Dünya her geçen gün kötüye giderken, biz neler yapabiliriz?

Bu yazı, seçme yayınlarından Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Setini hazırladığımız Dr.K’nın  What To Do When The World Is Falling Apart yayınının çevirisidir.

Günümüzde her şey kontrolden çıkmaya başladı. Rusya ve Ukrayna arasında uzayıp duran bir savaş var. Amerika Birleşik Devletleri borsası dibe doğru çakılıyor. Bütün bunların üstüne bir de yalnızlık salgını var. Bu salgın sadece genç erkekleri değil, tüm gençleri etkiliyor. Bazı ülkelerde, tarihin en düşük doğum oranları ile karşı karşıyayız ki bu muhtemelen ülke ekonomilerine yıkım getirecek. Yani dünya kıyamete gidiyor gibi ve kimse bu konu hakkında ne yapacağını bilmiyor.

Biz bu bölümde, her ne kadar imkansız gibi görünse de, dünya her geçen gün daha kötüye giderken, kendi yolunuzda nasıl ilerleyebileceğinizi konuşacağız.

Dünya her geçen gün kötüye giderken, kendi hayatınızı ileri taşıyabilmek için ilk anlamanız gereken şey, belirsizlikler ile çevrelendiğiniz zaman kendi hayatınızı ileri taşıyamayacak kadar sakatlanmanızın nedeni.

İyi bir tedavi için ilk ve en önemli gereksinim, doğru teşhistir. Bir problemi çözmek istiyorsanız, o problemin gerçekte ne olduğunu anlamanız şart. Konumuz bağlamında söyleyebileceğim ilk şey, dünyanın her geçen gün daha kötüye, kaosa doğru gidiyor olması, asıl problem değil.

Japon Kanji alfabesinde “kriz”, tehlike ve fırsat karakterlerinin birleşiminden oluşuyor. Örneğin borsa her geçen gün değer kaybetse de, Warren Buffett gibi milyar dolarlık nakit üzerinde oturan adamlar için bu tehlikeli durum, fırsat olabiliyor. Dünyada belirsizlik olduğunda, bazı insanlar bu belirsizliği, kendi hayatlarını olabilecek en iyi şekilde iyileştirmek için kullanabiliyorlar. Fakat aynı belirsizlik, insanların büyük çoğunluğunun hayatını harap edebiliyor.

Dünyanın kaos içinde olması durumunda ileri doğru hareket edebilmek için, bu noktaya nasıl geldiğimizi anlamamız gerekiyor. Ve bu da, milenyal nesilden (1980’lerin başından 1990’ların sonuna kadar doğan kuşağa ait) alfa kuşağına (2010’lu yılların ilk yıllarından itibaren doğanlar) uzanan neslin, yani 1980 ve sonrasında doğanların, hayatlarının büyük bir kısmında kronik olarak travmaya maruz kaldıkları gerçeğinden başlıyor.

Travma kelimesini kullanmam size garip gelebilir zira travma dediğimizde aklımıza, genellikle fiziksel ya da duygusal istismar gelir. Burada travma derken bahsettiklerim bunlar değiller.

Bir insan travma ile her karşılaştığında, beyni ve vücudu bu travmaya karşı adaptasyon (uyum) geliştirir. Örneğin eliniz kesildiğinde, kesik alanında bir yara oluşur. Travma ile ilgili problem şu ki, eğer travmaya uzun bir süre boyunca hem maruz kalıp hem de ona adapte olduğunuzda, bu adaptasyon uyumsuz (maladaptif) olmaya başlar.

Örneğin tüm öğrencilik hayatı boyunca zorbalığa, alaya maruz kalan birisi, bu travmaya karşı görünmez ve silik biri olarak adaptasyon geliştirebilir. Bu siliklik, onun okulda daha az zorbalığa uğramasını sağlayabilir ama mesela üniversitede kızlara yaklaşması ve sosyalleşmesi gerektiğinde, bu siliklik onun başarısız olmasına neden olur. Zamanında travmaya karşı oldukça iyi çalışan bir adaptasyon, sonrasında problem yaratan bir uyumsuzluğa dönüşür.

Travmaya karşı geliştirdiğimiz temel adaptasyonlardan birisi, başlama felcidir. Başlama felci örneğin, sabah yataktan kalktığınızda, hiçbir şey yapmak istememe hissidir. Başlama felcine yakalandığınızda, en minimumu yapmak bile sizin için büyük işkenceye dönüşür. Bunun nedeni, tembel olmanız değil, toplum tarafından tekrar tekrar travmaya maruz bırakılmanız ve başlama felci ile bu travmaya adaptasyon geliştirmeniz.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) terimini yaratan Dr. Judith Herman, başlama felci kavramını da açıklıyor.

TSSB ilk olarak savaş esirleri üzerinde yapılan araştırmalardan ortaya çıktı. Savaş esirleri, esaretleri boyunca gardiyanlarla çevrili bir şekilde yaşarlar. Başlarına ne geleceğini, yarın güvende mi yoksa ölü mü olacaklarını bilemezler.

Savaş esiri ilk olarak büyük bir öfke hisseder. Ama eğer bu öfkesini gösterirse, gardiyanlar tarafından şiddetle cezalandırılır. Peki beyin, bir şeyleri düzeltme dürtümüzün şiddetle cezalandırıldığı duruma nasıl adapte olur?

Örneğin 2010 – 2015 yılları civarında büyüyen herkese, iyi bir işe sahip olmak için üniversiteye gitmeleri tavsiye ediliyordu. Diyelim ki siz de üniversiteye gittiniz ve binlerce dolarlık öğrenci kredisi çektiniz. Ama üniversiteyi bitirdiğinizde, iş piyasasının berbat olduğunu gördünüz ve kocaman bir borç ile baş başa kaldınız. Ne yapacağınız konusunda en ufak bir fikriniz yok.

Burada hangi adaptasyonu öğreneceksiniz? Hiçbir şey yapmama adaptasyonunu. Savaş esirlerine de olan bu. Savaş esirleri, gelecekte kendilerine ne olacağı belirsiz olduğundan, çevrelerinde olan biteni değiştirecek hiçbir güçleri olmadığından, yapılacak en iyi şeyin, enerji tasarrufu yapmak ve hiçbir şeye başlamamak olduğunu öğreniyorlar. Çünkü bir şeyler yapmaya başlasalar bile, bunun hiçbir işe yaramayacağını biliyorlar.

Siz de çok çalışıp karşılığında gösterecek hiçbir sonuç alamadığınızda, beyniniz bu deneyimden, hiçbir şey yapmamayı öğrenecek. Peki bu başlama felcini hangi travmalar yarattı?

Siz bir milenyalsiniz. İlk olarak 11 Eylül saldırıları oldu. Toplum olarak, New York şehrinde İkiz Kulelerde çalışan bir bankacı olsanız bile, dünyanın güvenli bir yer olmadığını öğrendiniz. Yani 2001 yılında dünya, güvensiz bir yer haline geldi.

Büyük 2001 travmasından 7 yıl sonra, büyük 2008 travması geldi. 2007-2008 yıllarında ekonomik kriz çıktı ve birçok insan iflas etti. Sonra bir iki sene işler iyiye gitse de, 2010’larda öğrenci kredisi problemi devasa boyutlara ulaşmaya başladı.

Amerika’da üniversite okuma masrafı, %400 kadar arttı. 2017’den itibaren mezun olanlar devasa öğrenci kredisi borcu ve berbat bir iş piyasası ile karşılaşmaya başladılar. Herkese “yazılımcı ol” denilmeye başlandı. Ve sonra 2020’de COVİD travması geldi. COVID döneminde, geleceği planlamayacağımızı, bugün temel sorunumuzun hayatta kalmak olduğunu öğrendik.

COVID ile beraber toplumdaki birçok çatlak da gün ışığına çıkmaya başladı. Devasa bir ruh sağlığı problemi ile karşı karşıya olduğumuzu gördük. Bağımlılık yapıcı teknoloji krizi olduğunu, devasa bir yalnızlık salgını olduğunu gördük. Kadın erkek ilişkilerinde devasa sorunlar olduğunu gördük. Artık kimse nasıl hayatta kalacağını, nasıl başarılı olacağını bilmiyor. Kimse herhangi bir şeyin nasıl yapılacağını bilmiyor. Bu kadar tekrarlanan krizler sonucunda, toplum olarak felç olduk. Kaos içindeki dünyada yaşarken, hayatta nasıl ilerleyeceğimizi bilmiyoruz.

Ama tüm durum bu değil, başka bir makro güç daha var. Bütün bu süreçte, mağdur kültürü edinmeye başladık. Vahşi batıda onur kültürü denilen bir kültür vardı. Bir kovboy, kendisine bir yanlış yapıldığında, kendisini o yanlışı bir şekilde düzeltmek zorunda hissederdi. Eğer insanlara karşı dik durmazsa, kullanılacağını düşünürdü.

Vahşi Batıda, insanların gerektiğinde başvuracağı büyük bir kurum, yasa ya da düzen yoktu. Belki bir şerif vardı ama genel olarak, biri size bir yanlış yaptığında, durumu düzeltmek için sizin bir şey yapmanız gerekiyordu.

Son 20 yıldaysa, kültürümüz mağdur kültürü diyebileceğimiz bir şeye dönüştü. Bu kültürde bir insanın hayat amaçlarını başarmak için yapabileceği en güçlü şey, mağduru oynamak. Örneğin ben küçük bir çocukken, başka çocukların zorbalığına uğradığımda, kimse bana git öğretmene şikayet et demiyordu. Öğretmenler de zaten bu konuda bir şey yapmıyorlardı. Hergün zorbalığa uğruyorsam, bunu düzeltmek için benim bir şey yapmam gerekiyordu.

Fakat zamanla zorbalığın kötü bir şey olduğunun farkına varmaya, çocuklarımıza eğer zorbalığa uğrarlarsa, bunu öğretmenlerine söylemeleri gerektiğini öğretmeye başladık. Öğretmen ve kurum olarak okul, sizi koruyacak dedik.

Eskiden insanların problemleri olduğunda bu problemleri, bir kuruma ya da yüksek otoriteye başvurmadan kendileri çözmeye çalışıyorlardı. Ama bugün hayatımızda bir şeyler ters gitmeye başladığında, başkalarına başvurup “ben mağdurum, bu haksızlık ve bunu benim için düzeltmenizi istiyorum” diyoruz.

Bu yeni paradigmayı arkadaş çevrenizde, ailenizde ve iş yerinde görmeye başladınız. Artık gelinzillalarımız (aşırı talepkar ve tatmin edilemez gelinler), Karen’lerimiz var. Bir Karen’in standart çalışma prosedürü, mağduru oynamak. “Bu şahıs tam yağlı süt yerine soya sütü siparişi vererek beni mağdur etti” gibi şeyler yapmak.

Mağdur kültürünün çalışabilmesi için, her şeyi herkes için eşit yapmaya çalışan kurumların olması lazım. İnsanlar da güç dengesizlikleri ile karşılaştıklarında, bu kurumlara başvuruyorlar. Bunun sonucunda da, sorumluluk almak yerine, kurumlara bel bağlayan bir insan toplumu türedi.

Mağdur kültürüne nasıl geldiğimizi anlamak için, yaklaşık olarak 1950 – 1980 yılları arasında doğan şanslı, bir önceki nesile bakmamız gerekli. Bu nesil tarihte daha önce görülmemiş bir ekonomik büyüme gördüler ve bu dalgayı sürdüler. Bu nesil çok çalışkan olduğunu düşünüyordu ama aslına bakarsanız bu nesil çok çalışkan falan değildi.

Bir önceki nesil yine de çok çalışmanın her şey için yeterli olacağına inanarak yaşadı. Ama 2000’lerden sonra toplum çok değişti. Şimdi insanlara bir yandan çok çalışarak başarılı olacakları söyleniyor ve bir yandan da dünyada yanlış giden birşeyler varsa, bunun başkasının sorumluluğunda olduğu söyleniyor.

Yakın zamanda, yeni neslin internette sıklıkla paylaştığını gördüğüm bir paylaşım var.  Bu paylaşım “benden her hafta 40 saat çalışmam, hergün 2 saati iş yolunda geçirmem bekleniyor. Bu hayat mı? Böyle bir hayat nasıl eğlenceli veya tatmin edici olabilir?”

Bu paylaşımları okurken “peki size hayatın bundan daha fazlası olması gerektiğini kim söyledi?” diye düşünüyorum. İnsanoğlu hariç diğer tüm canlıların hayatı, her gün hayatta kalma mücadelesi ile geçiyor. Hayatın fabrika ayarı, eğlence ve manevi doyuruculuk değil, hayatta kalma mücadelesi.

Bunu söylediğimde bana “ama Dr.K, bu haksızlık. Hayatı kolay ve oldukça doyurucu olan bir sürü var” diyebilirsiniz. “Hayat daha adil olmalı” diyebilirsiniz. Peki hayat belli bir şekilde olmalıydı diyorsanız, hayatı bu şekle getirmenin sorumluluğu kime ait? Dünya şöyle olmalıydı derken dünyayı öyle yapmak için harekete geçme isteğiniz yoksa, size ne diyebileceğimi bilmiyorum.

Hayatın daha adil olması konusunda size katılıyorum. “İnsanlar daha nazik olmalı”, “ekonomik  fırsatlar daha adil dağılmış olmalı” diyorsanız, bunlara katılıyorum. İdeal bir dünyada herkes aynı oranda çalışmalı, aynı şekilde tatil yapabilmeli ve eğlenebilmeli. Ama o dünyayı kim yaratacak? Orada sosyal medya başında tweet atarak oturup, bir şeylerin değişmesini mi bekleyeceksiniz? Acımasız davranmak istemiyorum ama dünya nasıl olması gerektiği gibi olacak sanıyorsunuz? Bu değişimi gerçekleştirmek kimin sorumluluğu?

“Devlet yöneticileri yapmalı, bu iş onların sorumluluğunda” diyebilirsiniz. Tamam ama devlet yöneticileri bu değişikliği yapıyorlar mı? Yapmıyorlarsa ne yapacaksınız? Tüm sorun zaten hayatımızın kontrolünü gücü elinde tutan insanlara vermemiz. Bunu yaptığımızda ne oldu? Bizim için iyi olmadı.

Peki bu konuda neler yapabiliriz? Ben yapabileceğimiz çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Fakat bir şeyler yapmaya başlamadan önce anlamanız gereken en önemli şey, çevremizi kontrol edemeyeceğiniz. Eğer bir devlet başkanı değilseniz, savaşları kontrol edemezsiniz. Enflasyonu kontrol edemezsiniz. Dünyaya geldiniz ve dünya sizin kontrol edemeyeceğiniz şeylerle dolu. Ve insanların %75’i, bu şeylerin altında eziliyorlar. %25’i ise bu şeylere rağmen gelişip güçleniyorlar.

Çevremizi kontrol edemiyorsak, kontrol edebildiğimiz şeylerlere odaklanmamız lazım. Kontrol edebildiğimiz en önemli şeylerden birisi de, çevremizdeki kontrolümüz dışındaki olaylara nasıl tepki verdiğimiz. Zorluklarla karşı karşıya kaldığınızda, nasıl tepki vereceğinizi, neler yapacağınızı kontrol edebilirsiniz.

Bir olay karşısında hiçbir şey yapamayacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Olayların sizin baş edebileceğinizden çok daha büyük olduğunu düşünebilirsiniz. Bu olaylar karşısında bir şeyler yapmanın imkansız olduğunu düşünebilirsiniz.

Böyle düşünüyorsanız haksız sayılmazsınız ama bu düşünce şekli size faydalı değil. Zihniniz size “enflasyon karşısında hiçbir şey yapamazsın” diyorsa, siz doğruyu söylüyor ama bu, sizin hayatta hiçbir şey yapamayacağınız anlamına gelmiyor. Çevrenizi kontrol edemediğiniz durumlarda bile, bu çevresel olaylara verdiğiniz tepkileri kontrol edebilirsiniz.

Bu noktada, hayatınızı tamamen mahveden bir “kötü çocuğa”, teknolojiye geliyoruz. Bütün bu makro ekonomik güçlerin yanında, beynimizi, motivasyonumuzu, dünya algımızı, başarının ne olduğunu, bizim için başarının ne demek olduğunu şekillendiren, son derece bağımlılık yapıcı teknolojilerle de karşı karşıyayız.

Birçok insan “kendi durumumu iyileştirmek için yapabileceğim hiçbir şey yok” diyor. Bir hasta ofisime gelip bana bunu söylediğinde, ona “telefonunu çıkar ve her gün ortalama kaç saat telefon ekranında geçirdiğine bak” diyorum. Örneğin 4 saat 37 dakika diyelim ki, en son baktığımda, araştırmalar bu rakamı gösteriyordu.

Birçok insan, iş yüzünden telefonda bu kadar çok zaman geçirmeleri gerektiğini söylüyor. Saçmalık bu. Bunun saçmalık olduğunu hepimiz biliyoruz. TikTok’ta, YouTube’da, Instagram’da, vs. ne kadar zaman geçirdiğinize bakın. Ne kadar zamanı çöpe attığınıza bakın.

Haftada 7 gün, günde ortalama 4 saati telefonda çöpe atıyorsunuz. Bu rakamlar bilgisayarda, NetFlix izlerken ya da sevdiğiniz TV Dizisini izlerken çöpe attığınız saatleri de içermiyor. Siz haftada 30 saatinizi çöpe atıyorsunuz.

Telefonda her hafta geçirdiğiniz 30 saat, sizin hayatınızı düzeltmek için kullanacağınız zaman ama biz böyle hissetmiyoruz değil mi? Yataktan kalkıyorsunuz ve hiçbir şey için motivasyonunuz yok, hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz. Zihniniz bir iş başvurusu yapmanın boşa zaman kaybı olduğunu söylüyor. Geleceğe yapacağınız tüm o yatırıma değmez çünkü dünyanın ne olacağı belli değil. Bu da eğer biraz önce bahsettiklerimizi hatırlıyorsanız başlama felcinin ta kendisi.

Günümüzde hayatı inanılmaz ölçüde reaktif bir şekilde yaşıyoruz. Bir şeyler inşa etmek yerine hayatta kalmaya çalışarak yaşıyoruz çünkü bir şeyler inşa etmenin ne faydası var ki? Ne olacağı belli olmayan bir dünyada, bir şeyler inşa etmenin, kumdan kale yapmak gibi bir şey olduğunu düşünüyoruz. Ama düşünce şeklinizde çok büyük bir problem var.

Sabah kalktığınızda, herhangi bir şey yapmak için motivasyonunuz yok ve bir şey yapmanın ne anlamı var diye düşünüyorsunuz. Sizden çok daha başarılı insanlara bakıyorsunuz ve “dünya hiç de adaletli bir yer değil” diye düşünüyorsunuz.

Peki bu düşüncelerin nereden geldiğini, ne olduklarını hiç düşündünüz mü? Bu düşüncelerin doğru olduğunu varsayıyorsunuz ama öyle değiller. Bu düşünceler aslında, sandığınız şeyler bile değiller. Bu düşünceler, dopamin için duyulan şiddetli arzunun ifade şekilleri.

Alkolik birini düşünün. Bu insan, alkol için duyduğu şiddetli arzuyu nasıl hisseder? Bazen susuzluk olarak hisseder. Bazen kaygı olarak hisseder, bazen bir rahatlama özlemi olarak hisseder. Bazen de dünyaya karşı büyük bir öfke olarak hisseder, bazen de “elimden bir şey gelmez” diye hisseder.

Dopamin açlığı, beynimizde çekirdek akumbens adlı bölgede meydana gelir. Ama bu dopamin açlığını nasıl hissedersiniz? Bu his neye benzer? “Dopamin bulup enjekte etmem lazım” şeklinde hissetmezsiniz değil mi? Dopamin açlığını, motivasyon olarak hissedersiniz. Sabah kalktığınızda, içinizden hiçbir şey yapmak gelmiyorsa bu, dopamin açlığıdır.

Dopamin açlığı, can sıkıntısı şeklinde hissedilir. Bunu bir düşünün. Can sıkıntısı nedir? Can sıkıntısı, hem zihinsel hem de bedensel olarak hissettiğimiz ve bizi bir şeyler aramaya iten bir rahatsızlık hissidir. Can sıkıntısı, sizi bir ekran aramaya iter, cep telefonunuzu cebinizden çıkarmaya iter, porno izlemeye iter. Yani can sıkıntısı ve bir motivasyon, gerçekte sizin dopamin açlığınızdır. Bu şekilde de, günlerinizi hayatınızı iyileştirmek yerine, dopamin arayıp bularak geçirirsiniz.

Dünyada bu kadar belirsizlik varken, ne yapabilirim? Kendi durumumu düzeltemiyorum ki! Tamam, bu anlaşılır ama ortada çok büyük bir problem var. Çevrenizde olan şeylere etki edemediğiniz, makro problemleri düzeltemediğiniz durumlarda, çevrenize nasıl doğru tepkiler verebilirsiniz, yapabileceğiniz doğru şeyler neler? İşte bunlar, sorabileceğiniz yanlış sorular.

Geleceği tahmin etmenin hiçbir yolu yok. Neler olacağını bilemezsiniz. Size tavsiyem, çevrenize nasıl doğru tepkiler vereceğinizi düşünmeyi bırakmak. Bunun yerine, çevrenize verdiğiniz yanlış tepkileri düşünün ve bunları yapmayı bırakın. Milyonlarca doları yöneten CEO’larla ya da 30 yaşına dayandığı halde anne ve babasıyla yaşayan dejenere oyun bağımlıları ile yaptığım çalışmalarda gördüğüm, insanların doğru tepkilerin ne olduğunu bulmadan önce, yanlış yapmayı bırakmaları gerektiği. İlk yapmanız gereken şey, sabah kalkar kalkmaz 2 saatinizi cep telefonu ekranında boşa harcamayı bırakmak. Doğru tepki, yapacağınız doğru şey, yanlış şeyleri yapmayı bırakmak!

Yapmanız gereken doğruları bilmiyor olabilirsiniz ama hepiniz, yaptığınız yanlış şeyleri biliyorsunuz. Sabah kalkar kalkmaz cep telefonuna bakmanın ve saatlerce ekranda kalmanın yanlış olduğunu biliyorsunuz. Haftasonu yapacak hiçbir şey bulamadığınız için, evde boş boş pineklemenin yanlış olduğunu biliyorsunuz. İlk yapmanız gereken şey, yaptığınız yanlış şeylerin bir listesini çıkarmak.

Bu noktada size verebileceğim en etkili tavsiye, kendinizi hazırlama yolunda ilerlemeniz. Yarın ne olacağını, dünyanın nereye gideceğini, ekonominin nereye gideceğiniz bilmiyorsunuz ve bilemeyeceksiniz. Ama ne olursa olsun, dünya yarın neye dönüşürse dönüşsün, bu durumla yüzleşmek için ne kadar hazırlıklısınız? Muhtemelen “hiç hazırlıklı değilim” diyeceksiniz. Düzeltmeniz gereken şey de tam olarak bu işte. Fiziksel olarak sağlıklı mısınız? Zihinsel olarak sağlıklı mısınız? Hergün yeni bir şey öğreniyor musunuz?

“Ne öğreneceğim?” diye sorabilirsiniz. Bu yanlış bir sorun. Bir şey öğrenin, ne olduğu önemli değil. Önce kendinizi ileri doğru hareket ettirin. Çevrenizdeki dünya yıkılıyor olabilir ama siz her şeyden önce, moral bozukluğuna ve başlama felcine teslim olmamayı başarın.

Bugünü çöpe attıysanız, bugün hiçbir şey elde edemediniz. Ama bugünü çöpe atmak yerine herhangi bir şey öğrenseydiniz, bunun ekmek pişirmek mi, sebze ekmek mi olduğu önemli değil, bu öğrendiğiniz size yarın faydalı olabilir mi? Belki, bunu bilmiyoruz. Ama en azından, bugünü üretken geçirdiniz ve olduğunuz yerde saymak yerine bir şekilde ileri doğru yürüdünüz.

Özetlersek, yaptığınız yanlış şeyleri bulun, o şeyleri yapmayı bırakın ve o şeyler yerine o gün neleri doğru hissediyorsanız onları yapın. Bu davranışınız zaman içinde evrimleşerek, zaman içinde doğru olduğunu hissettiğiniz şeye bağlanır.

Yapacağınız ikinci şey ise, günümüz ekonomisi gibi ekonomilerde, insanların yapmadığı bir şeyi yapmak: kendinize yatırım yapmak.Teknoloji alanında üniversiteye gitmeli misiniz bilmediğinizde bile, borsaya yatırım yapmalı mısınız bilmediğinizde bile, en azından kendinize yatırım yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.

Ekonomi kötüye gitmeye başladığında birçok insan kendine yatırım yapmayı bırakıyor. “Spor salonuna verecek param yok, sağlıklı beslenmeye harcayacak param yok, terapiye gidecek param yok” diyerek kendilerine yatırım yapmayı bırakıyorlar. Size tavsiyem, ekonomik olarak zor günler yaşadığınızda, NetFlix, Uber Eats, abur cubur, vs. gibi tüm mikta harcamaları kısın ve bu parayı kendinize yatırın. Psikolojik bir probleminiz varsa bir uzman görün çünkü en son isteyeceğiniz şeylerden birisi, dünya yıkılırken depresyonda olmak.

Son olarak da size, çevrenizde olan tüm o kötü şeylerden kurtulmanızı sağlayacak bir teknik öğreteceğim. Enflasyon, savaşlar, pansemi, borsanın dibe çakılması, vs. gibi makro durumların içinde, bütün bunların saldırısı altında bir insansınız. Bunlar sizin motivasyonunuzu yok ediyorlar, sizi ezici bir depresyona itiyorlar. Bütün bu şeyler sizin kontrolünüzün dışında ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz.

Şimdi söyleyeceklerim size garip gelebilir ama, günün sonunda yapmanız gereken şeyleri yapmak zorundasınız. Su içmelisiniz, sabah kalkınca duş almalısınız, mutfağı temizlemelisiniz, işe gitmelisiniz ya da iş başvurusu yapmalısınız, spor yapmalısınız, vs. Dünya yıkılıyorken bile, sonuçta hayatınız kökünden değişmiyor. Ama bütün bunlar hayatınızı kökünden değiştiriyor olsalar bile, sağlıklı tepkiler vermelisiniz.

Peki tüm bu negatif duyguların ve kaygıların sizi ezip geçmemesi için sığınabileceğiniz fırtına gözünü, vahayı nasıl bulacaksınız. Ben size oldukça zor ama güçlü bir meditasyon tekniği öğreteceğim. Bu teknik, “değişmeyene sığınma” meditasyonu.

Başka çareniz kalmadığı anlar, hiç yapmayacağınız şeylere kalkışmayı gerektirir. Farkındalık ya da nefes meditasyonu yapmayacağız. En güçlü meditasyon tekniğini uygulayacağız.

Gözlerinizi kapayın ve içinize bakın. Bir sürü kötü şey göreceksiniz. Bu kötü şeylerle etkileşime geçmeyin. Bir şey yüzünden kaygı duyuyorsanız, bu şeyi savunmayın, rasyonelleştirmeyin, çözmeye çalışmyın. Kendinizi bu şeyden korumaya kalkmayın. İçinizde her ne negatif varsa, o negatif var.

İçinizde neyin değişken olduğunu ve neyin değişken olmadığını gözlemleyin. Bazılarınız, içinizdeki negatifin hiç değişmediğini söyleyecekler ama bu doğru değil. İçinizdeki negatifin miktarı ve şekli gün içinde sürekli ve hızlı bir şekilde değişir. İçinizde bir sürü problem var ve bunlar sürekli olarak değişiyorlar. Açlık gelir gider, kaşınma hissi gelir gider. İçinizdeki değişmeyene sığının.

Bu, yapması zor bir şey ama bunu 30 gün boyunca günde 5-20 dakika yapın.

Bir meditasyon tekniği ne kadar güçlü ise onu öğretmesi ve öğrenmesi çok zordur. İçinizde değişmeyeni nerede bulacağınızın cevabını biz veremeyiz, siz kendiniz pratik ile bulacaksınız. Bu yeri bulduğunuzda da, bu yerin oldukça huzurlu olduğunu göreceksiniz. Bu yerde kaldığınızda, dünyevi kaygıların ortadan kalktığını göreceksiniz. Bu önemli zira kaygı, insanı felç eden bir duygu. Kaygınız ile uğraşamayacak şekilde felç olduğunuzda ise, kaygınız gerçeklik olur. Korktuğunuz şey kaderiniz olur.

İçinizdeki değişmeyeni bulduğunuzda, fırtınadan etkilenmeyen o dingin yeri bulduğunuzda, çevrenize verdiğiniz tepkilerin büyük oranda değiştiğini göreceksiniz. Çevreniz ne kadar korkutucu ve kötü olsa da, çevrenize tepki verebildiğinizi, harekete geçebildiğinizi görebileceksiniz.

Not: Dr. K burada “abide to what is unchanging” yani “değişmeyene sığınma meditasyonununu” Hindu / Budist perspektiften anlatınca anlaşılmaz gelebilir ama bu “meditasyon” İslam’da ve Hristiyanlık’ta da var. İslam’da bu kavramı istiâze (Allah’a sığınmak, her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini isteme olarak biliyoruz mesela.

Evet, dünya kötüye gidiyor. Bu sizin suçunuz değil ama bununla baş etmeniz gerekiyor. Dünyanın adil olup olmadığını düşünmeyi, karşılaştırmalar yapmayı bırakın. Bunların size hiçbir faydası yok. Yataktan her kalktığınızda, darmadağın odanıza bakıp, başkalarının odalarını temizlemek ve toplamak için hizmetçileri olduğunu düşünmenin, sizin odanızın toplanmasına hiçbir katkısı yok. Karşılaştırma yapmak, sizin egonuzun mastürbasyon döngüsüdür. Size hiçbir faydası yoktur. Bunun yerine, size neyin faydası olacağını düşünün.

Birincisi, eğer yapmanız gereken doğru şeylerin ne olduğunu bilmiyorsanız, yapmamanız gereken yanlış şeyleri yapmayı bırakmaya başlayın. Yapmamanız gereken yanlış şeylerin neler olduklarını çok iyi biliyorsunuz. Yani ilk önce, berbat şeylerden uzaklaşmaya başlayın. Yanlış olduğunu bildiğiniz şeyleri yapmayı bırakma yoluna girdiğinizde, (doğru yönde) ne kadar ilerleme göstereceğinize şaşacaksınız.

İkincisi, kendinize yatırım yapın. Kendinize ne yatırımı yapacağınızı bilmiyorsanız, herhangi bir şey yapın. Yemek yapmayı mı öğrenirsiniz, spor salonuna mı gidersiniz, terapiste mi gidersiniz bilmiyorum.

Üçüncüsü, içinizdeki değişmeyene sığının. Bu, yapabileceğiniz en zor ama en güçlü şey.

Son olarak da, dünya kötüye gidiyor olsa da, dünyada hala çok fazla iyi şey var. Aslına bakarsanız, dünyanın çoğu hala iyi. Eğer bir takım gibi davranırsak, birbirimize yardım edersek, bu zor günleri aşabiliriz ve belki başarılı, mutlu ve huzurlu insanlar olabiliriz. Bilmiyorum. Ama, siz bize neye ihtiyacınız olduğunu söylemediğiniz sürece, bu mümkün olmayacak.

Dışarı çık ve sosyalleş, gerisi gelir bro

Bu yazı, Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 501 kitabındaki, 24 yaşında kendini geliştiren adam bölümünden alıntıdır.

Herkes “dışarı çık ve hayatın içinde çabala” diyor. “Dışarı çık, sosyalleş, gerisi gelir”, “dışarı çık kızlara yürü, gerisi gelir”, vs. diyor. Ama kimse dışarı nasıl çıkılacağını ve dışarıya neden çıkmamız gerektiğini söylemiyor.

Eğer dışarı çıkıp aksiyon almakta zorlanıyorsanız, belli duyguları uyandıracak, kendinizi yargılamanıza ya da başkaları ile karşılaştırmanıza neden olacak belli durumlara giremiyorsanız, stres toleransınızı geliştirmeniz gerekiyor. Yani bir başka deyişle, sorun dışarı çıkıp aksiyon almaya başlamakta değil, dışarda kalıp aksiyon almaya (kaygıya rağmen) devam etmekte.

Sizde negatif duygular uyandıran bir çevreye girdiğinizde, eğer dikkatli davranmazsanız, hemen kendi konfor alanınıza, mağaranıza geri çekilirsiniz. Kaygılı hissettiğinizde beyniniz, “kaç” diye size sinyal gönderir ve siz de kaçarsanız beyninize, kaygı hissettiğinizde göstereceğiniz doğru tepkinin, kaçmak olduğunu öğretirsiniz.

İnsanlık mağaralarda yaşarken ve kaplanlar tarafından avlanırken, kaçmak oldukça mantıklı ama günümüz dünyasında bu tepki oldukça uyumsuz (maladaptif) bir tepki. Beyniniz, içinde yaşadığımız modern dünya için tasarlanmadı, 600 bin yıl önce varolan bir dünya için tasarlandı.

İnsanlar “bilinçsiz bir şekilde dışarı çıkayım ve bu, daha iyi olmam için yeterli” diye düşünüyorlar ama işin mekanizması bu değil. Yapmanız gereken şey, kendinizi dışarı çıkarıp, rahatsız hissettiğiniz bir duruma maruz bırakmak ve bu rahatsızlığı tolere etmek yani reaksiyon vermeden, kaçmadan, bu rahatsızlıkla etkileşime geçmeden durmak. Stres ile başbaşa kalıp bir şey yapmamanız bile, ilk başta stres seviyesi artsa bile sonra aşamalı olarak azaltır. Soğuk suya atladığınızda ilk başta çok soğuk hissedip sonra vücudunuzun suya alışması ile soğuk hissinin azalması gibi.

Sosyal durumlarda kaygılı bile olsanız, düşüncelerinizi beslemediğiniz sürece – bunun ne demek olduğuna geleceğiz – kaygıya alışırsınız ve sonra kaygı kaybolur. Yapmanız gereken şey, zor bir duruma tolerans göstermeyi becermek.

Sosyal bir ortama gittiğinizde, dışarı çıkıp aksiyon alma işinin yarısını yapmış oluyorsunuz. Dışarı çıkıp aksiyon almanın işinize yaraması için, diğer yarısını da yapmalısınız yani insanlarla etkileşime girmeniz ve stresi, stresten kaçmadan tolere etmeniz de lazım.

Burada stresi tolere ederken bundan hoşlanmak ya da bir sorun çözmek zorunda değilsiniz. Yapmanız gereken tek şey, soğuk suya atladığınızda soğuğa rağmen suda kalmak gibi, strese rağmen sosyal durumdan kaçmadan orada insanlarla etkileşim içinde kalmak. Bunun sonucunda havuzda biraz kaldığınızda vücudunuzun soğuğa alışması gibi, vücudunuz strese, sosyal duruma intibak edecek.

Beyniniz sosyal durumlara ve onların stresine intibak ettikçe ve siz daha az negatif duygu hissettikçe, insanlarla konuşmaya, onlara merhaba demeye, toplanıp konuşan gruplara karışma gibi etkileşimler yapacaksınız. “Bugünkü dersi anlamak zordu” ya da “bu oyunu ilk defa mı oynuyorsunuz?” gibi açılışlar yapacaksınız.

Kaygı dopamin devrelerini kapatır

Beyninizin kaygıya maruz kalıp kaygıya intibak etmesi çok önemli zira kaygılı olduğumuz zaman, dopaminerjik devrelerimiz devre dışı kalır. Belli bir durumda strese intibak edip stres hissetmemeye başladığınızda, bu durumdan zevk alma kapasiteniz artar. Örneğin daha önce kaçtığınız sosyal ortamlarda olmak istersiniz çünkü orada olmaktan zevk almaya başlarsınız. Akşam eve gittiğinizde, beyninizde bir bölüm, bu sosyal ortamlara yeniden girmenizi istemeye başlar. İstekli bir şekilde dışarı çıkıp aksiyon almaya, pozitif bir değer biçmeye başlarsınız.

Her dışarı çıktığınızda aynı süreç çalışır. Önce kaygınız artar, strese rağmen strese intibak edene kadar ortamda aksiyon almaya devam edersiniz ve stres azalır. Stres azaldığında, zevk için kapı açılır ve aldığınız zevk de, sosyalleşme davranışınızı pekiştirir, daha sonra yine sosyalleşmek istemenizi sağlar.

Size dışarı çıkın ve aksiyon alın diyen insanlar, bu stratejiyi bilinçaltı bir şekilde de olsa çözmüş insanlar. Ve dışarı çıkıp aksiyon almanın bazı insanlar için kolayken, bazı insanlar için çok zor olmasının sebebi, her insanın taban stres tolerans seviyesinin farklı olması.

Stres toleransı düşük biriyseniz, ortama intibak etmeniz zor olur ve ortamdan kaçmaya meyilli olursunuz. Dışa dönük ve daha dışa açık bir insansanız, kendinizi ortama koymanız daha kolay olur.

Stres toleransı yüksek, daha dışa açık insanların, “dışarı çık, aksiyon al” derken bunu çok kolay bir şeymiş gibi söyleme sebepleri, bunun onlar için gerçekten de daha kolay olmasıdır. Bazı insanlar için, dışarı çıkıp aksiyon almak, dışarıda etkileşime girip durmak zor ama bu insanların da dışarı çıkıp aksiyon alması gerekli.

Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 501

(E-Kitap – 152 sayfa – PDF/EPUB)

Merhaba,

Bu kitap, son bir iki senedir izlediğim ve bana 40 yaşından sonra bile birçok pratik şey öğreten Dr. K’nın podcastlarından derlediğim serinin beşinci kitabı.

Not: Serinin tüm kitaplarından oluşan daha iyi bir yaşam için kitap setine de bakınız.

Dr. K, psikiyatrist ve nöron bilimi çalışmalarının yanında zamanında bir süre rahip olarak da yaşamış ilginç birisi. Kendisi Hint kökenli bir Amerikalı ve internette herkese açık kanalında çok pratik ve faydalı paylaşımlar yapıyor. Özellikle günümüz dünyasında teknolojinin yarattığı ortamın, beynimizin evrimleştiği uzun geçmişimizden oldukça farklı olmasından kaynaklanan disiplinsizlik, odaklanamama, sürekli yorgunluk, motivasyon eksikliği, başarısızlık, vs. gibi sorunlar üzerine eğilen ve bu konularda iyileşmeniz için oldukça pratik bilgiler veren bu yayınları İngilizceniz varsa izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Son zamanlarda yaptığımız nöroplastisite serisindeki bölümlerin aksine, bu kitaptaki bölümler çok daha kısa ama yoğun ve oldukça pratik bilgiler içeriyorlar. Birçoğunu ben kendi hayatımda da uyguluyorum ya da uygulamaya başladım ve oldukça dönüştürücü ve iyileştirici pratikler olduklarına şahit olduğum için sizinle paylaşmak istedim.

Şimdiden iyi okumalar,

Mahmut Abi

Kitabı Türkiye’den almak için tıklayınız.
(Not: Sepete ekleyerek %30 indirim alabilirsiniz).
(Alım güvenilir Shopier ödeme sisteminden olup sizin ödeme bilgileriniz bize gelmiyor.)

Kitabı Türkiye dışından almak için tıklayınız.
(Alım güvenilir Payhip ödeme sisteminden olup sizin ödeme bilgileriniz bize gelmiyor.)

İçindekiler

Ertelemecilik (procrastination) 9
Giriş 9
Çalışma Belleği 10
Davranış Spektrumu 11
En iyiye en yakın şeyi yap 11
Bu şeyi yapamıyorum ama en azından neyi yapabilirim? 12
Bir kapıdan geçme tekniği 13
Anhedoni (Mutlu olamama hastalığı) 15
Giriş 15
Anhedoni Literatürü 15
Anhedoni kavramının kökenleri 16
Travma ve anhedoni 17
Dopamin Devresi 101 19
Dopamin salınımını minimize/maksimize etmek 21
Beyinde ne oluyor? 21
Kalan işi hesaplamak 22
Teknolojinin etkisi 24
Gölge Çalışması ile kendinizi kendinizden nasıl kurtarabilirsiniz? 26
Giriş 26
Gölge nedir? 26
Gölge Çalışması 30
Neden gölge çalışması yapmalısınız? 33
Gölge Çalışması ek bilgi 35
Kaygılı bağlananlar için Gölge Çalışması 36
Giriş 36
Kaygılı bağlanma stili 36
Gölge Çalışması 37
Gölge Çalışması – Kaygılı bağlanan kişi için günlük tutma alıştırması 39
Hazır Olma ve Gönüllü Olarak Maruz Kalma Alıştırması 42
Kendinden Nefret Eden Adamın “Eylemsizliği” 45
Giriş 45
Eylemsizlik de aslında bir eylemdir 47
Eylem sadece fiziksel eylem demek değildir 49
Daha az şey yapmalısınız 51
Neden ilerleyemiyorsunuz? 52
Dopaminerjik yanlış kablolama 52
Hayatınızı nasıl değiştireceksiniz? 54
Düşünceleriniz nereden geliyorlar? 55
Zihninizin ne söylediğine değil sizi nereye yönlendirdiğine bakın 57
İlerlemek için atabileceğiniz adımlar 57
Rahip modunun gücü: Arzuları fethetmek 63
Giriş 63
Arzu nedir? 63
Arzunun kölesi olmaktan nasıl kurtulursunuz? 64
Mutluluğun doğası 65
Şükretmek 66
24 yaşında, kendini geliştiren adam 69
Takipçi yorumu 69
Kişisel gelişim içeriğine bağımlı, kendini geliştiremeyen adam 70
Kişisel gelişim isteğinizin gerçek motivasyonu ne? 70
Teoride bilseniz de pratikte neden yapamıyorsunuz? 73
Kişisel gelişim göstermeden kişisel gelişim içeriği tüketmekten kurtulmak 73
“Dışarı çık, aksiyon al” tavsiyesi nasıl uygulanır? 74
Kaygı dopamin devrelerini kapatır 76
Kaygınıza kapılmayın 77
Kendini geliştirebilen, ama kendini geliştirmeye bağımlı olan insan 78
Yalnızken de mutlu olmanın sırrı 82
Giriş 82
Doyurucu yaşam kavramı 82
Doyurucu bir yaşam için gerekenler 83
Duygusal olarak belirgin deneyimler 84
Üretkenliğin önemi 86
Geride bıraktığınız yaşamın muhasebesi 88
Hormonlar ve fizyoloji 89
Rahiplerden öğrenebilecekleriniz 90
Bakış açısı ve içsel çevre 93
Özet ve sonuç 94
Zaman sizi pişmanlığa hapseder 96
Giriş 96
Depresyon 96
Zamanın zihin üzerindeki etkisi 97
Depresyon probleminin çözümü 99
Günlük tutma alıştırması 101
Can sıkıntısının ve mutsuzluğun nedeni 103
Giriş 103
Mutluluğun teknik anlamını unuttuk 103
Mutluluk teknik olarak nedir? 105
Mutluluğu yok eden şeylerin ortak noktası 106
Modern dünyanın herkesi bir miktar OKB’li yapması 107
Mutluluk yaratmanın yolları 107
Meditasyon 107
Can sıkıntısına karşı tolerans 108
Kalıcı düşüncelerden kurtulmak 108
Dopaminerjik dengeyi nasıl kazanırsınız? 110
Sosyal medyadan uzak kalmak 110
Dopamin detoksu yapamazsınız 111
Detoks değil sağlıklı bir denge geliştirmek 112
Beyni gerçek dünyada doyurmaya başlamak 114
Günün ilk saatlerinde ekrandan uzak durmak 115
Tembel değilsiniz, ekran tarafından dopamin rezervleri tüketilmiş birisiniz 116
Dr.K ile 35 dakikada porno bağımlılığından kurtulma 118
Giriş 118
Porno bağımlılığı verileri 118
Bağımlılığın doğası 119
Porno neden şiddetli bağımlılık yapıyor? 119
Porno izlemeyi tetikleyen beyin devreleri 120
Talamus ve limbik sistem 120
Çekirdek akumbens ve dopamin sistemi 120
Amigdala ve limbik sistem 121
Oksitosin ve yalnızlık sistemi 122
Sosyal statü sistemi 123
Porno bağımlılığına karşı eylem planı 123
Porno izleme dürtüsü ve aktivitesi arasına engeller koymak 123
Porno izlemeyi günün belli bir saatiyle kısıtlamak 124
Günün başından günü planlamak 124
Duygusal düzenleme kabiliyeti geliştirmek 125
Porno izleme tetikleyicilerini bulmak 125
Zayıflık analizi yapmak 126
Uykuda bekleyen negatif duygulardan kurtulmak 126
Bir komünite bulmak 126
Sosyal statünüzü yükseltmek 127
Düzenli spor ve sağlıklı beslenme 127
Altta yatan duygu durumu bozukluğunu tedavi etmek 128
Bağımlılığa karşı kullanabileceğiniz basit bir teknik 128
Teknoloji bağımlılığı beyninizi nasıl etkiliyor? 130
Bağımlı beyin 130
Zayıflık tuzağı 131
Zor günler hiç bitmeyecek tuzağı 131
İyileşmenin kuralları 132
Kural #1 – Hayatınızı değiştirin 132
Kural #2 – Tamamen dürüst olun. 133
Kural #4 – Kendinize iyi bakın. 135
Kural #5 – Kuralları eğip bükmeyin. 135
Soru – Cevap 136
Neden sürekli geç kalıyorsunuz? – Zaman körlüğü 138
Giriş 138
Ertelemecilik ve zaman körlüğü 138
Süre hesaplama kabiliyetsizliği 139
Zaman körlüğü sorununun kökeni 140
Süre hesaplama bozukluğu 140
Değer hesaplama hatası 141
Geriye dönük zaman algısı 142
Zaman körlüğünü nasıl çözebilirsiniz? 143
Manipülatif, toksik insanların akıl oyunları 144
Giriş 144
Birinci Evre: Değerlendirme (Manipülasyona giden yol) 144
İkinci Evre: Test Evresi 146
Üçüncü Evre: Duygusal kafa karışıklığı / Duygusal manipülasyon evresi 147
Dördüncü Evre: Her şey sizin suçunuz evresi 148
Manipülatif ve istismarcı kişinin iyiyken çok iyi olması 150
Manipülatif birinden ayrılmak 151

Manipülatif, toksik insanların akıl oyunları

Yayınlarını Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Seti ve Daha iyi bir yaşam için yayın serisi olarak derlediğimiz Dr.K.’nın en son yayınlarından birisini çevirdim.

Giriş

Bu bölümde, ilişkilerde manipülasyonu konuşacağız.

Toksik ve istismar içeren ilişkiler yaşamış birçok insanla çalıştım (diyor Dr.K.). Bu insanlar ya sağlıksız ya da toksik ilişkiler döngüsüne giriyorlar ya da toksik ebeveynlerle, kardeşlerle ya da iş arkadaşları ya da patronlarla ile başa çıkmaya çalışıyorlar. Aynı zamanda sosyopat, narsist insanlarla da çalıştım. Bu iki grup insanla çalışmam sonucunda, toksik ve istismarcı olan tarafın belli davranış kalıplarına sahip olduğunu gördüm. Bu davranış kalıplarının farkına varmak, toksik tarafın kendini düzeltip daha sağlıklı ilişkiler yaşaması için, kurbanın ise karşısındakinin kendisine ne yaptığının farkına varması, düşmanın üzerinde kullandığı stratejileri bilmesi için çok önemli.

İstismarcı partnerin genellikle bilinçsiz bir şekilde uyguladığı, istismara uğrayan partnerin ilişkiye saplanıp kalmasına neden olan ve basamak basamak ilerleyen teknikleri ele alacağız. Bu teknikler genellikle o kadar sinsiler ki, çoğu zaman istismara uğrayan taraf bunların farkına varmaz. Böyle bir ilişkide olan arkadaşınıza “bu kişi senin için iyi değil, sana iyi gelmiyor” dediğinizde, bu arkadaşınız size her şeyin yolunda olduğunu ve sorunları çözebileceğinizi söyler. “Kimse mükemmel değil ama o benim iyiliğimi düşünen biri” gibi şeyler söyler. Siz de arkadaşınızın, partnerinin kendine yaptıklarını nasıl olup da göremediğine şaşırıp durursunuz. Bu bölümde umarım, bu manipülasyon tekniklerinin, kurbanı kendilerine yapılan şeylere karşı nasıl tamamen kör ettiğini anlayabileceksiniz.

Birinci Evre: Değerlendirme (Manipülasyona giden yol)

Bu aşamada istismarcı partner, normal bir insanın tolerans göstermeyeceği ama kendisinin sürekli yaptığı şeylere tolerans gösterebilecek birini bulmaya çalışır. İstismarcı kişi, karşısındakinden istediği şeyleri almak için kullandığı istismarcı davranışlarına karşı kırılgan birini arar. Bunun için de çok basit testler yapar ve bu testler de genellikle sizin sınırlarınızı, sevgi dolu bir şekilde ihlal etmek şeklinde olur.

Sınırlarınız ihlal edildiğinde, sizin buna vereceğiniz tepki, genellikle sınırlarınızı ihlal eden kişinin size gönderdiği duygusal sinyallere göre değişir. Bir insan sizden bir şey çalarsa ve bunu yaparken “senden hoşlanmıyorum, sana zarar vermek istiyorum” sinyalleri gönderirse, beyniniz hiçbir karmaşaya düşmeden tepki verir. Karşınızdakinin size zarar vermek istediğini, kötülük yapmak istediğini bilirsiniz. Bu durumda böyle birini hayatınızdan atmak görece çok kolaydır.

Manipülatif ve istismarcı biri ise, sizin sınırlarınızı (en azından başlangıçta) sevgi ve şefkat ile ihlal eder. “Sana dokunulmasından hoşlanmadığını biliyorum ama çok güzelsin, sana dokunmadan duramıyorum” diyerek dokunup durur. Ya da “bugün çok yoğun olduğunu söyledin ama seni düşünmeden duramıyorum, o yüzden bir sürü mesaj attım” gibi şeyler söyler. Yani sizin sınırlarınızı ihlal ederken, size pozitif ya da övücü duygusal sinyaller gönderir.

Toksik partner, sizi bu şekilde dener ve değerlendirir. Eğer size doğru duygusal sinyalleri gönderirlerse, sizin sınırlarınızı ihlal edip sizden istediği şeyi koparıp koparamadığına bakar.

İstismara uğrayan ya da uğrayacak partnerin ise, kendi kırılganlıkları, güvensizlikleri vardır. Sevilmek ister, övülmek ister, kendisini arzulayan bir partner ile romantik ilişkide olmak ister. Bir de tabii popüler kültür bize, gerçekten tutkulu ilişkilerin, birbirlerine vurmalı, bağırmalı olduklarını, şiddetli bir kavganın birden bire tutkulu öpüşmelere yol açtığı bipolarlığın aşkmış gibi gösterilir. Kendi güvensizlikleriniz ve popüler medya koşullanması ile, karşınıdaki insan size sevgi sinyalleri gönderdiği sürece, sınırlarınızı ihlal etmesinin pek dert olmadığını sanırsınız.

Bir insanın pozitif ve şefkat dolu sinyaller gönderirken sizin sınırlarınızı ihlal etmesi, sizin aklınızı karıştırır, aklınızda çok büyük bir soru işareti oluşturur. İstismarcı size karmaşık sinyaller gönderdiği için, bir istismar kurbanı olduğunuzu anlayamazsınız.

Toksik partner bu aşamada partnerinin, doğru sinyallerle ve nedenlerle yapıldığında, sınırlarının ihlal edilip edilmeyeceğine izin verip vermeyeceğini anlamaya çalışır. Toksik partner, sizin sınırlarınızın doğru nedenlerle ihlal edilmesine izin verdiğinizi gördüğünde, ikinci test aşamasına geçer.

İkinci Evre: Test Evresi

Manipülatif partner, birinci aşamada, sizin doğru nedenlerle yapıldığında, sınırlarınızın ihlal edilmesine ses çıkarmadığınızı ya da çıkaramadığınızı görmüştür. İkinci aşamada ise, sınırlarınızı başka hangi nedenlerle ihlal edebileceğini, başka hangi nedenlerle sınırlarınızın ihlal edilmesine ses çıkarmayacağınızı ya da çıkaramayacağınızı test eder. Burada istismarcı partner, temel olarak sizi kontrolcü ve manşpülatif davranışa açık hale getiren diğer zayıf noktalarınızı arar.

Bu aşamada manipülatif partner, partnerinin kafasını oldukça karıştıran bir şey yapar. Partnerini kızdıracak ya da kıracak bir şey yapar ama sonra özür diler. Partnerini kırdıktan sonra sadece özür dileyerek bu yaptığının yanına kalıp kalmayacağına bakar.

Sorun şu ki, bir insanın özür dileyebilmesi, çoğu zaman o insanla ilgili olumlu bir göstergedir. Bir insan sizi kırdığında ya da kızdırdığında özür diliyorsa, o insan iyi bir insandır ya da iyi niyetlidir dersiniz. Ama manipülatif ve istismarcı bir insan ile karşı karşıya olduğunuzda, özür dilemek bir manipülasyon aracına dönüşür. “Ben bu insana kötü bir şey yaparsam, özür dileyerek bu işten yırtabilir miyim?” stratejisinin bir aracı olur.

Burada normal bir hata ve özür olayını aşan şey şu. Manipülatif ve istismarcı biri, sizin sınırlarınızı ihlal eder ve sonra özür diler. Ama orada durmaz. Sizin sınırlarınızı ilkin hafif bir şekilde ihlal etse de, sınır ihlalleri çok daha kötüleşmeye başlar. Bunun klasik örneği, fiziksel ya da duygusal şiddet gösteren partnerin, sonra dönüp “çok üzgünüm, bunu hak etmedin, lütfen bana bir şans daha ver, seni çok seviyorum, ben bazen hatalar yapan bir insanım, sarhoş olduğumda ne yaptığımı bilmiyorum, söz veriyorum değişeceğim, vs, vs, vs” demesi. Bu kişi burada aslında, sadece özür dilemenin yetip yetmeyeceğine bakar. Eğer özür dilemek yetiyorsa, kötü davranışı yapmaya ve sonrasında özür dileyip af dilemeye devam eder. Örneğin manipülatif bir erkek, birgün karısını döver ama sonra çiçekler alıp, değişeceği konusunda yeminler edip af diler. Fakat bir süre uslu durduktan sonra karısını yine döver ve ertesi gün yine af diler.

Manipülatif kişinin yapabileceği başka bir test de, hangi başka duyguların, sizin sınır ihlallerine ses çıkarmamanızı sağladığını test etmek. Partner örneğin “bu haftasonu görüşelim mi?” sorusuna “bu haftasonu çalışmam lazım bebeğim” yanıtını aldığında, bu tür bir manipülasyon yapabilir. Burada manipülasyondan konuştuğumuzu yani davranışın göstere göstere ve şiddetli olmayacağını hatırlatalım.

Manipülatif partner bu cevap üzerine haftasonu arayıp “bu hafta gerçekten çok depresifim. Çalışman gerektiğini söylemiştin ama kötü hissediyorum işte … ama sen çalışmaya devam et aşkım, ben kendi başımın çaresine bakarım. Ben burada bunalımlardayım, ama sen çalışmaya devam et aşkım, benim için endişelenme. Başımın çaresine bakabilirim” gibi şeyler söyleyebilir. Burada partner, üzülmesini, sınır ihlalinde kullanıp kullanamayacağını test eder. Partner aynı zamanda öfkeyi de kullanabilir. Örneğin “işin her zaman benden daha önemli” diye kızabilir. Ya da suçluluk duygusunu kullanabilir.

Bunun manipülasyon mu yoksa sağlıklı bir ilişkinin normal bir parçası olup olmadığını anlamanın bir yolu var. Manipülatif test, sanki sizin savunma sistemlerinizi test ediyormuş gibi ard arda değişik silahlar kullanır. Önce üzüntüyü kullanır ve bu çalışmazsa öfkeyi kullanır ve o da çalışmazsa birden özür dilemeye başlayabilir ve bu da çalışmazsa sonrasında size suçluluk duygusu tuzağı kurabilir. Manipülatif bir partner tek bir duygusal teknik kullanmaz ve sizin değişik duygularla dolmanıza neden olur.

Eğer partneriniz değişken duygusal tepkiler verip duruyorsa, bir pasif agresif, bir suçluluk duygusu ile dolu, bir özür diler şeklinde sürekli duygudan duyguya atlıyorsa, anormal bir insan ile toksik, sağlıksız bir ilişkide olduğunuzu anlayabilirsiniz.

Üçüncü Evre: Duygusal kafa karışıklığı / Duygusal manipülasyon evresi

Burada anlamanız gereken şey, bu insan bunu, neler yaparsam yanıma kalır diye bulmak için yapıyor. Ama aynı zamanda bu testler ile, sizin kafanızı aşırı karıştırıyor ve sürekli olarak bu kişinin duygularına tepki verir durumda kalıyorsunuz.

İşte duygusal manipülasyon da tam olarak burada size tesir etmeye başlıyor. Çünkü, duygusal olarak dengede olursanız, duygusal olarak manipüle edilemezsiniz. Manipülatif ve istismarcı insanlar, her şeyden önce, kafanızda kocaman bir soru işareti yaratırlar. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilemez hale gelmenizi sağlarlar. Birgün bir şekil hissedersiniz, başka gün başka bir şekil. Ve içsel olarak karmakarışık olduğunuzda da, artık duygusal manipülasyon için verimli topraklara dönersiniz. Çünkü siz ne hissettiğinizi bilmemeye başladığınızda, karşınızdaki sizde duygu yaratacak davranışlar icraa etmeye başlar.

Başlangıçta “seni çok seviyorum, ondan sana dokunmadan duramıyorum” diyen, sonra “sen eskiden bundan hoşlanıyordun, ama şimdi eskisi gibi dokunmuyoruz. Nerede hata yaptım. Çok kırgınım, benden git gide uzaklaşıyorsun” demeye başlar. Sürekli taktik değiştirir, örneğin kızgınlık gösterir. “Ben sana ne yaptım? Böyle davranmana inanamıyorum. Tüm eski sevgililerim de böyle şeyler yapıyorlardı”.

Bu tür değişen duygular karşısında kafanız karıştığında, manipülatör size istediği duygusal enerjiyi gönderebilir. Sizi suçlu hissettirebilir, üzgün hissettirebilir, kızgın hissettirebilir. Artık duygusal bir pusulanız kalmaz ve duygusal manipülasyona çok açık biri haline gelirsiniz.

Dördüncü Evre: Her şey sizin suçunuz evresi

Dördüncü evrede manipülatör sizi, kendi duygusal durumunun sorumlusu haline getirir. Manipülatör kızgın hissettiğinde siz suçlu hissedersiniz, manipülatör üzgün hissettiğinde siz yine kendinizi suçlu hissedersiniz. “Bir şeyleri yanlış yapıyorum” dersiniz.

Manipülatör bazen de sizden uzaklaşabilir, pasif agresif şeyler yapmaya başlayabilir. Bir çok sıcak, bir çok soğuk olabilir. Bu durumda da siz, neyi yanlış yaptığınızı bulmaya çalışırsınız.

Bu aşama, toksik ilişkinin tüm zehrinin kişinin içine işlediği aşamadır. Çünkü manipülasyona uğrayan kişinin kızgın olup olmaması, seviliyor hissedip hissetmemesi, vs. tamamen manipülasyona uğrayanın davranışlarına bağlıdır. Bu da, kişinin toksik bir ilişkide olduğunu anlayamamasının önemli nedenlerinden biridir. Çünkü kontrol sizdeymiş gibi hissedersiniz. “Eğer yeterince seversem”, “yeterince ilgi gösterirsem”, “tüm mesajlarına hemen cevap verirsem”, “ne isterse yaparsam”, onu içindeki şeytanlardan koruyabilim dersiniz.

Bunun klasik bir örneği, evi sürekli temiz tutarsam, akşam yemeğini zamanında hazırlarsam, kocam eve geldiğinde beni dövmez diye düşünen kadındır. Burada istismara uğrayan kişi, istismarın suçlusu kendisiymiş gibi, istismarı kontrol altında tutması gereken kendisiymiş gibi davranır. Bir South Park bölümünde karakterlerden biri, “Neden sana vurmama sebep oluyorsun, anlayamıyorum” diyordu.

Sorumluluk tamamen istismar edilen kişinin sırtına yüklendiğinde, istismarcı tüm sorumluluktan kurtulur. Birçok insanın bu tür toksik ilişkilerden çıkamama nedeni, tamamen aciz hissetmeleri değil tam tersine, her şeyi doğru yaparlarsa, durumu düzeltebilecekleri hissidir. Kişi eğer sınır ihlalerine daha fazla sessiz kalırsa, karşısındakine her istediğini verirse, onun istediği gibi biri olursa, bu aşırı gelgitli insanı kontrol edebileceğine inanır.

“Yumurta Kabukları Üstünde Yürümek” (Türkçe’de diken üstünde olmak deyimine karşılık gelen “Walking on Eggshells) adlı, sınırda kişilik bozukluğu olan biri ile yaşamı anlatan çok güzel bir kitap var. Bu deyim, böyle biri ile yaşamı çok güzel açıklıyor. Böyle toksik biriyle yaşamak için sürekli parmak uçlarında yürümek gerekiyor ve yanlış bir şey söylediğinizde ya da yaptığınzda, toksik partner sürekli olarak patlıyor. Ama bu patlama onun suçu değil, güya sizin suçunuz, onun patlamasına sebep olacak bir şey yapmamalıydınız(!).

Böyle bir ilişkiden çıkmanız zor zira ilişkiden çıkmak istediğinizde, karşınızdaki kişi tüm o duygusal manipülasyon taktiklerini üstünüze salacak. Örneğin “ben bu ilişkiyi bitirmek istiyorum” dediğinizde belki öfkelenip “pes edeceğini biliyordum, sende bu ilişkiyi yürütecek yürek olmadığını sana söylemiştim, işler biraz kötüleşince, kaçacak bir korkak olduğunu söylemiştim” gibi şeyler söyleyecek. Ya da belki suçluluk duyuyormuş gibi ağlamaya başlayacak, çiçekler alacak ve “yemin ediyorum terapiye başlayacağım” gibi şeyler söyleyecek. Belki gerçekten de terapiye gidecek. Toksik, manipülatif ve istismarcı birini terk etmek istediğinizde, bu kişi size karşı birçok duygusal manipülasyon tekniği kullanacak.

Manipülatif ve istismarcı kişinin iyiyken çok iyi olması

Manipülatif ve istismarcı kişiyi terk etmeyi gerçekten zorlaştıran bir şey daha var. Toksik kişi her zaman o kadar da kötü biri değil. Aslına bakarsanız benim gördüğüme göre, manipülatif ve istismarcı kişi ilişkinin yarısında berbat biri ama ilişkinin kalan yarısında da gayet iyi, en azından iyi olmaya çalışan biri.

Buna klasik bir örnek, madde bağımlısı ebeveyn. Bir çocuğun madde bağımlısı anne ya da babasını kendi başına bırakması zordur zira bu ebeveyn, madde etkisi altında değilken gerçek bir suçluluk duyar, işleri yoluna koymayı, kaybettiğiniz zamanı yeniden kazanmayı, iyi bir ebeveyn olmayı ister. “Çok üzgünüm, sen bunları hak etmiyorsun. Hadi gel bugün en sevdiğin şeyi yapalım. Baban daha iyi bir baba olmak için elinden geleni yapacak, söz veriyorum” der. Bunları söylerken samimidir ve çocuk da bu ebeveynin potansiyeli için ondan kopamaz. Ama sorun şu ki, ebeveyn her zaman böyle değildir. Her zaman ayık olmaz ve örneği alkol tükettiğinde, bambaşka biri olur.

Manipülatörlerin, aralıklı pekiştirme tekniğini doğal bir şeymiş gibi kullanabilmeleri gerçekten çok ilginç:

Aralıklı pekiştirme (intermittent reinforcement), bir davranış sonrası ödülün düzensiz ve (en azından görünürde) rastgele aralıklarla verilmesi durumudur. Aralıklı pekiştirmeye maruz bırakılan bireyler, diğer pekiştirme tiplerine göre (sabit aralıklı ve öngörülebilir pekiştirme) ödüle ulaşmak için çok daha fazla emek harcarlar ve dahası ödül uzun süre ufukta görünmese bile birgün geleceğine inançlarından çaba harcamaya devam ederler.

Manipülatör rastgele bir şekilde çok iyi bir  sevgiliye dönüşür ve aynı şekilde rastgele bir şekilde berbat bis sevgiliye dönüşür. Siz de kendinizi, her zaman çok iyi sevgili olması için ne yapabileceğinizi düşünüp dururken bulursunuz.

Manipülatif birinden ayrılmak

Manipülatif birinden ayrılmak istediğinizde, bu kişinin sizin üzerinizde çok çeşitli duygusal manipülasyon taktikleri kullanacağını söylemiştik. Manipülatif partner bunun yanında, ailenize, arkadaşlarınıza ve hatta iş arkadaşlarınız ya da patronlarınıza ulaşabilir. Sizi ilişkide tutmak için elinden gelen her şeyi deneyebilir.

Şimdi şunu da belirtmem gerekiyor ki, bu tip toksik insanlarla çalışmalarımdan da gördüğüm üzere, bu insanların çok az bir kısmı kötü insanlar ya da bunu kötülük olsun diye yapıyorlar. Sizi bu insanların taktiklerine karşı bilinçlendirmek istiyorum ama bu insanları şeytanlaştırmanızı istemiyorum. Bu insanların böyle davranmalarının sebebi, bu şekilde sosyalleşmeyi öğrenmiş olmaları. Narsist ya da sosyopat olanlarının oranı çok düşük, %1 civarında. Çoğu zaman bu insanlar çok kötü insanlar olduklarından değil, kendi içsel, duygusal durumları kötü ve kaotik olduğundan böyleler.

Sorularınızı bana uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz. Youtube, Spotify ve Patreon kanallarımızı da takip etmeyi unutmayın.

Kaynak: How To Beat A Manipulator’s Mind Games

Başarısızlık korkunuz motivasyonunuzu yok ediyor

Bu yazı, Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Setinin 4. kitabından alınmıştır.

Takipçi Sorusu

***

“Yıllar süren başarısızlıktan sonra, yeni işimde motivasyonumu nasıl korurum?

Yılların başarısızlığı yüzünden artık bir daha kaybedemeyecek bir noktadayım. Çok ama çok fakirim, kurtulmam gereken bazı bağımlılıklarım var ve beni sevenler benim için çok endişeliler.

Hayatımın son 3 yılı boktan bir işten atılıp başka boktan bir işe sürüklenmekle geçti. Aylar süren işsizliğim beni çok yoğun bir şekilde iş aramaya itti ve sonunda daha önce hiç kazanmadığım kadar kazanacağım bir iş buldum. İşte yükselme ve daha fazla kazanma yolu da açık. Efsanevi bir nakit akışım oldu.

Bir tarafım heyecanlı ve bu yeni fırsat sayesinde rahatladı. Bir tarafım ise sürekli olarak “bunu da sıçarsan ne olacak?” diye tırnaklarını kemiriyor.

En büyük korkum, bu işe olan motivasyonumun, bu işe verdiğim önemin sönüp gitmesi ve bir kez daha işsiz kalmak. 

Benim sorum şu: Şu an sahip olduğum heyecanı, potansiyel bir başarıya, uzun vadeli, çalışkan bir duruşa nasıl kanalize ederim.

Bu problemin kısa süre içerisinde çözülemeyeceğinin farkındayım ve çözülmesinin kolay olmadığını da biliyorum. Ama dürüst olmam gerekirse, sadece yazmak bile kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. 

Bu konuda deneyimi olan kimse var mı? Siz bu durumda ne yaptınız? Tüm tavsiyeleriniz için şimdiden teşekkür ederim.”

***

Uzun vadeli motivasyon, yapılan işe duyulan heyecandan gelmez

Takipçi burada, yeni işe başlamanın taze heyecanını, uzun vadeli motivasyona nasıl çevireceğini soruyor. Bunun kısa cevabı,”böyle bir şeyi yapamazsın” olacak.

Uzun vadeli motivasyon heyecandan gelmez, tüm içsel negatif şeylerden kurtulmanızdan gelir. Bunu anlamanız çok önemli.

Heyecanı bir ateş gibi düşünün. Heyecan zaman içinde sönecek zira heyecan sadece bir duygu. Sürekli olarak heyecanlı kalmamız mümkün değil ama maalesef bu düşünce, birçok insanın içine düştüğü bir tuzak. Birçok insan, bir heyecan alevi aldıklarında, gerçekten çok çalışıyorlar, heyecan duyuyorlar ve sonra bir şey oluyor ve eski davranışlarına geri dönüyorlar. Heyecanları yok oluyor ve her şey yeniden darmadağın olmaya başlıyor.

Motivasyon ve heyecan patlaması – biraz ilerleme – eskiye dönüş döngünün sürekli çalıştığını görebiliyoruz. Bu heyecanı devam ettirmeniz gerektiğini düşünüyorsunuz ve bu anlaşılır bir şey zira heyecan sizi atalet içinde çürümekten çekip çıkardı. Siz de “heyecanımı nasıl arttırabilirim, nasıl muhafaza edebilirim, nasıl ilerletebilirim?” diye düşünüyorsunuz.

Ben size, heyecanın bir kamp ateşi tutuşturucusu olduğunu söyleyeceğim. Bir ateş yakmak istiyorsunuz ve birkaç odun buldunuz. Ateş tutuşturucuyu koydunuz ve yaktınız. Ama bundan sonra ateşin devam etmemesi, tutuşturucunun olmamasından değil. Yağmurdan, rüzgardan, vs.

İçinizdeki küçük ateşi hayatta tutmak istiyorsunuz ama üzerinize çöken, motivasyonunuzu söndüren şeyler, hayatınızın negatif yönleri. Takipçinin yazdıklarına baktığınızda, bunu net bir şekilde görebilirsiniz.

“Yılların başarısızlığı yüzünden artık bir daha kaybedemeyecek bir noktadayım.” 

“Çok ama çok fakirim,” 

“kurtulmam gereken bazı bağımlılıklarım var”

“beni sevenler benim için çok endişeliler”

“Bir tarafım ise sürekli olarak “bunu da sıçarsan ne olacak?” diye tırnaklarını kemiriyor”

“3 yılı boktan bir işten atılıp başka boktan bir işe sürüklenmekle geçti”

Eğer gerçek motivasyonun peşindeyseniz, tutuşturucunun (heyecanın) başlattığı ateşi (motivasyonu), yağmurdan, rüzgardan (negatif düşünce ve duygularınızdan) korumanız lazım.

İnsanın fabrika ayarı motivasyondur

Her insan doğal olarak her zaman motivedir. Bunun size garip geldiğini biliyorum ama motivasyon bulmamız gerekmiyor. Motivasyonsuzluk aslında sonradan öğrendiğimiz, edindiğimiz bir şey. Motivasyonsuzluk, motive olamama, fabrika ayarlarımıza sonradan atılan bir modifikasyon.

İnsanın fabrika ayarları motivasyondur ve bunu çocuklara bakarak anlayabilirsiniz. Hemen her çocuk yürümeye, öğrenmeye, bir topu alıp fırlatmaya, diğer çocuklarla etkileşime girmeye motivedir.

Çocuklar, insanın olabilecek en doğal durumundalar ve bu da büyümek, öğrenmek ve bir şeyler yapmak için yanıp tutuşma halidir. Çocukları oldukları yerde oturmaya zorlayamazsınız, hemen sıkılırlar. Heyecan isterler, çevreyi keşfetmek isterler, bir şeyler yapmak isterler. İnsanın en doğal özelliği sürekli motive olmasıdır. Ama insanın içindeki tüm negatif pislik, motivasyonu öldürür.

Yani uzun vadeli, sürdürülebilir motivasyon, heyecanı arttırmaktan gelmez. Heyecan bizi ateşleyebilir ama uzun vadeli motivasyon aslında bizi hapseden negatif şeyleri işlememizden gelir.

Bu takipçinin ihtiyacı olan şey, ateşe yakıt değil, negatif duygulardan, şüphede, korkudan, “kaybetmem kaçınılmaz” fikrinden özgür kalmak.

Negatif duyguların doğal iniş çıkışları kaldıraç yapması

Bu arkadaşın başına şunlar gelecek: Şimdi heyecanlı ama bazı hayatın doğal akışı içinde bazı şeyler olacak ve bunların da performansına negatif etkileri olacak. Tüm o negatif düşünceler de “bak gördün mü, her şeyi mahvetmen kaçınılmazdı ve mahvetmeye başladın işte” diye bağırmaya başlayacaklar. “Sen zaten her zaman her şeyi mahvedip durdun. Denedin de ne oldu? Bak yine aynı şey oldu. Kaybetmek senin kaderinde var. Sen kaybetmeye mahkumsun!”

Ama aslında olan, hayatın doğal iniş çıkışlarıdır. Hayatınızda, ilişkilerinizde ve işinizde inişler çıkışlar olması doğaldır. Ama negatif düşünceler, bu iniş çıkışları kaldıraç olarak kullanırlar ve kişinin zihnini ele geçirdiler mi, motivasyon çöpe gider.

Neden fabrika ayarının yenilgi olduğunu varsayıyorsun?  Tamam, bunun için iyi nedenler var, bunu varsaymaman gerektiğini söylemiyorum. Bir şeyleri mahvetme eğilimin var ve bir şeyleri mahvetme ihtimalini ciddiye alman, “geçen sefer her şeyi mahvettim, şöyle zayıflıklarım var” demen, bu zayıflıklarını ciddiye alman, bunlar üzerinde çalışmanı ve bunları sonunda aşmanı sağlar.

Geçmişinin yenilgilerle dolu olması, gelecekte de yenileceğini garantilemez. Borsada “geçmiş performans, gelecekteki kazançları garanti etmez” derler. Hayatınızla ilgili çıkarımlarınız sizin kaderiniz olmak zorunda değil. Kaderiniz hala sizin ellerinizde. Yapmanız gereken, problemlerinizi ciddiye almak ve efsanevi nakit akışı için harika fırsatlarınız olduğunun farkına varmak.

Yine kaybedebilir misiniz? Evet. Ama bu olasılığı ciddiye almak, size kazanmanız için en yüksek şansı verir.

Problemlerinizi ciddiye alın

Bir spor turnuvasında kazanma şansınızın en yüksek seviyede tutmak istiyorsanız, kazanma şansınızı en doğru şekilde tartmanız gerekli. Bazı takımlar, rakiplerinden daha iyidirler ve “bu takım kötü oynuyor, biz bunları gözü kapalı yeneriz” diye düşünürler. Ama oyuna bu kafayla girerseniz, kaybetme ihtimaliniz artar. Doğru duruş, “biz bu adamlardan daha iyiyiz ama bu bir turnuva ve herkes en iyi oyununu ortaya koymaya çalışıyor”.

Bir turnuvada favori bile olsanız, rakiplerinize saygı duymanız gerekli. Onlara fazla saygı duymanız gerekmez ama yeterince saygı duymanız gerekli.

Bunun tersini de çok gördüm. Bazen takımlar rakiplerinden korkuyorlar ve kazanma şansları düşük. Bire yirmi gibi mesela. Ama bu takımlar kendi psikolojilerini gazlamaya çalışabiliyorlar ve “bu takım o kadar da iyi” değil diye kendilerini gazlıyorlar.

Zihinlerinin bir tarafında rakip takımın daha iyi olduğunu biliyorlar ama korkuyorlar ve korktuklarını itiraf edemediklerinden kendilerini gazlıyorlar:

“Bu takım o kadar da iyi değil. Aslında biz onlardan daha iyiyiz”. 

Sonra bu takım sahaya çıkıyor ve daha başından kazanma şansı bire 80’e düşüyor. Hemen kaybetmeye başlıyorlar ve oyunun başında dökülüyorlar.

Bu takımlardan çıkardığım önemli derslerden birisi de, gerçek bir şüphenin, sahte bir kendine güvenden çok daha iyi olduğu.

Burada daha zayıf takımın alması gereken duruş, “bu adamlar bizden iyiler ama kimse mükemmel değil. Kazanma şansımız var. Belki oyunu mahvetmelerini bekleyeceğim zira kendilerine aşırı güveniyorlar ve bize bu fırsatı verirlerse onlara bunun cezasını gösterebiliriz.”

Takipçi geçmişte çok yenilmiş ve yeniden yenilebileceğinin bilinciyle dikkati elden bırakmamalı. Rakibine saygı duymalı ve onu ciddiye almalı. Bunu yaparak, kazanma şansını en iyi seviyeye çıkarabilir.

Problemlerinizi ciddiye alın, onların gücüne saygı duyun. Eğer problemlerinizi ciddiye alırsanız, problemlerinizi çözebilirsiniz. Problemleriniz çözülmez değiller. Sizi olduğunuz yere mıhlayan şeylerden kurtulabilirsiniz.

Geçmişiniz geleceğinizi belirlemek zorunda değil. Kontrol sizin elinizde.

Sanal dünyada öfke kusma ile gerçek hayatta motivasyonsuzluk arasındaki bağlantı

Bu bölümde, sanalda olan şeylere öfkelenmek ile, gerçek hayatta tıkanmak, çıkmazda olmak arasındaki ilişkiye bakacağız. Birçok insan bu iki şeyin birbiriyle bağlantısı olmadığını düşünüyor ve aslına bakarsanız ben de bu şekilde düşünüyordum.

İnternette sanal şeylere öfkelenme dediğimizde aklımıza öfke yemi gibi şeyler geliyor. CEO’nun biri herkesi öfkelendiren bir şey söylüyor ya da popüler biri herkesi öfkelendiren bir şey yapıyor, vs. Ya da dünyadaki çeşit çeşit adaletsizlik hakkında bilgi sahibi oluyoruz, tüm o Karen’ları görüyoruz ve gerçekten öfke hissediyoruz.

Bir yandan da motivasyon problemimiz var. Herkes motivasyon eksikliği ile mücadele ediyor ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) yükselişte gibi görünüyor. Yapmamız gereken birçok şey olsa da, bunları bir türlü yapmıyoruz ve isteklerimizi kontrol edemiyoruz. Bunların yanında bir de teknoloji bağımlılığı, oyun bağımlılığı gibi dopaminle alakalı problemler var.

Her geçen gün, gerçek hayatta motivasyonsuzluk ile mücadele eden daha fazla sayıda  insanla çalışıyorum. Bu insanların teknoloji kullanımlarını değerlendirdiğimde, ilginç bir örüntü ile karşılaştım. Bir insanın gerçek hayatında tıkanmış, olduğu yere saplanıp kalmış olması ile internette ne kadar çok öfkelendiği arasında direkt bir ilişki var. Bu ilişkinin, dijital çağda kendisini yeni bir şekilde gösteren ama gerçekten klasik bir travma tepkisi olduğunu fark ettim.

Bunun bir travma tepkisi olduğunu söylemem size aşırı gelebilir. Travmaya uğramadığınızı ve bu nedenle bunun sizin için geçerli olmadığını düşünebilirsiniz. Ama bu bölümde anlatacaklarımdan sonra, umuyorum ki bu size biraz da olsa mantıklı gelecek.

Bunun neden klasik bir travma tepkisi olduğundan başlayalım. Travma konusunda birçok araştırma var. Örneğin savaş esirleri ya da toplama kamplarındaki esirler üzerinde yapılan araştırmalar var. Bunun yanında istismara uğramış çocuklar ile ilgili araştırmalar var. Bu tür araştırmalar bize, travmaya uğramış insanların belli bir içsel dinamiği olduğunu ve bu dinamiğin genellikle bu insanların güçsüz olduklarını gösteriyor. Hayatlarında biri tüm kontrolü ele alıyor ve bir insanın hayatı üzerinde herhangi bir kontrolü olmadığında, öfkelenmesi tamamen faydasız hale geliyor.

Bir savaş esiri gardiyana sinirlendiğinde ya da bir çocuk kendisine tamamen kayıtsız olan anne veya babasına sinirlendiğinde, bu sinir aslında kendisine zarar veriyor zira gardiyan ya da ebeveyn tarafından şiddetle cezalandırılmasına neden oluyor.

Hayatınız üzerinde kontrolünüz olmadığında ve öfke göstermenize izin verilmediğinde, öfkenizi güvenli yerlerde göstermeye başlıyorsunuz. Öfkelisiniz ve bu öfkenin bir şekilde dışa vurulması lazım. Bu durumdaki yetişkinler veya çocuklar, öfkelerini sadece güvenli yerlerde gösterebileceklerini öğreniyorlar. Bu aslında kendileri evde şiddet gören çocukların başka çocuklara zorbalık yapmalarının da sebebi. Evde zorbalığa uğruyorlar ve bu konuda hiçbir şey yapamadıkları için, öfkelerini başka yetişkinlere karşı da dışa vuramayacaklarından, en güvenli öfke dışa vurumu olarak, en küçük çocuğu seçiyorlar ve ona zorbalık yapmaya başlıyorlar.

Öfkenin dışa vurulabileceği güvenli alan demek, öfkeyi istediğiniz kadar dışa vurabileceğiniz, bunun sonucunda başınıza kötü bir şey gelmeyecek yer demek. İnternet tam olarak bu alanı sağlıyor. İnternet zaten öfke yemi dolu ve sürekli olarak bir yerlere öfkenizi kusabiliyorsunuz. İnsanlara çok kötü, yıkıcı yorumlar yazabiliyorsunuz. Onlara “hadlerini bildirebiliyorsunuz”, “senin duyguların gerçeklerin umrunda değil” gibi şeyler söyleyebiliyorsunuz. İstediğiniz kadar öfke kusuyorsunuz ve bunun bir sonucu olmuyor. Sonuçta internette öfke kusmanın en kötü cezası, genellikle bir topluluktan atılmak veya engellenmek. Ama yeni bir hesap açıp başka yerlerde öfke kusmaya devam edebiliyorsunuz.

Şimdi “tamam internette öfke kustuğum oluyor ama ben hiç travmaya uğramadım ki?” diyebilirsiniz. Ama travma tepkisi vermeniz için savaş esiri ya da istismar edilen bir çocuk olmanız gerekli değil. Öfkenizi güvenli bir şekilde dışa vuramadığınız ve bu nedenle öfkenizi dışa vurmak için başka yollar bulmanız gereken bir ortamda büyümeniz yeterli. Örneğin aşırı kontrolcü ebeveynler, sizin ne düşündüğünüzü zerre umursamayan bakıcılar gibi ortamlar sandığınızdan çok daha fazla yaygın. Bunu özellikle motivasyon problemi yaşayan insanlarda daha sık görmeye başladım.

Travma tepkisi vermeniz için Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) gibi bir teşhis almanıza gerek yok. Bu tepki örneğin biri sizi tehdit etse bile öfkenizi dışa vuramadığınız, hatta saygılı bir şekilde bile olsa karşı bile gelemediğiniz bir iş ortamı yüzünden de ortaya çıkabilir. Bu tür ortamlarda yaşayan ve çalışan insanları düşündüğünüzde, aslında travma tepkisi verecek durumda olan insan sayısı çok yüksek.

Peki bütün bunların motivasyon ile alakası ne? Travma literatürüne bakarsanız, öfkelerini güvenli bir şekilde dışa vuramayan insanların aynı zamanda motivasyonsuzluk ile mücadele ettiklerini de görürsünüz. Bu durumun bir ismi bile var: başlama felci (paralysis of initiation). Başlama felci, insanların iş yapmaya başlamakta çok zorlandıkları durumu ifade ediyor.

Öfkenin işlevini ve öfkenin beynimize ne yaptığını düşünürseniz, bunun neden böyle olduğunu anlamanız çok daha kolay olacak.

Öfke ve utanç gibi bazı duygularımız bizim bir şeylerden kaçınmamıza neden olurlar. Bunun yanında diğer bazı duygular ise motive edici duygulardır ve öfke, motive edici duygular listesinin en tepesindeki duygudur. Bunu filmlerde ya da hikayelerde de görebilirsiniz. Bir haksızlık karşısında kahramanın meydan okumak üzere şaha kalkmasına neden olan, kahramanı motive eden duygu öfkedir.

Evrimsel açıdan düşünürseniz, öfkelendiğinizde kendinizi tehlikeli bir duruma sokma iştahınız artar. Öfke, korkuyu, tehlikeyi ve utancı yenen duygudur. Öfke insanın gerçekten odaklanmasını, çok tehlikeli savaşa atlamasına ya da tehlikeli bir hayvanla bile boğuşmasına olanak sağlar.

Öfkenizi motivasyona kanalize edemediğinizde ve bunun yerine internette rastgele insanların üstüne kustuğunuzda, motivasyon için itkinizi kaybedersiniz.

Sizin de hayatınızda bir şeyler yapmanız gerektiğini bildiğiniz ama bir şeyler yapamadığınız için öfkelendiğiniz zamanlar olmuştur. İnsanlar bu durumun irade gücü ile alakalı olduğunu düşünürler. “Erken kalkmalıyım”, “şu şeye başlamalıyım” diye düşünürler. Ama burada olan aslında bir travma tepkisi.

Gerçek hayatlarında motivasyonları olmayan ve internette öfke kusan insanlarla çalışmalarımda gördüğüm, bu insanlardaki bahsettiğim travmaya odaklanıp, öfkeyi gerçek hayatlarına sağlıklı bir şekilde entegre ettiğimizde, ilerlemeye başlayabildikleri.

İlk anlamanız gereken şey, burada anlattığım kalıba girip girmediğiniz. Bunu anlamak için kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:

“Öfke hissettiğim ve bu konuda hiçbir şey yapmadığım zamanlar var mı?”

Eğer bunun cevabı evet ise, kendinize şu soruyu sorabilirsiniz:

“Öfkelendiğimde zihnimin bir parçası bana, bu insana öfkelenmenin tehlikeli olduğunu, işleri daha da beter edeceğini söylüyor mu?”

Öfkeye doğal olarak korku ile mi tepki veriyorsunuz yani öfke patlamanızı korku patlaması mı takip ediyor? Bu korku, öfkenizi yeniyor ve size “harekete geçme” diyor mu?

Bu korku sonrası bir miktar kaygınız olabiliyor ve sonra da internete girip bir şeylere öfkeleniyorsunuz, telefonunuzda video kaydırıyorsunuz, öfke yemlerini tıklıyorsunuz, vs. Bu kalıba dikkat edin. Bu gibi bir ruh halinde, şirin kedi videolarından daha çok sizi öfkelendiren şeylere yöneliyor olabilirsiniz.

Eğer kendinizde bu kalıbı görüyorsanız, travma konusunda çalışan bir terapist görebilirsiniz. Ama size şiddetle tavsiye edeceğim bir başka şey, öfke ile  sağlıklı bir ilişki geliştirmeye başlamanız.

Önce öfkelendiğinizin ve korktuğunuzun farkına vararak başlayın. Korkunuzun size neyi yapma diyor? Bunların farkına vardıktan sonra kendinize “başka biri bu durumda olsaydı ona ne tavsiye verirdim?” diye sorun. Bundan sonra yapmaya çalışacağınız şey, öfkenizi de korkunuzu da tatmin edecek bir plan kurmak. Bunu maalesef hiç yapmıyoruz. Bu şekilde geri adım atıp plan kurmak yerine, hemen kaçış mekanizmalarına atlıyoruz. Ama biraz düşünürseniz belki de birine “bu yaptığın adil değil” demenin saygılı bir yolunu bulabilirsiniz. Sorun şu ki, beyniniz böyle bir durumdan korkuyor olacak zira çok uzun bir süre önce, saygılı bir fikir ayrılığının bile cezalandırılacağını öğrendi. Ama şimdi belki 10 yaş, 15 yaş daha büyüksünüz ve durumunuz farklı. Artık o istismarcı aile ortamında değilsiniz. Daha fazla saygının işlediği gerçek bir çalışma ortamındasınız.

Burada yapmanız gereken şey, bir orta yol bulmak. Bu orta yol hem otomatik olarak ortaya çıkan ilk reaksiyona kapılmamayı hem de aynı zamanda ileri doğru hareket etmeyi sağlayacak bir yol.

Kaynak: The Surprising Link Between Anger and Motivation (YouTube)

Dr.K’nın yayınlarını Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Seti içinde çeviriyoruz.

 

Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 301

(E-Kitap – 150 sayfa – PDF/EPUB)

Merhaba,

Bu kitap, son bir iki senedir izlediğim ve bana 40 yaşından sonra bile birçok pratik şey öğreten Dr. K’nın podcastlarından derlediğim serinin üçüncü kitabı (birinci kitap burada ve ikinci kitap burada).

Not: Serinin tüm kitaplarından oluşan daha iyi bir yaşam için kitap setine de bakınız.

Dr. K, psikiyatrist ve nöron bilimi çalışmalarının yanında zamanında bir süre rahip olarak da yaşamış ilginç birisi. Kendisi Hint kökenli bir Amerikalı ve internette herkese açık kanalında çok pratik ve faydalı paylaşımlar yapıyor. Özellikle günümüz dünyasında teknolojinin yarattığı ortamın, beynimizin evrimleştiği uzun geçmişimizden oldukça farklı olmasından kaynaklanan disiplinsizlik, odaklanamama, sürekli yorgunluk, motivasyon eksikliği, başarısızlık, vs. gibi sorunlar üzerine eğilen ve bu konularda iyileşmeniz için oldukça pratik bilgiler veren bu yayınları İngilizceniz varsa izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

Son zamanlarda yaptığımız nöroplastisite serisindeki bölümlerin aksine, bu kitaptaki bölümler çok daha kısa ama yoğun ve oldukça pratik bilgiler içeriyorlar. Birçoğunu ben kendi hayatımda da uyguluyorum ya da uygulamaya başladım ve oldukça dönüştürücü ve iyileştirici pratikler olduklarına şahit olduğum için sizinle paylaşmak istedim.

Şimdiden iyi okumalar,

Mahmut Abi

Kitabı Türkiye’den almak için tıklayınız.
(Not: Sepete ekleyerek %30 indirim alabilirsiniz).
(Alım güvenilir Shopier ödeme sisteminden olup sizin ödeme bilgileriniz bize gelmiyor.)

Kitabı Türkiye dışından almak için tıklayınız.
(Alım güvenilir Payhip ödeme sisteminden olup sizin ödeme bilgileriniz bize gelmiyor.)

Kitabın içindekiler
İçindekiler 4
Önsöz 7
Neden kararsızsınız? 8
Giriş 8
Pişmanlık Korkusu 9
Kararlı insanlar daha çok yanlış seçim yapmıyorlar 10
‘Yanlış’ kararlar vermek 11
Sonuç 13
Hayatı Yakalamanın Bilimi 15
Başlamak için çok mu geç kaldım? 15
Bağlanma ve davranışsal yetişme 16
Gerçek büyüme “nasıl” olur? 17
Hayatı yakalamak için bir miktar yardıma ihtiyacınız var 17
Çevrenizi değiştirmek 18
Sosyal çevrenizi değiştirmek 19
Fiziksel çevrenizi değiştirmek 20
Zihniniz sizi nasıl sabote ediyor? 21
Kim olduğunuzun ne yaptığınızı belirlememeye başlaması 23
Kendinize aldırmamayı öğrenin 25
Giriş 25
Arjun ve Krishna 25
Duyguların peşinden gitmek 26
Arzularınızın zaman çizelgesini takip etmek 28
Dürtülere nasıl karşı koyarsınız? 29
Kendime ait bir yaşamım yok 32
Takipçi yorumu 32
Genel bakış 33
Nereden başlayacaksınız? 34
Ebeveyn desteğinin olmayışı 35
Öğrenilmiş değerler 36
Lise, öz ayarlamayı başlangıcıdır 37
Her seferinde bir problem çözün 38
Size sosyalleşme öğretildi mi? 39
Yalnızlıktan nasıl kurtulursunuz? 41
Giriş 41
Dünya artık çok daha stresli bir yer 41
İnternet yankı odaları ve etkileri 42
Yalnızlık konusunda ne yapacağız? 43
Başkalarına onların yalnızlığını çözmek için yaklaşın 44
Eğer asosyal ve yalnız biriyseniz … bunları yapın. 46
Sosyal etkileşimler neden acı veriyorlar? 46
İnsanlar artık daha az empatikler 47
Ego ve karşılaştırma 47
Teknolojinin sosyalleşme üzerindeki etkisi 49
Sosyal etkileşimlerden zevk almak için birkaç ipucu 50
Asosyal biriyseniz sosyal kelebek olmalısınız 52
Sürekli Dert Yanmak Neden Zararlı? 55
İçerik üreticilerinin dert yanma trendi 55
Dert yanmak, duygu odaklı bir başa çıkma mekanizmasıdır 56
Dert yanmanın amacı 57
Bir zihinsel alışkanlık olarak dert yanmak 58
Dert yanıp durmanın gerçek zararı 59
Zihinsel alışkanlıklarınızı gözlemleyin 60
25 yaşındayım, düşüncelerime hapsoldum, hayatta geri kaldım. 62
Giriş 62
Kontrolden çıkmış zihin 62
Zihin ne ister? 62
Hayatta olabilecek en kötü versiyonun olmak 63
“Hayatta çok geri kaldım” 64
“Zihnimde her şey çok daha iyi” 65
Pes etmemek 67
Yenilgiyi kabul etmek 68
Engel olamadığınız düşüncelerinizi durdurmanın yolu 70
Kendimizi başkaları ile karşılaştırmak 74
Giriş 74
Kendimizi neden başkaları ile karşılaştırırız? 74
Karşılaştırmalar nasıl yapılıyor? 76
Kendimizi başkaları ile karşılaştırmayı nasıl kontrol ederiz? 78
Duygularınızı nasıl kontrol edersiniz ve zihinsel olarak nasıl daha güçlü olursunuz? 81
Motivasyon eksikliğiniz yok, yanlış yönde motivasyon fazlalığınız var 104
Giriş 104
Dopamin bağımlılığı 105
Hayatınızın nasıl olmasını istiyorsunuz? 106
Motivasyon bulmaya değil, motivasyondan kurtulmaya ihtiyacınız var 107
Dolabın içindeki şeytanlar 109
“Peki ama acıdan nasıl kurtulacağız?” 110
Kendi kafamın içinde hapsoldum 112
Takipçi Yorumu 112
Analiz Felci 112
Duyguların bilişsel analizi 113
Duygulardan kopmak, aşırı entelektüel yaklaşım 114
Duyguları düzeltmek değil azaltmak 115
Duyguları sindirmek 118
Duygusal analiz için pratik bir meditasyon 119
Kişisel algılamayı nasıl bırakırsınız? 122
Giriş 122
Narsizm 122
Sorumluluk almak 123
Narsist neyi yapamaz? 125
Neden istikrarlı olamıyorsunuz? 126
Giriş 126
Hayatınızı “tek bir kişi” yaşamıyor 127
Miras aldınız, emanet olarak tutuyorsunuz 128
Öz güven kazanmak neden imkansız? 130
Giriş 130
Öz güven kazanmak için ne yapmalıyım? 130
İnsanlar neden öz güven kaybederler? 131
Güvensizliklerinizden nasıl kurtulursunuz? 131
En son öz güvenli olduğunuz zaman 132
Deneyimlerinizi yeniden gözden geçirmek 134
Dışarı çıkıp öz güven kazanmak 136
Tercihleriniz aslında sizin tercihleriniz değiller 138
Giriş 138
“Özgür irade diye bir şey yok” 139
Hazır olma potansiyeli 140
Kaçınma ile mücadele 141
Batıl inançlar 143
Bir olaydan sonra yapılan analiz 144
Kasıtlı bağlama 145
Özet ve sonuç 148
Daha İyi Bir Yaşam İçin Okuyabileceğiniz Diğer Kitaplarımız

Çok başarılı insanların yaptıkları ama sizin yapmadığınız şeyler

Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Setinden tanıyacağınız Dr.K’nın oldukça faydalı bir yayınından çeviri.

Bugün başarı konusunda en tepe %10 içinde olanları, daha altta olan %75’ten ayıran şeyler hakkında konuşacağız.

Başarılı CEO’lara ya da finans dünyasının tepesindekilere baktığınızda, bu insanların bir miktar sosyopat, narsist ve ben merkezci olduğunu düşünürsünüz ki bu insanlar gerçekten de böyleler. Ve bu özellikleri de başarılarının önemli birer parçası.

Ben (Dr. K.) bir psikiyatrist olarak her çeşit insanla çalıştım. 10 yıl kadar Boston’da MIT ve Harvard startuplarının CEO’ları ile çalıştım. Bu insanlar çok parlak fikirlere sahip ve yüzlerce milyon dolarlık şirketler inşaa eden insanlar. Tıp alanında yüksek kazançlar elde eden cerrahlarla, Goldman Sachs gibi şirketlerde çalışan finansçılarla çalıştım. Bunların yanında oldukça yozlaşmış oyun bağımlıları ile, mahkumlarla, madde bağımlıları ile de çalıştım.  Bugün sizinle en tepedeki başarılı insanlarla, en dipteki başarısız insanlar arasındaki farkı paylaşacağım. Bunu da çok spesifik bir şekilde yapacağım.

Sorun şu ki, çok başarılı insanlara baktığımızda, bu insanlar çok disiplinli, zamanlarını ve kaynaklarını çok iyi yönetebilen insanlar deriz ama böyle disiplinli olmayı, kaynakları en iyi şekilde yönetmeyi nasıl başardıklarını tam olarak bilmeyiz. “Ben kaynaklarımı yönetme konusunda iyi değilim ve bu adamlar bu konuda iyiler” diyebiliriz ama bu konuda nasıl daha iyi olabileceğimizi bilmeyiz.

Ben bugün size, beraber çalıştığım yüksek performansa sahip insanların çoğunda gözlemlediğim üç bilişsel özelliği öğreteceğim.  Bunlar narsizm, sosyopati ve nevrotizm ile alakalı özellikler. Bu özellikleri negatif olarak düşünüyoruz ama bu özelliklerin insan türünün özellikleri yani hepimiz bunlara çeşitli derecelerde sahibiz. Narsist kişilik bozukluğu ya da sosyopati dediğimiz antisosyal kişilik bozukluğu, aslında hepimizde bir dereceye kadar olan bu özelliklerin uç noktalarda olmasından ve bu nedenle de problem haline gelmesinden kaynaklanıyor. Burada size bu özellikleri pozitif ve iyi bir şekilde nasıl edinebileceğinizi göstereceğim.

Sosyopatiden başlayalım. Psikiyatristler ve cerrahlar, sosyopati skalasında, ortalama nüfusa göre yüksek derecelere sahipler. Bu, bizim kötü insanlar olduğumuz anlamına gelmiyor ama empatimizi kısıtlayabildiğimiz anlamına geliyor.

Ben psikiyatrist olarak hergün şiddetli depresyona sahip insanlarla çalışıyorum. Hergün 8 saat bu insanların sorunlarını dinliyorum. Bu nedenle de bütün bu dinlediklerim tarafından depresyona sürüklenmemek için, empati kalkanları geliştirmiş olmam gerekiyor. Bu özellik, başarılı insanlarda, oldukça spesifik bir şekilde ortaya çıkıyor. Başarılı insanlar, kısa vadeli merhametin içine çekilmeme ve uzun vadeli merhamete eğilim konusunda oldukça iyiler.

17-18 yaşındayken ebeveynlerinden birisi evi terk etmiş, hemen hemen aynı durumdaki iki kişiyi ele alalım. Bu iki insanın kendilerinden küçük iki kardeşleri olsun. Bu insanlardan biri, kısa vadeli merhamet tarafına eğilimli olsun yani ailesi için kendini feda ederek “doğru şeyi” yapsın. Üniversiteye gitmesin, “annem ya da babam bu işi tek başına yapamaz, tek seçeneğim bu” diyerek, genç kardeşlerini yetiştirmek için çok da nitelikli olmayan işlerde çalışıp para kazansın. 10 yıl sonra bu ailedeki çocuklar genellikle çok daha başarılı olmazlar zira ailedeki kültür başarı değil de hayatta kalma üzerine kurulu.

Diğer genç ise “evet durum çok kötü ama onlara daha iyi bir gelecek sunmak için onları geçici bir süreliğine geride bırakmam ve üniversiteye gitmem şart” desin. Bu kişi üniversitede çok çalışsın, fakir büyümesine rağmen iyi bir iş edinsin ve çok yüksek maaşlar kazansın. 10 yıl sonra bu kişi artık kardeşleri için pozitif bir rol modeli ve kardeşleri de çok başarılı olma yolundalar. Bu genç yılda 250 Bin Dolar kazanarak ailesine çok iyi bir hayat sunarken, birinci genç yılda 35 Bin Dolar kazanarak çok da faydalı olamıyor.  İkinci gencin ailesi 3-4 yıl çok zor bir dönem geçirseler de daha sonra rahata eriyor.

(Uç bir örnek oldu ama) burada esas konu şu: başarılı insanlar, merhamet duygusu ile kum torbasına dönmeye dirençliler. Sizden yapmanızı istediğim, kendi hayatınızı gözden geçirip, kısa vadeli merhametin, nazik ve bonkör olmak, başkalarına destek vermek için yaptığınız fedakarlıkların maliyetine bakmanız. Çünkü başarı konusunda alttaki %50 içinde olan insanlarda gördüğüm, bu insanların birçoğunun kısa vadeli merhametin, saçma suçluluk duygusu tuzaklarının içine çekilmiş oldukları ve sürekli olarak kendi ayaklarına sıktıkları. Bu insanlar çok fazla fedakarlık yapıyorlar ve hayatlarındaki insanlar bu fedakarlıkları faydalarını görseler de, fedakarlığı yapanların yıllar sonra da ellerinde hiçbir şey kalmıyor.

Hayatta bir miktar daha sosyopat olmaya, bir miktar daha kendinize odaklanmaya ihtiyacınız var. Kısa vadeli merhametin içine hapsolmaya karşı koymalısınız.

İkinci olarak da narsizm hakkında konuşacağız. Narsizm başarılı insanların zihninde sadece kendini düşünmek olarak çıkmıyor. Oldukça spesifik bir şekilde ortaya çıkıyor. Beraber çalıştığım olağanüstü başarılı insanlarda, narsizmin spesifik bir özelliğini gözlemliyorum. Bu insanların hayır deme konusunda çok yetenekliler. Yalnız kullandığım kelimelere dikkat edin. Hayır deme konusunda yetenekli olmak, ortalama bir insandan daha fazla ya da azhayır demek anlamına gelmiyor. Bu insanlar, hayır kavramı konusunda ustalar yani ne zaman hayır demeleri gerektiğini, ne zaman hayır dememeleri gerektiğini çok iyi biliyorlar. Örneğin arkadaşları, iş arkadaşları ve hatta patronları ufak tefek şeyler için yardım istediklerinde, hayır demesini biliyorlar.

Eğer çevrenizdeki insanlara hayır deme konusunda sıkıntı yaşarsanız, çevrenizdeki insanlar size daha fazla yardım talebi ile gelirler. Özellikle de düşük özdeğere sahipseniz, bu sizin için oldukça yıpratıcı olabilir çünkü özdeğerinizin bir kısmı insanların size minnettar olmasından geliyor. Ama iyi bir arkadaş olarak sürekli borç verdiğinizde, sürekli yardım ettiğinizde, takdir edilmeyen bir kum torbasına dönüyorsunuz. Kendinize yatırmanız gereken şeyleri başkalarına veriyorsunuz.

Burada mümkün olduğunca, ileride size fayda getirecek şeylere evet deyin. Eğer şu anki durumu korumak için evet diyorsanız, bu konuda çok dikkatli olun. Başarılı insanlarda gözlemlediğim, bu insanların çevrelerindeki insanlara dördüncü, beşinci kez yardım etmek yerine, yeni insanlara yardım etmeyi tercih ettikleri. Eğer bir insan sürekli kendilerinden yardım istiyorsa, o insana hayır deyip, yeni bir insana yardım etmeyi tercih ediyorlar. Örneğin patronları birkaç kere haftasonu çalışmalarını istediğinde patronlarına hayır diyorlar ama örneğin yeni bir proje üzerinde danışmanlık isteyen ya da başka bir şirketten yardım isteyen birine evet diyorlar.

İşinizde çok çalışmamalısınız ya da patronlar kötü insanlar demiyorum. Ama benim gözlemlediğim, çok başarılı insanlar yeni fırsatlara ve yeni insanlara evet demeyi, aynı insanlara sürekli evet demeye tercih ediyorlar.

Üçüncü konuşacağımız konu ise nevrotizm. Başarılı insanlar, daha çok B tipi başa çıkma tekniklerini kullanmaya meyilliler.

Psikolojide ve psikiyatride, temel olarak 3 seviye başa çıkma mekanizması var. En tepede, bilişsel yeniden çerçeveleme var.  Alt seviyesinde aksiyona meyilli başa çıkma mekanizmaları var. Ve en alt seviyede de duygu odaklı başa çıkma mekanizmaları var.

Çok başarılı insanların, bu orta seviye başa çıkma mekanizmalarını daha çok kullandıklarını gözlemliyorum. Bu insanlar mutsuz olduklarında, negatif bir deneyim yaşadıklarında, bu deneyimi düzeltmek için çevrelerini düzeltiyorlar. Bu insanlar aynaya baktıklarında gördükleri vücutlarından utanç duyduklarında, bu utancı düzeltmek için spor salonuna yazılıp şekle girmeye başlıyorlar. Bu insanlar acı çekmeyi, başarı ile değiştirmeye çalışıyorlar. Bu tür bir başa çıkma mekanizması kullandığınızda, içsel bir ferahlama elde etmiyorsunuz ve bunu anlamak çok önemli. İçsel duygularını düzeltmek için, dışsal çevrelerini yeniden şekillendiriyorlar.

Başarılı insanlar örneğin patronları kendilerinden memnun değillerse, daha fazla çalışıyorlar. Şimdi burası biraz hassas bir konu zira ya patronu narsist ve mantıksız beklentileri olan biriyse? Yani aslında patron hiçbir şekilde memnun olmayacak biriyse? Bu durumda ne kadar çalışırsanız çalışın, patron sizden memnun olmayacaktır. Bu oldukça ilginç bir durum zira bir yandan patron hiçbir zaman memnun olmadığı için kişi acı çekmeye devam eder ama sürekli çok çalıştığı için daha başarılı bir insan olur. Yani bu durum “toksik yakıt” dediğimiz bir şey yaratır.

Tıp öğrencilerinde çok yüksek nevrotizm görüyoruz. Yani içsel kaygıya daha yatkınlar ve sürekli tedirginler. Ama bu, onların Cuma akşamları partiye gitmek yerinde kütüphanede çalışmalarına neden oluyor. Normal bir insan bütün hafta çalıştım şimdi rahatlama vakti derken, bu öğrenciler için tüm hafta çalışmak yeterli olmuyor. Sürekli bir “ya derslerden kalırsam, ya başarısız olursam ya istediğim gibi kazanamazsam” kaygısına sahipler.

Bu strateji kısa vadede oldukça adaptif ama ben bu insanlarla çalıştığımda, onların bu başa çıkma mekanizması seviyesinden çıkmalarına yardım etmeye çalışıyorum. Zira daha iyi hissetmek için sürekli olarak çevreyi yeniden şekillendirme ihtiyacının da yan etkileri var. Örneğin aynada gördüğünüz kişi size utanç veriyorsa, spor salonuna gidip çalışmak oldukça sağlıklı bir şey. Ama bundan sonra bile hala memnun olamazsanız, biraz botoks yapayım, biraz estetik yaptırayım, biraz şuraları dolduralım diye gidebiliyorsunuz. Bu durumda hiçbir şey sizi tatmin etmiyor. Kız arkadaşı ya da patronu bir türlü tatmin olmayan birisi, çok kolay kontrolden çıkabiliyor. Bu strateji başarı getirse de, büyük ızdıraba neden olabiliyor.

Kısacası benim başarı konusunda tepe %10 içinde olanlarda gördüğüm bilişsel özellikler bunlar. Bu insanlar biraz daha sosyopat, biraz daha narsist ve biraz daha nevrotikler. Eğer başarı konusunda alttaki %50 içindeyseniz ve mutlu değilseniz, bu üç bilişsel özelliği kullanmanızı tavsiye ederim.

Kendinize kısa vadeli merhametin kurbanı olup olmadığınızı sorun. Bugün başkalarına yardım etme çabanızın sadece kendi kapasitenizi değil, başkalarına yardım etme kapasitenizi de sabote edip etmediğini kendinize sorun. Eğer bu soruların cevabı evet ise, kısa vadeli merhametinizi sınırlandırmanız gerekli.

Hayır deme konusunda biraz daha iyi olmaya bakın. Ne zaman hayır demeniz gerektiği, ne zaman hayır dememeniz gerektiği konusunda ustalaşmaya bakın.  Yardım ettiğiniz kişiler sizden sürekli yardım istiyorlar mı diye bakın. Bu tür insanlara yardım etmeyin demiyorum ama bunu sınırlandırmazsanız, bu insanlar sizi aşağı çekerler.

Başarı konusunda dipteki %50 içinde olanlar negatif duyguları ile, duygu odaklı başa çıkma mekanizmalarını kullanarak başa çıkmaya çalışırlar. Negatif duygu hissettiklerinde, dışsal bir şeyleri değiştirmeye çalışmak yerine, gidip kendilerini madde kullanarak, bilgisayar oyunu oynayarak, porno izleyerek ya da sürekli şikayet ederek uyuşturmayı seçerler.

Başarılı olmak istiyorsanız duygu odaklı başa çıkma mekanizmalarına kaçmamanızı, “toksik yakıt” kullanmanızı tavsiye ederim. Aksiyon merkezli başa çıkma mekanizmaları kullanın. Daha iyisi bilişsel yeniden çerçeveleme ama o mekanizma bugünün konusu değil.

Çeviri: What high performers do that you don’t

 

Eğer asosyal ve yalnız biriyseniz … bunları yapın.

Bu yazıda, çevirilerini Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 101 ve 201 kitaplarında derlediğimiz Dr.K’nın oldukça faydalı bir yayınını ele alıyoruz.

Asosyal birisiniz ve başka insanlarla etkileşime girmekten hoşlanmıyorsunuz. Bu aslında bir problem olmayabilirdi ama aynı zamanda yalnız hissediyorsunuz. Hem asosyal hem de yalnızlıkla mücadele eden daha fazla sayıda insanla karşılaşıyorum. Bu insanlar yalnızlar ama sosyalleşmekten de gerçekten hoşlanmıyorlar. Peki o zaman bu insanlar yalnızlık problemlerini nasıl çözecekler? Bu bölümde hem asosyal hem de yalnızsanız yani insan etkileşimi konusunda açlık çeken ama insanların içindeyken bunu çok rahatsız edici bulan, “bu insanlarla olmak benim için vakit kaybı” diyen biriyseniz, bu sorunu çözmek için neler yapabileceğinizi konuşacağız.

Öncelikle sosyal etkileşimlerin neden acı verici olduğuna bakalım. Bunun birinci nedeni, insanların berbat olmaları. Bunu dümdüz söyleyeceğim, insanlar her geçen gün daha kötü hale geliyorlar. 2014 yılından beridir psikiyatri işindeyim ve profesyonel gözlemlerime dayanarak, bu 9 yıl içerisinde insanların eskiye göre daha kötüye gittiğini söyleyebilirim. Bunu söylemekten nefret ediyorum ama durum maalesef bu.

İnsanların daha da kötüleşmesinin birinci nedeni, hoşgörü seviyelerinin giderek azalması. İnternete dayanarak insanların daha fazla teknoloji kullandıkça, duygusal düzenleme kapasitelerinin azaldığını görüyoruz. İnsanlar duygularını düzenleme kapasiteleri azaldıkça, daha da kolay tetiklenebilir ve sinirlenebilir oluyorlar. Ruhsal olarak daha düzensiz olduklarında da, insanlarla etkileşime girmek daha da zorlaşıyor.

İkinci neden ise, insanların internet ve özellikle sosyal medya nedeniyle daha radikalize olmaları. Twitter, Youtube, Tik Tok, Instagram ve Reddit gibi uygulamaların algoritmaları, insanları yankı odaların (echo chamber, kapalı bir grupta görüş bildirilmesi ve bilgilerin sürekli aynı fikirlere sahip kişilerle konuşulmasından dolayı, bir yerden sonra fikirlerin ekstremleşmesi ve karşıt görüşlere sağırlaşılması durumu) itiyorlar. İnsanlar buralarda daha radikalleşiyorlar ve daha az empatik oluyorlar.

Yani teknoloji kullanımı nedeniyle insanlar duygusal olarak daha kontrolsüz, daha kolay tetiklenir, sinirlenebilir oluyorlar ve aynı zamanda daha radikalleşiyorlar. “Eğer böyle düşünüyorsan kahrolasın, senden nefret ediyorum” diye düşünmeye yatkınlaşıyorlar. Bu nedenle toplum daha kutuplaşmış, daha polemik merkezli bir hale geliyor. İnsanlar başkalarına daha az empati gösteriyorlar.

Aynı zamanda insanlar sorunlarla boğuşurken tükeniyorlar ve tükenmişliğin ilk belirtilerinden biri de empati yoksunluğu ya da empati kapasitesinin kaybı. İnsan kendi mücadelesine boğulmuşken, tüm zamanını kendi sorunları alırken, başkalarına çok fazla zaman ayıramıyor.

Şimdi yanlış anlamayın, ben ve biz hariç herkes kötüleşiyor demiyorum. Hepimiz kötüleşiyoruz. Bu bana da oluyor, size de oluyor, başkasına da oluyor. İyi bir insan olmak gittikçe zorlaşıyor.

Tamam, herkes kötü ve daha da kötüleşiyor, yapacak bir şey yok o zaman diyebilirsiniz. Ben zaten bu nedenle asosyalim, bu bölümü burada bitirip işimize bakalım diyebilirsiniz. Ama hayır. Bir şeyin gerçekten zorlaştığını nesnel bir şekilde kabul etmeniz, sizin bu şeylere daha fazla tolerans gösterebilmek, sosyal etkileşimlerden zevk alma kapasitenizi geliştirmek için yapabileceğiniz çok şey olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Şimdi en büyük etkiye sahip olanı ile başlayalım. Sosyal etkileşimleri baltalayan şeylerden birisi ego ve karşılaştırma yapmak. İnsanlarla muhabbet ettiğiniz, örneğin politika konusunda konuştuğunuz, etkileşime canlı bir şekilde katıldığınız bir durumu düşünün. Bu etkileşim esnasında zihniniz karşılaştırmalar yapmaya başladığı an, sosyal etkileşimden daha az zevk almaya başlarsınız. “Bu kişi çok güzel noktalara değiniyor, düşüncelerini çok daha iyi bir şekilde dile getiriyor, onun yanında benim konuşmam bir mandanın konuşmasından hallice” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Zihniniz karşılaştırma yapmaya başladığı için de, bu noktaya kadar zevk aldığınız konuşma, bu noktadan sonra da sizin için kötüleşmeye başlıyor.

Sosyal etkileşim esnasında yaptığınız her karşılaştırma, sizin o etkileşimden aldığınız zevki tahrip eder. “Arkadaşım ve ben bu iki kızla konuşuyoruz ama arkadaşım benden daha uzun boylu, daha yakışıklı!” diye düşünmeye başladığınızda, bu iki kızla konuşmaktan zevk almak yerine, kendi kafanızın içine sıkışırsınız. Bu nedenle de sosyalleşirken yaptığınız karşılaştırmalar konusunda tetikte olmalısınız. Birincisi bu karşılaştırmaların hiçbir faydası yok. Yani tam o anda karşılaştırma yapmanızın ne anlamı var ki? Karşılaştırmaların tek başarabileceği şey, sizin kendinizi aşağı hissetmenizi sağlamak.

Sosyal etkileşimlerinizi sabote etmenizin bir diğer yolu da, sosyal etkileşime katılmak yerine kendi kafanızın içinde olmanız. Kendi kafanızın içinde olduğunuz zaman sosyal etkileşimlerden zevk alamazsınız.

Bu konuda yapabileceğiniz en önemli şey, sosyal etkileşime katılmak yerine kendi kafanızın içinde dönmeye başladığınızı yakalamak. Daha önce irade konusunda değinmiştim, bir şeyin farkında olmak ile o şeyi kontrol edip bastırmak beraber çalışan şeyler. Kelime anlamı ile, beyninizde şeylerin farkında olan bölüm aynı zamanda onları kontrol eden bölüm. Yani bir şeyin farkında olduğunuzda, o şeyin gücü ciddi oranda azalıyor. Yani karşılaştırma yapmaya başladığınızın farkına vardığınızda, karşılaştırma yapma seviyeniz otomatik olarak azalmaya başlar. Bu belki ilk farkına vardığınızda olmaz ve biraz zaman alabilir ama zamanla kesinlikle olur. İşin güzel tarafı, karşılaştırma yapmayı bıraktığınızda, sosyal etkileşimden biraz daha fazla zevk almaya başlarsınız. Etkileşime daha çok katıldığınız ve dikkatinizi verdiğiniz için, daha çok pozitif geri bildirim alırsınız. Bu da sizin daha az asosyal hissetmenizi sağlar.

İnsanların karşılaştırma yapmaları tarihin çok eski zamanlarından beridir var ama şimdi bahsedeceğim şey oldukça yeni bir fenomen. Bugün sosyalleştiğimiz ana kadar genellikle dikkatimiz ekranlı bir cihazın içinde oluyor. Problem şu ki, bir süre ekranlı cihaz kullandıktan sonra içsel, duygusal durumunuz daha kötüye gidiyor.

Çocuğu olanlar bilirler. Çocuğun elinden telefonu ya da tableti aldığınızda, bir süre oldukça ters ve huysuz oluyorlar. Bunu kendinizde ya da partnerinizde de gözlemleyebilirsiniz. Bilgisayar oyunu oynamayı bitirdiğinizde ya da birisi sizi durdurduğunda, duygusal olarak çok da iyi hissetmiyorsunuz. 8 saat oyun oynadıktan sonra harika hissetmiyorsunuz. Gidip biraz daha eğleneyim demiyorsunuz. Genellikle teknoloji kullanımı sonrası daha kötü hissediyorsunuz.

Bunun nedeni, insanı içine çeken ekranlı teknolojinin amigdalanızı ve duygusal devreleriniz olan limpik sisteminizi bastırması. Kötü bir gün geçirdikten sonra Tik Tok içinde saatler geçirdiğinizde, Tik Tok sizi kötü güne karşı hissizleştiriyor. 15 dakika, 1 saat dopaminerjik bir şeyin içinde kayboluyorsunuz. Süper dopaminerjik olmasa bile en azından negatif duygularınız ortadan kayboluyor.

Beyinde gerçekten ilginç bir prensip var. Beyninizin bir parçası bir şey tarafından bastırılıyorsa, o şey ortadan kalktığında nörobilimsel bir geri tepme yaşarsınız. Bir çocuğun tabletini elinden aldığınızda, çocuk hiç tablet kullanmamış olsa olacağından daha asabi olur. Bir süre bilgisayar oyunu oynadıktan sonra daha az motive, daha ters, daha çok negatif duygularla dolu oluruz.

Peki bunun sosyalleşme ile alakası ne? İnsanlarla sosyalleşmeden hemen öncesine kadar telefonunuzla uğraşırsanız, sosyalleşmek için telefonu bıraktığınız andan itibaren negatif duygularla dolarsınız. Bu duygusal asabiyet nedeniyle de, sosyalleşmenin ilk bir saat kadarında ise etkileşimden o kadar da zevk alamaz halde olursunuz. Teknoloji kullanımı sonrası ortaya çıkan nörolojik asabiyet de sizin insanlarla etkileşimin ne kadar zevkli olduğuyla ilgili değerlendirmenizi mahveder.

Bir partiye gittiğinizi ve ne yapacağınızı pek bilemediğinizi düşünün. İlk başta kimse sizinle konuşmadığı için ne yaparsınız? Bir içecek alır ve telefonunuza bakmaya başlarsınız ve bu da sizin birdenbire iyi hissetmenizi sağlar (orada öyle durmanın verdiği negatif duyguları bastırır). Belki orada olmaktan hoşlanmadığınızı, köşede öylece duran bir kaybeden olduğunuzu düşünüyorsunuz ama elinizdeki telefona gömülmek bildiğiniz ve yapabildiğiniz bir şey. Bu ayrıca sizin daha az kaygılı hissetmenizi de sağlıyor. Evet bu bir başa çıkma mekanizması zira en azından orada öylece sap gibi durup bir şey yapmıyor gibi de görünmüyorsunuz.

Kısacası, sosyal etkileşimlerden zevk almamanız kısmen de olsa, insanlarla etkileşmeden hemen öncesine kadar ekrana bakıyor olmanızdan kaynaklanıyor. Bu, sizin sosyal etkileşimden zevk alabilmenizi sabote ediyor. Bunun birkaç kere tekrarlanması ise beyninize, sosyal etkileşimlerin zevk vermediğini öğretiyor ve sosyalleşme motivasyonunuzu düşürüyor.

Bunu çözmenin bence en iyi yolu, sosyal aktivitelere girmeden önce bir saat kadar (telefona bakmadan, kulaklıkla bir şey dinlemeden) yürümek. Yürümek en iyisi ama insanlarla etkileşmeye başlamadan en az bir saat öncesinde, telefona bakmayı, bir şeyler dinlemeyi bırakın. Podcast ya da müzik de dinlemeyin. Yürümek için uygun bir ortamınız yoksa bile en azından bir saat kadar ekrandan, müzikten veya podcast dinlemekten uzak durun. Bu beyninizin daha sakin olmasını sağlar ve etkileşime girmeden hemen öncesinde yaşadığınız negatif duygu geri tepmesini yaşamazsınız. Bu şekilde sosyal etkileşimden daha fazla zevk alabilirsiniz.

Şimdi son olarak size, sosyal etkileşimden zevk almanızı sağlayacak bazı ipuçları vereceğim. Asosyal birçok insanın sosyal etkileşimlerde arka sıralarda oturduğunu görüyorum. Yani “burada dışa dönük insanlar var ve şovu onlar yönetiyorlar” gibi düşünüyorlar. “Ben burada pasif bir dinleyici olsam daha iyi zaten ben gruba ait değilim, konuşmayı yönetemem ve kim beni dinler ki?” diye düşünüyorlar. Bu çok büyük bir hata. Zira şovu yönetmeyi dışa dönük insanlara bırakırsanız, bu insanlar sizin kendinizi rahatsız hissedeceğiniz şeyler söylemeye ve yapmaya başlarlar. Yani bu size paradoksal gelebilir ama eğer sosyal aktivitelerden zevk almak istiyorsanız, etkileşimin doğru yöne yönelmesi konusunda aktif olmalısınız. Şimdi size benim bu gibi durumlarda sorduğum bazı soruları listeleyeceğim.

İnsanlara ilk sorduğum şeyler, “önümüzdeki bir sene içerisinde yapmaktan heyecan duyacağın bir şeyler var mı” ya da “son aylarda yapmaktan heyecan duyduğun şeyler oldu mu” gibi sorular. “Ne iş yapıyorsun?”, “kaç yaşındasın?”, “nerelisin?” gibi standart sorular sormuyorum. Bu sorular etkileşimi mülakata çevirdikleri için bu soruları sormuyorum.

  • “Nerede yaşıyorsun?”
  • “Üsküdar.” Nokta.
  • “Ne iş yapıyorsun?”
  • “Yazılım mühendisi.” Nokta.
  • “Futbol izler misin?”

Bu sorular aynı zamanda insanları sosyal olarak derecelendirdiğimiz çağlardan kalma. Ben bu soruları Hindistan’lı amcalardan ve teyzelerden sürekli duyuyorum.

  • “Ne iş yapıyorsun?”
  • “Doktorum.”
  • Ne güzel. (“Doktorsun demek, sana puanım 9 kanka.”)

Şimdi sana daha fazla saygı duyuyorum zira bir mesleğin var.

  • “Ne iş yapıyorsun?”
  • “Ressamım.”
  • Ne güzel. (“Ressam ne ya, bastım eksi 20 puanı.”)
  • “Doktor sen nereden mezunsun?”
  • “Harvard.”
  • Çok güzel (“10 puan 10 puan 10 puan!”)

Bu aptal soruları bu zihin yapısıyla soruyoruz ve insanlar bu soruları cevaplarken utanıyorlar ya da gururlandırıyorlar. Bu tür soruları sormayın. İnsanlara nelerle ilgilendiklerini sorun. Ama insanlara bu aralar neler yaptıklarını sormayın zira bazen insanlar evde oturup aylarca bilgisayar oyunu oynamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bunun yerine “bu aralar yapmayı istediğin ve planladığın bir şeyler var mı” gibi açık uçlu sorular sorun. Sonra da cevaplara göre sorular sorun. Bu arada siz de konuşulana dikkatinizi verin ve size de sorular sorulmasına izin verin.

Burada yapabileceğiniz başka bir şey de kendi perspektifinizi vermek. Örneğin sorunuzu sordunuz ve “önümüzdeki dönemde stabil bir iş bulmak istiyorum” cevabı aldınız. “Ne dediğini çok iyi anlıyorum, bir işte dikiş tutturamadığım 2 yıllık bir süreç yaşamıştım ama sonra stabil bir iş bulunca çok rahatlamıştım. Umarım sen de kısa sürede stabil bir iş bulursun” gibi bir şey söyleyin.

Son vereceğim tavsiye de en acılısı. Size sosyal kelebek (sosyal etkinliklere sıklıkla gitmeyi seven ve giden birisi) olmanızı tavsiye edeceğim. (İngilizce’de “social butterfly” bir topluluk içinde bir kişiden diğerine kolaylıkla iletişim kurabilen insanlar için de kullanılır. Tıpkı bir çiçekten diğerine uçan kelebek gibi). Eğer içe kapanık ve asosyal biriyseniz, 6 ay boyunca sosyal kelebek olmalısınız. Neden? Çünkü asosyal ve içine kapanık biriyseniz, kiminle sosyalleştiğiniz konusunda aşırı seçicisinizdir. Asosyal olmanızın sebebi zaten ortalama insanlarla etkileşime girmeyi sevmemeniz.

Ortalama insanlarla sosyalleşmeyi sevmiyor ve kendinizi sadece 3-4 kişiyle sosyalleşmeye zorluyorsanız ve bundan da çok zevk almıyorsanız, zihniniz size “bak denedik ama hiç de hoş zaman geçirmedik, bu nedenle de sosyalleşme konusunda motivasyonunuzu arttırmayacağız” diyor. Zira denediniz, sıkıntı duydunuz ve bir daha yapmayacaksınız. Bu olduğunda da, birkaç ay, sonunda yalnızlığınız daha fazla sıkıntı verene kadar hiç sosyalleşmiyorsunuz. Ama o zaman sosyalleşmeye başlamadan bile beyniniz “Aman Allah’ım bunu yeniden yapmak zorunda olduğuma inanamıyorum” diyor.

Bunun yerine yapmanız gereken şey, sosyal kelebek olmak. 100 tane arkadaş yapmaya çalışmayacaksınız, 100 kişiyle sosyal etkileşime girmeye çalışacaksınız. Böylece de beraber sosyalleşmeye daha fazla toleransınız olan, sosyalleşmekten zevk aldığınız 3-5 insan bulabileceksiniz.

6 ay boyunca sosyal kelebek olmanın bir yararı da, zihninize “tamam kötü hissettiğini biliyorum ama bunu 6 ay boyunca deneyeceğiz” diyebilmeniz. Daha fazla insanla karşılaşmak için, çekirdek grubunuzla buluşurken, onların daha fazla arkadaşını çağırmasını istemeyebilirsiniz. Birileriyle plan yaparken onlara “hey, çağırmak istediğin başka biri olursa çağırabilirsin” diyebilirsiniz. Zira siz 5 kişi biliyorsanız, bu insanlardan her biri sizin bilmediğiniz 5 kişi biliyorlar. Yani siz birbirine bile pek tahammülü olmayan 5 adet içe kapanık eleman topluluğu olsanız bile, bu teknik ile daha fazla insanla tanışabilirsiniz.

Burada sonsuza kadar sosyal kelebek olmayacaksınız. Bu oldukça tüketici bir şey. Yapacağınız şey, iletişime geçebileceğiniz kadar çok kişiyle iletişime geçip, bunların en çok hoşunuza giden %5’ini seçmek. Ama bu, sosyal aktivitenizi büyük ölçüde arttırdığınız, 6 gibi bir dönem içinde olmalı.

Burada bir miktar yumurta – tavuk olayı var. “Spor salonuna gitmekten nefret ediyorum zira çok şişmanım” gibi bir şey var. Ama spor salonuna gitmekten zevk almanızın yolu, şekle girmeye başlamanız (önce şekle girip spor salonuna gitmekten zevk almayacaksınız). Evet başlangıç çok acılı olacak ama her zaman çok acılı olmayacak. Siz şekle girdikçe acısı azalacak. Ama başlangıçta acı çektiğiniz, yaralandığınızı hissettiğiniz bir dönem olması gerekiyor.

Evet, günümüzün gerçek trajedisi, herkesin daha fazla yalnızlaşması ve kötüleşmesi. Bunun sonucunda da sosyalleşmek o kadar da eğlenceli olmayabiliyor. Bu problemi çözmek istiyorsanız “çok yalnızım ne yapıp edip sosyalleşmem lazım – sosyalleşmek çok kötü hissettiriyor, yalnız kalayım – çok yalnız kaldım ne yapıp edip sosyalleşmem lazım” döngüsünü kırmanız gerekiyor. Bu döngüyü kırmak için de sosyal etkileşimlerden daha fazla zevk almanız lazım. Ama bunu “daha fazla zevk almalıyım” diye kendinizi telkin ederek yapamazsınız. Öncelikle sosyal etklileşimlerden neden zevk almadığınızı anlayıp bu problemleri çözmelisiniz. Bunu yaparsanız ve sosyal etkileşimlerden daha fazla zevk alırsanız, sosyalleşmeniz daha kolay bir hal alır.

Kaynak: If You’re Antisocial AND Lonely… Do THIS

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz.

Yalnızlıktan nasıl kurtulursunuz?

Bu yazıda, çevirilerini Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları – 101 ve 201 kitaplarında derlediğimiz Dr.K’nın oldukça faydalı bir yayınını ele alıyoruz.

Bu bölümde, şu an dünyada gördüğüm en büyük problemlerden biri hakkında, yalnızlık hakkında konuşacağız. Bu problem bence her geçen yıl daha da kötüye gidiyor ve neredeyse sessiz bir salgın halini alıyor.

Yalnız birçok insan Youtube videoları izleyerek, kurslara katılarak ya da dışarı çıkıp insanlarla tanışmaya çalışarak yalnızlıktan kurtulmak için büyük çaba gösteriyorlar. Yalnız insanlarla daha çok karşılaştıkça, bu insanların yalnızlıktan kurtulmak için büyük çaba harcadığını ama bu çabanın bir çözüm üretmediğini öğreniyoruz. Birçok insan “dışarı çık ve başkaları ile karşılaş”, “şunu yap, “bunu yap” diye birçok tavsiye veriyor. Yalnız insanların bunları yaparak daha az yalnız olacaklarını söylüyor.Yalnızlığı çözme yükünü bireylerin sırtına yüklüyoruz zira çoğu zaman kullandığımız problem çözme yaklaşımı bu. Mesela kişinin kilolu olması gibi bir problem varsa kişiye spor salonuna git gibi bir tavsiye veriyoruz. Bunu sen çözmelisin diyoruz. Ama yalnızlık, bireyin tek başına çözebileceği bir problem değil ve başka insanların da çaba göstermesini gerektiriyor. Problemin en önemli noktası da bu.

Şimdi önce, yalnızlık salgınını besleyen makro seviyede, dünyada olan değişiklikleri anlayalım. Birincisi toplum olarak her geçen gün, daha fazla bağımsızlık bağımlısı oluyoruz. İnsanlar artık insan topluluklarına bel bağlayamıyorlar. Toplum bize bağımsız olmayı öğretiyor ve bağımsız olmayı çok daha kolay hale getiriyor. Bu olurken de diğer insanlarla beraber nasıl hareket edeceğimizi öğrenmemeye başlıyoruz. Aslında başka insanlarla bağlantı kurmak da her geçen gün zorlaşıyor.

İkinci problem de, dünyanın her geçen gün daha stresli bir yer haline gelmesi. Ben bunun bir problem olarak kabul edildiğini göremiyorum. Şimdi dünya daha kötü bir yer olmaya başladı demiyorum, sonuçta bugün market alışverişini evimizden yapıp kargo ile evimize alabiliyoruz. Ama insanların, dünyanın nesnel bir şekilde daha stresli olduğunu görebildiklerini sanmıyorum. 30 yıl önce en büyük insani ızdırap ve ölüm sebepleri kalp damar hastalıkları ve kanserdi. Bugün bir numarayı ruh sağlığı almaya başladı.

Bunun neden olduğunu görebiliyoruz. Daha çok şeyi evimizden yapabilir hale geldikçe, insanlar evimizden daha çok şeyi yapmamızı talep ediyorlar. Peki insanlar strese nasıl adapte oluyorlar? İnsanlar güvenli alanlara (safe space) sığınıyorlar.

Aynı zamanda internetin toksikliği teşvik ettiğini de görüyoruz. İnternet duygusal etkileşime bağımlı ve internette tıkladığınız içeriğin büyük bir kısmı sizi duygusal olarak daha kötü yapıyor. Bu platformlar insanları duygusal olarak daha fazla etkileşime çektikçe ve daha stresli hale getirdikçe, insanlar güvenli alanlara kaçıyorlar.

İnternet, sizinle %100 aynı fikirde olan binlerce insanı bulmanıza olanak sağlıyor. 3 yıl boyunca her gün değişik bir kişiyle konuşsanız bile, sadece zaten inandığınız şeyleri duyabiliyorsunuz. Bunlara yankı odası (echo Chamber) deniyor. Yankı odası, kapalı bir grupta görüş bildirilmesi ve bilgilerin sürekli aynı fikirlere sahip kişilerle konuşulmasından dolayı, bir yerden sonra fikirlerin ekstremleşmesi ve karşıt görüşlere sağırlaşılması durumunu tanımlıyor.

Yankı odaları illa kötü şeyler olmayabilirler ama bunlar toplumda artan tahammülsüzlüğü besliyorlar. Güvenli alanların amacı, belli davranışlara tolerans gösterirken ve başka davranışlara tolerans göstermemek.

Yalnız birçok insan var ama insan toplumu bu insanlara “senin problemini kabul ediyoruz ama bunu düzeltmek benim değil başkasının sorunu” diyor. “Ben başka bir insandan sorumlu değilim” diyor ki bu da aslında doğru. Ama yalnızlık, kişinin tek başına çözemeyeceği bir problem ve bu konuda sorumluluk herkesin üstüne düşüyor. Toplumda bir problem olduğunda bunun çözümünü bireye yüklüyoruz ve başka kimsenin sorumluluk almamasını sağlıyoruz. Bu, birçok sorun konusunda mükemmel çalışıyor. İnsanlar evlerinden sadece internete bakarak lastik değiştirmeyi, sağlıklı beslenmeyi, ekmek pişirmeyi, vs. öğreniyorlar. Ama yalnızlık, internetten kendi başınıza çözebileceğiniz bir şey değil. Bu yönde gitmeye devam ettiğimiz sürece de yalnızlık konusu daha da kötüye gidecek. İnsan toplumundaki temel değişimlerden birisi, artık birbirimize karşı sorumluluğumuzun kalmamaya başlaması. Ama bir insanın yalnızlığını çözmesi için birçok insan gerekiyor.

Peki o zaman yalnızlık konusunda ne yapabiliriz? Toplum olarak gittiğimiz yönün iyi olup olmadığına karar vermemiz gerekiyor. Bence bu konuda gerçekten yapabileceğimiz birkaç şey var ama bunları yapmak istemiyoruz.

İlk yapmamız gerekn şey daha fazla hoşgörülü olmak. İnternet hoşgörüsüzlüğü körüklüyor. İnternette tartışmalı bir şey söylediğinizde, sizin gibi düşünenlerin alanları hariç her alandan engel yiyorsunuz. Bu da tahammülsüzlüğü hızla arttırıyor. Oysa bir insan sizinle aynı fikirde değil diye onu dışlamanız gerekmiyor. Başka insanları da dinlemeye çalışmalısınız.

Bundan sonra da bir insanın yalnızlığını tek başına çözemeyeceğinin farkına varmalıyız. Problem çözme stratejimiz tamamen bağımsız olmak üzerine kurulu olduğu sürece yalnızlık sorununu çözemeyeceğiz.

Peki bunun sizin için anlamı ne? Bazı toplantılara aslında davet etmeyi düşünmeyeceğiniz ve hatta istemediğiniz insanları da çağırın. Tabii ki kimi çağırıp kimi çağırmayacağınız sizin kararınız ama ben kendinizi birini davet etmeye zorlamanızdan bahsetmiyorum. Sadece canınızın istediği, hakkınız olduğunu düşündüğünüz şeyleri yapmanın sonuçlarını düşünmenizden bahsediyorum. Biraz daha şevkat, sevecenlik çerçevesi kazanmanızdan bahsediyorum. Çünkü almaya hakkımız olanı alma perspektifi genellikle bencil bir perspektif ve bencilleşmemizin sebebi de artan oranda bağımsız hale gelmemiz. Kimse bize yardım etmeyeceği için kendimize yardım etmemiz gerekiyor ve bu da uzun vadede bir felaket reçetesi özellikle yalnızlık konusunda.

Yani kendi yalnızlık probleminizi çözemeyebilirsiniz ama başka birine yalnızlık problemini çözmesi için yardım edebilirsiniz. Size yapmanızı tavsiye edeceğim şey, eğer yalnız hissediyorsanız, temel bir değişiklik yapın ve başka birine kendiniz için değil onun için ulaşın.

Yalnızlığın psikolojisine baktığımızda, yalnız kişinin içinde büyük bir savaşın olduğunu görüyoruz. Kişi bir yandan “yalnızım ve yalnız olmak istemiyorum. Bu nedenle de birilerine ulaşacağım” diyor, bir yandan da birilerine ulaştığında bir sürü duygusal direnç ile karşılaşıyor. Bazen insanların yaptıklarını, düşündüklerini ve söylediklerini aşırı analiz ediyor ki yalnız olmasının sebeplerinden biri de bu.

Yalnızken bile başkalarına kendi faydanız için ulaşmaya çalışıyorsunuz ve yalnız olmayan insanların yaptığı hatayı yapıyorsunuz: kendinizi, kendi faydanızı düşünüyorsunuz. Kendi faydanızı düşündüğünüzde de kaygı gerçek bir probleme dönüşüyor. Çünkü kendi faydanızı düşünerek başkalarına ulaştığınızda, sizden hoşlanmayacaklarından korkuyorsunuz ve kaygıya kapılıyorsunuz. Ve kaygı konusunda da en kolay şeyi yapıyorsunuz yani yalnız kalmaya devam ediyorsunuz.

Yalnız kişinin içsel halat çekme mücadelesi şu: birgün yalnızlık tavan yapıyor ve artık tolere edilmez oluyor. Bunun üzerine dışarda insanlara ulaşmaya başlıyor ama bu sefer de sosyal kaygısı, yalnızlığının üstüne çıkıyor. Bu nedenle de yalnızlığına geri çekiliyor.

Eğer dışarıda insanlara ulaşma amacınız kendinizi iyi hissetmekse, sonuçta kontrolü kaybedeceksiniz. Zira yalnızlık azaldıkça kaygı artacak yeniden yalnızlığa kaçacaksınız. Yalnızlığa kaçtığınızda da kaygınız sıfıra inecek ve bu sefer yalnızlık sizi yine rahatsız etmeye başlayacak. Yalnızlığı kendiniz için çözmeye odaklandığınız sürece de bu döngüye devam edeceksiniz.

Peki bu döngüyü nasıl kıracaksınız? Bir dahaki sefere yalnız olduğunuz için biri ile etkileşime girdiğinizde, kendi yalnızlığınızı gidermek yerine, karşınızdakinin yalnızlığını gidermeye çalışın. Karşınızdakinin hayatına katacağınız şeyleri düşünün. İşin güzel tarafı, içinde yığınla negatif duygu olan insanlar başkaları için bir şeyler yaptıklarında, bu eylemleri aslında kendi duygularını fethetmelerine yardımcı olur.

Bunun çok garip geldiğini biliyorum ama kendinizi düşünmeyi bırakın. Bu çok zor zira tüm toplum, sadece kendinizi düşünmenizi, bağımsız olmanızı dikte ediyor. Kendi problemlerimizin sorumluluğuna batıyoruz ve daha da önemlisi, kendinizi başkalarının problemlerinden soyutluyoruz. Ama yalnızlık sadece başkalarının yardımı ile çözülebiliyor.

Eğer yalnızlık çekiyorsanız, yalnızlık çekiyor olsun ya da olmasın üç kişiyle etkileşime geçin. Bu insanlarla muhabbet edin ve onları bir şeyler yapmaya çağırın. Burada zihniniz size “ya benden hoşlanmazlarsa” gibi şeyler söyleyecek. Bu sorun değil. Zaten size bulabileceğiniz en kötü insanları seçin demiyorum. Gri alandan insanlar seçin. “Bu aralar nasılsın?” ve “bir şeyler yapalım” gibi şeyler söyleyin. Bu arada zihninizde akan negatif düşüncelere kapılmayın. Zihniniz “ama bu insanla uzun süredir konuşmuyosun ki” diyebilir. Ama şöyle düşünün. Eğer yalnızsanız ve uzun süredir görmediğiniz biri, sizi bir şeyler yapmaya çağırırsa ne hissedersiniz? Bu size iyi hissettirir değil mi? 3 kişiye ulaşın ve kendi yalnızlığınızdan çok onların hayatına ne katabileceğinizi düşünerek konuşun.

Kaynak: Loneliness – The Silent Struggle We All Feel

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz.