Jordan Peterson Türkçe – Baskıcı anneler, oedipus kompleksi, persona ve gölge

Ailelerdeki oedipal durum hakkında, Carl Jung’un söylediği bir şey var.  Ama önce kabaca klasik oedipal durumu anlatayım. Oedipal durum, bir çocuk aşırı korunduğunda olur. Genellikle oğlan çocuğunun annesi tarafından aşırı korunma. Tersi de olabilir. Annesi tarafından aşırı korunan kız çocuğu ya da tüm o kombinasyonlar. Başlangıç açısından klasik durumu konuşacağım.

Freud böyle ailelerde genellikle iyi sınırların olmadığını gözlemledi. Karı koca arasındaki ilişki genelde gerilimli ya da hiç yok. Kadın da genellikle kocadan alamadığını almak üzere çocuğa dönüyor.

Bununla ilgili harika bir South Park bölümü var. Cartman’ın annesi, kontrolden çıkan Cartman’ı eğitmesi için Köpeklere Fısıldayan Adamı (Dog Whisperer) çağırıyordu. Eğer Freudcu Oedipal durumu öğrenmek istiyorsanız, bu bölümü izleyin zira olayı iyi işliyor.

Anne, sonra ilişki yaşamak istediği (sınır sorunu) bu uzmanı getiriyor.  Uzman oğlunu ondan ayırıyor. Ve sonra oğlana, kötü huylu bir köpeğe uyguladığı disiplini uyguluyor. Ama aynı zamanda her gittiği yerde, köpeğin sahiplerini de eğitiyor. Belki sorun köpekte değil de sahibinde.

Orjinal Atlara Fısıldayan ile ilgili de çok iyi bir film var. O da aynı şekilde atlardaki davranış problemlerini düzeltiyor ve atın sahibindeki psikopatolojiyi teşhis etmekte inanılmaz iyi. Bunun için doğuştan gelen bir yeteneği var.

South Park bölümünde olan şu. Köpeklere Fısıldayan Cartman’ı düzeltir. Cartman uygun giyinmeye, ödevlerini yapmaya, vs. başlar. Annesi Köpeklere Fısıldayan ile ilişki yaşamak istiyor ama adam mesafeyi koruyor. Sınırlarını çizip koruyor. Uzman gidince annenin Cartman’a ilk yaptığı şey, Cartman’a ödev yapmak yerine kendisi ile hamburgerciye gelmesi için rüşvet vermek. Bunu yapma nedeni ise çok yalnız olması. Etrafında başka kimse yok. Belki de derin ama çok derin bir şekilde eğer bu çocuğun büyümesine yardım ederse, çocuk evden ayrılacak ve kendisinin geriye bir şeyi kalmayacak diye korkuyor. Bebekleri dışında bir şeyleri olmayan anneler bunu yapma riski daha yüksek olan anneler.

Bu şaşırtıcı değil. Bunu etraflıca düşünmelisiniz. Birçok kadın … çoğu kadın … bebeklerine aşık olurlar. Bebekler daha büyük çocuk haline geldiklerinde, bu onlar için tehditkar bir durum olabilir çünkü bebek çocuk olduğunda, bebek “ölür” ve onun yerine artık çocuk vardır. Bir ebeveyn bu sürece radikal bir şekilde müdahale edip süreci durdurabilir. Bu her zaman olur ve klasik Freudcu Oedipal kabustur. Bazılarınız benim Kişilik sınıfımı aldı ve Crumb belgeselini seyretti.  Crumb ailesi, bu hastalığın inanılmaz bir örneği.

Annesi bu hileyi deneyen bir adam tanıyordum. Çok zeki ve birçok hileye sahip bir kadındı.  Ama adamın buna boyun eğeceği yoktu. Her dakikasında isyan edip baş kaldırdı. Sonunda kabaca hipermaskülen diyeceğim birine dönüştü. Bekar anneler tarafından yetiştirilen adamların sıklıkla kazandıkları hipermaskülenite ile ilgili ilginç bir ders. Zira iki yoldan birine giderler (ya hipermaskülen ya da hiper efendi çocuk). Bu bahsettiğim adam annesiyle her adımda savaştı.

Jung’un dediği ve çok hoşuma giden şey şu:  Oedipal anne çocuğu ayartır. “Bak” der. “Anlaşma şu. Hiçbir şey yapmak zorunda değilsin. Ama beni terk etmeyeceksin. Gitmezsen ve bu zor şeyleri yapmazsan ben sana bakacağım.”

Çocuğun sürekli seçim şansı var. Tamam güç dengesi aleyhine ama bu sandığınız kadar kesin değil. Küçük çocuklar sağlamdırlar ve sürekli seçim yapıp dururlar. Jung bunun çocuğa anne tarafından dayatılan bir şeyden çok bir komplo olduğunu düşündü. slında bu anne, baba ve çocuk arasında bir komplo.

Her ne kadar zor olsa da bence bu iyi bir bakış açısı. Çocuğu sorumlu tutmalı mısınız?

Evet ama sağduyulu bir şekilde ve tamamen değil.

Bu durumda olan bir yetişkinle uğraşıyorsanız ve o bundan kaçmaya çalışıyorsa. En başa dönüp bu lanet şey nasıl oldu bilmeniz gerekiyor. Kapıyı nerede açtıklarını bulmaları gerekiyor. Vampir gibi. Siz çağırmadan içeri giremezler. Onları içeri davet etmeyin. Birkez içeri geldiler mi kurtulmak zordur ve tüm kanınızı emerler.

Bu ibretlik bir hikaye. Pinokyo da daha iyisini bilmiyor ve aklı bir karış havada. Tilkinin tam olarak anlattığı, başarıya giden kolay yol ona öneriliyor. Ve beraber Stromboli’yi görmeye gidiyorlar. Şarkı şu. Hepsini okumayacağım.

“Ünlü ve oyuncu hayatı benim için harika.”

“Öğlen 2’ye kadar uyursun, puro içersin ve dünyayı gezersin.”

“Havyar ve tavuk yersin. Aktör yaşamı güzeldir.”

Sadece servet, insanların ilgisi ve sorumluluğa, disipline ve öğrenmeye kesinlikle dikkat etmeme lüksü. İki kat çekicilik değil mi? İstediğin her şeyi alacaksın ama bir şey yapman gerekmeyecek. Harika bir anlaşma.

Aktör bunu temsil ediyor. Bir yalancı ve bir aldatmayı oynuyor. Jungcu açıdan bir persona.

Persona sizin insanların içinde taktığınız maskedir. Hatta siz kendinizi personadan ibaret sanabilirsiniz. Ama değilsiniz. Persona sadece bir maske.

Tilki ile kedi, kuklayı (Pinokyo) sadece personadan ibaret olmaya çağırıyorlar.

Jung’a göre persona olarak başlarsınız. Sonra personaya uymayan taraflarınızı incelemeye başlarsınız ki bunlar gölge olacaktır. Sonra kim olduğunuzu anlarsınız ki bu şok edicidir.

Persona sizin ve belki de yakın kültürünüzün iyi olduğunu düşündüğü her şeyi içerir. Gölge de bunların dışında kalan her şeyi içerir ki bunların bazılar gerçekten çok kötüdür. Ama bazıları da kötü kılığında iyi şeylerdir.

Ve siz gölgedekilerin birçoğunu entegre etmeden personadan kurtulup, personayı aşamazsınız. Mesela olağanüstü merhametli biriyseniz diyeliö %98 yüzdelikteyseniz, kendinizi sürekli olarak başkaları için feda ediyor olacaksınız.

Bunun çok iyi bir şey olduğunu düşünen insanlar var ve evet bu bazı durumlarda iyidir. Ama problem şu ki kendinizi feda edersiniz.

Bu mesela yetişkin erkeklere karşı çok kötü bir duruş. Bebekler için harika ama yetişkin erkekler için yanlış.

Biraz diş gösterene kadar sürekli olarak sizin gibi birini arayan kişiler tarafından kullanılırsınız.

“Ama hayır, ısırabilmek merhametli olmanın tam tersi” diyebilirsiniz.

Merhametin tam karşıtı, evet öyle. Siz bunu yırtıcı kategorisine atmışsınız.

“Bunu yapmayacağım, sinirlenmeyeceğim, çatışmadan hoşlanmıyorum.”

Siz onu derinliklerden çıkarıp üzerinize geçirip kullanmadığınız sürece başınız belada. Bu iyi ve kötünün yeniden değerlendirilmesi hakkında Nietzsche’nin fikri gibi. Sizin bilincinizde, neyin iyi neyin de kötü olduğuna dair bir algınız var. Ama bu çok zekice değil ve şeyleri yanlış kutulara koyuyor.

Sizin sorgulanmaz şekilde iyi kabul ettiğiniz şeylerin birçoğunun, örneğin merhamet gibi, her şeyden önce çok karanlık tarafları var. Ve ikincisi bunlar sizi hayat yolunda yürütmeye yeterli değiller. Tersi erdemlere de ihtiyacınız var. Bunları geliştirmelisiniz. Ve bunu yapabilmek için personanın dışına çıkmalısınız.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Disiplin, erken yatmak ve uyku düzeni

Disiplin sağlayamıyorum diye bana ulaşan çok sayıda insan var. Bana ulaştıklarında kafalarında disiplinli olup yapmak istedikleri birçok şey var.  Aynı zamanda neden disiplinli olmadıklarına dair birkaç fikirleri de var.

Bana disiplinsiz ve darmadağın bir hayatım var ve bu konuda ne yapacağımı bilemiyorum diyenlerin hemen hemen tamamıyla aramda şuna benzer bir diyalog geçiyor:

“Disiplinsizim, ders çalışamıyorum / işe geç gidiyorum / dükkanı zamanında açamıyorum, vs. vs.”

“Peki yataktan kaçta kalkıyorsun?”

“Evet çok geç kalkıyorum. 10 – 12 arası. Geç kalkmam büyük sorun değil mi?”

“Kaçta yatıyorsun?”

“Sabaha karşı 2 – 4 gibi.”

“Senin büyük sorunun geç kalkmamak değil geç yatmak.”

Gece 2 – 4 arası yatıp sabah erkenden nasıl kalkacaksın ki? Asıl sorun gece yatmamak. Şimdi “ben gece çok daha verimliyim” diye çıkışacak arkadaş, tamam sen azınlıksın ve bundan sonrasını okumana gerek yok. Ama insanların büyük çoğunluğu saatlerce çalışıp gece 2 – 4 gibi yatmıyorlar. Gördüğüm kadarıyla özellikle 23:00 – 03:00 arası tek yaptıkları şey internet, sosyal medya, boş youtube videoları, vs. Belki kitap da okuyorlar ama bu 4 saatlik dilimin %90’u çöpe gidiyor.

Eskiden bu çoğunlukle erken kalkmama lüksleri olduğunu sanan üniversite öğrencilerinin ya da liseyi bitirip üniversiteye ilk sene kazanamamış öğrencilerin sorunuydu. Ama şimdi eve kapanan ve evden çalışan büyük bir beyaz yaka nüfusu da bu problemle karşı karşıya. Bana bazen evde çalışan kimse 10:30’dan önce işe başlamıyor gibi geliyor.

Hayatınızda disiplin istiyorsanız ve böyle bir uyku düzeniniz varsa size açıkça söyleyeyim: bu problemi çözmediğiniz sürece disiplini unutun. Birkaç bohem sanatçı dışında geceleri bu şekilde yaşayıp geç kalkan ve buna rağmen başarılı olan insan sayısı yok denecek kadar azdır. Yahu bunu bilmeyen mi var diyeceksiniz ama maalesef çok var. Benim görüştüğüm çoğu insan, asıl sorunun bu olduğunu öğrenince çok şaşırıyor zira bunu o kadar önemsemiyorlar.

Burada asıl sorun geç yatmak. Bunu erken yatmaya ve hep aynı saatte yatmaya çevirmeniz gerekli. Hep aynı saatte zira hayatınızdan depresyonu uzak tutmak ve diğer şeyleri disiplin altına almak için böyle bir sabite ihtiyacınız var.

Depresyonla mücadele eden insanlarda sıklıkla gördüğünüz birşey, ve depresyonun nedeni konusunda çok genel bir önerme ortaya koymuyorum zira depresyonun bir sürü nedeni var, hayatlarında yeterince düzen olmayan insanlar, hayatın ağırlığı altında ezilmeye meyillidirler.

Örneğin birileri bana gelip depresyonda olduğunu söylerlerse, onlara her zaman standart bir soru setini sorarım.

İşin var mı? Eğer bir işin yoksa, toplumumuzda cidden başın beladadır. Öncelikle biyolojik ritminiz sapıtır zira akşam belli bir saatte yatmak ve sabah belli bir saatte kalkmak için bir nedeniniz yoktur. Çoğu insanın hergün aynı saatte uyanmamaları, günlük ritimlerinin (circadian rythm) çalışmasını takip ettiklerinden, yataktan kalkar kalkmaz depresyona girmeleri için tek başına yeterlidir. Özellikle de öğleden sonra uyuklamaya başlarlarsa.

Jordan Peterson – Bir yaşam rehberliği – Bölüm I

İdeal zaman 11:00 ama 10:30 da olabilir. Eğer 11’de yatıp 7 saat uyursanız sabah 6’da kalkabilirsiniz. Sabah 6’da kalktıktan sonra 12:30 gibi 30 dakika  – 1 saat öyle uykusu da yapabilirseniz süper.

Sabah bilinciniz yeni açılırken özellikle de gece geç yatmışsanız, kendinizi yataktan çekip çıkaramayabilirsiniz. Gece erken yatma konusunda daha fazla kontrolünüz var. Ama hemen heveslenmeyin, daha fazla kontrolünüz var ama bu birçoğunuz için kolay değil. Çoğunuz gece sosyal medya, netflix, mesajlaşma gibi artık bağımlılık olan alışkanlıklar geliştirmiş vaziyettesiniz. Bunların varlığında erken yatmanız çok zor olacaktır. Bunun için genellikle şunu tavsiye ediyorum:

1 – 23:00’de yatacaksanız 22:00’de bilgisayarı ve cep telefonunu bırakın.

2 – 23:00’de ışıkları söndürün, cep telefonunu uzağa koyun ve yatağa girin. Cep telefonunuzun hiçbir notifikasyonu açık olmasın. Airplane mode’a alıp yatabilirsiniz mesela.

3 – Uykuya dalmasanız bile yataktan çıkmayın! Biraz televizyon izleyeyim, instagram bakayım, vs. uykum gelir diye düşünmeyin. Tavana bakın, pencereden dışarıya bakın, gözlerinizi kapayıp koyun sayın, vs. 23:00’de yatağa girip 01:00’de uykuya dalabilirsiniz ama yataktan çıkmayın ve ekran açmayın. Işık açıp kitap da okumayın.

Birçoğunuz bir sıkıntıdan dolayı gece ayakta o nedenle bu dediğimi yaparken çok zorlanacaklar. Zira bu kişilerin temel motivasyonlarından biri de canlarını sıkan şeyi düşünmekten kaçmak.

4 – Saat 14:00’den sonra kahve ve çay içmeyin.

5 – Günde 15-30 dakika meditasyon yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Bunu yatmadan önceki 4 saatte yapmayın.

Tekrar ediyorum, gece çalışan biri değilseniz, hergün aynı saatte erken yatıp erken kalkmadan (arada bir bir şeyi yetiştirmek için 3 – 4 gün arka arkaya sabahlamanız gerekebilir ama biz burada normalinizden bahsediyoruz) başarılı olma şansınız çok düşük. Disiplinli olmanız neredeyse imkansız. Disiplinsiz biriyseniz ve uyku düzeniniz kötüyse ilk uğraşmanız gereken şey o.

Kişilik ve Dönüşümleri – Jordan Peterson Psikoloji Ders Notları

Kişilik ve Dönüşümleri
(Dijital Kitap – Türkçe – 420 sayfa)

(Shopier’de sepete 225 TL ve üstü alışverişte %30 indirim var.)

İnsan olmanın temel motiflerinden biri, “bir engel ile karşılaştığımda, kendimi dönüştürebilirim ve böylece bu engeli aşacak bir yol bulabilirim” motifidir. “Kişilik ve Kişiliğin Dönüşümleri”, sizin sadece olduğunuz kişi olmamanız ve sürekli değişen bir varlık olmanızdan hareketle, sizi nelerin oluşturduğunu, bunların istaediğiniz yönde nasıl dönüşebileceğini ve dönüşüm potansiyelinizi işliyor.

Toronto Üniversitesi Psikoloji Profesörü Jordan Peterson, Kişilik ve Dönüşümleri dersi, bu konuyu tarihsel, felsefi, evrimsel ve biyolojik temellerine oturtarak size kişisel serüveninizde kullanabileceğiniz güçlü bilgiler sağlıyor.

Bu kitap, Jordan Peterson’ın kamuya açık psikoloji derslerinden derlendi ve bildiğim kadarıyla kendisi ile ilgili Türkçe’deki ilk kitap. Jordan Peterson’ın bu popüler derslerinin Youtube’da milyonlarca kez izlenmesinin bir nedeni var: Dersler arada teknikleşse de psikoloji derslerinden ziyade bir hayat dersleri. Ayrıca sürekli olarak kendinizle, başkaları ile ve başkaları ile etkileşiminiz ile ilgili bir şeyler öğrendiğiniz inanılmaz bir deneyim.

İyi okumalar.

Kişilik ve Dönüşümleri kitabını Türkiye’den satın almak için tıklayınız.

Kişilik ve Dönüşümleri Kitabını Türkiye dışından almak için tıklayınız.

Kitaptan bir bölüm: Erkekliğe geçiş ritüeli

Kitabın İçindekiler kısmına buradan bakabilirsiniz.

Sitedeki Jordan Peterson yazıları için tıklayınız.

Anahtar Kelimeler: Jordan Peterson Türkçe, Jordan Peterson Kitap, Evrimsel Psikoloji, Psikoloji Ders Notları, Beş Büyük Faktör Kuramı

Erkek Adam Türkçe Podcast : Psikolog Nevzat Saraycıklı ile söyleşi

Bu yayını neden kaçırdık diye sormayın, canlı bir yayın olmadı. Sitede sıkça ele aldığımız psikoloji ile ilgili konuları bir uzmanıyla konuşmayı istedim ve  sitemizi de yakından takip eden psikolog Nevzat Saraycıklı ile duygusal dengesizlik, porno ve mastürbasyon bağımlılığı, inseller üzerine sohbet ettik.

Nevzat Saraycıklı Youtube adresinde gayet güzel videolar var. Takip etmenizi tavsiye ederim.

Nevzat Saraycıklı Instagram adresi: @psk.nevzatsaraycikli

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. İyi izlemeler.

Erkek Adam Discord Yayını – Jordan Peterson Bir Yaşam Rehberliği Söyleşisi (28 Kasım 2020)

Jordan Peterson Bir Yaşam Rehberliği yazısından yola çıkarak bir yayın yaptık. Kayıtta önemli ama kısa bir bölüm eksik ve soruları okurken çok duraklamışız (soruyu sesli okumamız lazımdı) ama genel olarak iyi bir kayıt oldu. İyi dinlemeler.

Kayıt için Discord kanalından mungluk’a teşekkürler.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Jordan Peterson Türkçe – Başarısızlık ve Kaos

Üniversite öğrencisisin. Bir ders alıyorsun, dönemin başları. Bir sınava girdin ya da ödev yaptın ve istediğin notu alamadın. Bu durumda seçeneklerin ne?

Anormal bir durumla karşı karşıyasın. Bir şey istediğin gibi gerçekleşmedi. Bir seçeneğin kalkıp “zaten sıkıcı ve aptalca bir dersti, bu da dersi bırakmanın bir bahanesi olabilir yani durum o kadar da kötü değil” demek.

Ya da bunun yerine “iyisi mi oturup ders çalışayım” deyip dersi bırakmayabilirsin.  Yani aslında bunu yaparak varolan yapıyı ayakta tutuyorsun. “Bu dersi çalışıp geçeğim” diyorsun. Ama bu yapıyı oluşturan alt rutinleri değiştirmeye karar verdin. “Bir dahaki sefere daha sıkı çalışmalıyım” ya da “bu derse diğerlerine nazaran daha fazla önem vermeliyim” diyorsun. Bu, varolan esas yapının içinde mikro değişim.

Ama yapabileceğin başka bir şey de “bu dersin canı cehenneme! Dersi bırakacağım” demek.  Bunun avantajı problemin ortadan kalkması. Dezavantajı ise artık elinde başka bir problem var.

Tamam dersi bıraktın ama onun yerine alabileceğin başka bir ders var mı?

Bu, elindeki mikro başarısızlığı çözmek için iyi bir yol mu?

Analizde bir seviye yukarı çıkıp tüm yapıyı çöpe atıyorsun. Çünkü orada durmayıp “belki de okulu bırakmalıyım, belki de kendimi asmalıyım” da diyebilirsin. Aynı mantığın devamı ama birkaç seviye daha soyutlanmışı.

Yani genellersek, bir problemi bir üst seviyeye çıkıp o problemin gerçekleştiği yapıyı tamamen yıkarak çözmek istemezsiniz. Bunu yaparken oldukça dikkatli olmalısınız. Çünkü prensipte, içinde oturduğun yapıya çoktan bir değer atamışsın ve onun için uğraşmışsın. Ona yatırım yapmışsın. Tüm yapıyı ortadan kaldırırken büyük bir şeyi feda ediyorsun.  Bunu bazen yapabilirsiniz tabii ki.

Her neyse, olan şu: Kötü bir not aldın ve bu keyfini kaçırdı. Yani mutlu ve memnun olduğun bir durumdan göreceli kaos haline düştün. Kaos ise “bir engele çarptım, bunu beklemiyordum ve şimdi ne yapacağımı bilmiyorum” demek.

“Ne yapacağımı bilmiyorum” ne demek?

“Daha çok çalışmam gerekiyor” olabilir.

“Bu dersi bırakmalıyım” olabilir.

“Başka bir bölüme girmeliyim” olabilir.

“Belki üniversite okumamalıyım” olabilir.

“Belki gelecek planlarım yanlış” demek olabilir.

“Gelecek planlarım iyi yapılmamış zira ben kendimi pek anlayamıyorum ve geçmişimle ilgili kendime yalanlar söylüyorum” olabilir.

Bu şey gittikçe genişleyebilir ve kaotik saha budur. Daha önce alakasız bulduğun o şeylerin yeniden ortaya çıkması.

Sınava girmeye giderken iyi bir öğrenci kimliğin hala sağlamdı. O anda bu derste ya da bölümde ya da üniversitede olup olmaman gerektiğini sorgulamıyordun. Bunlar sorgusuz sualsiz kabul edilmişler kategorisindeydiler.

Ancak anomali ortaya çıktığı andan itibaren öylece kabul ettiğin tüm o şeyler tartışmaya açık hale geliyorlar. Derinlerden seni aşağıya çekmeye gelen bir köpekbalığı gibi. Bu olayı temsil etmenin ve simgelemenin klasik yolu budur. “Yunus Peygamber ve Balık” hikayesi gibi.

Derin bilinmezin içinden bir şey çıkar ve seni aşağıya çeker. Suyun içindeki timsah gibi. Şundan eminim ki suyun içindeki timsah bizim bu mitolojik temsili türettiğimiz kaynaklardan biridir. Çünkü hayal edebileceğiniz gibi, ağaçlardan savanaya inip orada yaşamaya başladığımızda, su birikintilerinin yakınına gitmemiz gerekiyordu.

Bir nil timsahının bir mandaya neler yapabileceğini bilecek kadar belgesel izlemişsinizdir. Hiç de hoş bir manzara değil. Yani “su kenarına inmek”, kaotik suyun kenarına inmek, ayrıca tüm hayatın kaynağı olan suyun yanına inmek, derinlerde pusuda yatan o korkunç şeyle karşılaşma riskini göze almak demektir.

Demek ki bir bu temel metaforu, daha soyut bir düzlemde olanları simgelemek için kullanıyoruz. Ve bunu siz de biliyorsunuz. Çünkü yapabileceğiniz şeylerden biri de şu: Size o kötü notu veren bir profesör var. Bir mantıksal varsayıma göre siz bu ders için yetersizsiniz. Ama bir diğer mantıksal ve anında gerçekleşen kategorizasyon da o insanı art niyetli bir avcı kategorisine koymaktır. Bunu da sinirlenip bu kişiye kafanızda küfür ederek yaparsınız.

Video JBP Türkçe kanalında yayınlanmıştır.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Önceki bölüm: Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki bölümde, insanın yapmak istediği şeyleri ulaşılabilir köşe taşlarına bölerek bu köşe taşlarına ulaşması ve ulaştığında ise kendisini takdir etmesinin, dopamin salgılayarak insanı bir işi yarı yolda bırakmaya iten adrenalinsayacını sıfırladığından ve bunun da insana sınırsız bir “enerji” verdiğinden bahsetmiştik. Dopamin hormonunun içsel bir ödül mekanizması sağladığını ve bunu içsel olarak harekete geçirmenin dışsal ödülden çok daha kolay ulaşılır ve sağlam olduğunu söyledik.

Kısacası insanlar eğer daha büyük bir hedefi küçük ve genelde ardışık hedeflere bölebilirlerse ve bunların herbirine ulaştıklarında kendilerini takdir ederlerse, hedeflerini başarma konusunda sınırsız bir enerji ve odaklanma elde edebileceklerini anlattık.

Bunu en iyi Özel Kuvvetlere asker seçiminde görebiliriz zira bu süreç tamamen bahsettiğimiz mekanizmaya ihtiyaç duyar. Seçim sürecinde askerler asıl yapılacak işle alakasız ve işkence sınırlarında gezen şeyler yaparlar. Ağır kütükler taşırlar, soğuk suda yüzmeleri istenir, vs. Seçim sürecinin başında herkes oldukça fit ve süreci başarıyla geçeceğine emin bir şekilde gelir. Ama buna rağmen bu askerlerin çok azı seçim sürecini başarıyla tamamlar.

Kazananların sağlam ve azimli olduklarına şüphe yok. Bunlar gerekli önkoşullar ama yeterli değiller.  Öyle olsaydı çok daha fazla sayıda asker seçim sürecini başarıyla tamamlardı. Süreci tamamlayanların hilesi, muhtemelen buraya kadar bahsettiğimiz ödül sistemini kullanmaları. Zira bu adamlar kendileri tarafından kontrol edilmeyen çok çetin bir çevrede, içsel bir şeyi çok iyi kontrol edebiliyorlar.

Özel Kuvvetler seçmelerinde sizi birileri elemiyor. Tek yapmanız gereken pes etmemek. Yani insanlar süreçten çıkmaya kendi kendilerine karar veriyorlar. Bence pes edenler fiziksel durumlarından çok (yaralanmaları saymıyorum) beyinlerindeki nörotransmitter hormonları yönetemediklerinden pes ediyorlar. Kazananlar ise bir şekilde süreci ulaşılabilir hedeflere bölüp o hedeflere ulaştıklarında kendi kendilerini takdir ederek ödüllendiriyorlar. Zira çevrede dışsal bir ödül de yok.

Bu seçmelerde insanı en çok zorlayan şeyler uykusuzluk ve çok soğuk / sıcak hava. Rahat bir odada, karnı tok ve yeterince uyumuş bir haldeyken odaklanmak ve içsel ödül sistemini yönetmek görece daha kolay.

Birini uykusuz bırakmak, onun odaklanma kabiliyetini darmadağın etmek için en iyi yöntem. Uykusuzluk sinir sistemini darmadağın eden bir şey.

Bu süreci geçen herkes bunu değişik şekillerde yaptılar ama ben size nasıl yapmadıklarını söyleyeyim. Sadece azim ve kararlılık ile yapmadılar. Kazananlar sürece bir anlam atadılar ve günü geçilmesi gereken hedef dilimlerine böldüler. Mesela günü bir şeyler yedikleri zamanlardan böldüler ve her yemeği ulaşılacak mikro hedef haline getirdiler. Kazanana eşiği aşıran fiziksel güçleri değil bu hedef yönetim şekli oldu.

Laboratuvarda David Goggins (ultra maraton sporcusu) ile çalışma fırsatı buldum. Biz burada cesaret/korku, dayanıklılık/pes etme gibi konuları araştırıyoruz. Örneğin korku yaratmak için insanları köpekbalıkları ile dalış yaptıkları bir sanal gerçekliğe sokuyoruz. Tamam gerçek değil ama insanı içine çeken bir deneyim. Ya da yükseklik ya da kapalı mekan korkularına yönelik sanal gerçeklik ortamlarımız var.

David laboratuvara geldiğinde ona ne yapacağımızı anlattık ve ilk söylediği şey “köpekbalıklarını hiç sevmem” oldu. Daha sonra deneklere ilk kim yapmak istiyor diye sorduk. David hemen öne çıktı. Ama hareketleri “ilk ben yapacağım tabii ki” mesajını yansıtıyordu.

Benim dikkatimi çeken köpekbalıklarından hoşlanmadığı konusunda da, deneyi ilk yapanın kendisi olması konusunda da oldukça açıktı. Size David ile ilgili veriyi açıklayamam ama şunu söyleyebilirim ki David temel zihinsel tekniği çözmüşe benziyor. Yani adrenalinin görevinin bizi bir yerde çakılı kalmak yerine harekete geçirmek olduğunu ve davranışlarını kullanarak hissettiklerini ve algılama şeklini modifiye ediyor. Yani köpekbalıklarını sevmediğini biliyor ama sanki köpekbalıklarını kucaklayan biri gibi ilk sıraya geçme hareketini yapıyor. Hissettikleri hareketlerini yönetmiyor, hareketleri hissettiklerine meydan okuyor ve belki de onları modifiye ediyor.

Çoğu insan bunun tersini yapar. Hissettiklerinden oldukça rahatsızlık duyarlar ve çevre ile resmen algı pazarlığı yaparlar. Başka şekilde hissetmeye kasarlar ama bu çok zordur.

Burası önemli. David nöroplastisitenin temelini çözmüşe benziyor. Beyni modifiye etmenin, yeniden programlamanın yolunun insanın kendisini bilinçli ama kontrollü bir şekilde oldukça rahatsız edici bulduğu durumlara maruz bırakması olduğunu anlamışa benziyor. David köpekbalıklarından korkuyor ama korkmayan biri haline gelmenin yolunun (1) kendisini isteyerek köpekbalığı ortamına sokmak, (2) bu ortamın ateşlediği adrenalini kullanarak harekete geçmek, (3) bu davranışların odaklanma yardımıyla beyni yeniden programlaması olduğunu çözmüş.

David’in çözdüğü şeylerden biri de bir hedefe ulaşmak için yapmak zorunda olduğunuz şeyleri illa severek ve aşk ile yapmanızın gerekmediği. Evet bu süreci aşk ile yapıyorsanız ne mutlu ama bu süreci başarılı bir şekilde geçmenin tek yolu zevk veya aşk değil. Örneğin yapmazsanız ne olacağını kafanızda canlandırarak yaratacağınız korku hatta terör de işinize yarar. David gibiler burada hissettiklerinden değil davranışlarından başlıyorlar. Köpekbalıkları ile yüzmeyi sevmiyorlar ama kendilerini suya atıyorlar ve sanki köpekbalıklarıyla yüzmeye can atan biriymiş gibi davranıyorlar. Zevk değil korku ile gelen adrenalin ile harekete geçiyorlar ve davranışları hissettiklerini belirliyor.

Hissetmek – algılamak – duygular – düşünmek – davranmak sıralamasını düşünün. Dışardan gelen sesi algılarız, bu bizde duygu ve düşünce oluşturur ve davranırız. AMA sinir sisteminizi kontrol etmenizin yolu bu süreci tersten çalıştırmaktır. Eğer davranışlarınızı değiştirirseniz, düşünce ve duygularınız ve daha sonra algılarınız da bu davranışlarınıza göre değişir. Herkes önce algı – duygu – düşünce üçlüsünü değiştirmeye çalışıyor ama işin özü değişim davranışlardan başlar.

Nöron bilimi size kimyasal mekanizmaları açıklıyor ama sizin başarı için farkına varmanız gereken şey algı – duygu – düşünce üçlüsünün çok karmaşık, neredeyse soyut ve kontrolü zor mekanizmalar oldukları ama davranışların daha elle tutulur ve kontrol edilebilir olduğu. Farkına vermeniz gereken şey davranışlarınızın algı – duygu – düşünce sistemini kontrol edebileceğiniz kumanda mekanizması olduğu.

Bakın duygular, algılar ve düşünceler önemsiz demiyorum, bunlar çok önemliler. Ama daha iyi davranışlar sergileyen biri olmak, daha verimli ve iyi performansa sahip olmak, alışkanlıklardan kurtulmak ve açıkçası daha iyi biri olmak için yapmanız gereken şey nasıl düşündüğünüzü, hissettiğinizi ve algıladığınızı değiştirmek değil. Önce bunlar değişsin, sonra zihin yapım sonra da davranışlarım. Bu zihnin mekanizmalarıyla alakası olmayan bir saçmalık.

Nöroplastisiteyi harekete geçirmek için önce davranmanız, harekete geçmeniz gerekiyor. Köpekbalıkları ile yüzmek ve havuzun öbür ucundan çıkmak için köpekbalıklarını sevmeye, onlardan korkmamaya ya da onları yunusmuş gibi algılamaya çalışmak ve sonra da bir aşk ile havuza atlamak değil olay. Olay şu an korkmana, sevmemene rağmen o havuza atlamak ve korkuna davranışlarınca dayak atmaktır. Bir kere suya atladığınızda sanki köpekbalıkları ile bir sorunu olmayan insan gibi yüzmek zorundasınız. Böyle yüzmeniz ise beyninizi değiştirmeye başlamanın yoludur.

(Köpekbalıkları ekstrem ve tehlikeli bir örnek, en yakın okyanusta denemeye kalkmayın ama tehlikeli olmayan diğer korkularınızı düşünün.)

Beyninizin şu anki kablolaması sizi bir durumun önünde ona bakarak geviş getirmeye, o şeyi yapacak isteği, motivasyonu ve aşkı aramaya itiyor. Bu şekilde eski kablolamayı koruyorsunuz. Eğer beyninizi değiştirmek istiyorsanız fiziksel dünyada, vücudunuzla harekete geçmeniz gerekli. Beyninizi yeni kablolama yapmak zorunda bırakmalısınız.

2018 yılında bizim laboratuvarda lisanüstü öğrencileri bir deney yapıp yayınladılar. Biliyorsunuz fiziksel bir tehlike karşısında üç şekilde tepki verebilirsiniz: donup kalabilirsiniz, geri çekilebilirsiniz ya da ileriye doğru harekete geçebilirsiniz. Araştırma sonuçlarına göre ileri hareket etmek sizin dopamin devrelerinizi harekete geçiriyor ve ilerde aynı durumda ileri doğru hareket etme ihtimalinizi arttırıyor. Araştırmanın gösterdiği bir şey de en yüksek stres ve isteksizlik seviyesinin ileri doğru hareket etmekle bağlantısı. Kültürümüzde stresin kötü bir şey olduğuna dair yaygın bir inanış var ama stres sizi harekete geçiren bir şey. Susayan geyik eğer susuzluğundan rahatsızlık ve stres duymasa neden yattığı yerden kalkıp su arasın?

Change Your Brain podcastından derlendi.

Eski Sevgili ile Arkadaş Kalmak

Ayrılık sonrası eski sevgiliniz size arkadaş kalalım diyorsa bunu sıklıkla sadece kibarlık olsun diye söylüyor. Aslında sizinle arkadaş olmak gibi bir niyeti olduğundan değil. Ayrılık kararının sizin için ne kadar zor olduğunu bildiğinden ve sizi tamamen ortada bırakıp gitmek istemediğinden arkadaş kalalım diyor. Sizin altınızdaki halıyı tamamen çekip sizin yere kapaklanmanızı istemediğinden arkadaş kalalım diyor.

Buna rağmen eski sevgiliniz size arkadaş kalalım dediğinde, muhtemelen samimi olarak sizinle arkadaş kalmak istediğini düşünüyor. Genellikle sizin karnınıza inen ayrılık acısını hafifletmek için arkadaşlık teklif ediyor. Aslında sizinle romantik olmayan bir arkadaşlık ilişkisi yürütmeye, sizinle ara sıra kahve içip tavla atmaya niyeti yok. Dediğim gibi arkadaşlık teklifini yaparken öyle istediğini sanıyor ama arkadaşlık gibi bir niyeti yok. Bir süre sonra zaten sizinle arkadaş kalmak da istemeyecek.

Bazı terk edenler gerçekten arkadaş kalmayı deneyebilirler. Ama bu durumda da arkadaşlık işi uzun sürmez ve iyi sonuçlanmaz.

Yine bazı ama azımsanamayacak sayıda terk eden, bu özellikle terk eden kadınsa daha sık görülür, eski sevgilisinin bıraktığı boşlukla başbaşa kalmak istemediklerinden arkadaşlık teklif edebiliyorlar. Bu kişiler genelde “arkadaş kalalım, seni kaybetmek istemiyorum” gibi bir şey söylerler. Bu aslında “arkadaş kalalım, seni unutana kadar seni kaybetmek istemiyorum” anlamına gelir. Eğer arkadaş kalırsanız, siz ne kadar yakınında olursanız sizi unutmayacak sansanız da, onun sizi hızlıca unutmasına yardımcı olursunuz. Ve maalesef o, sizin onu unutmanıza yardım etmez.

Eski sevgiliniz size arkadaş kalmayı teklif ederse, bu teklifi geri çevirin. ASLA kabul etmeyin. Geri çevirdikten sonra da İletişimi Kes Kuralı uygulamaya başlayın, eski sevgilinizin yörüngesinde kalmayın.

Eski sevgilinizin arkadaşlık teklifini neden reddetmeniz gereklidir? Bu sizin istediğiniz şeyden çok daha ucuz bir teklif olduğu için. Siz bundan daha değerlisiniz ve daha fazlasını istiyorsunuz.

Bir eviniz var ve bunu satmak istiyorsunuz diyelim. Bu ev, 500,000 TL değerinde olsun. Biri size gelip ev için 100,000 TL teklif etse, bunu kabul eder misiniz?

HAYIR.

Bu ev senin teklifinin 5 katı eder dersiniz ve teklifi reddedersiniz. Romantik bir ilişki içinde olduğunuz kişinin ayrıldıktan sonra arkadaş kalmayı teklif etmesi de benzer bir şey. Siz kendiniz için 500,000 TL istiyorsunuz ama o size 100,000 TL öneriyor.

Peki eski sevgilinizin arkadaşlık teklifini nasıl reddedeceksiniz? Kibarca şuna benzer diyerek:

“Ben seninle arkadaş kalmak değil, ilişkiye devam etmek istiyorum. Arkadaş kalmak benim için mümkün değil maalesef. Eğer fikrin değişir de arkadaşlıktan daha fazlasını istersen beni ara.”

Bunu sakin ve kibar bir dille yapın. Sinirlenmeyin ya da sesinizi yükseltmeyin. Bu çok önemli.

Ve bunu dedikten sonra İletişimi Kes Sürecine girin.

Eğer ayrılık sürecinde fazlaca duygusal, sinirli veya yıkık davranırsanız, eğer yalvarırsanız, eski sevgiliniz ilerde sizinle tekrar denemeyi düşünürse, bu davranışlarınızı hatırlayacak. “Eğer yeniden beraber olursak ve yine yürümezse yine o davranışlara maruz kalacağım” diye düşünecek ve belki de sizinle tekrar birlikte olmak fikrinden vazgeçecek. Eski sevgilinizin ilerde bu şekilde düşünmesine neden olmayın.

Aslına bakarsanız ayrılığı öyle karşılamalısınız ki, eski sevgiliniz geriye dönüp baktığında “hımm, çok kolay oldu” demeli.

“Seviyorum” bahanesini öne sürmeyin. Birini seviyorsanız, onu gerektiğinde serbest bırakabilmelisiniz. Eğer size nezaketen teklif edilmiş arkadaşlık teklifini kabul eder ve eski sevgilinizin çevresinde olmaya devam ederseniz, onu serbest bırakmamış oluyorsunuz. Eski sevgiliniz size arkadaş kalalım teklifini samimi olarak söylemiş olsa bile, bu “arkadaşlık” kısa zamanda oldukça absürt bir hal alacaktır.

Son olarak da eski sevgilinizle arkadaş kalmak sizin için oldukça yıpratıcı ve zor olacak. Eğer sizden gerçekten ayrılmak istiyorlarsa ve ilerde başka biriyle beraber olursa bu gözünüzün önünde olacak. Ayrıca siz çevresinde arkadaş kaldığınız sürece sizin onunla yeniden beraber olmak istediğinizi düşünecek ve bu sizi oldukça zayıf bir insan olarak gösterecek. Ve eğer onun çevresinde arkadaş olarak kalırsanız, kendi hayatınıza ve kendinizi geliştirmeye, başka birini bulup yolunuza devam etmeye enerjiniz kalmayacak.

Eski Sevgili Nasıl Geri Döner? İletişimi Kes Kuralı kitabından alıntıdır.

Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji

Bir önceki yazıda nöroplastisiteden ve yeni bir davranış geliştirmek için geçilmesi gereken aşamalardan bahsettik.

Rutin ve alışkanlık dışı herhangi bir şey için beyinde yeni bir nöron devresi oluşturma sürecinin başında, isteksizlik ve stres olarak kendini gösteren bir giriş olduğundan bahsettik. Modern toplumda bir şeyi öğrenmeye başlarken büyük bir heyecan duyulması gerektiğine dair bir yanlış görüş var ama gerçekte bir yenilik her zaman isteksizlik ve stres kapısından geçmenizi gerektiriyor. Bu hormon nedenli kapıdan geçmek ve sonra devam etmek için ise uzakta ve soyut olan hedefleri gündelik küçük köşe taşlarına bölmek, bu köşe taşlarına ulaştıkça dopamin salgılayarak adım adım ilerlemek en iyi strateji.

Şimdi biraz düşünceleri konuşalım. İnsanın gün içinde düşündüğü şeylerin çoğu internet sitelerinde gezinirken fırlayan küçük pencereler gibi birden ortaya çıkıyor ve çoğunlukla kontrol dışı düşünceler. Eğer negatif düşünceleri alırsak bunlar da kontrolümüz dışında aklımıza gelip duruyorlar.

Negatif düşünceleri ya da genel olarak hoşumuza gitmeyen düşünceleri bastırmaya çalışmak nafile bir çaba. Bu konuda benim tavsiyem şu: Bu düşünceleri bastırmaya veya kafanızdan atmaya çalışıp boşa enerji tüketmeyin. Daha pratik bir yaklaşım istiyorsanız, yavaş yavaş başka düşünceleri ortaya çıkarın.

Bunun için de Gelişim Zihin Yapısı (Growth Mindset) öneriyorum. Carol Dweck tarafından ortaya atılan bu teori, sonuçta başarılı olamasalar bile zor bulmacaları çözmeye çalışmaktan zevk alan çocukların gözlemlenmesi üzerine ortaya çıkmış. Bu çocuklar bir şekilde bulmacaların çözülmesini beklemeden bu çözün sürecinden zevk alan çocuklar. Temel özellikleri, dopamin salgısını köşe taşları olarak bile olsa başarılara değil sürece bağlamış olmaları. Çocuklar daha sonra gözlemlendiklerinde, diğer çocuklara göre çok daha başarılı yetişkinlere dönüşmüşler.

Gelişim Zihin Yapısına sahip insanların kafasında “ben doğru yoldayım” fikri var. Bu, insanın kendisini pozitif içses ile motive etmesi değil. Zira pozitif motivasyon, “aslında çok iyisin” telkini, her zaman pozitif sonuca bağlı. Oysa şu an çok kötü bir durumdaysam ama kendime “merak etme iyisin, aslansın, kaplansın” diye telkinde bulunuyorsam, kendi kendime yalan söylediğimi biliyorum. Bu durumda dopamin salgısı olmaz.

80lerin ve 90ların kişisel gelişim dalgasında çok duyduğumuz “eğer gülümsersen depresyon gider” lafını hatırlayın. Elbette ki yüz kaslarının zihne verdiği bir geri besleme var ama olay o kadar basit değil.

Asıl güçlü olan süreç içindeyken gösterdiğiniz çabayı takdir etmektir. Önce bir sürece girerken hissettiğiniz isteksizlik ve kaygının bir kapı olduğunu ve bunları hissediyorsanız doğru kapıdan geçtme ihtimalinizin yüksek olduğunu anlayın. Bu kapı sizi durdurmasın zira eğer biraz zorlarsanız fark edeceğiniz şey, bu kapının kolayca açılabildiği olacak.

Sonra ise süreç içinde harcadığınız çabayı takdir etmenin bir yolunu bulun. Eğer uzun mesafe koşusuna hazırlanıyorsanız, sınırlarınızı bir iki tık zorlayarak ulaşabileceğiniz bir nokta belirleyin ve bu noktaya vardığınızda kendinizi ödüllendirin. Henüz maraton için çok yolunuz olsa da. Bu size dopamin salgılatacaktır.

Dopamin ise toplam adrenalin miktarını baskılayarak size daha fazla çaba harcamak için “enerji” sağlayacaktır. Bu bilimsel bir şey. Bir araştırma, insanların neden bir işi yarıda bıraktığına bakıyor. Tamam her şeyi yapamayız mesela bir otomobili sırtlayamayız. Eğer bu çabaya girişiyorsanız eninde sonunda bir yerde bırakırsınız. Ama biz burada koşmak, spor yapmak, ders çalışmak, iş yapmak gibi yapılabilir şeyleri neden yarıda bıraktığımızı konuşuyoruz.

Beyin her nöroadrenalin salgıladığında beyin kökünde bir sayaç bunun kaydını tutuyor ve bir noktada “bu kadar yeter” deyip yaptığımız şey üzerindeki bilinçsel kontrolü kaldırıyor. Ama eğer bu süreçte dopamin salgılarsanız, dopamin bu sayacı geriye alıyor ve size daha fazla çabalamak için istek ve zihinsel kontrol veriyor.

Bir şeyi bırakmadan yapabilen insanların sırrı, sürece harcadıkları emeği dopamin ile ödüllendirmektir. Bu size enerji verir. Fiziksel glikoz ya da keton enerjisinden bahsetmiyorum, o enerjiden herkeste yeterince var. Olay dopamin’in beyin kökünün bu kadarı yeter diyen sayacını geriye alması.

Güzel olan şey de bunun öğrenilebilir bir şey olması. Hem de bunu bir alanda öğrenip hayatımızın diğer alanlarına da yayabiliriz. Zira dopamin sistemi genel bir sistem, spesifik bir çabayı veya hedefe varmayı ödüllendirmiyor. Bir kitabı yazma sürecinde de, bir maçta da salgılanan aynı kimyasallar, çalışan sistemler aynı sistemler.

Örneğin spor salonundasınız ve tüm setleri tamamlamadan bırakmak üzeresiniz. Acınıza ve yorgunluğunuza ya da kalan setlere değil “iyi ama bak buraya kadar geldim” kısmına odaklanın. Bir set daha yapayım diye hedef koyun ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 set yapmak isterken 5.de tıkandığınızda 7’yi hedefleyin ve yapınca kendinizi takdir edin. 10 taneyi bitiremezseniz 5 tanede durmadığınız için kendinizi takdir edin. Çoğu zaman 5te durmaz 7yi hedeflerseniz 10’u da yaparsınız.

Nöropinefrin miktarını azaltıp size ekstra zihinsel enerji veren dopamin. Sizin kendi salgıladığınız bir şey. Kendinizi kek ya da biraz tembellikle ödüllendirmenize bile gerek yok. Dışsal bir ödüle ihtiyacınız yok.

Bing Anaokulunda yapılan bir Stanford araştırması var. Bu araştırmada çocuklara istedikleri resmi tamamlamaları durumunda “altın” yıldız veriyorlar. Bu dışsal ödül ise ortalamada çocukların resim çizme isteklerini arttırmıyor ama azaltıyor. Eğer dopamini dışsal ödüllere bağlarsanız, insanların birçok şeyi dışsal bir ödül olmadan yapabilme kabiliyetlerini azaltırsınız. Dışsal ödül kötü bir şey değil ama bunları kullanırken kendi kendinizi ödüllendirme kabiliyetinizi güdük bırakmayın.

Bir şeyi yapmanız için sizi iten değer sisteminiz ve amacınız da burada önemli rol oynar. Zor bir şeyi yaparken tıkandığınız yerde şimdi bu şeyi neden yaptığınızı ve başarırsanız ne beklediğinizi düşünün. Bundan sonra da sadece bir sonraki hedef taşını düşünün ve sürecin tamamına değil o hedef taşına odaklanın. Çoğu durumda o hedef taşına vardığınızda durmadığınızı ve aksine az önce yapamayacağınızı düşünseniz de şimdi daha fazlasını yapabileceğinizi düşündüğünüzü (dopamin salgılanması nedeniyle) göreceksiniz. Az önceki zihin halinde olmadığınızı (nöropinefrin kotasına takıldığınız) göreceksiniz (dopamin sayacı geriye aldığı için).

İnsanlar ödül mekanizmasının içsel olduğunu farkettiklerinde, içsel ödüllerini süre – yol – çıktı üçlüsü ile ilişkilendirdiklerinde ilginç bir sürece giriyorlar.

Bir insanın öğrenebileceği en güçlü şeylerden biri, süreç – yol – çıktı (yüksek odaklanma) üçlüsünü içsel bir ödül hissine bağlamaktır. Doğru yolda olduğunuz için kendinizi ödüllendirmektir. Toplam 1000 kilometrelik doğru yolun 4 kilometresini doğru yolda yürüdüyseniz kendinizi takdir etmektir. Özellikle de düzenli olarak bunu yapıyorsanız. 1000 kilometreye değil de 4 kilometrelik köşe taşlarına odaklanarak (yolu yürüme süreci – yolun kendisi ve yönü – 4 kilometreyi yürümek kısmına odaklanarak) nöropinefrin seviyesinin sınıra çıkmasını ve yolu yürümeyi bıraktıran zihinsel durumu sürekli ileri atarsınız. Başka deyişle eğer büyük amacınızın içinde küçük hedefler belirler ve her defasında önünüzdeki hedefe ulaşıp onu başarınca kendinizi takdir ettiğinizde, sınırsız zihinsel enerjiye sahip olursunuz.

Sonraki Yazı: Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Change Your Brain podcastından derlendi.

Onay Arayışı (Bağımlılığı)

Onay arayışı, kişinin kendisini sevilmeye layık görmemesinden, özünde kendini değersiz olarak görmesinden kaynanan ciddi bir problem. Kişi, kendi “değersiz” varlığının kendi kendine verdiği onayı, fikirlerini ve hatta tek başına varoluşunu önemsemediği için, dışardan kendisine verilecek onaya bağımlı hale gelir ve ikili ilişkilerinde bu onayı aramayı önemli bir amaç haline getirir.

Yanlış anlamayın, başkalarının sizi onaylaması kötü bir şey değil, aksine sosyal bir hayvan olan insana daha fazlasını yapma isteği veren iyi bir şey. Belli bir seviyeye kadar davranış ve söylemleriniz ile onay aramak da doğal. Başkalarının fikirleri oldukça pozitif ve hatta birçok durumda sizi hatadan çevirecek değerde olabilir. Burada bizim bahsettiğimiz “problem”, başkaları sizi onaylamazsa mutlu olamayacak ya da kendine güvenemeyecek şekilde onay bağımlılığı ve bunun sonucunda meydana gelen aşırı onay arayışı. Burada problem başkalarının bizim davranış ve söylemlerimiz hakkındaki fikirlerine, kendi fikirlerimizden daha fazla önem vermektir.

Onay bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığına benzetilebilir. Onay bağımlısı başkalarının onayını aldığında kafası “güzelleşir”, mutluluk sarhoşu olur. Ama onay kendisinden esirgendiğinde kendisini çok kötü hisseder ve onay ile yeniden “uyuşmak” için aşırı bir onay arayışına girer. Her bağımlılık gibi, onay arayışı da ne kadar uzun süreli ise o kadar köklü bir problem haline gelir.

Onay bağımlılığı birçok soruna yol açar. En önemlileri şunlar:

Yanlış Kararlar Almak – Başkalarının onayına bağımlı ve onayını arayan bir insan, kendisinin değil onların hedef ve arzularını kendisinin hedef ve arzularının önüne koyar. Sizin için önemli olan konularda harekete geçmek yerine, onlar için önemli konularda harekete geçer. Kısacası kendi hedef ve arzularını, başkaları için feda eder. Bu durum genellikle, onay bağımlısının yanlış kararlar vermesine neden olur. Kız arkadaşının sağladığı onayı elde tutmak için onun çocuk ve evlilik hedeflerini gerçekleştirmeyi, kendi kariyer hedeflerinin önüne koyarak bir erkeğin – hazır olmadığı halde – evlenmesi gibi.

Önemli Şeyleri Yapamamak – Onay bağımlısının zamanı başkalarının istek ve arzularını gerçekleştirmeye ayrıldığından, onay bağımlısı kendi hedef ve arzularını gerçekleştirecek zamanı bulamaz. Uzun vadeli mutluluk için fedakarlık önemlidir ama insan daha çok yakın vadede kazanacağı zevklerden fedakarlık etmelidir, kendi zamanını başkalarına feda etmemelidir. Başkalarına yardım etmek ya da onların da arzu ve isteklerini dikkate almak iyi bir şeydir ama onay arayışını abartmış bir bağımlı, kendi hayatını başkalarına feda eder.

Mutluluğunu Başkalarına Bağlamak – Başkalarının onayını arayan kişi, başkalarının insafındadır. Onların duygusal dalgalanmalarının, istek ve arzularının kuklasıdır. Eğer karşısındaki onay vermezse mutsuz olur, verirse mutlu. Fakat onay bağımlısının mutsuz olduğu zamanlar, mutlu olduğu zamanlardan çok daha fazladır. Zira onay bağımlısı spesifik insanlardan spesifik onaylar beklerler ve her insan kendi motivasyonlarına göre davrandığından onay arayan kişinin aradığı onayı düzenli olarak istediği kişiden alması çok zordur.

Kaygı – Her hareketinde karşısındakinin onayını arayan, onu sinirlendirmeyi, onunla fikir ayrılığına düşmeyi onaylanmamak olarak algılayan insan, her hareketi ve sözü sonrası karşısındakinin tepkisini düşünerek kaygı içinde yaşar.

Başarısızlık – Onay arayışındaki insanlar, yukarıdaki olumsuzluklar nedeniyle finansal alanda, insan ilişkilerinde başarısızlığa meyillidirler. Zamanının çoğunu kendini geliştirmeye ve gerçekleştirmeye değil başkalarının onayını elde etmeye adayan kişi, onların başarılarına katkıda bulunabilir ama kendi başarısı için yeterince emek ve zaman harcamaz.

Peki insan, onay bağımlılığından nasıl kurtulur?

Öncelikle onay arayışının önemli bir hayatta kalma mekanizması olduğunu ve bu nedenle de güçlü bir dürtü olduğunu bilmeniz lazım. İnsanlar sosyal yaratıklardır ve tarihin çok uzun bir döneminde kendi kabilesinden dışlanmak, insanın ölüme terk edilmesi anlamına geliyordu. Bu nedenle de başkalarının onayı için kendi bireyselliğimizi feda etmeye, dürtü seviyesinde meyilliyiz.

Fakat artık o uzun tarih döneminde yaşamıyoruz. En azında bu devirde. Başkalarınca dışlanmak hala iyi bir fikir değil ama artık ölüm kalım meselesi de değil. O nedenle onay arayışını abartmamızın hiçbir mantıklı nedeni yok.

Onay bağımlılığından kurtulmak için ilk yapmanız gereken şey, kendi başınıza da mutlu olmayı, kendinizle başbaşa iyi vakit geçirmeyi öğrenmektir.

Kendi kararlarınızı, kendi arzu ve hedeflerinize göre kendi başınıza almayı öğrenin. O kararların sorumluluğunu alın ve sonuçlarını yaşayıp onlara katlanın.

Kısacası daha bağımsız bir yaşama sahip olun.

Burada teorik değil pratik bir şeyden bahsediyoruz. Çoğu insanın onay bağımlılığının nedeni, aradığı onayı alamazsa içine düşeceğini düşündüğü kötü durumun tamamen kafalarında yarattıkları bir canavar olması. Bu insanlar, kendilerini onay alamadıkları durumlara maruz bırakıp şunu görmeliler: başkalarının onayı olmazsa size ve mutluluğunuza pek fazla bir şey olmuyor.  Aslında tam tersi birçok kez, daha güçlü ve mutlu oluyorlar.

Örneğin patronunun, müşterilerinin ve iş arkadaşlarının onayını arayan ve bu nedenle iş yerinde gece geç saatlare kadar çalışan ve mükemmeliği arayan bir çalışanı ele alalım. Bu çalışan bu şekilde devam ederse çalışabilir yaşamının ikinci yarısına varmadan tükenip bitecektir. Böyle birinin öncelikle yapması gereken şey azar azar fazla mesaiye, ekstra işe vs. hayır demesi, mükemmelik takıntısından vazgeçmesidir. Çoğu durumda bu kişi, daha az çalıştığında, daha fazla işe hayır dediğinde, daha az mükemmel olduğunda işlerin kötüye gitmediğini ve hatta iyiye gittiğini görecektir.

Bu arada yeri gelmişken tekrar edelim, çok az sayıda insanda oldukça faydalı olabilecek mükemmeliyetçilik,çoğu durumda onay arayışının sonucudur. Mükemmeliyetçi, birçok durumda mükemmel olmazsa dışlanacağı ya da reddedileceği korkusu ile mükemmeli arar. Yaptığı işi en iyi şekilde yapma motivasyonu ile değil.

Günümüzde birçok erkeğin kadın onayı arayışı da bir başka örnek. Hayatlarının bekar dönemlerinde eğlenemeyen veya mutlu olamayan, yanlarında / kollarında bir kız yokken kendilerini varoluş seviyesinde eksik hisseden, bir veya birkaç kadının değil “kadın milletinin” onayı için çırpınan erkekler, günümüzde çok yaygın. Kadın onayına bağımlı bir erkek o onayı kafası okşanarak, pohpohlanarak (iyi çocuk) ya da seks, hayranlık (piç, dildo vatandaş) şeklinde alamadığında depresyona girer.

Kadınların onayının arayışı burada sıklıkla gördüğümüz bir durum.

“Bir süredir yürüdüğüm hatun mesajıma görüldü attı ve öylece bıraktı. Kendimi tutamadım ve ona bana neden yazmadığını ve bir sorun olup olmadığını sordum. – Sorun olmadığını ve benim sevilebilir biri olduğumu onayla lütfen. – O mesajı görmedi ama cevap vermedi. Ben de bunun üzerine kızgın şeyler yazdım. – Burada erkek istediği şeye sahip olmayı hak etmediğine inanıyor. Kızın kendisini bırakıp gitmesinin an meselesi olduğuna inanıyor. Aslında o mesajları atmasının nedeni bunu engellemek, kendisini zorla kızın hayatına sokup kendisini rahatlatmak. Bkz. Umursamayı bıraktığınızda daha fazla sonuç alacaksınız.

“Abi ben eskiden betaydım, şimdi alfa oldum (artık o ne demekse). Şimdi eski oneitisime gidip ona ne kadar değiştiğimi göstermek istiyorum.” – Yani bu kızın senin değişimini onaylamasını istiyorsun.

“Onu aradım ve ona niyetimin ciddi olduğunu, beni yanlış anlamasının haksızlık olduğunu söyledim.” – Yani annesinin başını okşamasına alışkın iyi çocuğun, bak ben annemin gurur duyduğu bir erkek oldum onayını kızdan beklemesi.

“O İzmir’i kazandı. Ben mezuna kaldım. Boğaziçi’nde İşletme okumak istiyordum ama ona yakın olabilmek için İzmir’i tercih ettim.” – Kendi hedef ve arzularından fedakarlık yapmazsa yalnız kalacağını (kadın onayı) veya reddedileceğini düşünen erkek davranışı. Onay bağımlılığının en kötü versiyonlarından biri.

vs …

Kadın erkek ilişkilerinde onay bağımlılığından kurtulmak için, onay bağımsız bir erkek gibi davranıp bunun arkasında durmanız lazım. Bu konuyu Erkek Adam zihniyeti nasıl içselleştirilir yazısında ele almıştık.

Onay bağımlılığı konusunda size en çok yardımcı olacak şeylerden biri de kendi hedef ve tutkularınızın olması. Bunlar için çalışmaktan sizi tembellik haricinde alıkoyacak şey, genellikle başkalarının onayı için bunlara ayıracak zamandan fedakarlık etmektir. Gideceğiniz limanı bilmek ve o limana doğru yol aldığınızı görmek, sizin kendinize verdiğiniz değeri arttırır ve bu değeri dışardan onay şeklinde elde etme ihtiyacınızı azaltır. Hedefe doğru yürümek ki öncelikle bir hedef gerektirir, sizin daha fazla mutluluk hormonu salgılamanız ve dışardan gelecek mutluluğa bağımlılığınızın azalmasına yardımcı olur.