılar ve günü geçilmesi gereken hedef dilimlerine böldüler. Mesela günü bir şeyler yedikleri zamanlardan böldüler ve her yemeği ulaşılacak mikro hedef haline getirdiler. Kazanana eşiği aşıran fiziksel güçleri değil bu hedef yönetim şekli oldu.

Laboratuvarda David Goggins (ultra maraton sporcusu) ile çalışma fırsatı buldum. Biz burada cesaret/korku, dayanıklılık/pes etme gibi konuları araştırıyoruz. Örneğin korku yaratmak için insanları köpekbalıkları ile dalış yaptıkları bir sanal gerçekliğe sokuyoruz. Tamam gerçek değil ama insanı içine çeken bir deneyim. Ya da yükseklik ya da kapalı mekan korkularına yönelik sanal gerçeklik ortamlarımız var.

David laboratuvara geldiğinde ona ne yapacağımızı anlattık ve ilk söylediği şey “köpekbalıklarını hiç sevmem” oldu. Daha sonra deneklere ilk kim yapmak istiyor diye sorduk. David hemen öne çıktı. Ama hareketleri “ilk ben yapacağım tabii ki” mesajını yansıtıyordu.

Benim dikkatimi çeken köpekbalıklarından hoşlanmadığı konusunda da, deneyi ilk yapanın kendisi olması konusunda da oldukça açıktı. Size David ile ilgili veriyi açıklayamam ama şunu söyleyebilirim ki David temel zihinsel tekniği çözmüşe benziyor. Yani adrenalinin görevinin bizi bir yerde çakılı kalmak yerine harekete geçirmek olduğunu ve davranışlarını kullanarak hissettiklerini ve algılama şeklini modifiye ediyor. Yani köpekbalıklarını sevmediğini biliyor ama sanki köpekbalıklarını kucaklayan biri gibi ilk sıraya geçme hareketini yapıyor. Hissettikleri hareketlerini yönetmiyor, hareketleri hissettiklerine meydan okuyor ve belki de onları modifiye ediyor.

Çoğu insan bunun tersini yapar. Hissettiklerinden oldukça rahatsızlık duyarlar ve çevre ile resmen algı pazarlığı yaparlar. Başka şekilde hissetmeye kasarlar ama bu çok zordur.

Burası önemli. David nöroplastisitenin temelini çözmüşe benziyor. Beyni modifiye etmenin, yeniden programlamanın yolunun insanın kendisini bilinçli ama kontrollü bir şekilde oldukça rahatsız edici bulduğu durumlara maruz bırakması olduğunu anlamışa benziyor. David köpekbalıklarından korkuyor ama korkmayan biri haline gelmenin yolunun (1) kendisini isteyerek köpekbalığı ortamına sokmak, (2) bu ortamın ateşlediği adrenalini kullanarak harekete geçmek, (3) bu davranışların odaklanma yardımıyla beyni yeniden programlaması olduğunu çözmüş.

David’in çözdüğü şeylerden biri de bir hedefe ulaşmak için yapmak zorunda olduğunuz şeyleri illa severek ve aşk ile yapmanızın gerekmediği. Evet bu süreci aşk ile yapıyorsanız ne mutlu ama bu süreci başarılı bir şekilde geçmenin tek yolu zevk veya aşk değil. Örneğin yapmazsanız ne olacağını kafanızda canlandırarak yaratacağınız korku hatta terör de işinize yarar. David gibiler burada hissettiklerinden değil davranışlarından başlıyorlar. Köpekbalıkları ile yüzmeyi sevmiyorlar ama kendilerini suya atıyorlar ve sanki köpekbalıklarıyla yüzmeye can atan biriymiş gibi davranıyorlar. Zevk değil korku ile gelen adrenalin ile harekete geçiyorlar ve davranışları hissettiklerini belirliyor.

Hissetmek – algılamak – duygular – düşünmek – davranmak sıralamasını düşünün. Dışardan gelen sesi algılarız, bu bizde duygu ve düşünce oluşturur ve davranırız. AMA sinir sisteminizi kontrol etmenizin yolu bu süreci tersten çalıştırmaktır. Eğer davranışlarınızı değiştirirseniz, düşünce ve duygularınız ve daha sonra algılarınız da bu davranışlarınıza göre değişir. Herkes önce algı – duygu – düşünce üçlüsünü değiştirmeye çalışıyor ama işin özü değişim davranışlardan başlar.

Nöron bilimi size kimyasal mekanizmaları açıklıyor ama sizin başarı için farkına varmanız gereken şey algı – duygu – düşünce üçlüsünün çok karmaşık, neredeyse soyut ve kontrolü zor mekanizmalar oldukları ama davranışların daha elle tutulur ve kontrol edilebilir olduğu. Farkına vermeniz gereken şey davranışlarınızın algı – duygu – düşünce sistemini kontrol edebileceğiniz kumanda mekanizması olduğu.

Bakın duygular, algılar ve düşünceler önemsiz demiyorum, bunlar çok önemliler. Ama daha iyi davranışlar sergileyen biri olmak, daha verimli ve iyi performansa sahip olmak, alışkanlıklardan kurtulmak ve açıkçası daha iyi biri olmak için yapmanız gereken şey nasıl düşündüğünüzü, hissettiğinizi ve algıladığınızı değiştirmek değil. Önce bunlar değişsin, sonra zihin yapım sonra da davranışlarım. Bu zihnin mekanizmalarıyla alakası olmayan bir saçmalık.

Nöroplastisiteyi harekete geçirmek için önce davranmanız, harekete geçmeniz gerekiyor. Köpekbalıkları ile yüzmek ve havuzun öbür ucundan çıkmak için köpekbalıklarını sevmeye, onlardan korkmamaya ya da onları yunusmuş gibi algılamaya çalışmak ve sonra da bir aşk ile havuza atlamak değil olay. Olay şu an korkmana, sevmemene rağmen o havuza atlamak ve korkuna davranışlarınca dayak atmaktır. Bir kere suya atladığınızda sanki köpekbalıkları ile bir sorunu olmayan insan gibi yüzmek zorundasınız. Böyle yüzmeniz ise beyninizi değiştirmeye başlamanın yoludur.

(Köpekbalıkları ekstrem ve tehlikeli bir örnek, en yakın okyanusta denemeye kalkmayın ama tehlikeli olmayan diğer korkularınızı düşünün.)

Beyninizin şu anki kablolaması sizi bir durumun önünde ona bakarak geviş getirmeye, o şeyi yapacak isteği, motivasyonu ve aşkı aramaya itiyor. Bu şekilde eski kablolamayı koruyorsunuz. Eğer beyninizi değiştirmek istiyorsanız fiziksel dünyada, vücudunuzla harekete geçmeniz gerekli. Beyninizi yeni kablolama yapmak zorunda bırakmalısınız.

2018 yılında bizim laboratuvarda lisanüstü öğrencileri bir deney yapıp yayınladılar. Biliyorsunuz fiziksel bir tehlike karşısında üç şekilde tepki verebilirsiniz: donup kalabilirsiniz, geri çekilebilirsiniz ya da ileriye doğru harekete geçebilirsiniz. Araştırma sonuçlarına göre ileri hareket etmek sizin dopamin devrelerinizi harekete geçiriyor ve ilerde aynı durumda ileri doğru hareket etme ihtimalinizi arttırıyor. Araştırmanın gösterdiği bir şey de en yüksek stres ve isteksizlik seviyesinin ileri doğru hareket etmekle bağlantısı. Kültürümüzde stresin kötü bir şey olduğuna dair yaygın bir inanış var ama stres sizi harekete geçiren bir şey. Susayan geyik eğer susuzluğundan rahatsızlık ve stres duymasa neden yattığı yerden kalkıp su arasın?

Change Your Brain podcastından derlendi.

Eski Sevgili ile Arkadaş Kalmak

Ayrılık sonrası eski sevgiliniz size arkadaş kalalım diyorsa bunu sıklıkla sadece kibarlık olsun diye söylüyor. Aslında sizinle arkadaş olmak gibi bir niyeti olduğundan değil. Ayrılık kararının sizin için ne kadar zor olduğunu bildiğinden ve sizi tamamen ortada bırakıp gitmek istemediğinden arkadaş kalalım diyor. Sizin altınızdaki halıyı tamamen çekip sizin yere kapaklanmanızı istemediğinden arkadaş kalalım diyor.

Buna rağmen eski sevgiliniz size arkadaş kalalım dediğinde, muhtemelen samimi olarak sizinle arkadaş kalmak istediğini düşünüyor. Genellikle sizin karnınıza inen ayrılık acısını hafifletmek için arkadaşlık teklif ediyor. Aslında sizinle romantik olmayan bir arkadaşlık ilişkisi yürütmeye, sizinle ara sıra kahve içip tavla atmaya niyeti yok. Dediğim gibi arkadaşlık teklifini yaparken öyle istediğini sanıyor ama arkadaşlık gibi bir niyeti yok. Bir süre sonra zaten sizinle arkadaş kalmak da istemeyecek.

Bazı terk edenler gerçekten arkadaş kalmayı deneyebilirler. Ama bu durumda da arkadaşlık işi uzun sürmez ve iyi sonuçlanmaz.

Yine bazı ama azımsanamayacak sayıda terk eden, bu özellikle terk eden kadınsa daha sık görülür, eski sevgilisinin bıraktığı boşlukla başbaşa kalmak istemediklerinden arkadaşlık teklif edebiliyorlar. Bu kişiler genelde “arkadaş kalalım, seni kaybetmek istemiyorum” gibi bir şey söylerler. Bu aslında “arkadaş kalalım, seni unutana kadar seni kaybetmek istemiyorum” anlamına gelir. Eğer arkadaş kalırsanız, siz ne kadar yakınında olursanız sizi unutmayacak sansanız da, onun sizi hızlıca unutmasına yardımcı olursunuz. Ve maalesef o, sizin onu unutmanıza yardım etmez.

Eski sevgiliniz size arkadaş kalmayı teklif ederse, bu teklifi geri çevirin. ASLA kabul etmeyin. Geri çevirdikten sonra da İletişimi Kes Kuralı uygulamaya başlayın, eski sevgilinizin yörüngesinde kalmayın.

Eski sevgilinizin arkadaşlık teklifini neden reddetmeniz gereklidir? Bu sizin istediğiniz şeyden çok daha ucuz bir teklif olduğu için. Siz bundan daha değerlisiniz ve daha fazlasını istiyorsunuz.

Bir eviniz var ve bunu satmak istiyorsunuz diyelim. Bu ev, 500,000 TL değerinde olsun. Biri size gelip ev için 100,000 TL teklif etse, bunu kabul eder misiniz?

HAYIR.

Bu ev senin teklifinin 5 katı eder dersiniz ve teklifi reddedersiniz. Romantik bir ilişki içinde olduğunuz kişinin ayrıldıktan sonra arkadaş kalmayı teklif etmesi de benzer bir şey. Siz kendiniz için 500,000 TL istiyorsunuz ama o size 100,000 TL öneriyor.

Peki eski sevgilinizin arkadaşlık teklifini nasıl reddedeceksiniz? Kibarca şuna benzer diyerek:

“Ben seninle arkadaş kalmak değil, ilişkiye devam etmek istiyorum. Arkadaş kalmak benim için mümkün değil maalesef. Eğer fikrin değişir de arkadaşlıktan daha fazlasını istersen beni ara.”

Bunu sakin ve kibar bir dille yapın. Sinirlenmeyin ya da sesinizi yükseltmeyin. Bu çok önemli.

Ve bunu dedikten sonra İletişimi Kes Sürecine girin.

Eğer ayrılık sürecinde fazlaca duygusal, sinirli veya yıkık davranırsanız, eğer yalvarırsanız, eski sevgiliniz ilerde sizinle tekrar denemeyi düşünürse, bu davranışlarınızı hatırlayacak. “Eğer yeniden beraber olursak ve yine yürümezse yine o davranışlara maruz kalacağım” diye düşünecek ve belki de sizinle tekrar birlikte olmak fikrinden vazgeçecek. Eski sevgilinizin ilerde bu şekilde düşünmesine neden olmayın.

Aslına bakarsanız ayrılığı öyle karşılamalısınız ki, eski sevgiliniz geriye dönüp baktığında “hımm, çok kolay oldu” demeli.

“Seviyorum” bahanesini öne sürmeyin. Birini seviyorsanız, onu gerektiğinde serbest bırakabilmelisiniz. Eğer size nezaketen teklif edilmiş arkadaşlık teklifini kabul eder ve eski sevgilinizin çevresinde olmaya devam ederseniz, onu serbest bırakmamış oluyorsunuz. Eski sevgiliniz size arkadaş kalalım teklifini samimi olarak söylemiş olsa bile, bu “arkadaşlık” kısa zamanda oldukça absürt bir hal alacaktır.

Son olarak da eski sevgilinizle arkadaş kalmak sizin için oldukça yıpratıcı ve zor olacak. Eğer sizden gerçekten ayrılmak istiyorlarsa ve ilerde başka biriyle beraber olursa bu gözünüzün önünde olacak. Ayrıca siz çevresinde arkadaş kaldığınız sürece sizin onunla yeniden beraber olmak istediğinizi düşünecek ve bu sizi oldukça zayıf bir insan olarak gösterecek. Ve eğer onun çevresinde arkadaş olarak kalırsanız, kendi hayatınıza ve kendinizi geliştirmeye, başka birini bulup yolunuza devam etmeye enerjiniz kalmayacak.

Eski Sevgili Nasıl Geri Döner? İletişimi Kes Kuralı kitabından alıntıdır.

Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki yazıda nöroplastisiteden ve yeni bir davranış geliştirmek için geçilmesi gereken aşamalardan bahsettik.

Rutin ve alışkanlık dışı herhangi bir şey için beyinde yeni bir nöron devresi oluşturma sürecinin başında, isteksizlik ve stres olarak kendini gösteren bir giriş olduğundan bahsettik. Modern toplumda bir şeyi öğrenmeye başlarken büyük bir heyecan duyulması gerektiğine dair bir yanlış görüş var ama gerçekte bir yenilik her zaman isteksizlik ve stres kapısından geçmenizi gerektiriyor. Bu hormon nedenli kapıdan geçmek ve sonra devam etmek için ise uzakta ve soyut olan hedefleri gündelik küçük köşe taşlarına bölmek, bu köşe taşlarına ulaştıkça dopamin salgılayarak adım adım ilerlemek en iyi strateji.

Şimdi biraz düşünceleri konuşalım. İnsanın gün içinde düşündüğü şeylerin çoğu internet sitelerinde gezinirken fırlayan küçük pencereler gibi birden ortaya çıkıyor ve çoğunlukla kontrol dışı düşünceler. Eğer negatif düşünceleri alırsak bunlar da kontrolümüz dışında aklımıza gelip duruyorlar.

Negatif düşünceleri ya da genel olarak hoşumuza gitmeyen düşünceleri bastırmaya çalışmak nafile bir çaba. Bu konuda benim tavsiyem şu: Bu düşünceleri bastırmaya veya kafanızdan atmaya çalışıp boşa enerji tüketmeyin. Daha pratik bir yaklaşım istiyorsanız, yavaş yavaş başka düşünceleri ortaya çıkarın.

Bunun için de Gelişim Zihin Yapısı (Growth Mindset) öneriyorum. Carol Dweck tarafından ortaya atılan bu teori, sonuçta başarılı olamasalar bile zor bulmacaları çözmeye çalışmaktan zevk alan çocukların gözlemlenmesi üzerine ortaya çıkmış. Bu çocuklar bir şekilde bulmacaların çözülmesini beklemeden bu çözün sürecinden zevk alan çocuklar. Temel özellikleri, dopamin salgısını köşe taşları olarak bile olsa başarılara değil sürece bağlamış olmaları. Çocuklar daha sonra gözlemlendiklerinde, diğer çocuklara göre çok daha başarılı yetişkinlere dönüşmüşler.

Gelişim Zihin Yapısına sahip insanların kafasında “ben doğru yoldayım” fikri var. Bu, insanın kendisini pozitif içses ile motive etmesi değil. Zira pozitif motivasyon, “aslında çok iyisin” telkini, her zaman pozitif sonuca bağlı. Oysa şu an çok kötü bir durumdaysam ama kendime “merak etme iyisin, aslansın, kaplansın” diye telkinde bulunuyorsam, kendi kendime yalan söylediğimi biliyorum. Bu durumda dopamin salgısı olmaz.

80lerin ve 90ların kişisel gelişim dalgasında çok duyduğumuz “eğer gülümsersen depresyon gider” lafını hatırlayın. Elbette ki yüz kaslarının zihne verdiği bir geri besleme var ama olay o kadar basit değil.

Asıl güçlü olan süreç içindeyken gösterdiğiniz çabayı takdir etmektir. Önce bir sürece girerken hissettiğiniz isteksizlik ve kaygının bir kapı olduğunu ve bunları hissediyorsanız doğru kapıdan geçtme ihtimalinizin yüksek olduğunu anlayın. Bu kapı sizi durdurmasın zira eğer biraz zorlarsanız fark edeceğiniz şey, bu kapının kolayca açılabildiği olacak.

Sonra ise süreç içinde harcadığınız çabayı takdir etmenin bir yolunu bulun. Eğer uzun mesafe koşusuna hazırlanıyorsanız, sınırlarınızı bir iki tık zorlayarak ulaşabileceğiniz bir nokta belirleyin ve bu noktaya vardığınızda kendinizi ödüllendirin. Henüz maraton için çok yolunuz olsa da. Bu size dopamin salgılatacaktır.

Dopamin ise toplam adrenalin miktarını baskılayarak size daha fazla çaba harcamak için “enerji” sağlayacaktır. Bu bilimsel bir şey. Bir araştırma, insanların neden bir işi yarıda bıraktığına bakıyor. Tamam her şeyi yapamayız mesela bir otomobili sırtlayamayız. Eğer bu çabaya girişiyorsanız eninde sonunda bir yerde bırakırsınız. Ama biz burada koşmak, spor yapmak, ders çalışmak, iş yapmak gibi yapılabilir şeyleri neden yarıda bıraktığımızı konuşuyoruz.

Beyin her nöroadrenalin salgıladığında beyin kökünde bir sayaç bunun kaydını tutuyor ve bir noktada “bu kadar yeter” deyip yaptığımız şey üzerindeki bilinçsel kontrolü kaldırıyor. Ama eğer bu süreçte dopamin salgılarsanız, dopamin bu sayacı geriye alıyor ve size daha fazla çabalamak için istek ve zihinsel kontrol veriyor.

Bir şeyi bırakmadan yapabilen insanların sırrı, sürece harcadıkları emeği dopamin ile ödüllendirmektir. Bu size enerji verir. Fiziksel glikoz ya da keton enerjisinden bahsetmiyorum, o enerjiden herkeste yeterince var. Olay dopamin’in beyin kökünün bu kadarı yeter diyen sayacını geriye alması.

Güzel olan şey de bunun öğrenilebilir bir şey olması. Hem de bunu bir alanda öğrenip hayatımızın diğer alanlarına da yayabiliriz. Zira dopamin sistemi genel bir sistem, spesifik bir çabayı veya hedefe varmayı ödüllendirmiyor. Bir kitabı yazma sürecinde de, bir maçta da salgılanan aynı kimyasallar, çalışan sistemler aynı sistemler.

Örneğin spor salonundasınız ve tüm setleri tamamlamadan bırakmak üzeresiniz. Acınıza ve yorgunluğunuza ya da kalan setlere değil “iyi ama bak buraya kadar geldim” kısmına odaklanın. Bir set daha yapayım diye hedef koyun ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 set yapmak isterken 5.de tıkandığınızda 7’yi hedefleyin ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 taneyi bitiremezseniz 5 tanede durmadığınız için kendinizi takdir edin. Çoğu zaman 5te durmaz 7yi hedeflerseniz 10’u da yaparsınız.

Nöropinefrin miktarını azaltıp size ekstra zihinsel enerji veren dopamin. Sizin kendi salgıladığınız bir şey. Kendinizi kek ya da biraz tembellikle ödüllendirmenize bile gerek yok. Dışsal bir ödüle ihtiyacınız yok.

Bing Anaokulunda yapılan bir Stanford araştırması var. Bu araştırmada çocuklara istedikleri resmi tamamlamaları durumunda “altın” yıldız veriyorlar. Bu dışsal ödül ise ortalamada çocukların resim çizme isteklerini arttırmıyor ama azaltıyor. Eğer dopamini dışsal ödüllere bağlarsanız, insanların birçok şeyi dışsal bir ödül olmadan yapabilme kabiliyetlerini azaltırsınız. Dışsal ödül kötü bir şey değil ama bunları kullanırken kendi kendinizi ödüllendirme kabiliyetinizi güdük bırakmayın.

Bir şeyi yapmanız için sizi iten değer sisteminiz ve amacınız da burada önemli rol oynar. Zor bir şeyi yaparken tıkandığınız yerde şimdi bu şeyi neden yaptığınızı ve başarırsanız ne beklediğinizi düşünün. Bundan sonra da sadece bir sonraki hedef taşını düşünün ve sürecin tamamına değil o hedef taşına odaklanın. Çoğu durumda o hedef taşına vardığınızda durmadığınızı ve aksine az önce yapamayacağınızı düşünseniz de şimdi daha fazlasını yapabileceğinizi düşündüğünüzü (dopamin salgılanması nedeniyle) göreceksiniz. Az önceki zihin halinde olmadığınızı (nöropinefrin kotasına takıldığınız) göreceksiniz (dopamin sayacı geriye aldığı için).

İnsanlar ödül mekanizmasının içsel olduğunu farkettiklerinde, içsel ödüllerini süre – yol – çıktı üçlüsü ile ilişkilendirdiklerinde ilginç bir sürece giriyorlar.

Bir insanın öğrenebileceği en güçlü şeylerden biri, süreç – yol – çıktı (yüksek odaklanma) üçlüsünü içsel bir ödül hissine bağlamaktır. Doğru yolda olduğunuz için kendinizi ödüllendirmektir. Toplam 1000 kilometrelik doğru yolun 4 kilometresini doğru yolda yürüdüyseniz kendinizi takdir etmektir. Özellikle de düzenli olarak bunu yapıyorsanız. 1000 kilometreye değil de 4 kilometrelik köşe taşlarına odaklanarak (yolu yürüme süreci – yolun kendisi ve yönü – 4 kilometreyi yürümek kısmına odaklanarak) nöropinefrin seviyesinin sınıra çıkmasını ve yolu yürümeyi bıraktıran zihinsel durumu sürekli ileri atarsınız. Başka deyişle eğer büyük amacınızın içinde küçük hedefler belirler ve her defasında önünüzdeki hedefe ulaşıp onu başarınca kendinizi takdir ettiğinizde, sınırsız zihinsel enerjiye sahip olursunuz.

Sonraki Yazı: Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Change Your Brain podcastından derlendi.

Onay Arayışı (Bağımlılığı)

Onay arayışı, kişinin kendisini sevilmeye layık görmemesinden, özünde kendini değersiz olarak görmesinden kaynanan ciddi bir problem. Kişi, kendi “değersiz” varlığının kendi kendine verdiği onayı, fikirlerini ve hatta tek başına varoluşunu önemsemediği için, dışardan kendisine verilecek onaya bağımlı hale gelir ve ikili ilişkilerinde bu onayı aramayı önemli bir amaç haline getirir.

Yanlış anlamayın, başkalarının sizi onaylaması kötü bir şey değil, aksine sosyal bir hayvan olan insana daha fazlasını yapma isteği veren iyi bir şey. Belli bir seviyeye kadar davranış ve söylemleriniz ile onay aramak da doğal. Başkalarının fikirleri oldukça pozitif ve hatta birçok durumda sizi hatadan çevirecek değerde olabilir. Burada bizim bahsettiğimiz “problem”, başkaları sizi onaylamazsa mutlu olamayacak ya da kendine güvenemeyecek şekilde onay bağımlılığı ve bunun sonucunda meydana gelen aşırı onay arayışı. Burada problem başkalarının bizim davranış ve söylemlerimiz hakkındaki fikirlerine, kendi fikirlerimizden daha fazla önem vermektir.

Onay bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığına benzetilebilir. Onay bağımlısı başkalarının onayını aldığında kafası “güzelleşir”, mutluluk sarhoşu olur. Ama onay kendisinden esirgendiğinde kendisini çok kötü hisseder ve onay ile yeniden “uyuşmak” için aşırı bir onay arayışına girer. Her bağımlılık gibi, onay arayışı da ne kadar uzun süreli ise o kadar köklü bir problem haline gelir.

Onay bağımlılığı birçok soruna yol açar. En önemlileri şunlar:

Yanlış Kararlar Almak – Başkalarının onayına bağımlı ve onayını arayan bir insan, kendisinin değil onların hedef ve arzularını kendisinin hedef ve arzularının önüne koyar. Sizin için önemli olan konularda harekete geçmek yerine, onlar için önemli konularda harekete geçer. Kısacası kendi hedef ve arzularını, başkaları için feda eder. Bu durum genellikle, onay bağımlısının yanlış kararlar vermesine neden olur. Kız arkadaşının sağladığı onayı elde tutmak için onun çocuk ve evlilik hedeflerini gerçekleştirmeyi, kendi kariyer hedeflerinin önüne koyarak bir erkeğin – hazır olmadığı halde – evlenmesi gibi.

Önemli Şeyleri Yapamamak – Onay bağımlısının zamanı başkalarının istek ve arzularını gerçekleştirmeye ayrıldığından, onay bağımlısı kendi hedef ve arzularını gerçekleştirecek zamanı bulamaz. Uzun vadeli mutluluk için fedakarlık önemlidir ama insan daha çok yakın vadede kazanacağı zevklerden fedakarlık etmelidir, kendi zamanını başkalarına feda etmemelidir. Başkalarına yardım etmek ya da onların da arzu ve isteklerini dikkate almak iyi bir şeydir ama onay arayışını abartmış bir bağımlı, kendi hayatını başkalarına feda eder.

Mutluluğunu Başkalarına Bağlamak – Başkalarının onayını arayan kişi, başkalarının insafındadır. Onların duygusal dalgalanmalarının, istek ve arzularının kuklasıdır. Eğer karşısındaki onay vermezse mutsuz olur, verirse mutlu. Fakat onay bağımlısının mutsuz olduğu zamanlar, mutlu olduğu zamanlardan çok daha fazladır. Zira onay bağımlısı spesifik insanlardan spesifik onaylar beklerler ve her insan kendi motivasyonlarına göre davrandığından onay arayan kişinin aradığı onayı düzenli olarak istediği kişiden alması çok zordur.

Kaygı – Her hareketinde karşısındakinin onayını arayan, onu sinirlendirmeyi, onunla fikir ayrılığına düşmeyi onaylanmamak olarak algılayan insan, her hareketi ve sözü sonrası karşısındakinin tepkisini düşünerek kaygı içinde yaşar.

Başarısızlık – Onay arayışındaki insanlar, yukarıdaki olumsuzluklar nedeniyle finansal alanda, insan ilişkilerinde başarısızlığa meyillidirler. Zamanının çoğunu kendini geliştirmeye ve gerçekleştirmeye değil başkalarının onayını elde etmeye adayan kişi, onların başarılarına katkıda bulunabilir ama kendi başarısı için yeterince emek ve zaman harcamaz.

Peki insan, onay bağımlılığından nasıl kurtulur?

Öncelikle onay arayışının önemli bir hayatta kalma mekanizması olduğunu ve bu nedenle de güçlü bir dürtü olduğunu bilmeniz lazım. İnsanlar sosyal yaratıklardır ve tarihin çok uzun bir döneminde kendi kabilesinden dışlanmak, insanın ölüme terk edilmesi anlamına geliyordu. Bu nedenle de başkalarının onayı için kendi bireyselliğimizi feda etmeye, dürtü seviyesinde meyilliyiz.

Fakat artık o uzun tarih döneminde yaşamıyoruz. En azında bu devirde. Başkalarınca dışlanmak hala iyi bir fikir değil ama artık ölüm kalım meselesi de değil. O nedenle onay arayışını abartmamızın hiçbir mantıklı nedeni yok.

Onay bağımlılığından kurtulmak için ilk yapmanız gereken şey, kendi başınıza da mutlu olmayı, kendinizle başbaşa iyi vakit geçirmeyi öğrenmektir.

Kendi kararlarınızı, kendi arzu ve hedeflerinize göre kendi başınıza almayı öğrenin. O kararların sorumluluğunu alın ve sonuçlarını yaşayıp onlara katlanın.

Kısacası daha bağımsız bir yaşama sahip olun.

Burada teorik değil pratik bir şeyden bahsediyoruz. Çoğu insanın onay bağımlılığının nedeni, aradığı onayı alamazsa içine düşeceğini düşündüğü kötü durumun tamamen kafalarında yarattıkları bir canavar olması. Bu insanlar, kendilerini onay alamadıkları durumlara maruz bırakıp şunu görmeliler: başkalarının onayı olmazsa size ve mutluluğunuza pek fazla bir şey olmuyor.  Aslında tam tersi birçok kez, daha güçlü ve mutlu oluyorlar.

Örneğin patronunun, müşterilerinin ve iş arkadaşlarının onayını arayan ve bu nedenle iş yerinde gece geç saatlare kadar çalışan ve mükemmeliği arayan bir çalışanı ele alalım. Bu çalışan bu şekilde devam ederse çalışabilir yaşamının ikinci yarısına varmadan tükenip bitecektir. Böyle birinin öncelikle yapması gereken şey azar azar fazla mesaiye, ekstra işe vs. hayır demesi, mükemmelik takıntısından vazgeçmesidir. Çoğu durumda bu kişi, daha az çalıştığında, daha fazla işe hayır dediğinde, daha az mükemmel olduğunda işlerin kötüye gitmediğini ve hatta iyiye gittiğini görecektir.

Bu arada yeri gelmişken tekrar edelim, çok az sayıda insanda oldukça faydalı olabilecek mükemmeliyetçilik,çoğu durumda onay arayışının sonucudur. Mükemmeliyetçi, birçok durumda mükemmel olmazsa dışlanacağı ya da reddedileceği korkusu ile mükemmeli arar. Yaptığı işi en iyi şekilde yapma motivasyonu ile değil.

Günümüzde birçok erkeğin kadın onayı arayışı da bir başka örnek. Hayatlarının bekar dönemlerinde eğlenemeyen veya mutlu olamayan, yanlarında / kollarında bir kız yokken kendilerini varoluş seviyesinde eksik hisseden, bir veya birkaç kadının değil “kadın milletinin” onayı için çırpınan erkekler, günümüzde çok yaygın. Kadın onayına bağımlı bir erkek o onayı kafası okşanarak, pohpohlanarak (iyi çocuk) ya da seks, hayranlık (piç, dildo vatandaş) şeklinde alamadığında depresyona girer.

Kadınların onayının arayışı burada sıklıkla gördüğümüz bir durum.

“Bir süredir yürüdüğüm hatun mesajıma görüldü attı ve öylece bıraktı. Kendimi tutamadım ve ona bana neden yazmadığını ve bir sorun olup olmadığını sordum. – Sorun olmadığını ve benim sevilebilir biri olduğumu onayla lütfen. – O mesajı görmedi ama cevap vermedi. Ben de bunun üzerine kızgın şeyler yazdım. – Burada erkek istediği şeye sahip olmayı hak etmediğine inanıyor. Kızın kendisini bırakıp gitmesinin an meselesi olduğuna inanıyor. Aslında o mesajları atmasının nedeni bunu engellemek, kendisini zorla kızın hayatına sokup kendisini rahatlatmak. Bkz. Umursamayı bıraktığınızda daha fazla sonuç alacaksınız.

“Abi ben eskiden betaydım, şimdi alfa oldum (artık o ne demekse). Şimdi eski oneitisime gidip ona ne kadar değiştiğimi göstermek istiyorum.” – Yani bu kızın senin değişimini onaylamasını istiyorsun.

“Onu aradım ve ona niyetimin ciddi olduğunu, beni yanlış anlamasının haksızlık olduğunu söyledim.” – Yani annesinin başını okşamasına alışkın iyi çocuğun, bak ben annemin gurur duyduğu bir erkek oldum onayını kızdan beklemesi.

“O İzmir’i kazandı. Ben mezuna kaldım. Boğaziçi’nde İşletme okumak istiyordum ama ona yakın olabilmek için İzmir’i tercih ettim.” – Kendi hedef ve arzularından fedakarlık yapmazsa yalnız kalacağını (kadın onayı) veya reddedileceğini düşünen erkek davranışı. Onay bağımlılığının en kötü versiyonlarından biri.

vs …

Kadın erkek ilişkilerinde onay bağımlılığından kurtulmak için, onay bağımsız bir erkek gibi davranıp bunun arkasında durmanız lazım. Bu konuyu Erkek Adam zihniyeti nasıl içselleştirilir yazısında ele almıştık.

Onay bağımlılığı konusunda size en çok yardımcı olacak şeylerden biri de kendi hedef ve tutkularınızın olması. Bunlar için çalışmaktan sizi tembellik haricinde alıkoyacak şey, genellikle başkalarının onayı için bunlara ayıracak zamandan fedakarlık etmektir. Gideceğiniz limanı bilmek ve o limana doğru yol aldığınızı görmek, sizin kendinize verdiğiniz değeri arttırır ve bu değeri dışardan onay şeklinde elde etme ihtiyacınızı azaltır. Hedefe doğru yürümek ki öncelikle bir hedef gerektirir, sizin daha fazla mutluluk hormonu salgılamanız ve dışardan gelecek mutluluğa bağımlılığınızın azalmasına yardımcı olur.

Konfor Alanı Nedir ? / Nasıl Çıkılır ? ve Baltama !

Merhaba Mahmut Abi ve Değerli Blog sakinleri, Ben Mr. Deer. Bir süredir eğitimler,iş ve aile gibi konularla ilgilenirken ortalıkta yoktum.  Alışılmış yayınlarımdan farklı olarak bu sefer insan psikolojisi üzerine bir konu ile karşınızdayım. Hayatımızın bir çok noktasında bizi yapmamız gereken işlerden geri koyan, ilerlememizi engelleyen, bahanelerimizin en büyük kayaklarından biri olan ”Konfor Alanı”.

Konfor Alanı, sadece belirli bir yer değildir. Bir  zamandır aralığıdır,evredir, dönemdir. Her şeyi kontrol edebiliyorum, her şeye aşinayım, yeni bir şeye ihtiyacım yok, bildiğim şeyler en doğru şeyler ben bunları yapmaya devam edeyim, çevremdeki üç-beş insan bana yeter yeni birilerini tanımama gerek yok, ilişkim iyi kötü yürüyor arada da sevgilimin gönlü olursa cinsellikte görüyoruz yeter neden gidip yeni birini tanımaya çalışayım, hem yenisi daha mı iyi olacak  vb gibi düşünüp öylece yerimizde sayarız ve hayat akıp gider. Değişmeyen ve gelişmeyen alışkanlıklarımız ve rutinlerimiz de bunlara dahildir.

Video da alışılmış şeylerden; konfor alnı nedir, nasıl çıkılır gibi şeylerin yanı sıra konfor alanını kasıtlı olarak baltalamaktan da bahsettim. Konfor alanını baltalamak dediğim şey;

YouTube da yada interette ”konfor alanı” başlıklı  kısa bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan içeriklerde sadece konfor alanın ne oldu, zararları ve nasıl çıkılacağı üzerine bilgiler içeriyor. Gözden kaçan bir nokta olduğunu düşünüyorum. Konfor alanından öyle yada böyle çıkarsın, adımlar atarsın bir şeyler için çabalarsın ama eninde sonunda bir çoğumuz konfor alanına geri döneriz. Çünkü konfor alanın kalıntıları hala üzerimizdedir. Hayatımızın akışındaki şeyler yine bize konfor alanımızı hatırlatacaktır. Evden çıkıp insanlarla tanışmaya gittiğimizde, evet konfor alanımızdan çıkarız ama oyun konsolunu kaldırmadıkça yada Pc deki (yada telefondaki) oyunu silmedikçe eve dönüşte değerli vaktimizi onların başında boşa harcamaktan geri koyamayız. Sigarayı bıraktıktan sonra evde ki boş kutuları çöpe atmadıkça, küllükleri ve çakmakları yok etmedikçe sürekli aklımıza gelir ve yine içmeye devam edebiliriz. Ailemiz veya çevremizdeki insanlar  gelişimimize engel oluyorlarsa (özellikle psikolojik olarak ) bir şekilde onların yanından uzaklaşmamız gerekir. Yani kısacası konfor alanımızdan çıkarken baştan geri dönmemizi engelleyecek adımları atmalıyız.  Bu konfor alanımızı baltalama olayı farklı alanlarda da işimize yaramaktadır. Mesela zamanında benimde yaşadığım ve sürekli insanların bana yöneltiği bir soruyu ele alalım ”bir şeyler yapmak istiyorum ama ilk adımı atacak enerjim yok”. Benim bu konuya bakış açım, fazla rutin giden hayatın vermiş olduğu monotonluk ve bıkkınlık hissidir. Hayatımızda yapacağımız ufak değişimler, rutinlerimiz in dışına çıkmamıza ve monotonluk hissinin azalmasına yardımcı olacaktır.  Mesela gidip özenle seçilip alınan bir kıyafet veya giyim-kuşam, saç-sakal tarzında ufak değişimler yapmak istediğimiz enerjiye ulaşmamızı sağlayacaktır. Tabi ben ufak değişimlerin yanı sıra büyük değişimler yapmanın daha sarsıcı olmalarından ötürü daha yararlı olacağını deneyimledim.

Üst tarafta ufak bir bilgilendirme yapmaya çalıştım konu ile alakalı umarım videoyu beğenirsiniz. İyi seyirler.

Not: İçerik ürettiğim YouTube kanalım değişti. Bu video yeni kanalımın ilk videosu. Her videomu buraya eklemeyi düşünmüyorum, içeriklerimi takip etmek isterseniz kanalıma Abone olup, bildirimleri açmayı unutmayınız. Görüşmek üzere.

 

 

Takdir edilmek

15 yıllık harika bir evliliğim var ama evliliğin bir erkek için, bir kadının asla anlayamayacağı ve takdir edemeyeceği fedakarlıklar içerdiğini de masallar ardına saklamayacağım. Ben evliliğe karşı değilim. Ben bilgisizce yapılmış, Polyana kafasıyla girilmiş, ruh ikizi gazlı, utandırma taktikleri ile yönlendirilen, “böyle olacağını görmeliydim” ve iflas sonucuna giden, çocukları hayat boyu yaralayacak olan evliliğe karşıyım.

Bir kadın seni elde gördüğünde seni seviyordur. Bunu duymak size garip gelebilir ama sürekli seninle oynaşmadığında ve evliliğin 10. yılında bu sevgi hergünkü konuşmanızın bir parçasıdır. “Tamam, seni seviyorum, bye” telefon konuşmalarını bitiren cümledir. Bu konu hakkında düşünmüyorsundur zira düşünmene gerek yoktur. Eğer “beni sevdiğini nasıl bileceğim?” diye soruyorsan zaten sorun vardır. Kadın hergünün alışılmışlığı ve rahatlığı bozulduğunda sevgiyi takdir edebilir. Ama bir kere sıradanlık yerli yerine oturduğunda sevgi nadiren açıkça belirtilir. Aslında bunu belirtmek sizden beklenir.

Bütün o sevgililer günü kartlarındaki ya da yıldönümü yazılarındaki çiçek dolu saçmalıklar başkaları tarafından yazılan şeyler. Arada sırada çiçek fena bir şey olmasa da, ayrıntılara boğulup büyük resmi kaçırmamak lazım. Evlilik, sıradan zamanlarda ve hergün ne yaptığınızla alakalı. Ara sıra yapılan yakınlık gösterileriyle, çiçeklerle vs. değil. Her Cumartesi sabahı beraberce 300 kez mısır gevreği yedikten sonra ne olduğunuzla alakalı. Ya da siz masada hangi faturayı önce ödemek gerektiğini konuşurken çocukların televizyon kumandası ile ilgili kavga etmesi ile. Ya da çimlerin ne kadar kötü biçilmiş olması ile. Evet, ona yürürken ya da onu tabaktan daha başka bir şey olarak görmeye başladığınızda zerre düşünmediğiniz şeylerle.

Evlilik budur. Her ne kadar sıklıkla sıkıcı olsa da illa sıkıcı olmak zorunda değildir. Ama sıradandır. Normal, olağan bir şeydir ve öyle olmaya da evrilir. Sizden önce kaç insanın aynı şeyleri yaparak yaşadığını, evlendiğini ve öldüğünü düşünün. Evliliği tecrübe etmemiş bir insanın kesinlikle anlayamayacağı ama evliliğin asıl test edildiği şey budur : sıradanlık. Mutlu, Oprahvari fikir “evliliği sürekli taze tutmalısınız” şeklinde. Ama tazeleyici bir akşamdan ve Wal-Mart iç çamaşırlarından sonra yapacağınız şey, sabah çocukları teyzelerinden alıp her zamanki sıradanlığı ile evliliğe devam etmektir. “Evlilik hayali” size satılırken kimsenin bahsetmediği şey budur. Bir tanesini bulduktan ve planlı program yaparak ya da onunla 3 ay maraton seksi yaptıktan sonra hatun hamile kalması ile yaptığınız evlilikten hemen sonra gelen “iyi tamam da bundan sonrası ne?” hissi.

Takdir

Bence birçok erkek, yaptıkları fedakarlıkların kadın tarafından eninde sonunda takdir edileceğini düşünerek kendilerini kandırıyorlar. Bunu hemen şimdi öğrenin : fedakarlıklarınız hiçbir zaman takdir edilmeyecek. Hiçbir kadın onun gerçekliğini tesis etmek yolunda yaptığınız fedakarlıkları anlayıp takdir edemez. En bilge, en sevecen kadın bile feminen odaklı gerçeklik içinde yaşar. Erkeğin onun onurlandırmak, ona saygı duymak ve onu sevmek için yaptığı fedakarlıklar sıradan şeylerdir. Sizden zaten beklenen şeyler bunlar. Kendi hırs ve potansiyelinizden fedakarlık yapıp ona daha iyi bir hayat mı sağladınız? Zaten yapmanız gereken şey buydu. Ağzınızın içine bakan ve tek hareketinizle sizinle olmayı bekleyen güzel sekretere hayır deyip karınızı aldatmadınız mı? Zaten yapmanız gereken şey buydu. Evliliği, aileyi vs. sürdürmek için aldığınız sorumluluklar? Beklenen şeyler. Sadece eksikliklerinde takdir edilen şeyler.

Feminen – odaklı gerçekliğin tamamı budur.Erkeğin tek varoluş amacı, feminen gerçekliği gerçekleştirmektir. Buna karşı çıkan hatta bunu analiz etmeye kalkan ise “erkek” / “adam” değildir. En ben merkezli, en başınabuyruk erkek bile feminen önceliğe göre tanımlanmıştır. O asidir zira feminenin tanımladığı gerçeklikte “adam” gibi davranmamıştır. İşin ironisi şudur ki feminene uyan (ya da daha fazlasını yapıp onun taraftarı olan) erkek değil, bu serseri erkek feminen tarafından takdir edilir.

Takdir, kadın – erkek ilişkilerinin diğer başka tarafları ile iç içe geçmiş bir kavramdır.

Örneğin, opsiyonları olan 40 yaşındaki bir erkeğin, daha genç kadınlara yürümek yerine “doğru olanı” yapıp kendi yaşındaki bir kadın ile ilişki kovaladığını düşünün. Yaşını almış bir kadına ikinci baharını yaşattığı için takdir edilecek mi? Yoksa zaten yapması gerekeni yaptığı mı düşünülecek? Ya da çocuklu bir bekar anne ile evlenen ve başka bir erkeğin çocukları için ebeveynlik yatırımı yapan erkek takdir edilecek mi? Kadın bunu adamın karakterini değerlendirirken düşünecek mi yoksa adam zaten kendisinden bekleneni ve yapması gerekeni mi yapıyor? Takdir, beyaz şövalyenin ikilemidir.

İlişkiler çaba işi değildir.

Alışılmışlık, horgörüyü, vasatlığı, banallığı vs … besler. Birçok evlilik bu nedenlerle bok çukurunda biter. Hem kadın, hem de erkek kendisini tamamen salar.

İlişki çaba gerektirir lafı bir sosyal gelenektir.Erkeklerin bunu sıklıkla söylüyorlar. Bu artık erkeklerin bile bilincine işlemiş bir gelenek. Uzun süreli ilişkideki birçok erkeğin kafasında, kendileri ilişki için sürekli çalışan ve çaba harcayan taraf ve kadınlar da kendilerine ve çabalarına “not” veriyorlar. Bu mitin bekar erkeklere yutturulabilmesi için, her birinin uzun süreli ilişkinin ancak böyle olabileceği konusunda beyninin yıkanması gereklidir. Bu mit ise, erkeklerin yaptıkları fedakarlıkların ve davranışların, kadınlar tarafından takdir edilebileceği gibi yanlış bir inanca dayanır.

Bir erkeği, bir kadının mükemmel erkek konusundaki ideallerine uydurmanın en iyi metodu nedir? Kadınlar “erkeği düzeltmeye”, “onun üzerinde çalışmaya”, “onu yontmaya” bayılırlar. “Aslında harika biri olabilir ama şöyle şöyle olursa” ya da “onu yontmaya çalışıyorum.” Ne zaman ki “onu yontmaya çalışıyorum”, “illişkimiz için çalışıyoruz” a evrilir, o zaman erkek kadının çerçevesi içine girmiş demektir.   İlişki çaba işidir mitinin çıktığı yer burasıdır. Kadınlar ne sıklıkta “ilişki için çabalarlar?” Ve eğer çabalayan kadınsa, ilişki terminolojisi hemen değişir (erkeğin takdiri için çalışan kadın değil, erkeği yontmaya çalışan kadın).  Burada çaba, erkeğin kendi kimliğini onun ideal ilişki kavramına göre değiştirdiğini, feminen merkezli gerçekliğe daha iyi uyduğunu belirtir.  Bunu yapmanın, erkeği daha eline kadın eli bile değmemiş iken, kadın ideallerine göre kendisini yontmaya güdülemekten daha iyi bir yolu var mı?

Çeviri : Appreciation

Bu yazı Patreon patronlarının katkıları sayesinde Türkçe’ye çevirilmiştir.

Kırmızı hap ile mavi hap oyunu oynamak

Soru : Bizim birşeyler yaşamak istediğimiz kızın bize ilgisi yoksa ne yapacağız? Yani bi ortamda görmüşsün güzel kiz eyvallah ama ilgisi yok. Friendzone olmaktan bahsetmiyorum. Kız ilginin farkında ama emin değil. Belki de ilgisi var ama damga yememek için birşeyler yapamıyor yada utanıyor. Bu durumda ne yapılmalı? Bu durumda ne yapılmalı? KH bize “kiz ilgi duymuyorsa NEXT” mi diyor. Hep kolay kızları mi elde edeceğiz? Onlar da biliyorsun hb’si düşük yada yüksek dramalı oluyor genelde.

Buna biraz ters tepki gösterdim ama aslında kendi içinde belli bir mantığı olan bir soru. Neden 2 kere red yeyip reddediyoruz? Neden 4 değil? Belki uğraşsam olur? Vs.

Oyunu ve kırmızı hapın ne olduğunu zihin yapısı olarak anlayabiliyor musunuz emin değilim. Buna daha önce ilgisi yetersiz kız yazısında değinmiştim. Burada da söylenen ile anlanan arasında bir uçurum var.

Bakın bir kızı nextlediğinizde, belki olacak işi bitiriyorsunuz. Belki bir adım daha atsanız olacaktı. Belki mavi haplı oynasan olacaktı. Evet bu mümkün. Sonuçta 2 red bir next istatistik bir strateji ve 2 redden sonra karşındaki hatunu reddetmen, 10 yürümede sana çok daha fazla başarı getirir şeklinde çalışıyor. Ama belki bir yürümede next yüzünden olmayabilir. Belki 3. adımda olurdu.

Bunu iyi anlayın. Kırmızı hapta başarı bir kızla sevgili olmak ya da onu götürmek değil, ilişkide fazlaca yatırım yapmak zorunda kalan ve bu nedenle de hep kaybetme korkusu ile yasayan tedirgin ve kırılgan mavi haplı olmamak. Kırmızı hapın amacı size o kızı sağlamak değil, sizin daha doyumlu bir hayata sahip olmanız. Bunun için o kızı kurban edebilir ve belki kırmızı haplı olmazsan o kızla çıkacaktın, evlenecektin, çocuklarınız olacaktı. Kim bilir? Fantezi bunlar ama hiç olmayacak şeyler değiller.

Şimdi şu durumu düşünelim. Diyelim ki ben kırmızı hapı az çok yutmuş biri olarak bir kıza yürüdüm ve iki kere reddedildim. Kızı nextlerim. Ama nextlerken psikolojim “2 kere şans verdim kullanamadı / kullansaydı (ben ödülüm)” olurdu. Ya belki ilgisinin farkında değil, belki korkuyor ya da ona nasıl da iyi bir tercih olduğumu göstereceğim gibi bir psikoloji değil. Bunlar kızın derdi, benim değil (ben merkezlilik). Ben neden kız arkadaşım bile olmayan kadının dertlerini kafama takayım, neden onun sorunlarını onun için çözmeye uğraşayım? Kız çok güzel diye mi? Kız çok güzelse bana ne? Tek güzel o mu?

Aynı kıza mavi haplı bildiğiniz biri gitti ve yürüdü. 5 kere reddedildi ama aylarca her tarafından sular seller gibi akan ama nedense belli edemediğini ya da kızın emin olmadığını düşündüğü ilgisini kıza boca etti. Ve kızı tavladı! Burada kim başarılı. Mahmut demeyin, toplumun 90%ına göre mavi haplı başarılı. Kızı o kaptı.

Ama kırmızı hapa göre ben başarılıyım. Zira mavi haplımız 10 koyup 1 aldı, psikolojisi de şu : “Mahmuta hayır diyen prenses, sonunda bana evet dedi (ben odul degilim o nedenle arayi ekstra seyler yaparak kapayip bana odul olan kizi kaparım)”.

İşte bu nedenle beta öder diye bir kavram var. Burada ödenen bedel. Zaman, kaynak ama en önemlisi de başka alternatifler. Çöpe atılan bolluk zihniyeti.

Kırmızı hapa gore burada ben başarılıyım. Bunu anlamayamıyorsanız, size saçma geliyorsa, kırmızı hap size göre değil. Hiç bulaşmayıp norm içinde kalin daha hayırlısı. Yoksa kızlar konusunda ortalama bir betadan bile daha başarısız olma ihtimaliniz çok yüksek.

Örneğin evliliğinde büyük sorunlar yaşayan adamlar kırmızı hap uygulamak istediğinde onları hep şöyle uyarıyorum : kırmızı haplı stratejilerin hedefi seni kurtarmak, evliliğini değil. Amacın illa evliliği kurtarayım ise kırmızı hap evliliği bitirebilir! Zira erkeğin maskülen ve dominant olmasına aşırı ters tepki verecek hatunlar vardır, özellikle de erkeklerle ilişkisi mesela çocukluğunda babasi ile ilişkisi yüzünden geri dönüşsüz hasar görmüş bir kadınsa. Erkek şimdiki gibi acı çekse belki çocuklar büyüyene kadar 10 sene evlilik devam edecek ama KH ile bir senede bitebilir.

Şimdi tabii isin tezatı şu ki yukarıdaki Mahmut – Mavi Haplı maçı şansı en az olan senaryo. Kırmızı hap zihin yapısı ile belki o kızı 100% (kendisi ödül olmayan mavi haplı tabiri ile) “kaybediyorsun” ama genel olarak daha çok ve daha güzel kızlarla birlikte oluyorsun. “Kazanan” mavi haplı belki 10% şansına oynayıp kızı “kazanıyor” ama genelde bu kadına surekli yatırım yapmak durumunda kalıyor ve genellikle kızı kapsa bile sonra kendinde çok yiyor. Eninde sonunda kız aslında arayı sürekli ödeyerek kapayan bir adam istemedigini fark edip gidince bunalıma giriyor. Yani kırmızı hap kafası omurgalı ama abazan gibi bir sonuca yol açmıyor (kadın erkek ilişkilerinin gerçek doğasını gören ama yıllardır ego yatırımı yaptıkları masalları bünyeden atamayan öfkeli gençlik gibi kadın düşmanı kesilmezsen tabii de biz ona siyah hap diyoruz), tam tersi mavi hap kafası sıklıkla omurgasız ve abazan olmaya neden oluyor.

Kız ilginin farkında ama emin değil. Belki de ilgisi var ama damga yememek için birşeyler yapamıyor yada utanıyor.

Bunlar daha fazla çabalamazsan bu muhteşem ödülü kaybedeceksin kafasının sürekli pompalayacağı fanteziler. Birincisi tamamen mantıksız daha doğrusu kızlarla tecrübesi olan bir erkeğin güleceği bir bahane. Kızlar, özellikle de güzel kızlar için ilgiden emin olmamak afrodizyaktır. Hayalgücünü kamçılar. Açık iletişim, herşeyi en açık şekilde ortaya dökmelisin, vs … bunlar mavi hap oyunu. İsterseniz kendiniz acı yoldan öğrenin sizi tutan yok ama ben size söyleyeyim sonu genelde hüsrandır.

İkincisi doğru ise de next çekerken siktir çekecek kadar ahmak değilseniz kız çözdü mü geri gelir zaten.

Fakat sorun şu ki bunlar genelde fantezidir. Kızın bizi önemsemediğini kabul etmek yerine kırılgan egomuzu okşamak için böyle bahaneler üretmeye meyilliyiz. Aslında onun da ilgisi var ama belki daha ilgimden emin değil. Aslında ilgisi var ama utanıyor belki. Aslında ilgisi var ama bugün kedisi ölmüş. Vs.

Hep kolay kızları mi elde edeceğiz? Onlar da biliyorsun hb’si düşük yada yüksek dramalı oluyor genelde.

Yoo bilmiyorum. Onca kızla birlikte oldum yaş kemale erdi bilmiyorum. Elde ettiğim kızlar sırf ben onları elde edebiliyorum diye hbsi düşük ya da yüksek dramalı değildi.

Sana ilgisi olan kız kolay değildir, sana ilgisi vardır. Sana ilgisi olmayan kız da zor kız değildir. Sana zerre ilgisi olmayan ve seni tanımaya bile yeltenmeden ya da 5 yemekten sonra reddeden kız gider ilk gecede başkası ile yatağa girer. Senin 5 paragraflık mesajını okuyup cevaplamaz, başkasının tek mesajı için sabahlara kadar bekler. Kolay – zor kız yoktur demiyorum, ama bunun ölçüsü size kolay – zor olması değil. Kısacası, birine 5 yemek yemeden öptürmeyen kız ile ilk gecede onunla seks yapan kız (genellikle) aynı kızlar.

Ek olarak buraya gelen çoğu erkeğin konuşmasından bile kızları henüz pek tanımadıklarını anlayabiliyorsun. Sen mesela düşük cpdli kızı çok ilgi vermeden tavlarım yüksek cpdli kız için çok daha fazla klasik ilgi ve zaman ayırma gerekir sanmak gibi. Oysa yüksek cpdli kızlar (genel olarak yoksa spesifik kızlarda tersi olabilir) ilgi hediye ve erkek gayretine boğulduklarından daha az çaba harcayan kendinden emin bırakıp gidebilen erkeklere ilgi duyarlar. Oyun ve kh yüksek cpdli kızlarda daha fazla çalışır düşük cpdli kızlarda ters tepebilir.

Neden 2 kere red yeyip reddediyoruz? Neden 4 değil? Belki uğraşsam olur? Vs.

Binlerce erkeğin tecrübesinden süzülen 2 red sonra next kuralı yaklaşık 16 yaşında bir kural. Odun kafa gibi uygulamanıza gerek yok tabii. Sen istersen 3 kere dene. Ama 2 kere seni reddeden kızı nextlemeyip daha da üstüne gidiyorsan, kız aslında ilgisinin farkında değil gibi fantezilere bel bağlıyorsan kıza gereğinden fazla yatırım yapıp oneitis yapmama şansın düşük. Sen istediğin kadar oneitis yok de.

Jordan Peterson Türkçe – Sosyal kaygı ile başa çıkma

Diyelim ki sosyal kaygı bozukluğunuz var. Peki, sosyal kaygınız varken ne olur.

Bir partiye gidersiniz ve kalbiniz küt küt atıyordur.

Neden?

Çünkü parti bir “canavardır”.

Peki neden (bir canavardır)?

Zira sizi yargılıyor! Ve sizi egemenlik hiyerarşisinde aşağıya koyuyor.

Negatif yargının anlamı budur. Ve bu da sizin cinsel başarınızı etkiliyor.

Bu demek ki kısmen doğanın kendisi tarafından değerlendiriliyorsunuz.

Yani o sosyal duruma girdiğinizde, kaosun ejderhası ile yüzyüze geliyorsunuz.

Peki siz ne yapıyorsunuz?

Böyle eğiliyorsunuz, omuzlarınızı düşürüyorsunuz.

Bu da düşük egemenlik (dominance) demek. Ben tehdit değilim duruşu.

Bu şekilde hayatta pek bir yol alamasınız ama bir tiranla karşı karşıya geldiğinizde yapılması mantıklı olan şey böyle durmaktır. Eğik durup “ben tehdit değilim (bana saldırma)” sinyali vermek. (Zorba) krala dimdik baktığın anda ölürsün.

“Tehdit değilim, bak öne eğik duruyorum”.

Dışarda bu olurken içinizde ne oluyor?

Sürekli olarak “insanlar benim hakkında ne düşünüyor” diye düşünüyorsunuz.

“Aptal görünüyor muyum?” “Gülünç görünüyor muyum?” “Çok tuhafım.” “Burada olmaktan nefret ediyorum.” “Off, çok terliyim.”

Bunların hepsi içselleştirilmiş. Ve hepsi benliğe odaklı.

Gözler çalışmıyor (dışarı bakmıyorlar).

Peki böyle insanlara ne tavsiye edebilirsiniz?

Kendin hakkında düşünmeyi bırak diyemezsin zira bırakamazlar. Beyaz fil hakkında düşünme dediğinde onu düşünmeye başlarlar. Birine bir şeyi düşünme diyemezsin zira bunu dediğinde bir döngüye kapılıp giderler.

Sosyal kaygısı olan insanlara şunu dersin : Diğer insanlara bak! Onlara bak!

Değil mi? Neden?

Çünkü onlara bakarsan ne düşündüklerini görebilirsin.

Eğer sosyalleşmekte gerçekten berbat değilseniz … ki bazı insanlar böyleler yani sosyal yetenekleri sıfır. Bu insanların bir partiye gitmeme sebepleri daha kendilerini nasıl tanıtacaklarını bile bilememeleri. Onlara kimse nasıl davranmaları gerektiğini öğretmemiş. Bu insanlar davranışsal terapi için çok uyun adaylar. Bu adamlara adım adım sosyal kabul için gerekli basamakları gösterebilirsin.

Ama çoğu insan böyle değil. Aslında sosyal kabiliyetleri var. İçe dönük ve yüksek kaygıya sahip insanlar olsalar bile biri ile yüz yüze konuşabilirler.

Neden?

Zira yüz yüze konuşmada o insana bakarlar.

Bir gruba konuşurken yapmanız gereken şeylerden biri de bu. Asla insanlara konuşmayın! “İnsanlar” (soyut bir şey), gerçekte insanlar diye bir şey yok. Bireylere konuşun. Ve onlar size tüm grubu yansıtırlar. (Belli bir anda) bir kişiye bakarsın ve baktığın kişi sana grubun düşüncesini yansıtır.

Kendinizi dışarda birine odakladığınızda ilginizi dışarı odaklıyorsunuz. İlginizi dışarı itmek için gözlerinizi kullanın.

Çevrenizi izlemeye başlarsanız tüm otomatik mekanizmalar devreye girerler.

Ve tuhaf görünmeyi bırakırsınız. Zira konuşurken yere bakıyorsam sizin ne yapacağınızı bilemem ve konuşma parça parça olur. Bir parça çalarken yanlış notalara basmak gibi.

Bu yüzden birçok mitolojide göz piramidin üstündedir. Tüm egemenlik hiyerarşilerinde kazanmanı sağlayan şey “gözdür”. Dikkatini dışarda olana ver. Bu kritik bir problem.

Mısırlıların Horusa tapmasının nedeni bu. Horus’un Sirus’u kurtarabilmesi de bu nedenle:  dikkat verebilme kabiliyeti.

En çok neye dikkat edersiniz?

Beyninizin sol lobunun anormallik diye işaretlediği şeye. Bu sizin dikkatinizi çeker. “Bu işte bir terslik var” gibi, “ona bakmıyorum”.

YANLIŞ!

Asıl bakman gereken şey o! Yolunda gitmeyen şey. Ona bakman lazım.

Tamam bu sizi yiyebilecek korkunç canavar olabilir ama aynı zamanda tüm ihtiyacınız olan bilgiler de orada.

Örneğin bu nedenle düşmanlarınızla tartışmak önemlidir. Zira onlar size sizin bilmediğiniz şeyler söyleyeceklerdir. Ve bu da harika bir şey zira siz onları bilmiyorsanız o kadar da zeki değilsiniz, değil mi?

Bazen istemediğin yerlere gidersin ama bilmen gereken şey oradadır. Düşmanın sana neden aptalın teki olduğunu söyler … Tabii gerçek olmayan bir sürü şey de söyleyecektir. Ama tek bir doğru söylese yeter. “Teşekkürler adamım, sayende şimdi bunu görebildiğime göre bunu düzeltmek için çalışabilirim. (Sayende) bunu daha fazla taşımak zorunda değilim.”

Bu nedenle korkunç canavar aynı zamanda altının sahibidir. O, size duymak istemediğiniz mesajı ileten kişidir.

Tamam bu zor. Çok zor. Ama zor olması önemli değil. Hayat zordur.

Video JBP Türkçe kanalında yayınlanmıştır.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Kırmızı hap ve acımasız (!) bilgiler

Derdini Karınla Paylaş. Hem Karınla Hem Derdinle Uğraş yazısının YouTube kanalındaki seslendirmesine bir arkadaş şöyle bir yorum bırakmış :

Redpillde en üzüldüğüm kısım acımazsız bilgilerin bulunması. İnsan dertlerini önemseyen bir eş beklerken, kırmızı hap camiyasında derdimizi anlatmamamız gerektiği söyleniyor. Hayattan bizi destekleyen bir eş beklemek yerine, hipergami yüzünden birlikte olduğumuz ve sürekli çerçevemizi korumak için çabaladığımız bir ilişki içinde buluyoruz kendimizi. Bu bakış benim aşk, sevgi üstüne olan inancımı aşkın mental bir hastalık olduğu yönünde değiştirmeye başladı. Başarısız bir düşünce yapısı olarak etiketlemeden önce, birinin hayatta onu destekleyecek, derdine ortak olarak bir eş beklemesinin gerçekçi olmasını isterdim. Tabi bu kırmızı hap felsefesine ayrı düştüğü için fikir ayrılığında kaldığım doğrudur. Fikirlere açığım.

Bu çok sık dile getirilen bir serzeniş.

40ına yaklaşmanın yanında bu sitede birçok erkeğin derdi ile uğraşmak kafamda şunu netleştirmeye başladı : Kırmızı hap veya mavi hap etiketleri aslında yetişkin erkek ve oğlan çocuğu hallerine verilen isimler. Biraz masallar içinde, el bebek gül bebek yetiştirilmişinden oğlan çocuğu. Burada size yeni keşfedilmiş ve 1999 yapımı bir filmden isim takılmış bir şeyden bahsetmiyoruz. Yetişkin bir erkek olmaktan bahsediyoruz (*). Aslına bakarsanız bana yeni bir şeyler yazıyormuşum gibi gelmiyor. Daha çok bir enkazın altında kalmış eski bilgileri günışığına çıkarıyorum gibi geliyor.

Gerçekten yetişkin bir erkek olduğunuzda bunlar zaten sizin doğal davranışınız olacak. Umarım çoğu erkek gibi bu aşamaya geçmek için 40 hatta 50 yaşına kadar beklemezsiniz. Zaten kırmızı hap – mavi hap kavramlarını erişkin erkek – oğlan çocuğu olma ile ilişkilendirme sebebim de biraz bu 40lık amcalar. Arkadaş çevrem artık 40ına merdiven dayadı ve çoğu ile muhabbet ederken burada yazdığımız şeyleri, kırmızı hapı zerre bilmeden söylediklerini duyuyorum.

Her neyse. Şimdi çoğunuza oğlan çocuğu psikolojisinden bakınca bunlar kasıntı veya acımasız geliyor ama tam yetişkinliğinize ulaştığınızda doğal gelecek ve “başka nasıl olacaktı ki” diyeceksiniz.

Bu dert konusuna gelelim. Siz eğer evlenirseniz, kuracağınız ailenin temel direği olacaksınız. ATMsi değil. Direk demek, kaya gibi sağlam olmak demek. Karınız da çocuklarınız da gerektiğinde hep beraber size yaslandığında sapasağlam durması gereken bir direk. Bu devirde bile çocuklu bir ailenin erkeği olmanın ne kadar zor olduğunu bekarken aklınızdan bile geçiremezsiniz. Karınız çalışıp para kazansa bile zorluklar geldiğinde ki merak etmeyin gelecek, size dayanmak ister. Kadınların bugün para kazanabiliyor olmaları, onların duygusal stres altında kocalarının sağlamlığına ihtiyaç duymalarını ortadan kaldırmıyor. Parayla duygusal güç satın alınamıyor maalesef.

Karınızı dert ortağı olarak görürseniz kriz anlarında onun içinde oluşan varoluşsal kaygıyı ateşlersiniz. Kadınlar erkeklere göre (ortalama olarak) çok daha fazla kaygı duymaya meyilliler. Bir erkeğin buluruz bir çaresini diyeceği bir çok şey birçok kadını geceleri uyutmayabilir.

Bu demek değildir ki karınız derdinize ortak olamaz yani sonuçlarına sizinle beraber göğüs geremez ya da ilk fırtınada gemiden atlar gider. Yapmanız gereken bir planınız olması, bu plana göre oynamak ve gemidekilerin önüne dertleri serip onları korkutmamak. Bugün karısını dert ortağı yapan adamların en büyük derdi, o gemiye kaptanlık edebilecek gibi görünmemeleri. Genelde de karılarını anaları yerine koyuyorlar. Dert anlatırken de ondan duygusal destek bekliyorlar.

Arkadaşın yazdıklarındaki tezat şu ki siz eğer yetişkin bir erkek gibi derdinizi mümkün olduğunca kendinize saklarsanız, karınızdan destek bulursunuz. Saklamazsanız ise sıklıkla desteksiz kalırsınız. Bir kadın erkeğe derdin ne olduğunu tam bilmeden de sessizce duygusal destek verebilir.

Şöyle akıl yürüyelim. Toplumun eskiden kadına bu yönde yaptığı baskısını görmezden gelmeyeceğiz ama yazıda Haldun Abi’nin bahsettiği eski devir anneleri / neneleri, dedelerinizin işlerinden ve dertlerinden haberdar değilken bir elinde cımbız bir elinde ayna umurunda mı dünya şeklinde mi davranıyordu?!?  Onlar mı daha çok destek olmaya meyilliler yoksa bugün erkeklerin her dertlerini kanka gibi paylaştıkları modern kadınlar mı?

Aslına bakarsanız hastalıkların, çocuk ölümlerinin, türlü kazaların, vahşi cinayetlerin, vs … olduğu dünyada hatunun birinin sizi reddetmesi ya da karınızın dert anlatınca sizden soğuyabilecek olması acımasız bilgiler falan değiller. Nahoş bilgiler desek daha doğru. Bir şekilde daha da olgunlaşırsanız, acımasız gerçek dediğiniz şeyler değişmese de siz onlardan daha güçlü olacaksınız. Eğer ölüm oyunu kısa kesmezse, siz isteseniz de istemesenizde olgunlaşacaksınız zaten. Bu süreci hızlandırmanız lehinize. Süreci yavaşlatmayın.

(*) Gerçi bunu kadın – erkek ilişkilerinde yetişkin erkek olma ile sınırlamak da doğru olabilir. Zira dağa elinde çakı ile koysan bir tabur düşmanı yenecek kadar maskülen erkekliğin yeryüzü simgesi olup da kadın erkek ilişkilerinde tam bir oğlan çocuğu olan adamlar da var.