Uluslararası ilişkiler – Uzak mesafe ilişkilerinin aşmış versiyonları

Göçtükleri ülkede sosyal hayata adapte olamayan ya da kadınlar konusunda başarısız olan birçok erkeğin, ne kadar uzak olursa olsun, Türkiye’den yanına getirmek umuduyla sanal ilişki bulduğunu, sanal ya da sanala yakın ilişki yürütmeye çalıştığını ve hüsrana doğru yol aldığını görüyorum. Bu nedenle, Türkiye’den göçmüş veya göçmeyi düşünen arkadaşlara şunu hatırlatmam ya da göstermem gerekiyor: siz hangi ülkeye göçerseniz göçün, Türkiye’yi kadınları ile beraber geride bıraktınız ve artık gittiğiniz yerde birini bulup ilerde onunla evlenmenin altına imza attınız. Bunu söylüyorum zira bazı adamlar, ABD, Kanada ya da Avustralya gibi ülkelere göçseler bile, hala Türkiye’den kız bulmaya ya da Türkiye’de bıraktıkları kız arkadaşları ile ilişki yürütmeye çalışıyorlar.

Bu tür uzak mesafeyi bırakın uluslararası ilişkilerin en kötü versiyonu, online olarak ya da Türkiye’de oldukları kısa süre içerisinde bir kızla tanışıp, onunla yılda bir iki gerçek, hergün sanal görüşerek ilişki yürütmeye çalışmak. Bu sanal ilişkilerin yani aslında ilişki olmayan iletişimlerin çoğu, kızın gelememesi ya da artık gelmek istememesi ile sonuçlanıyor. Geriye kalan iletişimlerde ise çoğu kadın, bir gaz ile ailesinden, arkadaşlarından, sosyal çevresinden uzakta bir ülkeye gidiyor ve orada bu zorluklarla boğuşurken ilişki bitiyor. Burada çift gerçekten belli bir sosyalliği olmayan insanlar olduklarından, bir arada iki sosyal özürlü insan olarak kötü bir ilişki yaşyorlar.

Bir de tabii pasaport avcısı kızlar var. Bu kızlar pasaportun aşkı ile gerçekten çok “sevebiliyorlar” ama pasaportu alınca çok sevmelerine gerek kalmıyor ve işi biten arkadaşı terk edip yeni dünyalara yelken açıyorlar.

Benim çoğu arkadaşım Türkiye’den evli göç etti, bekar göç edenler de yerleştikleri ülkede yaşayan kadınlarla sevgili olup evlendiler. Gerçek dünyada Türkiye’den gurbete kız getirme konusunda başarılı tek grup, gurbete genellikle vasıfsız işçi olarak giden ve görücü usulü ile köyden, kasabadan kız alan adamlar. Daha vasıflı işçi olarak göçen kesimde başarı hikayeleri elbet vardır ama ben görmedim, çok da yok gibi.

Tekrar ediyorum, Türkiye’den göç ettiğinizde, Türkiye ilişkiler piyasasından da büyük ihtimalle bir daha dönmemek üzere çıktınız. Memleketten kız getiririm, mutlu oluruz gibi hayaller genelde hüsran oluyorlar. “Burada düzgün kız yok” gibi bahanelerin de hiçbir anlamı yok. Sen kendin o piyasaya gittin, o piyasa iyi ya da kötü önemli değil, senin piyasan artık orası.

Bir de sevgilisi olan ve yurt dışına giden erkekler var. Bu erkeklerin önemli bir kısmı, önce yurt dışına çıkıyorlar, sonra evli olmadıkları sevgililerini yurt dışına götürmeye çalışıyorlar ve sonuçta, bunda başarısız oluyorlar. Bu erkeklere tavsiyem, eğer çıktıktan sonra kızı götürüp evlenme yoluna girecekseniz, Türkiye’den çıkmadan evlenin ve kızı da yanınızda çıkarın. “Ne evliliği abi daha 1 senedir çıkıyorduk” diyorsanız da kızı bırakın.

Yeri gelmişken, Türkiye’de prtamın kötü olmasını sosyal medyanın ve kendi mahellelerinin gazı ile abartıp, aslında vasıflı iken ya da üniversite okurken, ABD gibi ülkelere work & travel ile ya da bildiğin sınırdan Meksikalı çakallar aracılığı ile geçen takipçilerle rastlıyorum. Türkiye’de sosyo ekonomik ortamın birçok sorunu olduğunu inkar etmiyorum ama bunu, ABD’ye Meksika’dan kaçak girip, yıllarca vasıfsız işlerde sürüneceğiniz hayattan kötü olduğuna emin misiniz? Ya da her şeyi geride bırakıp sıfırdan ve alt seviyelerden başlamak için göç ederek, kendi hayatınızı gelecek nesilleriniz için feda etttiğinizin, çocukları iyi hayatlara sahip olsun diye günde 12-15 saat çalışan kuru temizlemeci Koreli çiftlerden pek de daha iyi hayatlar yaşamayacağınızın farkında mısınız?

Bir de göç ettiğiniz ülke Türkiye’den daha gelişmiş ve daha fazla imkanlara sahip olsa bile, yaşayacağınız şehir ya da kasabada hayatınızın nasıl olacağını düşünün de gidin. Örneğin Türkiye’de büyük şehirlerde yaşarken, Norveç’in, İsveç’in birkaç bin nüfuslu şehirlerine göçen ve buralarda bu şekilde sosyal hayatsız, piyasasız, partnersiz yaşlanıp gideceklerini sonradan gören insanlarla çok karşılaşıyorum.

Türkiye’den en ideal göç şekli, evli, vasıflı bir şekilde, vasıflı işler yapacağınız, görece kozmopolit şehirlere göçmek. vasıf derken üniversiteden bahsetmiyorum, kaynak ustası gibi aranan ve vasıf gerektiren işçiliklerden de bahsediyorum. 22 yaşında “bu ülke batacak” korkusu ile üniversiteyi bırakıp, yapayalnız bir şekilde ABD’nin 5000 nüfuslu bir şehrinde garsonluk yapmaya giderken nasıl bir hayata gittiğinizi iyice bir düşünerek ve araştırarak gidin. Dünyanın hemen her ülkesinin sosyo ekonomik olarak düşüşte olduğunu, fırsatların eskisi kadar çok olmadığını bilerek gidin.

Sitem sanma ey Allahım, nedir sevenin günahıMutlulukla kucaklayaşıp tez dönsün gurbet kuşları.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

Uzun süreli ilişkiden “sıkılan” erkek – ıssız adam

Abi selam, benim sorunum biraz farklı. 28 yaşındayım ve İstanbul’da iyi bir maaş ile çalışıyorum. Fiziğim iyi, sosyal bir insanım ve işimde başarılıyım. Benim kısa ya da uzun süreli ilişki bulmakta bir sorunum yok. Fakat uzun süreli ilişkiye girdikten sonra, başlangıçta çok heyecanlı olsam da, 2-3 ay içerisinde ilişkiden sıkılıyorum, kızın düzenli olarak hayatımda olması bana batmaya başlıyor ve kızdan ayrılıyorum. Bir iki kere değil, bugüne kadar bu yüzden 5 ayı geçen ilişkim olmadı, hep kısa süreli ilişkiler ya da uzun süreli situationship denilen ilişkilerden yaşadım. Eskiden bu durumu takmazdım hatta kariyerime odaklanıyorum, uzun süreli ilişkiye vaktim yok derdim. Ama bu durum artık canımı sıkmaya başladı. Kendimi sürekli bir arayışta hissediyorum ve bu durum beni yoruyor. Ne yapmamı önerirsin?

Sen muhtemelen “sıkılmıyorsun” ama korkuyorsun. İlişkilerde ilk 2-3 ay balayı aylarıdır, hafiftir, çok ciddi değildir ama sonrasında yakınlaşma artık iyice artar. Sen yakınlaşma belli bir seviyeye geldiğinde korkmaya başlıyorsun muhtemelen. Neyden korkuyorsun?

Popüler kültürde senin gibi bir ıssız adamın (bu tip erkeğin filmidir) sorumluluk almaktan, karşısındakine söz verip tutamamaktan, büyümekten, olgunlaşmaktan korktuğu söylenir. Benim literatürde ve kendi konuşmalarımda gördüğüm şey, korkunun temeli, yakınlaşınca acı çekmek, duygusal olarak yaralanmak.

Literatürde buna kaçıngan bağlanma diyorlar ve burada birkaç yerde bahsi geçiyor. Ben zamanında kırmızı hapın temel probleminin, kaygılı bağlanan ve bu nedenle büyük bir ilişki travması yaşayan efendi erkekleri, başka bir sağlıksız bağlanma stili olan kaçıngan bağlanmaya çekmek olduğunu yazmıştım ama kaygılı bağlanma genellikle çocukluktaki olaylardan gelir.

Kaçıngan bağlanan bir insan, uzun süreli ve duygusal olarak yakın bir ilişki ister ve hatta buna açtır. Ama girdiği ilişkide yakınlaşma arttığında, geçmişte çok yakın ilişkilerde ya da bir ilişkide acı çektiği için (dediğim gibi ilişki travması değil de anne ve baba ile ilişki de olabilir), korkar ve ilişkiden kaçar.

Eskiden bu durumu takmazdım hatta kariyerime odaklanıyorum, uzun süreli ilişkiye vaktim yok derdim.

Çok fazla iş odaklı yaşamak, bildiğim kadarıyla bu bağlanma stiline sahip insanlarda sık rastlanan bir durum. Dr. K. bağlanma stilleri yayınında şunu diyordu:

Örneğin 20’lerinde, “şu an kariyerime odaklanıyorum, ilişkiler benim için öncelik değil” derler. Aslında bu, 20’lerinde bir insan için oldukça makul bir zihin yapısı olabilir. Zaten bağlanma stilleri ile ilgili zorluk da budur. Birçok sağlıksız bağlanma davranışı kulağa mantıklı ve makul gelir ama geri planda, sağlıksız bir bağlanma stili vardır. “20’lerimde kariyerime odaklanacağım, ilişkiler öncelik değil” diyen insanların %20’si, bunu karşı cinsle yakın ilişki kurmaktan kaçmak için bir bahane olarak kullanırlar.

Sende muhtemelen bu durum var ama her kariyere odaklı adam tabii ki sağlıksız bağlanma stili nedeniyle kariyerine odaklanmıyor. Dr. K. şöyle devam ediyor:

İnsanlar kariyer odaklı olamazlar demeye çalışmıyorum, insanlar tabii ki kariyer odaklı olabilirler. Bazı insanlar bu oldukça geçerli nedeni, bilinçsiz bir şekilde de olsa romantik, yakın bir bağ kurmamak için bahane olarak kullanıyorlar diyorum. Yani kariyer odaklı biri olmanız ve kariyer için ilişkilere öncelik vermemeniz, sizi otomatik olarak kaçıngan bağlanan biri yapmaz. Bir insan kaçıngan bağlanan biriyse, bu gibi özelliklerden daha fazlasına sahip olur ve tek bir özelliğe bakarak değil de, sergiledikleri tüm bu özelliklere bakarak kaçıngan bağlanma var diyebiliriz.

Kendimi sürekli bir arayışta hissediyorum ve bu durum beni yoruyor.

Bu da bildiğim kadarıyla ıssız adamların ortak özelliklerinden birisi. Bilinçaltında bir mükemmel, ideal partner var. Bunu mesela dolaylı olarak kırmızı hap camiasında çok görüyorum. Bu insanlar söylemlerinde, uzun süreli ilişkiye ve evliliğe ancak her sözlerini dinleyecek, %100 feminen, %100 itaatkar, %100 boşamayacak kadın bulurlarsa girebileceklerini ama böyle bir kadını henüz bulmadıkları için giremediklerini ima ediyorlar. Kadınlarla ilgili bir sürü kötü şeyi sıraladıktan sonra, tabii ki tüm kadınlar böyle değil (bunu kadınların %0.1’i böyle değil anlamına gelecek şekilde) diyorlar. Ya da sürekli bir en iyisini arama, bekleme var.

Oysa burada da temel problem, bu bağlanma stiline sahip insanın, gerçek kadınlarla yakınlaşmada acı çekmekten korkması ve bu yakınlaşmadan kaçmak için ideal kadın fantezisine sarılması.

Bu arada genellikle kaygılı bağlanan adamların içine düştüğü oneitis ile kaçıngan bağlanan adamların içine düştüğü idealitis mi desek ideal kadın fantezisi aynı şey değiller. Oneitis, beta / kaygılı bağlanan erkeğin ruh ikizidir, kimse onun gibi değildir ama kusurları olan bir kadındır, erkek genellikle onun idealden uzak olduğunu bilir. İdealitis durumunda ise gerçekte olmayan kusursuz bir kadındır. Kısa bir süre önce bir yorumda bunu söylemiştim:

Kaçıngan bağlanan mükemmel eşi, gerçek insan partnerlerden kaçmak için bahane olarak kullanır. Kaygılı bağlanan oneitisi gerçek insan partnere sülük gibi yapışmak için.

Kaçıngan bağlanan insan, geçmişinde kurmaya çalıştığı yakın insani bağlardan ve hüsrandan gelen büyük bir hayal kırıklığına sahip. Bu bağlar geçmişte canını yaktığı için, bir insanla yakınlaştığında kendisini korumak için, hissiz olmaya, dikkatini dağıtmaya ve duygularından kaçmaya çalışır. Bunun en kestirme yolu ise, insanlarla hiç yakınlaşmamaktır.

Kaçıngan bağlanan biri eninde sonunda gerçek bir insanla ilişkiye girer ve gerçek bir insanla ilişkinin hem pozitif, hem de negatif tarafları vardır. Bu negatif taraflar nedeniyle, kaçıngan bağlanan biri, gerçek insanlarla gerçek ilişkilerden korkarlar. “Bu insanın kusurları var ama kusursuz bir insan bulursam, duygusal olarak mükemmel hissedebilirim” derler. Fakat kimi bulurlarsa bulsun, kendi içsel sağlıksız bağlanması değişmediği için, mükemmel hissedemez. Bunun sonucunda ise, mükemmeli arar durur, bir partnerden diğerine atlar.

Ne yapmamı önerirsin?

Şimdi ben ne psikoloğum ne de seninle konuştum. Bunları bilgi amaçlı paylaşıyorum. İlk yapman gereken şey eğer imkanın varsa bu alanda uzman bir terapistle çalışmaya başlamak. Sağlıksız bağlanma stilini, sağlıklı bağlanma stiline çevirmek. Bu zor ama gayet mümkün.

Kendi başına yapabileceğin en önemli şey, bu işin de üçte biri, öncelikle sorunun buysa bunu anlamak zira kaçıngan bağlanan biriysen bunu bilmek, işin önemli bir kısmını kendiliğinden hallediyor.

Örneğin “sıkılıyorum” dediğin şeyin “korku” olduğunu anlamak ve kabul etmek çok önemli. Sıkılıyorum dediğinde olayı narsist bir bakıştan tanımlıyorsun, güç sende gibi hissediyorsun. Sen partnerinden sıkıldığında, gücü daha fazla elinde tutan taraf gibi hissediyorsun. Egon rahat hissediyor ama egon kırılmayacak diye problemi doğru tanımlamadığın için, problemini çözemiyorsun.

Ayrıca insan sıkıldım dedi mi, çözüm ne olabilir? Oysa korktuğunu görürsen onun çözümü hemen akla geliyor, korkuna meydan oku, korkundan güçlü ol, vs. Neden kaçıyorsun, neden korkuyorsun? Korkunun işlevi ne? Bunları düşünmen lazım.

Benim gördüğüm, bireysel olarak yapabileceğin en önemli şey, cesaret gösterip, duygusal acı çekmeyi göze alıp yakınlaşmaya devam etmen ve “sıkıntı” dediğin şeyin geçtiği yere kadar gitmeye çalışman. Belki 3-4 ayda kaçmasan, 5-6 ay beklesen, 1 sene beklesen, bu korku geçecek.

Bunu söyleme sebebim, sen yazmamışsın ama, senin durumundaki birçok erkeğin beni “ayrıldım ama sonra onu özlemeye başladım ve onu düşünüyorum” diye araması. Kaçıngan bağlanmada en acı şey, hiç istemesen, hiç umrunda olmasa neyse ama kaçtığın şeye aç oluyorsun. Sürekli olarak açsın, yemek masasına büyük bir heyecan ile oturuyorsun, ilk birkaç lokmada büyük tad alıyorsun ama sonra birden miden bulanıyor ve kusuyorsun, masadan kalkıyorsun gibi. Aç olmasan neyse ama hala açsın.

Bu sorunlarını doğru teşhis edip hızlıca çözsen iyi olur. Dünya seni beklemiyor.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

Yapay zeka meslekleri nasıl etkileyecek? Yapay zeka balonu ve patlayan yazılım sektörü balonu

En son podcast içinde yapay zeka meslekleri nasıl etkileyecek diye tartışmıştık. Bazı takipçiler, bu bölümü ayrı bir yayın olarak koymamızın daha faydalı olacağını söylediği için, yayının o bölümünü ayırdım.

Yazılım sektöründe çalışan ya da bu sektöre adım atmaya çalışan arkadaşlar, ABD’de inşaat sektörü balonu patladıktan sonra inşaat sektörü, 2001 yılında dot-com balonu patladığında internet ve yazılım sektörü yok olmadı yani bize ne olacak diye çok endişelenmeyin. Balon patladığında, balon patlar, sektörün çekirdeği kalır ve oradan yeniden büyür.

Onunla ilişkinin ya da evliliğin yolunda gideceğini, mutlu olacağımı nasıl bilebilirim?

“Onunla ilişkinin ya da evliliğin yolunda gideceğini, mutlu olacağımı nasıl bilebilirim?”

Bunu kesin olarak bilemezsin, hiçbir zaman da bilemeyeceksin.

Ama riski yanlış şekilde değerlendirme.

Harekete geçmenin, karar almanın riskleri var. Ama HAREKETE GEÇMEMENİN, karar alamamanın da riskleri var.

Beklemenin güvenli olduğu fikri bir ilüzyon. Beklerken dünya sizi beklemiyor, yaşlanıyorsunuz. Belli bir noktadan sonra, seçebileceğiniz alternatifleriniz azalmaya ve yok olmaya başlıyor. Uzun süreli bir ilişkinin getireceği büyüme ve deneyim fırsatlarını kaçırıyorsunuz. Gelecekteki çocuklarınız ve torunlarınızla geçirebileceğiniz zamanı kaybediyorsunuz. Peki bütün bunları neden yapıyorsunuz? Teorik olarak belki daha iyisini bulabileceğiniz için?

Bu rasyonel düşünmek değil, kumar oynamaktır.

Gerçek şu ki siz beklerken, tüm bu deneyimleri kaçırıyorsunuz. HAYAT GARANTİ DEĞİL Kİ. Birkaç yıl içinde ölebilirsiniz, ya da beklediğiniz o özel kadın birkaç yıl içinde ölebilir.

Yanlış anlamayın, kimse size rastgele birini seçin, yüzünüze gülen, size zamanını veren ilk kıza nikahı basın demiyor. Kimse size standartlarınız olmasın, kadını değerlendirmeden geçirme demiyor.

Ama bir kadından hoşlanıyorsanız, o kadınla değerleriniz, vizyonunuz ve görüşleriniz uyuşuyorsa, beraber iyi vakit geçiriyorsanız, beraber vakit geçirmekten zevk alıyorsanız, neyi kaçırdığınızı düşünüyorsunuz, hiçbir fikrim yok.

Değerlendirmelerinizi yapın, önlemlerinizi alın, ama eğer kadın bu değerlendirmeleri geçiyorsa, bir sonraki adıma geçin, kararlı olun.

ERKEK olun.

Bunu “erkekler kadınlara istediklerini verirler” diye yapmayacaksınız. Hayır. Bunu “o sizin ona söz vermenizi hak ediyor” diye yapmıyorsunuz. Bu zihin yapısı, kaybeden zihin yapısıdır ve ilişkinizde daha sonra sorunlar çıkarır. Bir kadınla devam etme kararını, asla ama asla suçluluk duygusu üzerinden vermeyin.

Bu sizinle ilgili, sizin hayatı korkmadan yaşamanızla ilgili. Hayatınızın bir sonraki sayfasına olgunluk ile geçecek kadar cesur musunuz yoksa eski ve bilindik olana çaresizce tutunmaya devam mı edeceksiniz?

Gerçek şu ki, bir kadın mükemmel mi diye kaygı duymak utanç verici bir şey. Bilinmezlikle başa çıkamayacağınızı mı söylüyorsunuz? En kötüsü başınıza gelse bile, bununla başa çıkamayacağınızı mı söylüyorsunuz? Başarısızlıktan, başarıyı aramayı reddedecek kadar mı korkuyorsunuz?

Evliliği bir macera olarak düşünün – inişleri ve çıkışları olan bir macera. Bu iyi bir şey. Bu, birbirinizi zorladığınız ve geliştiğiniz anlamına gelir. Siz geliştikçe, aranızdaki dinamik de gelişecek. İlişki yerinde sayıyorsa, bu sizin yerinizde saydığınıza işaret.

Beraber büyümek demek, sürekli olarak beraber ölmek ve yeniden doğmak, bu süreçte de hayat enerjinizi yenilemek demek. İlişki, yakınlık çıkmaz sokak değil, yüzeyselde yayılmaktan çok derinlikleri keşfetmek demek.

Ana fikir şu: Evet, biriyle evlenerek fırsatlardan vazgeçiyorsunuz. Ama biriyle evlenmediğinizde de fırsatlardan vazgeçiyorsunuz. Fırsatlardan sadece her karar verdiğinizde değil, her karar vermediğinizde de vazgeçiyorsunuz. Çünkü dünya sizin karar vermenizi beklemiyor. Eğer siz ileri doğru ilerleyeceğiniz yolu kendiniz kucaklamazsanız, kader o yolu sizin için seçer.

Ama Tanrı, kendi kaderini seçen erkekleri ödüllendirir.

Onunla devam edin ya da etmeyin. Ama bu konuda kararlı olun.

Çeviri: Pad Stedman

Dünya her geçen gün kötüye giderken, biz neler yapabiliriz?

Bu yazı, seçme yayınlarından Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Setini hazırladığımız Dr.K’nın  What To Do When The World Is Falling Apart yayınının çevirisidir.

Günümüzde her şey kontrolden çıkmaya başladı. Rusya ve Ukrayna arasında uzayıp duran bir savaş var. Amerika Birleşik Devletleri borsası dibe doğru çakılıyor. Bütün bunların üstüne bir de yalnızlık salgını var. Bu salgın sadece genç erkekleri değil, tüm gençleri etkiliyor. Bazı ülkelerde, tarihin en düşük doğum oranları ile karşı karşıyayız ki bu muhtemelen ülke ekonomilerine yıkım getirecek. Yani dünya kıyamete gidiyor gibi ve kimse bu konu hakkında ne yapacağını bilmiyor.

Biz bu bölümde, her ne kadar imkansız gibi görünse de, dünya her geçen gün daha kötüye giderken, kendi yolunuzda nasıl ilerleyebileceğinizi konuşacağız.

Dünya her geçen gün kötüye giderken, kendi hayatınızı ileri taşıyabilmek için ilk anlamanız gereken şey, belirsizlikler ile çevrelendiğiniz zaman kendi hayatınızı ileri taşıyamayacak kadar sakatlanmanızın nedeni.

İyi bir tedavi için ilk ve en önemli gereksinim, doğru teşhistir. Bir problemi çözmek istiyorsanız, o problemin gerçekte ne olduğunu anlamanız şart. Konumuz bağlamında söyleyebileceğim ilk şey, dünyanın her geçen gün daha kötüye, kaosa doğru gidiyor olması, asıl problem değil.

Japon Kanji alfabesinde “kriz”, tehlike ve fırsat karakterlerinin birleşiminden oluşuyor. Örneğin borsa her geçen gün değer kaybetse de, Warren Buffett gibi milyar dolarlık nakit üzerinde oturan adamlar için bu tehlikeli durum, fırsat olabiliyor. Dünyada belirsizlik olduğunda, bazı insanlar bu belirsizliği, kendi hayatlarını olabilecek en iyi şekilde iyileştirmek için kullanabiliyorlar. Fakat aynı belirsizlik, insanların büyük çoğunluğunun hayatını harap edebiliyor.

Dünyanın kaos içinde olması durumunda ileri doğru hareket edebilmek için, bu noktaya nasıl geldiğimizi anlamamız gerekiyor. Ve bu da, milenyal nesilden (1980’lerin başından 1990’ların sonuna kadar doğan kuşağa ait) alfa kuşağına (2010’lu yılların ilk yıllarından itibaren doğanlar) uzanan neslin, yani 1980 ve sonrasında doğanların, hayatlarının büyük bir kısmında kronik olarak travmaya maruz kaldıkları gerçeğinden başlıyor.

Travma kelimesini kullanmam size garip gelebilir zira travma dediğimizde aklımıza, genellikle fiziksel ya da duygusal istismar gelir. Burada travma derken bahsettiklerim bunlar değiller.

Bir insan travma ile her karşılaştığında, beyni ve vücudu bu travmaya karşı adaptasyon (uyum) geliştirir. Örneğin eliniz kesildiğinde, kesik alanında bir yara oluşur. Travma ile ilgili problem şu ki, eğer travmaya uzun bir süre boyunca hem maruz kalıp hem de ona adapte olduğunuzda, bu adaptasyon uyumsuz (maladaptif) olmaya başlar.

Örneğin tüm öğrencilik hayatı boyunca zorbalığa, alaya maruz kalan birisi, bu travmaya karşı görünmez ve silik biri olarak adaptasyon geliştirebilir. Bu siliklik, onun okulda daha az zorbalığa uğramasını sağlayabilir ama mesela üniversitede kızlara yaklaşması ve sosyalleşmesi gerektiğinde, bu siliklik onun başarısız olmasına neden olur. Zamanında travmaya karşı oldukça iyi çalışan bir adaptasyon, sonrasında problem yaratan bir uyumsuzluğa dönüşür.

Travmaya karşı geliştirdiğimiz temel adaptasyonlardan birisi, başlama felcidir. Başlama felci örneğin, sabah yataktan kalktığınızda, hiçbir şey yapmak istememe hissidir. Başlama felcine yakalandığınızda, en minimumu yapmak bile sizin için büyük işkenceye dönüşür. Bunun nedeni, tembel olmanız değil, toplum tarafından tekrar tekrar travmaya maruz bırakılmanız ve başlama felci ile bu travmaya adaptasyon geliştirmeniz.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) terimini yaratan Dr. Judith Herman, başlama felci kavramını da açıklıyor.

TSSB ilk olarak savaş esirleri üzerinde yapılan araştırmalardan ortaya çıktı. Savaş esirleri, esaretleri boyunca gardiyanlarla çevrili bir şekilde yaşarlar. Başlarına ne geleceğini, yarın güvende mi yoksa ölü mü olacaklarını bilemezler.

Savaş esiri ilk olarak büyük bir öfke hisseder. Ama eğer bu öfkesini gösterirse, gardiyanlar tarafından şiddetle cezalandırılır. Peki beyin, bir şeyleri düzeltme dürtümüzün şiddetle cezalandırıldığı duruma nasıl adapte olur?

Örneğin 2010 – 2015 yılları civarında büyüyen herkese, iyi bir işe sahip olmak için üniversiteye gitmeleri tavsiye ediliyordu. Diyelim ki siz de üniversiteye gittiniz ve binlerce dolarlık öğrenci kredisi çektiniz. Ama üniversiteyi bitirdiğinizde, iş piyasasının berbat olduğunu gördünüz ve kocaman bir borç ile baş başa kaldınız. Ne yapacağınız konusunda en ufak bir fikriniz yok.

Burada hangi adaptasyonu öğreneceksiniz? Hiçbir şey yapmama adaptasyonunu. Savaş esirlerine de olan bu. Savaş esirleri, gelecekte kendilerine ne olacağı belirsiz olduğundan, çevrelerinde olan biteni değiştirecek hiçbir güçleri olmadığından, yapılacak en iyi şeyin, enerji tasarrufu yapmak ve hiçbir şeye başlamamak olduğunu öğreniyorlar. Çünkü bir şeyler yapmaya başlasalar bile, bunun hiçbir işe yaramayacağını biliyorlar.

Siz de çok çalışıp karşılığında gösterecek hiçbir sonuç alamadığınızda, beyniniz bu deneyimden, hiçbir şey yapmamayı öğrenecek. Peki bu başlama felcini hangi travmalar yarattı?

Siz bir milenyalsiniz. İlk olarak 11 Eylül saldırıları oldu. Toplum olarak, New York şehrinde İkiz Kulelerde çalışan bir bankacı olsanız bile, dünyanın güvenli bir yer olmadığını öğrendiniz. Yani 2001 yılında dünya, güvensiz bir yer haline geldi.

Büyük 2001 travmasından 7 yıl sonra, büyük 2008 travması geldi. 2007-2008 yıllarında ekonomik kriz çıktı ve birçok insan iflas etti. Sonra bir iki sene işler iyiye gitse de, 2010’larda öğrenci kredisi problemi devasa boyutlara ulaşmaya başladı.

Amerika’da üniversite okuma masrafı, %400 kadar arttı. 2017’den itibaren mezun olanlar devasa öğrenci kredisi borcu ve berbat bir iş piyasası ile karşılaşmaya başladılar. Herkese “yazılımcı ol” denilmeye başlandı. Ve sonra 2020’de COVİD travması geldi. COVID döneminde, geleceği planlamayacağımızı, bugün temel sorunumuzun hayatta kalmak olduğunu öğrendik.

COVID ile beraber toplumdaki birçok çatlak da gün ışığına çıkmaya başladı. Devasa bir ruh sağlığı problemi ile karşı karşıya olduğumuzu gördük. Bağımlılık yapıcı teknoloji krizi olduğunu, devasa bir yalnızlık salgını olduğunu gördük. Kadın erkek ilişkilerinde devasa sorunlar olduğunu gördük. Artık kimse nasıl hayatta kalacağını, nasıl başarılı olacağını bilmiyor. Kimse herhangi bir şeyin nasıl yapılacağını bilmiyor. Bu kadar tekrarlanan krizler sonucunda, toplum olarak felç olduk. Kaos içindeki dünyada yaşarken, hayatta nasıl ilerleyeceğimizi bilmiyoruz.

Ama tüm durum bu değil, başka bir makro güç daha var. Bütün bu süreçte, mağdur kültürü edinmeye başladık. Vahşi batıda onur kültürü denilen bir kültür vardı. Bir kovboy, kendisine bir yanlış yapıldığında, kendisini o yanlışı bir şekilde düzeltmek zorunda hissederdi. Eğer insanlara karşı dik durmazsa, kullanılacağını düşünürdü.

Vahşi Batıda, insanların gerektiğinde başvuracağı büyük bir kurum, yasa ya da düzen yoktu. Belki bir şerif vardı ama genel olarak, biri size bir yanlış yaptığında, durumu düzeltmek için sizin bir şey yapmanız gerekiyordu.

Son 20 yıldaysa, kültürümüz mağdur kültürü diyebileceğimiz bir şeye dönüştü. Bu kültürde bir insanın hayat amaçlarını başarmak için yapabileceği en güçlü şey, mağduru oynamak. Örneğin ben küçük bir çocukken, başka çocukların zorbalığına uğradığımda, kimse bana git öğretmene şikayet et demiyordu. Öğretmenler de zaten bu konuda bir şey yapmıyorlardı. Hergün zorbalığa uğruyorsam, bunu düzeltmek için benim bir şey yapmam gerekiyordu.

Fakat zamanla zorbalığın kötü bir şey olduğunun farkına varmaya, çocuklarımıza eğer zorbalığa uğrarlarsa, bunu öğretmenlerine söylemeleri gerektiğini öğretmeye başladık. Öğretmen ve kurum olarak okul, sizi koruyacak dedik.

Eskiden insanların problemleri olduğunda bu problemleri, bir kuruma ya da yüksek otoriteye başvurmadan kendileri çözmeye çalışıyorlardı. Ama bugün hayatımızda bir şeyler ters gitmeye başladığında, başkalarına başvurup “ben mağdurum, bu haksızlık ve bunu benim için düzeltmenizi istiyorum” diyoruz.

Bu yeni paradigmayı arkadaş çevrenizde, ailenizde ve iş yerinde görmeye başladınız. Artık gelinzillalarımız (aşırı talepkar ve tatmin edilemez gelinler), Karen’lerimiz var. Bir Karen’in standart çalışma prosedürü, mağduru oynamak. “Bu şahıs tam yağlı süt yerine soya sütü siparişi vererek beni mağdur etti” gibi şeyler yapmak.

Mağdur kültürünün çalışabilmesi için, her şeyi herkes için eşit yapmaya çalışan kurumların olması lazım. İnsanlar da güç dengesizlikleri ile karşılaştıklarında, bu kurumlara başvuruyorlar. Bunun sonucunda da, sorumluluk almak yerine, kurumlara bel bağlayan bir insan toplumu türedi.

Mağdur kültürüne nasıl geldiğimizi anlamak için, yaklaşık olarak 1950 – 1980 yılları arasında doğan şanslı, bir önceki nesile bakmamız gerekli. Bu nesil tarihte daha önce görülmemiş bir ekonomik büyüme gördüler ve bu dalgayı sürdüler. Bu nesil çok çalışkan olduğunu düşünüyordu ama aslına bakarsanız bu nesil çok çalışkan falan değildi.

Bir önceki nesil yine de çok çalışmanın her şey için yeterli olacağına inanarak yaşadı. Ama 2000’lerden sonra toplum çok değişti. Şimdi insanlara bir yandan çok çalışarak başarılı olacakları söyleniyor ve bir yandan da dünyada yanlış giden birşeyler varsa, bunun başkasının sorumluluğunda olduğu söyleniyor.

Yakın zamanda, yeni neslin internette sıklıkla paylaştığını gördüğüm bir paylaşım var.  Bu paylaşım “benden her hafta 40 saat çalışmam, hergün 2 saati iş yolunda geçirmem bekleniyor. Bu hayat mı? Böyle bir hayat nasıl eğlenceli veya tatmin edici olabilir?”

Bu paylaşımları okurken “peki size hayatın bundan daha fazlası olması gerektiğini kim söyledi?” diye düşünüyorum. İnsanoğlu hariç diğer tüm canlıların hayatı, her gün hayatta kalma mücadelesi ile geçiyor. Hayatın fabrika ayarı, eğlence ve manevi doyuruculuk değil, hayatta kalma mücadelesi.

Bunu söylediğimde bana “ama Dr.K, bu haksızlık. Hayatı kolay ve oldukça doyurucu olan bir sürü var” diyebilirsiniz. “Hayat daha adil olmalı” diyebilirsiniz. Peki hayat belli bir şekilde olmalıydı diyorsanız, hayatı bu şekle getirmenin sorumluluğu kime ait? Dünya şöyle olmalıydı derken dünyayı öyle yapmak için harekete geçme isteğiniz yoksa, size ne diyebileceğimi bilmiyorum.

Hayatın daha adil olması konusunda size katılıyorum. “İnsanlar daha nazik olmalı”, “ekonomik  fırsatlar daha adil dağılmış olmalı” diyorsanız, bunlara katılıyorum. İdeal bir dünyada herkes aynı oranda çalışmalı, aynı şekilde tatil yapabilmeli ve eğlenebilmeli. Ama o dünyayı kim yaratacak? Orada sosyal medya başında tweet atarak oturup, bir şeylerin değişmesini mi bekleyeceksiniz? Acımasız davranmak istemiyorum ama dünya nasıl olması gerektiği gibi olacak sanıyorsunuz? Bu değişimi gerçekleştirmek kimin sorumluluğu?

“Devlet yöneticileri yapmalı, bu iş onların sorumluluğunda” diyebilirsiniz. Tamam ama devlet yöneticileri bu değişikliği yapıyorlar mı? Yapmıyorlarsa ne yapacaksınız? Tüm sorun zaten hayatımızın kontrolünü gücü elinde tutan insanlara vermemiz. Bunu yaptığımızda ne oldu? Bizim için iyi olmadı.

Peki bu konuda neler yapabiliriz? Ben yapabileceğimiz çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Fakat bir şeyler yapmaya başlamadan önce anlamanız gereken en önemli şey, çevremizi kontrol edemeyeceğiniz. Eğer bir devlet başkanı değilseniz, savaşları kontrol edemezsiniz. Enflasyonu kontrol edemezsiniz. Dünyaya geldiniz ve dünya sizin kontrol edemeyeceğiniz şeylerle dolu. Ve insanların %75’i, bu şeylerin altında eziliyorlar. %25’i ise bu şeylere rağmen gelişip güçleniyorlar.

Çevremizi kontrol edemiyorsak, kontrol edebildiğimiz şeylerlere odaklanmamız lazım. Kontrol edebildiğimiz en önemli şeylerden birisi de, çevremizdeki kontrolümüz dışındaki olaylara nasıl tepki verdiğimiz. Zorluklarla karşı karşıya kaldığınızda, nasıl tepki vereceğinizi, neler yapacağınızı kontrol edebilirsiniz.

Bir olay karşısında hiçbir şey yapamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Olayların sizin baş edebileceğinizden çok daha büyük olduğunu düşünebilirsiniz. Bu olaylar karşısında bir şeyler yapmanın imkansız olduğunu düşünebilirsiniz.

Böyle düşünüyorsanız haksız sayılmazsınız ama bu düşünce şekli size faydalı değil. Zihniniz size “enflasyon karşısında hiçbir şey yapamazsın” diyorsa, siz doğruyu söylüyor ama bu, sizin hayatta hiçbir şey yapamayacağınız anlamına gelmiyor. Çevrenizi kontrol edemediğiniz durumlarda bile, bu çevresel olaylara verdiğiniz tepkileri kontrol edebilirsiniz.

Bu noktada, hayatınızı tamamen mahveden bir “kötü çocuğa”, teknolojiye geliyoruz. Bütün bu makro ekonomik güçlerin yanında, beynimizi, motivasyonumuzu, dünya algımızı, başarının ne olduğunu, bizim için başarının ne demek olduğunu şekillendiren, son derece bağımlılık yapıcı teknolojilerle de karşı karşıyayız.

Birçok insan “kendi durumumu iyileştirmek için yapabileceğim hiçbir şey yok” diyor. Bir hasta ofisime gelip bana bunu söylediğinde, ona “telefonunu çıkar ve her gün ortalama kaç saat telefon ekranında geçirdiğine bak” diyorum. Örneğin 4 saat 37 dakika diyelim ki, en son baktığımda, araştırmalar bu rakamı gösteriyordu.

Birçok insan, iş yüzünden telefonda bu kadar çok zaman geçirmeleri gerektiğini söylüyor. Saçmalık bu. Bunun saçmalık olduğunu hepimiz biliyoruz. TikTok’ta, YouTube’da, Instagram’da, vs. ne kadar zaman geçirdiğinize bakın. Ne kadar zamanı çöpe attığınıza bakın.

Haftada 7 gün, günde ortalama 4 saati telefonda çöpe atıyorsunuz. Bu rakamlar bilgisayarda, NetFlix izlerken ya da sevdiğiniz TV Dizisini izlerken çöpe attığınız saatleri de içermiyor. Siz haftada 30 saatinizi çöpe atıyorsunuz.

Telefonda her hafta geçirdiğiniz 30 saat, sizin hayatınızı düzeltmek için kullanacağınız zaman ama biz böyle hissetmiyoruz değil mi? Yataktan kalkıyorsunuz ve hiçbir şey için motivasyonunuz yok, hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz. Zihniniz bir iş başvurusu yapmanın boşa zaman kaybı olduğunu söylüyor. Geleceğe yapacağınız tüm o yatırıma değmez çünkü dünyanın ne olacağı belli değil. Bu da eğer biraz önce bahsettiklerimizi hatırlıyorsanız başlama felcinin ta kendisi.

Günümüzde hayatı inanılmaz ölçüde reaktif bir şekilde yaşıyoruz. Bir şeyler inşa etmek yerine hayatta kalmaya çalışarak yaşıyoruz çünkü bir şeyler inşa etmenin ne faydası var ki? Ne olacağı belli olmayan bir dünyada, bir şeyler inşa etmenin, kumdan kale yapmak gibi bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ama düşünce şeklinizde çok büyük bir problem var.

Sabah kalktığınızda, herhangi bir şey yapmak için motivasyonunuz yok ve bir şey yapmanın ne anlamı var diye düşünüyorsunuz. Sizden çok daha başarılı insanlara bakıyorsunuz ve “dünya hiç de adaletli bir yer değil” diye düşünüyorsunuz.

Peki bu düşüncelerin nereden geldiğini, ne olduklarını hiç düşündünüz mü? Bu düşüncelerin doğru olduğunu varsayıyorsunuz ama öyle değiller. Bu düşünceler aslında, sandığınız şeyler bile değiller. Bu düşünceler, dopamin için duyulan şiddetli arzunun ifade şekilleri.

Alkolik birini düşünün. Bu insan, alkol için duyduğu şiddetli arzuyu nasıl hisseder? Bazen susuzluk olarak hisseder. Bazen kaygı olarak hisseder, bazen bir rahatlama özlemi olarak hisseder. Bazen de dünyaya karşı büyük bir öfke olarak hisseder, bazen de “elimden bir şey gelmez” diye hisseder.

Dopamin açlığı, beynimizde çekirdek akumbens adlı bölgede meydana gelir. Ama bu dopamin açlığını nasıl hissedersiniz? Bu his neye benzer? “Dopamin bulup enjekte etmem lazım” şeklinde hissetmezsiniz değil mi? Dopamin açlığını, motivasyon olarak hissedersiniz. Sabah kalktığınızda, içinizden hiçbir şey yapmak gelmiyorsa bu, dopamin açlığıdır.

Dopamin açlığı, can sıkıntısı şeklinde hissedilir. Bunu bir düşünün. Can sıkıntısı nedir? Can sıkıntısı, hem zihinsel hem de bedensel olarak hissettiğimiz ve bizi bir şeyler aramaya iten bir rahatsızlık hissidir. Can sıkıntısı, sizi bir ekran aramaya iter, cep telefonunuzu cebinizden çıkarmaya iter, porno izlemeye iter. Yani can sıkıntısı ve bir motivasyon, gerçekte sizin dopamin açlığınızdır. Bu şekilde de, günlerinizi hayatınızı iyileştirmek yerine, dopamin arayıp bularak geçirirsiniz.

Dünyada bu kadar belirsizlik varken, ne yapabilirim? Kendi durumumu düzeltemiyorum ki! Tamam, bu anlaşılır ama ortada çok büyük bir problem var. Çevrenizde olan şeylere etki edemediğiniz, makro problemleri düzeltemediğiniz durumlarda, çevrenize nasıl doğru tepkiler verebilirsiniz, yapabileceğiniz doğru şeyler neler? İşte bunlar, sorabileceğiniz yanlış sorular.

Geleceği tahmin etmenin hiçbir yolu yok. Neler olacağını bilemezsiniz. Size tavsiyem, çevrenize nasıl doğru tepkiler vereceğinizi düşünmeyi bırakmak. Bunun yerine, çevrenize verdiğiniz yanlış tepkileri düşünün ve bunları yapmayı bırakın. Milyonlarca doları yöneten CEO’larla ya da 30 yaşına dayandığı halde anne ve babasıyla yaşayan dejenere oyun bağımlıları ile yaptığım çalışmalarda gördüğüm, insanların doğru tepkilerin ne olduğunu bulmadan önce, yanlış yapmayı bırakmaları gerektiği. İlk yapmanız gereken şey, sabah kalkar kalkmaz 2 saatinizi cep telefonu ekranında boşa harcamayı bırakmak. Doğru tepki, yapacağınız doğru şey, yanlış şeyleri yapmayı bırakmak!

Yapmanız gereken doğruları bilmiyor olabilirsiniz ama hepiniz, yaptığınız yanlış şeyleri biliyorsunuz. Sabah kalkar kalkmaz cep telefonuna bakmanın ve saatlerce ekranda kalmanın yanlış olduğunu biliyorsunuz. Haftasonu yapacak hiçbir şey bulamadığınız için, evde boş boş pineklemenin yanlış olduğunu biliyorsunuz. İlk yapmanız gereken şey, yaptığınız yanlış şeylerin bir listesini çıkarmak.

Bu noktada size verebileceğim en etkili tavsiye, kendinizi hazırlama yolunda ilerlemeniz. Yarın ne olacağını, dünyanın nereye gideceğini, ekonominin nereye gideceğiniz bilmiyorsunuz ve bilemeyeceksiniz. Ama ne olursa olsun, dünya yarın neye dönüşürse dönüşsün, bu durumla yüzleşmek için ne kadar hazırlıklısınız? Muhtemelen “hiç hazırlıklı değilim” diyeceksiniz. Düzeltmeniz gereken şey de tam olarak bu işte. Fiziksel olarak sağlıklı mısınız? Zihinsel olarak sağlıklı mısınız? Hergün yeni bir şey öğreniyor musunuz?

“Ne öğreneceğim?” diye sorabilirsiniz. Bu yanlış bir sorun. Bir şey öğrenin, ne olduğu önemli değil. Önce kendinizi ileri doğru hareket ettirin. Çevrenizdeki dünya yıkılıyor olabilir ama siz her şeyden önce, moral bozukluğuna ve başlama felcine teslim olmamayı başarın.

Bugünü çöpe attıysanız, bugün hiçbir şey elde edemediniz. Ama bugünü çöpe atmak yerine herhangi bir şey öğrenseydiniz, bunun ekmek pişirmek mi, sebze ekmek mi olduğu önemli değil, bu öğrendiğiniz size yarın faydalı olabilir mi? Belki, bunu bilmiyoruz. Ama en azından, bugünü üretken geçirdiniz ve olduğunuz yerde saymak yerine bir şekilde ileri doğru yürüdünüz.

Özetlersek, yaptığınız yanlış şeyleri bulun, o şeyleri yapmayı bırakın ve o şeyler yerine o gün neleri doğru hissediyorsanız onları yapın. Bu davranışınız zaman içinde evrimleşerek, zaman içinde doğru olduğunu hissettiğiniz şeye bağlanır.

Yapacağınız ikinci şey ise, günümüz ekonomisi gibi ekonomilerde, insanların yapmadığı bir şeyi yapmak: kendinize yatırım yapmak.Teknoloji alanında üniversiteye gitmeli misiniz bilmediğinizde bile, borsaya yatırım yapmalı mısınız bilmediğinizde bile, en azından kendinize yatırım yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.

Ekonomi kötüye gitmeye başladığında birçok insan kendine yatırım yapmayı bırakıyor. “Spor salonuna verecek param yok, sağlıklı beslenmeye harcayacak param yok, terapiye gidecek param yok” diyerek kendilerine yatırım yapmayı bırakıyorlar. Size tavsiyem, ekonomik olarak zor günler yaşadığınızda, NetFlix, Uber Eats, abur cubur, vs. gibi tüm mikta harcamaları kısın ve bu parayı kendinize yatırın. Psikolojik bir probleminiz varsa bir uzman görün çünkü en son isteyeceğiniz şeylerden birisi, dünya yıkılırken depresyonda olmak.

Son olarak da size, çevrenizde olan tüm o kötü şeylerden kurtulmanızı sağlayacak bir teknik öğreteceğim. Enflasyon, savaşlar, pansemi, borsanın dibe çakılması, vs. gibi makro durumların içinde, bütün bunların saldırısı altında bir insansınız. Bunlar sizin motivasyonunuzu yok ediyorlar, sizi ezici bir depresyona itiyorlar. Bütün bu şeyler sizin kontrolünüzün dışında ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz.

Şimdi söyleyeceklerim size garip gelebilir ama, günün sonunda yapmanız gereken şeyleri yapmak zorundasınız. Su içmelisiniz, sabah kalkınca duş almalısınız, mutfağı temizlemelisiniz, işe gitmelisiniz ya da iş başvurusu yapmalısınız, spor yapmalısınız, vs. Dünya yıkılıyorken bile, sonuçta hayatınız kökünden değişmiyor. Ama bütün bunlar hayatınızı kökünden değiştiriyor olsalar bile, sağlıklı tepkiler vermelisiniz.

Peki tüm bu negatif duyguların ve kaygıların sizi ezip geçmemesi için sığınabileceğiniz fırtına gözünü, vahayı nasıl bulacaksınız. Ben size oldukça zor ama güçlü bir meditasyon tekniği öğreteceğim. Bu teknik, “değişmeyene sığınma” meditasyonu.

Başka çareniz kalmadığı anlar, hiç yapmayacağınız şeylere kalkışmayı gerektirir. Farkındalık ya da nefes meditasyonu yapmayacağız. En güçlü meditasyon tekniğini uygulayacağız.

Gözlerinizi kapayın ve içinize bakın. Bir sürü kötü şey göreceksiniz. Bu kötü şeylerle etkileşime geçmeyin. Bir şey yüzünden kaygı duyuyorsanız, bu şeyi savunmayın, rasyonelleştirmeyin, çözmeye çalışmyın. Kendinizi bu şeyden korumaya kalkmayın. İçinizde her ne negatif varsa, o negatif var.

İçinizde neyin değişken olduğunu ve neyin değişken olmadığını gözlemleyin. Bazılarınız, içinizdeki negatifin hiç değişmediğini söyleyecekler ama bu doğru değil. İçinizdeki negatifin miktarı ve şekli gün içinde sürekli ve hızlı bir şekilde değişir. İçinizde bir sürü problem var ve bunlar sürekli olarak değişiyorlar. Açlık gelir gider, kaşınma hissi gelir gider. İçinizdeki değişmeyene sığının.

Bu, yapması zor bir şey ama bunu 30 gün boyunca günde 5-20 dakika yapın.

Bir meditasyon tekniği ne kadar güçlü ise onu öğretmesi ve öğrenmesi çok zordur. İçinizde değişmeyeni nerede bulacağınızın cevabını biz veremeyiz, siz kendiniz pratik ile bulacaksınız. Bu yeri bulduğunuzda da, bu yerin oldukça huzurlu olduğunu göreceksiniz. Bu yerde kaldığınızda, dünyevi kaygıların ortadan kalktığını göreceksiniz. Bu önemli zira kaygı, insanı felç eden bir duygu. Kaygınız ile uğraşamayacak şekilde felç olduğunuzda ise, kaygınız gerçeklik olur. Korktuğunuz şey kaderiniz olur.

İçinizdeki değişmeyeni bulduğunuzda, fırtınadan etkilenmeyen o dingin yeri bulduğunuzda, çevrenize verdiğiniz tepkilerin büyük oranda değiştiğini göreceksiniz. Çevreniz ne kadar korkutucu ve kötü olsa da, çevrenize tepki verebildiğinizi, harekete geçebildiğinizi görebileceksiniz.

Not: Dr. K burada “abide to what is unchanging” yani “değişmeyene sığınma meditasyonununu” Hindu / Budist perspektiften anlatınca anlaşılmaz gelebilir ama bu “meditasyon” İslam’da ve Hristiyanlık’ta da var. İslam’da bu kavramı istiâze (Allah’a sığınmak, her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini isteme olarak biliyoruz mesela.

Evet, dünya kötüye gidiyor. Bu sizin suçunuz değil ama bununla baş etmeniz gerekiyor. Dünyanın adil olup olmadığını düşünmeyi, karşılaştırmalar yapmayı bırakın. Bunların size hiçbir faydası yok. Yataktan her kalktığınızda, darmadağın odanıza bakıp, başkalarının odalarını temizlemek ve toplamak için hizmetçileri olduğunu düşünmenin, sizin odanızın toplanmasına hiçbir katkısı yok. Karşılaştırma yapmak, sizin egonuzun mastürbasyon döngüsüdür. Size hiçbir faydası yoktur. Bunun yerine, size neyin faydası olacağını düşünün.

Birincisi, eğer yapmanız gereken doğru şeylerin ne olduğunu bilmiyorsanız, yapmamanız gereken yanlış şeyleri yapmayı bırakmaya başlayın. Yapmamanız gereken yanlış şeylerin neler olduklarını çok iyi biliyorsunuz. Yani ilk önce, berbat şeylerden uzaklaşmaya başlayın. Yanlış olduğunu bildiğiniz şeyleri yapmayı bırakma yoluna girdiğinizde, (doğru yönde) ne kadar ilerleme göstereceğinize şaşacaksınız.

İkincisi, kendinize yatırım yapın. Kendinize ne yatırımı yapacağınızı bilmiyorsanız, herhangi bir şey yapın. Yemek yapmayı mı öğrenirsiniz, spor salonuna mı gidersiniz, terapiste mi gidersiniz bilmiyorum.

Üçüncüsü, içinizdeki değişmeyene sığının. Bu, yapabileceğiniz en zor ama en güçlü şey.

Son olarak da, dünya kötüye gidiyor olsa da, dünyada hala çok fazla iyi şey var. Aslına bakarsanız, dünyanın çoğu hala iyi. Eğer bir takım gibi davranırsak, birbirimize yardım edersek, bu zor günleri aşabiliriz ve belki başarılı, mutlu ve huzurlu insanlar olabiliriz. Bilmiyorum. Ama, siz bize neye ihtiyacınız olduğunu söylemediğiniz sürece, bu mümkün olmayacak.

Size acımasız görünse de, bunu yapmazsanız kadınlara çekici gelmezsiniz

Bu bölümde bahsedeceğim şey size ilk başta kadınlara karşı acımasız davranmak gibi gelebilir. Ama kadınlar bunu size yapıyorlar ve bu, aranızdaki dinamikte gücü kadınlara veriyor. Bu, birçok durumda kadından daha fazla hoşlanmanıza neden oluyor. Ve en önemlisi, bir kadının size bunu yaptığında, bunun acımasız bir şey olduğunu düşünmüyorsunuz. Bunları anladıktan sonra umarım bahsedeceğim şeyi siz de kadınlara yapabileceksiniz.

Bunu uyguladığınızda kadın bir miktar rahatsız hissedebilir, kendinden emin hissetmeyebilir ama sonuçta size karşı daha fazla saygı ve çekim hisseder. Bu şey çoğu durumda da, kadın – erkek ilişkileri dinamiğinde gücü elinize almanızı sağlar.

Şimdi öncelikle birçok erkeğin, hoşuna giden, aradığı gibi bir kadınla etkileşime girdiğinde ne yaptığına bakalım. Bu kadını güzel, tatlı veya feminen bulur, “bu kızdan gerçekten hoşlandım, tam aradığım sevgili, tam seks yapmak istediğim kadın tipi” der.

Peki bundan sonra çoğu erkek ne yapar? O kadar video izlemesine, yazı okumasına, “efendi erkek / iyi çocuk olma, muhtaç olma, şunu yapma, bunu yapma” diye öğrenmesine rağmen, çekici bulduğu bir kadınla etkileşime girdiğinde, klasik hatayı yapar.

Ben size bu klasik hata yerine ne yapmanız gerekeceğini anlatacağım. Benim size anlatacağım şey, kadınların size karşı daha fazla çekim ve saygı duymasını sağlayacak. Bu size acımasız gibi görünen ama çalışır bir yöntem.

Çoğu erkeğin, onca içerik tüketse bile yaptığı klasik hata, kadının onayını kazanmaya çalışmaktır. Hoşuna giden kadının kendisinden hoşlanmasını sağlamaya çalışmak, gücü kadının eline verdiği bir pozisyona düşmektir.

Beğendiği kadının onayını almaya çalışan erkek, beğendiği kadın için “o bir kadın, kırılgan, narin bir varlık” diye düşünür. “Onu rahatsız edecek hiçbir şey yapmamalıyım, ona tamamen nazik davranmalıyım” der.

Bu tip bir erkek için güç kadınlardadır, her şey kadınların kararına bağlıdır. Kadına karşı nazik davranırsa, yeterince iyi çocuk gibi görünürse, beğendiği kadının ona bir şans vereceğini umar. Çünkü böyle bir erkeğe göre, şans verme gücü kadınlardadır.

Bir erkek, beğendiği bir kadına böyle davrandığında, kadın bundan hoşlanmaz. Çünkü zaten koca bir erkek sürüsü kendisine böyle davranıp durmaktadır. Kendisine yaklaşan hemen her erkeğin otomatik davranışı, onun onayını almaya çabalamaktır.

Başka bir erkek tipi daha var. Bu erkek tipinin yaptığı şey, bunu daha önce yapmayan bir erkeğe kaba, küstah ya da acımasız gelecektir. Ama bunu bir kadın yaptığında, aynı erkek kadına saygı ve daha fazla çekim duyar, onun onayını kazanmaya çalışır.

Çoğu erkek, kadınların, özellikle de güzel kadınların kendileri gibi karşı cinsin onayına ihtiyaç duymadıklarını, kendi kendilerini onayladıklarını düşünür. Sonuç olarak da çoğu erkek beğendikleri bir kadınla etkileşime girdiklerinde, o kadının kendi onaylarını aramadığını, erkeğin kendisinden hoşlanmasını sağlamaya çalışmadığını hisseder. Arka planda kadın, erkeğin etkileşim ile başa çıkmaya yetecek kadar kendine güvene sahip olduğunu ve erkeğin çekici davranacağını umsa bile, bunu göstermez.

Çoğu kadın, güzel bir kadın olmasa bile, erkek nüfusunun çoğunun onay peşinde koşmasına şahit olur, onay peşinde koşmayan, kendi onayını kendi içsel dünyasından alan bir erkekle nadir olarak karşılaşır.

Kadın onayı arayan bir erkek, kadınla konuşurken doğru şeyleri söylemek için uğraşır. Sözlerini filtreden geçirir ve otosansür uygular. Söyleyeceği şeylerin, kadının onayını kazanması açısından “doğru” şeyler olması için uğraşır.

Kadın onayına ihtiyaç duymayan bir erkek ise, ne isterse onu, kendine güvenli ve rahat bir şekilde söyler. Etkileşime girdiği kadınlar, bu davranışlarını okuyarak, erkeğin kadın onayına ihtiyaç duymayan, içsel olarak kendisini onaylayabilen biri olduğunu hissederler ve bu, çoğu kadın için çekici bir şeydir.

Fakat kadın onayı aramayan erkek, söyleyeceklerini ve davranışlarını yumuşatmadığı için, kadın bir miktar rahatsız, kaygılı hissedebilir, kendinden emin olmamaya başlayabilir.

Bir kadına bunları hissettirmek size acımasızca görünebilir ama aslına bakarsanız bu şekilde davranmak acımasızca değil. Az miktarda hissettirdiğiniz negatif duyguların yanında, size karşı yüksek miktarda saygı ve çekim hissetmesi acımasızca değil.

Kendini onaylayabilen, kadın onayına ihtiyaç duymayan bir erkeğin, davranış ve sözlerini, kadın tarafından kabul görmek adına yumuşatmaması, onun kadına kaba davranması, onu küçümsemesi ya da aşağılaması anlamına gelmez. Fakat karşısındakine kaba ve küçümseyici davranmadığı sürece nasıl isterse öyle konuşur.

Bazı erkeklerin, erkeğin nasıl isterse öyle konuşmasını, kadınları narin, kırılgan yaratıklar olarak düşündükleri için rahatsız edici bulurlar. Kadınlara karşı son derece yumuşak, temkinli ve nazik davranılması gerektiğini düşünürler. Ama kadınlar bu erkeklere çekim duymazlar zira bu erkeklerin aslında kadının vereceği reaksiyondan korktukları için böyle davrandıklarını hissederler. Ve daha önce birçok kez söylediğim gibi:

“Bir kadının size vereceği tepkiden korkuyorsanız, o kadın size karşı çekim hissedemez.”

Kadınlar korkuya, kendinden şüphe etmeye çekim duymazlar. Eğer korkmadan ve kendinden şüphe etmeden konuşursanız, kadınlar bunu kendini onaylamak, onay peşinde koşmamak olarak algılarlar.

Peki bir erkek, bunları duyduktan sonra, hoşuna giden bir kadınla etkileşime girdiğinde, onun onayını aramadan, kendine güvenli, rahat ve kendinden emin bir şekilde konuşabilir değil mi? Maalesef. Çoğu erkek bunu yapamaz ama bunları duyan bazı erkekler “bunu yapabilirim” der.

Sorun şu ki, bir şekilde özdeğerli, “ben yeterliyim” zihin yapısı ile davranmayı becerirseniz, kadın sizi denemek için, sıklıkla size karşı ilgisini kaybediyor gibi davranabilir. Birçok erkek maalesef, bu tür fitness (shit) testler karşısında, baskı karşısında, kaygılarına yenilerek hemen otomatik modları olan kadın onayı peşinde koşma moduna dönerler.

Bir kadın bunu yaptığında, erkeğin üzerine baskı koyar, erkeğin kendisini bir miktar rahatsız hissetmesine neden olur. Bu olduğunda, erkek o kadını daha az çekici bulur mu? Hayır. Çoğu durumda, bu baskı karşısında erkek kadını daha çekici bile bulur.

Peki bu testlere maruz kalan erkek, kadının kendisine acımasız davrandığını düşünür mü? Bazı erkekler bu soruya evet cevabı verirler. Çoğu erkek, nazik, arkadaş canlısı ve uyumlu bir kadın ister. Ama kadınlar ne isterler?

Bir kadın, erkeğin onay peşinde koşma noktasına gelecek kadar itaatkar ve uyumlu olmasını mı ister? Ya da daha kendine güvenli, daha az onay arayan biri olmasını mı?

Kadınlar gerçekte ne istediklerini size söylemezler zira bunu bir erkeğe söylediğinizde, o erkek büyük ihtimalle kadınlara kaba, küçümser ve küstahça davranmaya başlayabilir.

Kadınlara iyi ve nazik davranın ama onların onayı peşinde koşmayın. Kibar olun ama kadının tepkilerinden korkmayın.

Çeviri: It May Feel Cruel, But it Attracts Women Like Crazy

Dan Bacon yayının geri kalanında olayı, kitabımı ve programımı alın, bunları uygulamayı öğrenin demiş. Siz benim kitaplarımı alın öğrenin 🙂

Şaka bir yana, ben size bunu nasıl yapabileceğinizi madde madde yazacağım.

Bir meziyet nasıl öğrenilir yazısında belirtildiği gibi, önce bir teoriye ihtiyacınız var. Efendi adamın toksik kırılganlığı, efendi adam – piç erkek zıtlığı, kaygılı bağlanma stili gibi şeyleri ve bunlardan kurtulmak için yapılacakları okuyup öğrenin.

Sonra da pratiğe ihtiyacınız var. Çoğumuz bir müzik aletiyle pratik yapmanın ne demek olduğunu anlayabiliyorken, özdeğerini ve onayını kendinden alma gibi zihinsel – davranışsal kabiliyetin pratiğinin nasıl olacağını düşünmekte zorlanıyoruz.

Öncelikle, hoşunuza giden bir kadın ile etkileşim halindeyken, onun onayını kazanmak için yaptığınız şeyleri bir listeliyorsunuz. Aynı şekilde bu listeye, onay dilencisi davranışın yerine, onayı kendinden alan adamın ne yapacağını da her madde için listeliyorsunuz.

Hoşunuza giden bir kadınla etkileşime girmeden önce bu listeyi okuyorsunuz. Bu listedeki şeyleri yapabileceğinizi ve önemli olanın bunları yakalamak ve yapmamak olduğunu kendinize hatırlatıyorsunuz. Sonra, bu davranışları yakaladığınızda, idealinde hiç başlamadan ya da hemen farkına vardığınız yerde, bu davranışı kesiyorsunuz. Onun yerine, listede alternatif olarak yaptığınız davranışı yapıyorsunuz. Bir meziyet nasıl öğrenilir yazısında belirtildiği gibi, bir duruma farkındalık ile girerseniz yani ne olabileceğini bilip nasıl davranacağınızı daha önceden planlarsanız, nefsinize hakim olma ihtimaliniz çok daha yüksek.

Bu tür güzel ya da hoşlandığınız kadından onay bekleyen davranışları yapmadığınızda, ciddi bir kaygı hissedeceksiniz. Bu süreçten erkek adam zihniyeti nasıl içselleştirilir yazısında bahsetmiştim. Onay dilenen davranışınız, sizin kaygınızı geçici rahatlatır (ama sonra sizi daha fazla kaygılı biri yapar). Bu geçici rahatlamaları bıraktığınızda, kısa süreliğine (birkaç haftalık sürelerde) kaygınız artar. Dürtü sörfü ile bu sürecin içinden geçmeniz gerekecek.

Kadın onayı peşinde koşmak gibi maladaptif davranışlardan kurtulmanın zorluğu, bunların bir işlevi (geçici kaygı azalması) olduğu kadar, otomatik olmaları. Yukarıdaki tekniklerle, hoşunuza giden kadın ile etkileşime girdiğinizde, otomatik davranışlarınızı engelleyip, otomatik olmayan davranışları dikkatinizi vererek tekrarladığınızda, bir yerde beyin pes ediyor ve bu maladaptif otomatik davranış devreleri kullanılmıyor diye o devreleri yok edip, sizin zorlayarak yaptığınız şeyi otomatik hale getiriyor.

Bkz, içsel oyunun evrimi.

İki parmak piyano çalmayı öğrenmiş birinin, 10 parmak öğrenirken beyninin yaptığı gibi. Böyle biri, 2 parmak piyano çalmayı doğal, 10 parmak çalmak yapay gibi hisseder. 2 parmak çalarken otomatik pilottadır, 10 parmak çalarken, özellikle başlarda parmaklarına sürekli dikkat vermek, komut vermek zorunda kalır. Yeterince tekrarla, beyin 2 parmak piyano çalma devrelerini bozar ve 10 parmak devreleri kurar.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

Mahmut Abi ve ‪Centilmen Kulübü‬ söyleşisi – Türkçe Podcast

Uzun bir aradan sonra Secret (Centilmen Kulübü) ile söyleştik. İlişkilerden girdik, yapay zekaya daldık, kadınların tercihlerinden geçtik ve dil öğreniminden çıktık.

Görüşmenin YouTube yayını aşağıda. Bizi YouTube kanalından da takip edebilirsiniz. Yayını Spotify kanalımızdan da izleyebilirsiniz.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

00:00 Giriş
00:40 Mahmut Abi’nin ilişkiler konusunda daha fazla diyecek bir şeyi kaldı mı?
02:25
Asosyal medyanın ilişkilerle ilgili temel inançları bozması
12:44
Kırmızı hap (redpill) bozdu mu? Sorun takipçilerinde mi kırmızı hapta mı?
16:42
Rollo Tomassi hakkında muhabbet
22:07
Kırmızı hapın erkekler için feminizme dönmesi, evlilik karşıtlığı
24:01
Kırmızı hapın efendi adamları ıssız adama çevirmesi
39:14 Kırmızı hapın online dating verilerinden yaptığı yanlış çıkarımlar
46:18 Telegoni gerçek mi? Kadınların önceki partnerlerinin DNA’sı çocuklara geçer mi?
48:40 Ortalama tuzağı mı manevi ihtiyaçların artması mı?
52:43
Sylvester Stallone’un berbat babası
57:40
Yapay Zeka meslekleri etkileyecek mi? Patlayan bilişim sektörü finansal balonu
01:13:43
Feminist oğlan çocuğu yetiştiren anneler
01:19:03
Kadınların seksi ertelemesi ile erkeklerin en kısada yapmak istemesi 01:25:03 Kısa süreli cinsel pazar ile uzun süreli cinsel pazarın aynı olmaması 01:29:33 Türkiye’de yaşayan biri ileri derecede dil öğrenmek için ne yapmalı? 01:33:30 “poliglot” veya “çokdilli” insanlar

Zor, saygısız ve istismarcı kız arkadaşım – vaka çalışması

Corey Wayne’in Zor, Kaba ve İstismar Edici Kız Arkadaşım yayınının çevirisidir.

Bugün konumuz “zor, kaba ve istismar eden kız arkadaş”.

Bunca yıl boyunca, rahat, kolay anlaştığınız ve size nazik davranan bir kız arkadaş bulun tavsiyemi defalarca duymuşsunuzdur. Şimdi ele alacağımız vakadaki erkek ise, böyle olmadığı bariz bir kız arkadaşa sahip.

Kendisine insaflı davranmak adına, benim çalışmalarımla, bu kadınlar birlikteliğe başladıktan çok sonra tanışmış. Kendisinin de itiraf ettiği gibi son derece muhtaç biriymiş ve kadının peşinden çok fazla koşmuş. Yani temel olarak, kız arkadaşını kendisine bir beta erkek, üstünde tepinebileceği bir ayak paspası ve korkutup sindirebileceği gibi davranması yönünde eğitmiş.

Vakayı okurken göreceğiniz gibi, kadın sinirlendiğinde “çok özür dilerim majesteleri” moduna geçiyor. Yani tüm gücü kadına verdiği gibi, kadını ufak çaplı bir despot olacak şekilde eğitmiş ama aynı zamanda kadın da fabrika ayarından arızalı bir tip gibi görünüyor. Birazdan duyacaklarınız, sınırlar çizip bu sınırları korumazsanız, bir kadının size ayak paspası gibi davranmasına izin vermeniz durumunda neler olacağını göstermesi açısından iyi bir vaka.

Bu ikili yaklaşık 2 yıldır beraberler. Yani birkaç haftadır beraber olduğu bir kadından bahsetmiyor, bu sağlıksız ilişki dinamiği uzun süredir devam ediyor. 2 senedir bu şekilde devam eden ilişkiyi düzeltecek adımlar atmak ve bu adımların işe yaraması, yeni başlamış bir ilişkide bu adımları atmaktan ve bu adımların işe yaramasından çok daha zor.

Şimdi vaka çalışmasına geçelim.

“Merhaba, ismim Bob. 40’lı yaşların başındayım ve eşim vefat ettiğinden beridir, 2 erkek çocuğa tek başına babalık yapıyorum. Sizi bir buçuk yıldır takip ediyorum ve “3% Man” kitabını 10 kez okudum. İki çocuklu, boşanmış bir kadınla yaklaşık 2 senedir beraberim.

İlişkinin başlarında fazla peşinde koşmak, fazla muhtaç davranmak gibi birçok hata yaptım ve bunun sonucunda sürekli olarak bir sıcak bir soğuk davrandı. 

Bu genellikle erkek, bir maskülen, bir feminen davrandığı zaman olur. Maskülen davrandığında, sana ilgisi artar, beta ve feminen davrandığında sana ilgisi azalır ve senden uzaklaşmak ister. İlgisi azaldığında ve uzaklaşmak istediğinde, daha cadaloz, daha huysuz ve daha kaba davranır çünkü erkeğe saygı duymamaya başlar. Erkek kancık gibi davranmaya başladığında saygısı azalır. Siz kancık gibi davranırsanız, o da size kancıkmışsınız gibi davranır.

Tam bu sırada sizin yayınlarınızla karşılaştım. Davranışlarımı büyük oranda düzelttim ama ilişkimiz düzelmeye başladığında, soğuk, uzak davranmaya başlıyor ve bana ilgisini tamamen kaybetmiş gibi görünüyor.

Kitapta “Kadınlar kedi gibidir” adlı bir bölüm var. Bir kadınla uzun süreli beraber olduğunuzda, bazen bir miktar soğuk ve mesafeli olabilir ve erkeğin bundan etkilenmemesi gerekli. Erkek kadını kendi haline bırakırsa, kadın birkaç gün sonra geri (eski haline) döner. Ama erkeğin muhtaç ve fazlaca kadın peşinde koşan bir geçmişi varsa, kadının en ufak bir sessizliğinde ya da ufacık bir coşku azalmasında, erkek korkuya ve kaygıya kapılır. Kadının duygularının hava durumu gibi rastgele değişebileceğini anlamak yerine, otomatik olarak, “bir şeyler yanlış gidiyor, bunu hemen düzeltmem lazım” diye düşünmeye başlar.

Oysa erkeğin, kadının inip çıkan duyguları ile dalgalanmaması, kısa süreli inişlerde kuyruk acısı hissetmemesi, kadını o süre boyunca kendi haline bırakması lazım. Ama eğer kadın çizgiyi aşmaya başlarsa, istismarcı ve kaba davranmaya başlarsa, erkeğin bunu suratına vurması gerekir.

Eğer partneriniz size iyi davranıyorsa, ödül olarak sizin zamanınızı ve ilginizi almalı. Eğer size kötü ve kaba davranıyorsa, bu davranışı ise sizi özlemek ile ödüllendirilmeli. Partneriniz size kaba davranıyorsa, size kötü davranıyorsa, sizinle zaman geçiremeyeceğini öğrenmeli. Bu kadar basit. Çünkü neye tolerans gösteriyorsanız, o şeyin daha fazlasını davet edersiniz. Kimse, size yapılmasını teşvik etmediğiniz bir şeyi size yapamaz. Eğer bu şeyleri kabul ederseniz, karşınızdakine “bana bunları yapabilirsin, problem değil” dersiniz.

Bana yeniden nazik davranmaya karar verdiği zamanlarda, bu şeyleri defalarca konuştuk. Bana, hiçbir duygu hissetmediği, donuk, en ufak şeylerin bile kendini boğduğu bir moda girdiğini söyledi.

İşte bu nedenle de, bu duygusal donukluk zamanlarına karşı umursamaz olmalısın, bunları kişisel ya da seni reddetme olarak algılamamalısın. Sabah, uyumadan öncekinden değişik bir ruh haliyle uyanması, senin düzeltmen gereken bir şeylerin yanlış olduğu anlamına gelmez.

Sürekli olarak partnerinin gözündeki yerini merak edip duramazsın, bu çok muhtaç bir davranış. Bu muhtaç mod, çocukken genellikle annenden ve babandan yeterince ilgi ve takdir görmediğin için, yeterince sevildiğini hissetmediğin için olur. Böyle bir geçmişin sonucu, senin yetişkin hayatında yeterince sevilmeyeceğini var sayıp durman olur. Yeterince sevilmeyeceğine inandığında da, bu tahmini sevgi eksikliğini, karşındaki insandan sevgi dilenecek şekilde ona yapışarak kapatmaya çalışırsın. Partnerin üzgün, kızgın ya da kötü bir ruh halinde olduğunda, bunun senin suçun olduğunu var sayarsın. Partnerinin kötü ruh halinin sorumluluğunu ve suçunu üstüne alırsın.

Oysa partnerin huysuz olduğunda, “sakinleştiğinde bana ulaşabilir” de diyebilirdin. “Kaba olduğu zaman ona yakın olmak istemiyorum” diyebilirsin. Partnerin sana nazik davranmak zorunda. Bir kadının sana kötü davranmasına, gıkını çıkarmadan katlanmamalısın.

Bir kadının sana kötü davranmasına, gıkını çıkarmadan katlanırsan, daha fazla kötü davranmasına davetiye çıkarırsın ama bununla da kalmaz, partnerin tarafından kötü davranılmaya ses çıkarmadığını gören başka kadınlar da sana kötü davranmaya başlarlar. Örneğin kız çocuğun varsa, o da sana kötü davranmaya başlar çünkü sen çevrene, “bana kötü davranabilirsiniz, bu hiç sorun değil” mesajı veriyorsun.

Sevgilimin, bu yaşında bile devam eden, bir sürü anne ve baba problemi olduğunu biliyorum. 

Yetişkin bir kadını düzeltmek ve kurtarmak, senin işin ya da görevin değil. Eğer anne problemleri, baba problemleri varsa, bunu kendi başına düzeltmeli.

Anne ve babasının, erkek kardeşlerini ve küçük kız kardeşini kayırdıklarını düşünüyor.

Bu düşünce onu nasıl etkilemiştir? Tabii ki mağdur olduğunu düşünmesine neden olmuştur. “Başka herkes kendisinden daha fazla ilgi ve sevgi görüyor” diye düşünüyor. Bu nedenle de otomatik olarak “zavallı ben, ben mağdur edildim. Kimse beni sevmiyor. Kimse beni önemsemiyor” diye düşünüyor. En ufak şeyleri bile kendisine karşı yapılmış olarak algılıyor ki vakanın ilerleyen bölümlerinde bunun nasıl ortaya çıktığını göreceğiz. Erkekten, erkeğe söylemeden anlamasını beklediği, mantıksız beklentileri var. Erkek, kendisinden direkt istenmeyen bu şeyleri yapmadığında, kadın öfke nöbetine kapılıyor. Göreceğiniz gibi bu mantıksız beklentilerin bazıları son derece gülünç şeyler.

Uzun, mutsuz ve istismar içeren bir evlilik yapmış. Çocuklarından biri otizm spektrumunda olduğu için oldukça zor bir çocuk ve sevgilimin dediğine göre çok fazla strese yol açıyor.

Neden böyle biri olduğunu anlamak için terapiye başladı ama daha sonra terapide konuşulan konulardan hoşlanmadığı için terapiyi bıraktı.

Başka bir terapist bulabilirdi. Kadının bir sorunu var, sorunu olduğunu biliyor ve terapiye başlıyor. Terapist kaba ya da kendisini rahatsız eden şeyler söyleyince de terapiden kaçıyor.

Jim Ran’ın zamanında dediği gibi “ben senin için kendime iyi bakacağım, sen de benim için kendine iyi bak.” Kız arkadaşının kendine iyi bakması lazım. Eğer problemleri varsa, bunları çözmesi lazım. “Ay bu çok zor”, “ay terapist kaba şeyler söyledi” ya da “terapist kendimi kötü hissetmeme neden oldu” …

Terapinin amacı ne? Tüm terapistlerin iyi olduğunu iddia etmiyorum, eğer birinden hoşlanmadıysan başkasını bulursun. Başka terapistlerle görüşüp, kendisine yardım edebileceğini düşündüğü birini seçmesi iyi olur.

Geçen Noel Bayramında, eski kocası çocukları aldı ve o da benim evimde kalmaya geldi. Her şey çok güzel gidiyordu ve beraber vakit geçirmekten zevk alıyorduk. Sonlara doğru, sarılarak televizyon izleyip sakin sakin otururken, birdenbire bana döndü ve, iyi tarafının tükenmek üzere olduğunu söyledi.

Yani “önümüzdeki günlerde biraz manyaklaşabilirim, sana pek de nazik davranmayabilirim. Bu konudaki fikrin nedir?”

Burada izleyici doğru şeyi yapıyor ve “ne demek istiyorsun?” diye soruyor.

Bana, duygusal olarak donuk hissettiğini, bana kaba davranmak istediğini hissettiğini söyledi.

İzleyiciye kaba davranmanın sorun olmadığını düşünmesinin nedeni ne? Çünkü geçmişte defalarca kaba davrandı ve tüm bu davranışları yanına kaldı.

Kabalaşacaksa onu evine bırakacağımı, kendisi ile nazik biri olduğunda görüşmeyi tercih edeceğimi söyledim.

Sana karşı kabalaşacağını söylediğinde, sen ona karşı kabalaşmaya başlarsın. “Sana bir taksi çağırayım” dersin. “Tatildeyiz ve iyi vakit geçirmek istiyorum. Çocuklarım burada ve senin bana çocuklarımın önünde kötü davranmana izin vermeyeceğim” dersin. “Eğer kabalaşmaya başlayacaksan, evine gidiyorsun, senin kabalığınla uğraşamam” dersin. Bazen tek yapman gereken budur. Bunu yaparsan, muhtemelen özür diler.

Kadının erkeğe böyle bir şey söylemesi, erkeğin bunu onun yanına bırakıp bırakmayacağını görmek için. Çünkü erkek bir şey söylemezse, bir şeyler yapmazsa, omurgalı davranmazsa, erkeğe kötü davranmaya başlayacak. Kötü davranmaya başlayacak ve erkeğin kendisine haddini ve yerini bildirmesini bekleyecek. Bazen kadınınızı kucağınıza yatırıp kıçına şaplağı basmanız gerekir.

Tatilin kalanında normal davrandı.

Evet, çünkü sen kendisine tolerans göstermeyeceğini söyledin ve yapman gereken de buydu. Burada iyi iş çıkardın.

Tatilden sonraki 3 ay boyunca, oldukça uzak davranmaya başladı. Birkaç hafta önce de, benim yüzümden böyle davrandığını söyledi.

Söylediklerinde gerçeklik payı var zira onun böyle davranmasına izin verip durdun. Yani bu davranışa sen davetiye çıkardın.

İlk buluşmamızda bir içki aldığını ve tüm içkileri benim ödemem gerektiğini söylemek zorunda kaldığını, bu olayı kafasından atamadığını söyledi.

Para, bu çiftin ilişkisinde çokça sorun olan bir durum. Görünen o ki kadın, erkeğin daha fazla şeyin ödemesini yapmasını istiyor.

Bana soğuk davrandığı zamanlarda, bu konu tekrar gündeme gelip duruyor. “Eğer o içkiyi kendisi almamış olsaydı, her şeyin çok daha farklı olacağını söyleyip duruyor. Bunu inandırıcı bulmuyorum.

Kadınlar abartarak konuşurlar. Gerçekte söylemek istediği, ki bu vakadaki kadının iletişim becerileri berbat gibi, daha fazla şeyin masrafını karşılamanı istediği. Muhtemelen kazandığı para yeterli gelmiyor.

Benim cimri olduğumu söyledi ki bu doğru değil.

Cimri olan muhtemelen kendisi.

Birkaç hafta önce doğum günümdü. Beni ve çocukları yemeğe çıkaracağını söyledi. Doğum günümde ise, yeterince parası olmadığı, beni iyi bir yere götürmeye yetecek parası olmadığı için umutsuz hissettiğini söyledi.

Sana para konusunda zorluk çıkarmasının nedeni, kendisinin para konusunda zorluk yaşaması.Ama bunun suçunu sana atmaya çalışıyor. Bu kadının kendini aklama yöntemi bu. Kadının nasıl yetiştirildiğini, bir “mağdur” olarak büyüdüğünü unutma. “Yeterince sevgi görmüyor”. “Yeterince para almıyor”. “Zavallı ben” modunda yaşıyor.

Sevgi ve bağ ihtiyacını karşılamak için kullandığı sağlıksız yöntemlerden birisi, mağduru oynamak. “Annecik ve babacık bana yeterince sevgi vermedi. Abilerimi ve küçük kız kardeşimi daha çok sevdiler, onları daha fazla kayırdılar. Sahip olmadığın parayı harcamam gerekiyor. Sen çok kötüsün. Tüm paramı sana harcamama neden oluyorsun. Ay ben çok mağdurum. Zavallı ben. Benim için üzül.”

Pahalı bir yere ihtiyacım olmadığını, aslında dışarı çıkıp yemek yememize bile gerek olmadığını söyledim. Ama dışarı çıkma konusunda kendisi ısrarcı oldu.

Yemekte bana çok soğuk davrandı ve kızgın görünüyordu. Kendi doğum günümde çok rahatsız hissetmeme neden oldu.

Onu kenara çekip, “bugün benim doğum günüm ve sen herkesin önünde bana berbat davranıyorsun. Ya kendine çeki düzen ver, ya da neyin var neyin yoksa toplayıp git” demen gerekiyordu. Bazen kadınına bunu demen gerekir. Özellikle de seni ailenin önünde rezil ediyorsa. Onu kenara çekip “buna bir son vermen gerekiyor. Eğer böyle davranmaya bir son veremiyorsan, hayatımdan çıkıp gitmen gerekiyor. Seni daha fazla tolere etmeyeceğim” demen gerekiyor.

Sorun şu ki, sen fazla “naziksin”. Fazla yumuşaksın ve kadın sana ne yaparsa yapsın katlanıyorsun. Yani bu tür istismar edici davranışların daha fazlasına davetiye çıkarıyorsun.

Birkaç gün sonra buluştuğumuzda, doğum günümdeki davranışlarından dolayı özür diledi ama benim yüzümden öyle davrandığını da ekledi. Tırnaklarını ve saçını yaptırması için ona para vermeliymişim.

Senin yerinde olsam, “hayır, bu senin sorumluluğun” derdim. “Sen bir yetişkinsin ve ben bir yetişkin ile ilişki yaşıyorum. Bir çocukla değil” derdim. “Bir yetişkin gibi davranman lazım. Benimle bir daha bu şekilde konuşmayacaksın. Çok gülünç davranıyorsun.”

Eğer ona para verseymişim, güzellik için harcadığı parayı benim için harcayabilirmiş. Bu beni çok kötü hissettirdi.

Tekrar ediyorum, senin sorunun tam olarak bu. Onun sorunlarını kendi üstüne alıyorsun. Yani tam bir kancık, ayak paspası gibi davranıyorsun ve bu kötü davranışların daha fazlasına davetiye çıkarıyorsun.

Geçen hafta onu mangal yapmaya davet ettim. Bana geldiğinde aç olmadığını söyledi ve bu nedenle de mangal yapmayı bıraktım.

Şimdi bu aşırı bariz bir hata. Yaptığın hata bariz olmalı. Mangala çağırıyorsun, geliyor ve “aç değilim” diyor. Sen de mangal yapmayı bırakıyorsun. Bir şey yapıyorsun ve sırf onun için yaptığın şeyi bırakıyorsun. Bu bariz bir zayıflık.

“Ben kırmızı arabaları seviyorum” diyorsun ama kız “kırmızı arabalardan nefret ederim, ben mavi arabaları seviyorum” diyor. Bunun üzerine sen de “ya aslında kırmızı arabalar beni bazen gıcık etmiyor değiller, bu arada mavi benim favori rengim demiş miydim?” diyorsun. Kendi fikrini, ona uyumlu olmak için değiştiriyorsun.

Mangal yapmak istiyorsan, mangal yaparsın. Seninle kalabilir ya da isterse gidebilir. Sen zevk için gezintiye çıkmışsın, nereye gideceğini söylüyorsun. Önce geleceğim diyor sonra arabaya binince “ben oraya gitmek istemiyorum” diyor. Yapman gereken “tamam o zaman, eğer oraya gitmek istemiyorsan seni evine bırakayım” demek.

Birdenbire, hiçbir sebep yokken kızgın davranmaya başladı. “Ben eve gidiyorum” dedi. “İyi misin?” diye sordum. “İyiyim” dedi. “Geç oldu, çocukları uyutmam lazım”.

Bir kadın “iyiyim” dediğinde, genellikle iyi değildir, kızgındır. Kızgın olmasının nedeni, bir kancık gibi davranman. Sırf o aç değilim dedi diye, mangal yapmaktan vazgeçtin. Tahmin ediyorum ki mangal partisine sadece o gelmedi.

Acele ile evden ayrıldı. Saat 6:30’du ve çocukları saat 9’da uyurlar. İki oğlum da, olanları fark ettiler. 12 yaşındaki oğlum, “bütün bunlara neden katlanıyorsun hiçbir fikrim yok” dedi.

12 yaşındaki oğlunu dinlemen lazım. Bir kancık gibi davrandığını, 12 yaşındaki oğlun bile fark etmiş. Bütün bunlara tolerans göstermeye devam edersen ne olacak biliyor musun? 12 yaşındaki oğlun da sana bir kancıkmışsın gibi davranmaya başlayacak.

Birader, kendine biraz saygı göstermen lazım. Kimse sana, senin davet çıkarmadığın bir şey söylemez ya da yapmaz.

Gece beni aradı ve bana çok öfkeli olduğunu söyledi. Mangalda yeterince et pişirmediğimi ve evde yemek yapmak zorunda kaldığını söyledi.

Problem şu ki sen bir o yana, bir bu yana sallanıyorsun. Yapmak istediğin şeyi yapmıyorsun çünkü sürekli olarak onun onayını arıyorsun. Kadını, ilişkinin erkeği yapmaya çalışıyorsun. Bu oldukça mide bulandırıcı ve itici bir şey. Böyle davranmayı acilen bırakman lazım.

Kendisine, aç olmadığını ve bir şeyler yemek istemediğini söylediğini hatırlattım. “Sen yine de mangal yapmaya devam etmeliydin, mangal yapmaya devam etsen yerdim” dedi.

Mangal sırasında “ben mangal yapıyorum ve sen et yemek istemiyorsan, kapı orada” demeliydin. Çocukların orada ve sen sırf o aç değil diye mangal yapmayı bırakıyorsun.

Bu kadının ne düşündüğü konusunda aşırı endişe gösteriyorsun.”Mangal yapıyordum ama kadınım mangal istemiyor. Ben de onun bana kızmasını istemiyorum. O zaman mangal yok.”

Benimle güvende hissetmediğini söyledi.

Birçok kadının bacaklarını kapatan ve erkekleri neden seks yapmayı bıraktık diye merak içinde bırakan şey bu. Kancık gibi davranıyorsun, kız arkadaşın sana kızacak, bir şeyi beğenmediğini söyleyecek diye ödün kopuyor.

Maç izlemek için arkadaşlarını çağırmışsın, kız arkadaşını da çağırıyorsun. Kız geliyor ve “maç izlemekten nefret ederim” diyor. Sen de “herkes evlere, kız arkadaşım maç izlemek istemiyor” diyorsun. Bütün arkadaşların senin tam bir kancık olduğunu düşünüyorlar ve bir daha seninle maç izlemeye gelmeyecekler. Senin burada yaptığın şey bu. Seninle güvende hissetmediğini söyleme sebebi de bu. Çünkü, onun hoşuna gidip gitmediğine bakmaksızın, yapmak istediğin şeyi yapacak kadar erkek değilsin.

Ondan ayrılmayı çok düşündüm, ondan ayrılmaya çok karar verdim. Ama onunla iletişimi kestiğimde, bana gelip bu yaptığımın hiç hoşuna gitmediğini söylüyor.

Sen de bunun üzerine muhtemelen diz çöküp özür diliyorsun, belki ayaklarını öpüyorsun.

Ona karşı hislerim olduğu için, onu bırakamıyorum.

Senin muhtaçlığın ve yapışkanlığın bariz zaten. Kadının kancık davranmasının önemli bir nedeni de bu. Senin korkudan altına yapman, planlarını değiştirmen, onu memnun edeyim diye taklalar atman için, sinirlenmesi yeterli. Sen insanları hoş tutmak için her şeyi yapmaya hazır birisin ve bu da oldukça itici bir özellik.

Geçen gün ona, bensiz daha mutlu olacaksa, neden bana dönüp durduğunu sordum.

Kitabı 10 kere okudum diyorsun ama sonra kadına “beni neden seviyorsun?” diye soruyorsun. Bu aşırı zayıf bir hareket.

Bensiz tek başına yaşamaktan korktuğunu söyledi.

Böyle davrandığında, düzgün bir cevap alabileceğini düşünmüyorsun değil mi? Onun yanında kancık gibi davranıyorsun ve kadını ilişkinin erkeği yapmaya çalışıyorsun. “Ben aç değilim” diyor ve sen de “beni affet kraliçem, mangalı hemen bırakıyorum” diyorsun. Bu davranışların yüzünden senden tiksiniyor ve erkenden çekip gidiyor.

Buraya kadar anlattıklarımdan, bu kadının narsist olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu olası ama kadını yeterince bilmiyorum ve uzaktan teşhis konulamaz. Zaten ben psikiyatrist değilim. Ama yazdıklarına bakarak, problemin önemli bir kısmının senden kaynaklandığını söyleyebilirim. Kancık gibi davranman büyük problem. Bunu çocukların bile fark ediyorlar. Kadının seni, çocuklarının önünde istismar etmesine izin veriyorsun. Kendine gel birader!

Bensiz daha iyi olacağını söylüyor ve ben de onun gitmesine izin veriyorum. Ama sonra neden bana geri geliyor?

Kitabı okuduğuna emin misin? 10 defa okuduğunu söylemiştin. Kitabı 10 kere okuyan birinin sormayacağı bir soruyu soruyorsun. Geri gelmesinin sebebi, gittiğinde peşinden gitmemen, gitmesini umursamaman.

Kitapta yazılan şeyleri bazen uyguluyorsun, bazen uygulamıyorsun. Omurga kazanman ve kadınına yerini bildirmen lazım.

Rahmetli eşimle böyle problemler yaşamamıştım. Beni haşlayacağını biliyorum ama tavsiyelerin benim için çok değerli.

Probleminin önemli bir parçası, onu memnun etmek için taklalar atmak. Onun seni herkesin önünde istismar etmesine izin veriyorsun. Bu gerçekten çok kötü. Omurgasız olduğun için sana saygısı yok. Sen bir erkek olarak omurga göstermediğinde, kadın senin yanında güvende hissetmez. Sen aşırı omurgasız olduğundan o da aşırı saygısız ve gülünç davranıyor. Senin maskülen özüne güveni yok. Böyle davranman onu kurutur, senin etrafında olmak istememesine neden olur.

Sen ise erkek ile kancık arasında gidip geliyorsun. İstikrarlı bir şekilde erkek gibi davranmaman senin probleminin çok önemli bir öğesi. Bazen erkeksin, bazen küçük, yaralı bir çocuk.

Kontrol edebileceğin şeyleri kontrol etmeye başlaman lazım. İstikrarlı bir şekilde omurgalı, maskülen olman lazım. Kadının kıçını öpmek için taklalar atmayı bırakman lazım. Bu şekilde davranman seni kötü duruma sokuyor ve çocuklarına da berbat bir örnek oluyorsun. Çocukların bile sana “baba sana böyle davranmasına neden izin veriyorsun? Ona haddini bildir, erkek ol” diyorlar.

Davranışlarını düzeltmezsen, bir sonraki kadınla da sorunlar yaşayacaksın.

Tabii senin kız arkadaşının da sorunlu biri olduğu çok bariz. Kendini düzeltmesi lazım ama bu konuda hiçbir şey yapmıyor. Ama sen de sürekli zayıf ve beta davranarak, bu davranışları besliyorsun.

Mahmut Abi’nin notu: Corey Wayne’in tavsiyelerine katılmakla beraber, kadının erkek ne yaparsa yapsın aşırı sorunlu ve arıza biri olduğu çok açık. Erkek davranışlarını mutlaka düzeltmeli ama bu kadını hayatından geri dönüşsüz olarak atması gerekecek.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

Suçluluk hissettirme (guilt trip) nedir?

Birçok insanın toksik bir ilişkiyi bırakamama sebebi sevgi ya da korku değil, suçluluk duygusu. Bu suçluluk duygusu da hemen hemen her zaman, gerçek bir suçluluğa değil, ilişkide manipülatif ve toksik olan partnerin karşısındakinde aktif bir şekilde ortaya çıkarmasına dayanıyor.

Evet bu bölümde, suçluluk hissetirme (ingilizce’de guilt trip) denilen ve birçok insanın farkında olmadan içine düştüğü bir manipülasyona değineceğiz.

Suçluluk hissetirme tuzağına düşen birçok insan, bu manipülasyonun farkında değil. Eğer bu manipülasyona uğrayan biriyseniz, bu manipülasyonun farkına varmanız, daha doğrusu hissettiğiniz suçluluğun sizde özel olarak yaratıldığının farkına varmanız önemli. Manipülatif partnerin sizin aleyhinize olacak şekilde kullandığı bu silah, sizin kendi duygularınız olduğu için, bunun farkına vardığınızda, aslında kontrolü elinize alıp bu silahı etkisiz hale getirebileceğinizin de farkına varacaksınız. Çünkü siz suçluluk duymanız gerektiğine inanmadığınız sürece, kimsenin size suçluluk duyduramayacağının farkına varacaksınız.

Duygusal olarak dengeli ve dayanıklı bir insan, toksik partnerin ihtiyaç ve isteklerini onun yerine kendi sırtında taşımaz, taşıması gerektiğine inanmaz ve inandırılamaz. Toksik ve manipülatif insanın dışardan baktığınızda zeka yoksunu bir aptallıkla, çocukça bir inatla ve gülünç bir şekilde tekrarladığı bu talep ve söylemler, karşısında duygusal olarak dengeli ve dayanıklı bir insan olduğunda, toksik ve manipülatif insanın kıçına tekmeyi yiyip kapının önüne konulması ile, aşamayacağı şekilde ghostlanması ile sonuçlanır.

Duygusal olarak dengeli ve dayanıklı olmayan, çocukluklarından itibaren sevilmek ve değer verilmek için böyle şeyleri kabul etmeleri gerektiğine inanmış, kabul edilmek için sorumluluk ve suç kendinde olmasa bile bir şeyler yapması gerekenin kendisi olduğuna inanmış, duygularını yönetemeyen ebeveynlerinin gazabını üzerlerine çekmemek ya da onlar tarafından ihmal edilmemek için sürekli onların duygularının sorumluluğunu yüklenmiş insanlarsa, sevilmek ve değer verilmek için başka çareleri olmadığını düşünerek, bu talepleri sırtlarına alırlar. Kendilerini kullanan ve manipüle eden toksik partner için üzülürler, ona yardım etmeye çalışırlar ve bunun için bizzat bu insanın üzerlerinde uyguladığı istismara boyun eğerler.

Bu zihin yapısındaki birçok manipülasyon kurbanı, bunu bir güç olarak bile görür.  Birçoğu bütün bu istismara dayanarak, yeterince acı çekerek, toksik partnere onu ne kadar sevdiklerini ispatlayabileceğini ve birgün onun tarafından istismarsız ve acısız bir şekilde sevileceğini umar. Ama maalesef toksik partnerin elinde istismar edilen patner ne yaparsa yapsın ve ne kadar uzun süre yaparsa yapsın, hiçbir zaman, toksik partnerin umrunda olmayacaktır. Toksik partner bir ihtimal karşısındakini istismar ettiğini kabul etse bile, unutmayın bu düşük bir ihtimal, partnerin bu istismarı sonuna kadar hak ettiğini, ona onun yüzünden böyle davrandığını söyleyecektir.

Bu yolun sonunda mutluluk yok. Birgün birdenbire ya da zaman içinde, artık mutlu bir ilişki yaşamanızı sağlayacak bir dönüşüm asla olmayacak. Böyle bir ilişkideyseniz tüm emeğiniz ve zamanınız, dipsiz bir kuyuya akıyor ve emeğinizin karşılığını asla alamayacaksınız.

Narsist bir kadın ya da erkekle ilişkilerde çok görülen suçluluk hissettirme, istisnaları olsa da, çoğu zaman diğer partnerde zaten varolan bir zayıflığın kullanılmasına dayanır. Burada istismar edilen partnerin, çocukluktan öğrendiği bir başkalarının sorunlarını kendi sorunu yapma, kendi sırtına alma, kendi sorumluluğu haline getirme problemi vardır. Böyle bir zaafı olmayan insan, narsistin suçluluk manipülasyonuna “mal mıdır nedir?” diye tepki verirken, böyle bir zaafı olan insan, narsistin suçluluk hissetirmek için dediklerine dünden razıymış gibi inanır.

İyi olan şu ki, böyle sağlıksız bağlanma stilleri çok erken çocukluktan gelseler bile, sebepleri ve neden olduğu yaralar bilinç seviyesine çıkarılarak iyileştirilebilirler. Bu, söylemesi kolay yapması oldukça zor bir şey olsa da, ilişkilerde istismara dünden razı bir şekilde girmemek için, içinden geçmeniz gereken bir süreç.

Fakat bazı insanlar, başka insanların duygu yönetimini yüklenmeyi bırakmak istemez çünkü öz değerlerinin, oynadıkları bu role bağlı olduğunu düşünürler. Böyle bir insan, partneri tarafından istismar edilmeyi istemez ama öz değerini karşısındakinin tüm duygularının sorumluluğunu almaya endekslemenin, hemen hemen her zaman duygusal istismara gittiğini anlamaz.

Bir insan diğerinin duygularının sorumluluğunu sırtına aldığında, diğer insan her kötü veya üzgün hissettiğinde, bunun suçunu da yüklenir. Durumun doğası gereği, suçu üstüne almaktan kaçış yoktur. “Bu insanı mutlu etmek benim görevim ama bu insan mutsuz ise bu benim suçum değil” diyemezsiniz. Eğer bir insanın mutluluğu sizin göreviniz ise, mutsuzluğu sizin suçunuzdur.

Tabii ki gerçekte, bir insanın mutlu olması sizin göreviniz değil. Her yetişkin insanın mutluluğu, o yetişkin insanın kendi görevidir, mutsuzluğu ise kendi suçudur. Hiçbir yetişkinin, başka bir yetişkini, mutluluğunu görev edinmeye zorlamaya hakkı yoktur.  Başka bir yetişkinin mutluluğunu üzerinize almamak, istismar ya da kötülük değildir.

Örneğin bir romantik ilişkiye devam etmek istemiyorsanız, karşınızdaki insanı, o üzülecek ya da üzülüyor diye terk edemediğinizde, karşınızdaki kişinin mutluluğunu göreviniz haline getiriyorsunuz. Kendi ihtiyaçlarınızı ve geleceğinizi düşünmeniz ise otomatik olarak suç, suçluluk duymanız gereken bir şey oluyor. Oysa her yetişkin insan, reddedilme ve terk edilme ile kendi başına, kendi duygularını yöneterek başa çıkma ile görevlidir. Bu görevi üstlenmeyip, ayrılmak istediniz diye suçlu veya kötü bir insan değilsiniz.

Aslına bakarsanız bir insanın sizi koltuk değneği gibi kullanmasına izin vermemeniz, o insanın ruhsal ve duygusal olarak gelişimine katkı sağlar ve o insana yaptığınız bir iyiliktir. Bu insanın kendi duygusa gücünü yönetmesi için onun duygu yönetimini üstlenmemek, o insana verebileceğiniz en iyi hediyelerden biridir.

Toksik ve istimara uğranan bir ilişkiden, suçluluk hissi nedeniyle çıkamamak, hemen her zaman, ilişki sırasında karşı tarafın duygularını çok fazla ve sağlıksız bir oranda görev edinmekten kaynaklanır. Bu da hemen her zaman kişinin özdeğer eksikliğini, partneri tarafından kullanım değeri ile karşılamaya çalışmasından kaynaklanır.

Toksik ve istimara uğradığınız bir ilişkiyi bitirmek istediğinizde, istismarcı partneri çok üzdüğünüzü ya da onun hayatını mahvettiğinizi duyabilirsiniz. Tüm bu melodram içerikli suçlamalar, sizin kendinizi düşünme cüreti gösterdiğiniz için yoğun bir suçluluk hissetmeniz için tasarlanmış manipülasyonlardır.

Burada ilk yapmanız gereken şey, şunu ortaya çıkarmak: Gerçekten suçluluk mu duyuyorsunuz yoksa suçluluk hissini, bu kişinin birgün size istediğiniz değeri vereceği fantezinize sarılmak için mi kullanıyorsunuz? Bunu yaparken, bu kişinin size istediğiniz değeri asla vermeyeceğini aklınızdan çıkarmayın.

Eğer gerçekten suçluluk duyduğunuza karar verirseniz, kendinize şu soruları sorun:

“Yetişkin bir insan, kendi davranışlarının sonuçlarını yaşamak istemiyor diye, neden siz suçluluk duyuyorsunuz?”

Eğer kendi davranışları yüzünden mutsuz olduysa, öyle davranmamalıydı.

“Neden, daha iyi davranılmayı hak ettiğinizi düşünüyorsunuz diye suçluluk duyacaksınız?”

Eğer daha iyisini hak ettiğinizi düşünmüyorsa, sizi çok da umursamıyor demektir.

İlişkinize dışardan bakarak bu soruları tekrar sorun.

“Ahmet, Selin’e kötü davranıyor, bağırıyor, küfrediyor, sürekli kavga çıkarıyor. Bu durumda Selin, Ahmet’i terk ederse, bu Ahmet’in suçu mu, Selin’in mi?”

“Selin, kendisine daha iyi davranılmasını istediği için suçlu mu?

Selin’in kendisini düşünerek Ahmet’i terk etmesi suç değil. Ahmet ne kadar üzülürse üzülsün suç değil. Bunu iddia edenler, Ahmet ya da Ahmet’in arkadaşı, Selin’in hayatından hemen atması gereken toksik insanlar.

İlişkide neyin sizin suçunuz, neyin onun suçu olduğunu yazın. Eğer sizin suçunuz olan şeylerin listesi çok kısa ise, neden tüm suçu üstünüze almanız gerektiğini hissediyorsunuz? Bunu düşünün çünkü sorununuzun kaynağı tam olarak bu temel inanç.

Neden böyle davranılmayı hak ettiğinizi düşünüyorsunuz?

Böyle davranılmayı hak etmiyorsanız, neden size böyle davranılmasına izin veriyorsunuz?

Bunları düşünmeye başladığınızda, asıl şeytanın karşınızda değil içinizde olduğunu, içinizdeki bu şeytanı sizi kullanmak üzere karşınızdaki hastalıklı insana yönelttiğini göreceksiniz. O kişiyi hayatınızdan atmak tabii ki içinizdeki şeytana büyük bir darbe vuracak ama asıl savaş içinizde, dışarıda değil.

Bu arada önemli bir suçluluk hissettirme manipülasyon aracı da göstere göstere, bak beni ne kadar üzdün, yıprattın diye ağlamaktır.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize özellikle de toksik ilişkiler rehberi kitabına bakabilirsiniz.

Üniversitede ilk yılımın yarısı bitti ve bir türlü kız arkadaş bulamadım. – Vaka çalışması

Bu vaka çalışmasını, Patreon’da yayınlamıştım. Her 3-4 ayda bir oradaki yayınlardan bir tanesini, ücretsiz üyelere açıyorum. Ücretsiz üye olarak oradaki ücretsiz üyeler için açık yayınlara da erişebilirsiniz.

Üniversiteye yeni başlamış bir takipçi, ilk senesini yarılamasına rağmen kız arkadaş bulamadığını ve bunun ne kadar kötü bir durum olduğunu soruyor ve ben de cevaplıyorum. Sonra da kadınların kıçı, onların kıçını kaldıran bir beta sürüsü yüzünden kalkık sanan bir elemanı, siteden atmak yerine cevaplamışım nedense.

Vaka çalışmasını dinlemek için:

Üniversitede ilk yılımın yarısı bitti ve bir türlü kız arkadaş bulamadım. – Vaka çalışması