Yayınlarının en önemlilerini Daha İyi Bir Yaşam İçin Psikoloji ve Nöron Bilimi Temelli Pratik İpuçları Kitap Seti içinde derlediğimiz Dr.K’nın son yayınlarından birisini çevirdik.
Farkında mısınız bilmiyorum ama, motivasyondan vazgeçmiş gibi görünüyoruz. Günümüzde herkes disiplin peşinde çünkü motivasyona bel bağlayamayız değil mi? Motivasyon dediğin gelip geçici bir şey ama disiplinli biriysen, her gün bir şeyler yapabilirsin.
Sadece disiplin de değil. Aynı zamanda alışkanlıklara da abayı yaktık çünkü ruhsal olarak yorgun hissediyor olsak bile, vücudumuzdaki otopilot yazılımının bizi istediğimiz yönde hareket ettirmesini istiyoruz.
Benim motivasyondan vazgeçmenin yeni versiyonları içindeki favorim, broizm.
Broizm, stoizmin modern, belli teknoloji biraderleri ve erkek odakli online topluluklarda yaygın olan, genellikle eleştirilen bir yorumunu tanımlamak için kullanılan bir kelime. Broizm, duyguları bastırma, kişisel başarı, öz disiplin odaklı olan, temel stoizm prensiplerinin sığ ve çarpıtılmış bir şekli olarak görülen bir akım.
Stoik olmak istiyoruz. İçsel duygu ve motivasyon dalgalanmalarından etkilenmemek istiyoruz. Ve eğer bu üç şeyi, disiplini, alışkanlığı ve gerçekten iyi bir stoik olmayı becerebilirsek, motivasyona ihtiyacımız olmadığını düşünüyoruz.
Sorun şu ki, biyoloji ve nöron bilimi açısından bakarsanız, belli davranışları gerçekleştirmenin en güçlü yolu, o davranış yönünde motivasyona sahip olmaktır. Motivasyondan vazgeçme sebebimiz ise, motivasyonu nasıl aktif hale getireceğimizi, hemen şimdi nasıl yeşerteceğimizi bilmememiz. Bunları yapamama nedenimiz ise, motivasyonun ne olduğunu, nereden geldiğini anlamamamız.
Motivasyon bir algıdır
Motivasyonun kökleri, algıdır. Benim kimseden duymadığım şey ise, algınızı nasıl doğru yönde oluşturup yükseltebileceğiniz.
Şimdi “bir dakika, motivasyon algı değil ki, bunlar iki farklı şey” diyor olabilirsiniz. “Algı benim neyi algıladığımdır, motivasyon ise içimde olan bir şeydir” diyor olabilirsiniz. Burada size birkaç basit örnek vermek istiyorum.
Hepiniz teknoloji kullanımınızı azaltma konusunda zorluk yaşıyorsunuz, ekran başında çok fazla zaman harcıyorsunuz. Şimdi size, günlük telefon kullanımını ortalama olarak 37 dakika kadar düşürecek basit bir hile söyleyeceğim: cep telefonu ekranını gri skalaya (greyscale) çevirmek.
Burada tek yaptığınız şey, algısal girdiyi değiştirmek. Ve bunu yaparak cep telefonu kullanımınızı hiçbir çaba harcamadan, disipline veya alışkanlıklara ihtiyaç duymadan, stoik biri olmadan azaltabiliyorsunuz. Bazı insanlar sadece bu değişiklik ile cep telefonu kullanımlarını %50 azaltabiliyorlar. Sadece algımızı değiştirdiğimizde, cep telefonu kullanmaya yönelik doğal eğilimimizi azaltıyoruz.
Şimdi daha da iyi bir örnek vereceğim. Diyelim ki lisede bir kızdan hoşlanıyordunuz. Bu kızı buluşmaya çağırıp çağırmamazı ne belirliyordu? Bu kızı buluşmaya çağırma motivasyonunuzu ne belirliyordu?
Bu kızdan hoşlanıyorsunuz, yani arzu zaten var. Nükleus akumbens (NAc), yani beynin limbik sistemi içinde bulunan ve özellikle ödül, motivasyon, zevk ve bağımlılık gibi davranışsal süreçlerin düzenlenmesinde kritik bir rol oynayan yapı, kızı buluşmaya çağırmanızı istiyor. Duygusal merkezleriniz bu kızdan etkilenmiş vaziyette.
Bu kızla ilişki istiyorsunuz ama bu kızla ilişkiye yönelik adımlar atma konusunda motive misiniz? Tabii ki hayır. Bu kızla ilişkiye yönelik adımlar atmaktan deli gibi korkuyorsunuz. Arkadaşlarınıza “bu kızın arkadaşına, kızın bana ilgisi olup olmadığını sorsana” diyene kadar bu adımları atmaktan korkuyorsunuz. “O da benden hoşlanıyor mu?”
Sizin bu kıza karşı arzunuz sabit seviyede ama arkadaşınız kızın da sizden hoşlandığı bilgisini size ilettiğinde, birden bire kızı buluşmaya çağırmak çok kolaylaşıyor. Bu kızın nasıl tepki vereceği ile ilgili algınız, bu kızı buluşmaya çağırma motivasyonunuzu belirliyor.
Bu senaryoda arzu var, arzu hep var. Ama kızla ilişkiye yönelik harekete geçme ya da geçmeme motivasyonu, kızın ne hissettiği ile ilgili algınız tarafından belirleniyor.
Burada algının motivasyonu nasıl artırıp azalttığı ile ilgili iki ilginç örnek gördük. Ama bu iki örnek çok basitler ve problem şu ki, hayatımızın diğer motivasyonel alanları ile ilgili yapmamız gereken şeyler o kadar da basit değiller. Sabah kalkar kalkmaz bilgisayar ekranına geçme motivasyonunuzu azaltacak algısal durumu düzenlemek hiç de basit değil. Tüm yaşamımızı gri skalaya koyamayız, bunu yapmak bile istemeyiz. O zaman soru şu: Bu iki basit durumdaki genel prensip nedir ve bunu nasıl anlayabiliriz? Ondan da önce, hayatımızın her boyutuna uyarlayabileceğimiz genel bir prensip var mı? Bu sorunun cevabı evet. Böyle bir prensip var ve ben bu bölümde size bu prensibi öğreteceğim.
Beyindeki motivasyon devreleri
Öncelikle, beyindeki motivasyon devrelerini anlamakla başlayalım.
Nükleus akumbens (NA) yapısı, dopamin merkezi. Dopamin bize üç şey veriyor. Zevk veriyor, bir şey için arzu veriyor ve aynı zamanda o şeye yönelik davranışsal pekiştirme veriyor.
Çoğu zaman, motivasyonunuzun NA yapısından geldiği söylenir, hatta bunu nöron bilimciler bile söylerler. Bir şeyi yapma arzusu motivasyondur değil mi? Ama gerçek bu kadar basit değil.
Bir yandan da amigdala ve limbik sistemimiz var ve bunlar, beynimizin duygusal merkezleri. Duygular ise, çok güçlü motivasyon kaynakları. Örneğin, bir insan size utanç hissettirirse, o insanla birlikte vakit geçirme motivasyonunuz önemli derecede azalır değil mi? Ya da birine öfke duyarsanız, bu konuda bir şey yapma motivasyonunuz çok yüksektir.
Motivasyon kaynağı olan başka beyin yapıları da var. Örneğin daha üst yapılar olan ön loblar ve korteks. Bu yapılar planlama ve hesaplama yaptığımız yapılar. Örneğin bir şeyin başarılı olma ihtimalini yüksek olarak hesaplarsak, o şeyi yapma motivasyonumuz artar.
Şimdi “Dr.K, motivasyonun karmaşık bir şey olması normal zira motivasyon, bir sürü beyin yapısından kaynaklanabilir” diyebilirsiniz. Bazen bu yapılar arasında çatışma olabilir. Bazen duygusal olarak bir şeye motive iken, dopaminerjik olarak tam tersine motive olabilirsiniz. Utanç duyduğunuz için bir şeyi yapmak istemeyebilirsiniz ama o şeyi yapmak için büyük bir arzu hissedebilirsiniz. Entelektüel açıdan bir şeyin iyi bir fikir olduğunu hesaplayabilirsiniz, örneğin bugün ders çalışmanın iyi bir fikir olduğunu hesaplayabilirsiniz ama başka bir şey için arzu duyuyor olabilirsiniz. Günümüzde motivasyondan vazgeçme sebebimiz ise tam olarak bu. Beynimizdeki tüm devrelerin birbirleri ile savaş halinde olması.
Fakat beynimizde, bu üç değişik bölgeyi de kontrol eden başka bir bölge var: talamus.
Talamus, koku duyusu hariç, tüm sistemlerden gelen afferent (duyusal) sinyaller için bir kapı olarak kabul edilir. Ayrıca amaca yönelik bilinçli davranışlardan sorumludur.
Talamusu bilincimizin beynimizde durduğu yapı olduğunu gösteren araştırmalar var.
Peki, talamus ve motivasyon ilişkisi nasıl çalışıyor?
Bunu anlamak için, çok bilinen bazı üretkenlik hilelerini yani üretkenliğinizi arttıran yöntemleri ele alacağız. Bunu yaparken de algının, insanların bu şeyleri yapmalarını nasıl etkilediğine bakacağız.
Düşünce Yapısı (mindset)
İlk bakacağımız şey düşünce yapısı. Amerikalı psikolog Carol Dweck’in bu konuda 15-20 yıl önce yaptığı harika araştırmalar var ve bu araştırmalar, düşünce yapısı konusunda, iki çeşit insan olduğunu gösteriyor. Bazı insanların performans düşünce yapısı var ve bazı insanların da büyüme düşünce yapısı (growth mindset) var.
Performans düşünce yapısına eğilimli insanlar, belli bir şeyi başarmaya çalışıyorlar. Sınavlardan hep A almaya ya da çok iyi notlar almaya çalışıyorlar. Büyüme düşünce yapısına eğilimli insanlar ise, notlardan çok, dersleri iyi bir şekilde öğrenmeye çalışıyorlar. “Ben öğrenmek ve gelişmek için buradayım, başarmak için değil” diyorlar.
Bir öğrencinin A almaya çalışırken B aldığı senaryoyu düşünelim. Bu gerçekliğe karşı, iki düşünce yapısının verdiği tepkiler farklı oluyor. Performans düşünce yapısına sahip bir öğrenci A almak için çok çalışıp B aldığında, kendisi ile ilgili büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. “O kadar çok çalıştım ama bunun sonucunda gösterebileceğim iyi bir sonuç yok” diyor. Böyle biri hayatta bir başarısızlık ile karşılaştığında, daha çok çalışmaya değil pes etmeye meyilli oluyor.
Büyüme zihin yapısına sahip bir öğrenci çok çalışıp B aldığında, “A alacağımı düşünüyordum, bu dersi iyi öğrendiğimi düşünüyordum ama durum bu değilmiş” diyor. “O zaman daha fazla çalışmalıyım” sonucunu çıkarıyor. “Bir şey eksik, öğrenme şeklimi iyileştirmeliyim” diyor.
Durum her iki öğrenci için de aynı ama durumu algılayış şekilleri, daha fazla çalışmayı mı yoksa pes etmeyi mi seçeceklerini belirliyor.
Pomodoro Tekniği
İkinci olarak ele alacağımız şey, Pomodoro tekniği. Pomodora tekniği, büyük işleri aralarında kısa dinlenme araları olan, sabit süreli parçalara bölmeyi içeriyor. Araştırmalar, tez yazmak gibi büyük işleri, küçük parçalara bölmenin, kişiyi işi bitirmek için motive etme konusunda büyük etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Bunun neden çalışır bir teknik olduğuna bakalım.
Diyelim ki bir tezi yazmak için, bin saat gerekiyor. Eğer haftada 40 saat çalışırsanız, bu tezi yazmanız 25 hafta sürer. Tezi yazmaya beyin açısından bakalım. Eğer 10 saat yoğun bir şekilde çalışırsanız, beyniniz bu çabaya baktığında, “bütün gün çalıştın ve işin sadece %1’ini yaptın” der. Yani 10 saat çalışmak beyni tüketirken beyin, önemli bir ilerleme göremez. “Bunu 100 kere daha mı yapman gerekiyor?” der. “Bir kere yapmak bile tüketici, bunu daha kaç kere yapabilirim ki?” der.
Bir yandan da internette “her gün şu kadar saat yolda, şu kadar saat işte geçiyor ve ben bunu 40 sene daha yapmak zorundayım!” gibi protesto içerikleri okuyoruz. Bu iki durum arasındaki benzerliği görebiliyor musunuz? Yapmanız gereken işin tamamına, 25 haftaya ya da 20 yıla bakıp, pes etmek istiyorsunuz. Bunun yerine yapmanız gereken şey, bir günlük hedef belirlemek. “Bugün sadece 3 bölümün üstünden geçeceğim” ya da “bugün 3 sayfa yazacağım” gibi bir hedefe odaklanmak. Böyle yaparak, büyük bir işi, küçük parçalara bölüyorsunuz. Günde 5 saat çalışmayı hedefliyorsunuz ve o 5 saati çalıştığınızda, bir şey başarmış, iyi bir iş çıkarmış, o günlük işinizi tamamlamış hissediyorsunuz.
1000 saatlik işi 5 saatlik adımlara böldüğünüzde beyniniz , “şu kadar iş yapmam lazımdı ve bunu tamamladım, işim bitti, günün geri kalanında dinlenebilirim” diyor. “Çok verimli bir gün geçirdim, sabah 8’de başladım, öğle yemeği yemedim ama saat 2 ve ben işimi bitirdim” diyor. “Şimdi spor salonuna gidebilirim, oyun oynayabilirim ve yarın yine 5 saat çalışırım” diyor.
1,000 saate odaklandığınız durumda da, 5 saate odaklandığınız durumda da, aynı miktarda iş yapıyorsunuz. 5 saat ya da 10 saat fark etmez. Ama bu iki duruma beynin verdiği tepki çok farklı ve bu tepkiler de tamamen farklı motivasyonlara neden oluyorlar.
Düşünce yapısında da, pomodoro tekniğinde de ortak olan şey nedir? Olayı algılayış şeklimiz.
Ego
Üçüncü konumuz, benim en favori konularımdan birisi, ego.
Teknik olarak ego nedir? Ego, kendinizi algılayış biçiminizdir. Egoist biriyseniz, dünyanın en harika insanı olduğunuzu düşünürsünüz. Ya da ben dünyanın en işe yaramaz, en değersiz, en kaybeden insanıyım diye de düşünebilirsiniz. Bu iki zıt durumda da kişilerin, kendileri ile ilgili çok güçlü algıları var. “Ben buyum, ben kesinlikle buyum, ben dünyanın en iyi/en kötü insanıyım” gibi.
Bu iki durumda da, ego algısının ne kadar katı olduğunu görebiliyorsunuz değil mi?
“Ama Dr.K, kim olduğum konusunda en ufak bir fikrim yok” diyebilirsiniz. Bu doğru değil. Böyle düşünüyorsanız, sizin “ne olduğu konusunda en ufak bir fikri olmama” egonuz var. “Herkes kim olduğunu biliyor ama ben bilmiyorum!” Bu hala çok güçlü bir ego.
Ego güçlü bir algı ve tüm hesaplamalarımızı şekillendiriyor. Neyin çalışıp neyin çalışmayacağını hesaplayan beyin ön loblarınız, bu hesaplamaları yaparken kim olduğunuz konusundaki algınızı da denkleme katıyorlar.
Örneğin kendisini kanadı kırık, değersiz olarak gören bir insan, kanadı kırık ve değersiz hisseden birini bulup, böyle bir insanla ilişkiye girmeye çalışıyor. Normal, kendisi ile az çok barışık biri ile etkileşime girdiğinde, “bu insan benimle asla ilişkiye girmez” hesaplaması yapıyor ve beni sadece benim gibi bir insan kabul eder hesaplaması yaparak böyle birini arıyor. Ama erkek “yaralı”, kadın “yaralı” iken ilişkinin başarı şansı çok düşük.
Bağlanma stili ile ilgili çalışmaları, kaçıngan ya da kaygılı bağlanan birinin yapabileceği en sağlıklı şeylerden birinin, güvenli bağlanan biriyle ilişkiye girmek olduğunu gösteriyor. Bunun kulağa çok garip geldiğini biliyorum ama araştırmalara göre bu gerçekten çalışan bir strateji.
Ben üniversiteden 2.5 ortalama ile 5.5 senede mezun oldum. 100 kadar giriş seviyesi araştırma pozisyonuna başvurdum ve sadece bir görüşmeye çağrıldım. Giriş seviyesi pozisyonlarda rekabet çok yoğun özellikle de 4 yıl deneyim ve master ya da doktora istiyorlarsa. Sonra Harvard Tıp Okulunda araştırma asistanı pozisyonuna başvuru yaptım ve bu işe alındım çünkü başvuru yapan tek kişi bendim.
Ne yapabileceğimiz ile ilgili algımız, aslında bizi olduğumuz yerde döndürüp duran şey. Ve bu bölümde başarıyı bile konuşmuyoruz, konumuz motivasyon. 3.2 ortalamalı bir üniversite mezununun Harvard Tıp Okuluna başvuru yapma motivasyonu çok az ama UT El Paso’ya (Teksas Üniversitesi El Paso) başvuru yapma motivasyonu çok yüksek. Bunun sonucunda da bir sıradanlık yığını ile karşı karşıya kalıyoruz. Herkes ortanın altı segmentte olmaya çalışıyor çünkü bunu başarmanın daha kolay olacağını düşünüyor. Evet, öz algımızın motivasyonumuz üzerindeki etkisi oldukça yüksek.
Ruhsal bozukluklarda algı problemleri
Bu arada bir narsistin neden birine çok acı verecek şekilde yaşadığını merak ediyor olabilirsiniz. Bir narsistin sizin canınızı bu kadar yakmasının nedeni, sizin duygularınızı algılayamaması. Sizin duygularınızı görmemesi de narsistin motivasyonunu %100 açıklıyor ki algı problemi sadece narsisme özgü de değil.
Hemen her ruhsal bozukluğun kökeninde, algı problemi görebilirsiniz. Kaygı bozukluğunda, tehlike algısının abartılı bir şekilde yükseldiğini görebilirsiniz. Kaygı bozukluğu olan bir insan, her şeyi olduğundan tehlikeli algılar, her şeyin ters gidebileceğini düşünür.
Sosyal kaygısı olan bir insan, negatif sosyal işaretleri olduğundan daha yüksek algılar. Örneğin bir insanın yaptığı espriye gülmemesini, o insanın kendisinden hoşlanmadığına işaret olarak algılar.
Depresyonda olan bir insan, pozitif duygusal girdilere karşı negatif ve önyargılı bir algıya sahipken, negatif duygusal girdileri olduklarından çok daha yüksek algılar.
Psikoterapi alanında narsizm, sosyal kaygı, depresyon, vs. problemlerin tedavisi, hastanın algılarının yeniden şekillendirilmesini içerir.
Algınızı nasıl düzeltirsiniz?
Algının motivasyonu şekillendirdiğini konuştuk. Peki o zaman, algınızı nasıl düzeltirsiniz?
Fiziksel olarak daha güçlü olmak için, ağırlık kaldırmanız gerektiğini biliyorsunuz. Dikkatinizi ya da odaklanmanızı iyileştirmek için, meditasyon yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Peki algınızı düzeltmek için ne yapmanız gerekiyor?
Burada yogaya döneceğim çünkü yogada, zihnin doğasını Batılı düşünce yapısına göre çok daha iyi anlayan bir teknik var.
Batılı düşünce yapısı, bilişsel önyargı denilen şeyi anlıyor ve bilişsel önyargıyı azaltmak için kullanılabilecek bazı yöntemler de biliyor. Ama bu yöntemlerin çoğu, kişinin bir terapist ile çalışmasını gerektiriyor yani Batı kültüründe algınızı düzeltmek için, başka bir insanın sizin bu çabanıza katılması gerekiyor.
Ruhsal bir bozukluğunuz varsa, elinizden geldiğince bir uzmana görünün. Ama benim anlatmaya çalıştığım problem, Batı bilimi temelli yöntemlerin, bir psikiyatrist tarafından size uygulanacak şekilde geliştirildiği. Burada soru, kendi başınıza yapabileceğiniz şeylerin ne olduğu ki, yoga da tam olarak burada devreye giriyor. Yoga kendi başınıza yapmanız üzere tasarlanmış bir çalışma.
Yogilerin keşfettiği ve klistha adını verdikleri bir şey var. Klistha renklendirme demek.
Dünyada var olduğumuz her an, bize dışarıdan, gerçeklikten gelen, gerçekliğin gözlenlenmesi sonucu gelen bir gerçek girdi var ve insan zihni, bu girdiye renk ya da ek bir şeyler ekliyor, girdinin gerçekliğine bir bağlantı ekliyor. Biz bu renklendirmeyi ne kadar çok yok edersek, gerçekliği o kadar daha iyi algılar hale geliriz. Gerçekliği ne kadar daha iyi algılar isek, motivasyonumuz o kadar çok doğru yönde akar.
Birkaç örnek vereyim.
Diyelim ki bir arkadaşınıza mesaj attınız ve bu arkadaşınız size geri dönmedi. Bu durumun gerçekliği nedir? Gerçeklik, 4 saat önce birine mesaj attığınız ve 4 saattir bu mesaj cevap verilmediği. Bu kadar, sadece mesajınıza geri dönülmedi. Peki insanlar bu duruma bu şekilde mi tepki verirler? Tabii ki hayır. Bunun bir anlamı olmalı değil mi?
Mesajlaşma teorisi denilen bir sistem var ve buna göre gerçek kelimelere bakmak yerine, bir şekilde adapte olarak, bu kelimelere her türlü anlamı yükleyebiliyoruz. Örneğin biri mesajınıza geri dönmediğinde, bunun o kişinin sizden hoşlanmadığı, size saygısı olmadığı anlamına geldiğini düşünebiliyorsunuz. Bir kişi mesajınıza geri dönmediğinde, o kişinin size değer vermediğini, size saygısızlık yaptığını, kendisinin sizden daha üstün olduğuna inandığını düşünebiliyorsunuz. İnsanlar basit ve zararsız şeylere her türlü anlamı yükleyebiliyorlar. Ama belki bu arkadaşınız o gün telefonunu evde unuttu ya da birine ödünç verdi. Belki telefonu çalışmıyor.
Bir insanın sizin mesajınıza 4 saat boyunca dönmemesinin birçok sebebi olabilir. Ama zihniniz, bunu düşünmek yerine, gerçekliğe bağlantılar ekliyor, gerçekliği başka şekilde algılıyor. Peki zihniniz bunu neden yapıyor? Çünkü birçok senaryoda, gerçekliği bu şekilde algılamak, hayatta kalma şansımızı artıran bir şey.
Her zaman %100 bilgiye sahip değiliz. Bu nedenle beyniniz bazen eldeki bilgiden sonuç çıkarmak, boşlukları doldurmak zorunda kalıyor.
Bir başka örnek de iş performansınızın gözden geçirilme süreci. Patron bu sene çok iyi performans gösterdiğini söyleyerek görüşmeye başladığında, 10 dakika boyunca çalışanın çok iyi yaptığı 3-4 şeyden bahsediyor ve kalan 20 dakika boyunca kötü yaptığı tek bir şeyden bahsediyor. Bu kişi toplantıdan çıktığında, görüşmenin kötü geçtiğini söylüyor zira kişi 20 dakika boyunca negatif geri bildirim aldığı için, görüşmenin kötü geçtiğini algılıyor, ilk 10 dakika boyunca çok iyi performans gösterdiğini söylediğini unutuyor.
Patronun görüşmenin üçte ikisi boyunca negatif bir şeyden konuşma sebebi, kişinin harika bir çalışan olduğunu düşünmesi ve bir sonraki seviyeye tırmanmak için yardım etmeye çalışması. Ama çalışan durumu bu şekilde görmüyor.
Bu çalışan, patronun yapmaya çalıştığı şeyi doğru algılasa, motivasyonu çok değişik olurdu değil mi? Patronun sizin bir zayıflığınızı düzeltmek için 20 dakika harcadığını ve bunu sizin harika bir çalışan olduğunuza inandığı için yaptığını bilseniz, çalışma motivasyonunuz ateşlenirdi. Bu toplantıyı negatif, kovulmak üzere olduğunuza bir işaret olarak algıladınız ve çalışma motivasyonuz dibe çöktü.
Klistha nasıl yok edilir?
Peki bu klistha denilen şeyi nasıl yok edeceksiniz? Klisthaları ortadan kaldırmanın yolu aslında çok basit, gerçekliği ve gerçekliğe eklediğimiz şeyi gözlemlemek. Durumun gerçekliği ne ve o gerçekliğe zihin tarafından bağlanan ne?
Herhangi bir durumu ele alıp, bu durumun gerçekliği ne diye sorabilirsiniz. Bu durumun anlamı ne, durum ile ilgili yaptığım bağlantılar ne?
Şimdi birçok insanın ayağı tam bu noktada kayıyor. Bu noktada birçok insan, durumdan çıkardıkları anlamın neden doğru olduğunu göstermek için mantıksal argüman üretmeye başlıyor. “Burada durum şu, bağlantı şu, anlam şu” diyorlar ve hemen sonrasında da, bu bağlantı ve anlamın neden doğru olduğunu göstermeye, kendi inançlarını doğrulamaya çalışıyor.
Örneğin bir incel ile tartıştığınızda, yaptıkları bağlantıları konuştuğunuzda, zihinleri otomatik olarak bu bağlantıların neden doğru olduğu konusunda argüman sıralamaya başlıyor. “Anladık, şöyle diyorsun ama bu benim için geçerli değil” diyor. “Motivasyon ve algı ile ilgili şeyler başka insanlar için geçerli olabilir ama benim için geçerli değil” diyor. “Şimdi bak sana tüm nedenleri sıralayacağım” diye devam ediyor. “Sen hatalısın, sen hatalısın, sen hatalısın … Tüm o talamus, NA, ön loblar, pomodoro tekniği, büyüme düşünce yapısı, vs başka insanlar için geçerli olabilir ama incelimiz özel bir kar tanesi.
Fakat burada olay sizin yaptığınız bağlantıların doğru ya da yanlış olması değil. Olay, algınızın gerçeklikte mi yoksa yürüttüğünüz mantıkta mı olduğu. Çünkü motivasyon, içinde bulunduğunuz durumun gerçekliğini mantıksal bağlantılardan ayırma kabiliyetinden geliyor. Günümüzde hemen herkesin motivasyon eksikliği çekme nedeni de bu çünkü herkes “mantık(lı)” bağlantılarına gömülmüş durumda. Liberaller şuna şuna inanıyorlar, muhafazakarlar şuna şuna inanıyorlar. Mantıklı açıklamaları da şunlar, bunlar.
Herkesin algısı, bu mantık kutusu içinde. Dünyayı doğru algılamanın yolu bu değil. Bu, yaptığınız bağlantıları haklı çıkarmanın yolu. Ama algınızı yükseltmenin, yaptığınız bağlantıları haklı çıkarmak ile alakası yok. Kelime anlamı ile algınızı yükseltmek ile alakalı. Dünyayı olduğu gibi görebilme kabiliyetinizle alakalı.
Dünyayı olduğu gibi görmek için yapmanız gereken şey, içinde bulunduğunuz durumun gerçekliğini görmek. Bu alıştırmayı ne kadar çok yaparsanız, algınız da o kadar yükselir. Algınız ne kadar yükselirse, doğru yönde o kadar çok motive olursunuz.
Neden ve nasıl doğru yönde? Doğru yönde çünkü motivasyon, durumun gerçekliğine tepkidir. Çoğu insanın temel problemi, motivasyonlarının, dünyanın bir yansımasına yönelmiş olması. Tüm liberaller muhafazakarlardan, tüm muhafazakarlar liberallerden nefret ediyorlar çünkü hepsi kendi dünya yansımalarında yaşıyorlar.
Politikadan çıkıp ilişkiler dünyasına baktığımızda da bu sorunu görüyoruz. Eğer çok düşük özdeğere sahipseniz, sizin hastalıklı olduğunuzu söyleyen güçlü bir egoya sahipseniz, gerçekliğe dayanan bir dünyada yaşamıyorsunuz, zihninizin yarattığı, gerçek dünyanın modifikasyonu olan bir dünya yansımasında yaşıyorsunuz. Bu durumda da doğru yönde motive olmanız çok zor.
Ben disiplinli biri değildim, harika alışkanlıklarım yoktu. Ama bunlara ihtiyacım da olmadı. Neden? Çünkü Hindistan’a gittim, bazı yoga kavramlarını öğrendim ve bunların bana inanılmaz faydaları oldu. Dünyaya, yapabileceğim en temiz şekilde tepki vermeye başladım.
Ben sizden daha iyi olduğumu iddia etmiyorum. Söylemek istediğim şey, bu tekniği öğrenirseniz, bunları sizin de başarabileceğiniz.
Gerçekliğe eklediğimiz bağlantılara dolandığımızda, dünyayı olduğu gibi görmeyi bırakırız. Gerçekliği olduğu gibi görmeyi bıraktığımızda ise, motivasyonumuz dünyaya tepki vermeyi bırakır. Ne yapacağımızı bilemeyiz ya da dünyaya doğru şekilde nasıl tepki vereceğimizi bilemediğimiz için, başka şeylere yöneliriz.
Motivasyonsuzluğumuzun birinci nedeni, motivasyonumuzu nereye koyacağımızı bilmememiz. Dünyayı olduğu gibi görme pratiği yaptıkça, zihnin gerçekliğe eklediği tüm o şeyleri gerçeklikten ayırmayı öğrendikçe, motivasyon doğal olarak yükselir. Disipline, alışkanlıklara ihtiyacınız olmaz. Motivasyon, hareket etme yönündeki doğal eğiliminizdir ve sizin gerçeklik algınız temizlendikçe kendiliğinden gelir.
Yazıyla alakasız veya 500 kelimeyi geçen yorumlar cevaplanmıyorlar. "Yazıyla alakasız ama ..." ya da "en son yazı bu olduğundan buraya yazdım" diye başlamanız kurtarmıyor. Mahmut Abi ile özel görüşme yapmak isterseniz Erkek Adam Sanal Görüşme sayfasından sanal görüşme ayarlayabilirsiniz. Not: Burada soru sırası çok yüksek, Patreon destekçilerini, Patreon'da cevaplamaya öncelik veriyorum.
ula mehmut. yoga önerecek seviyeye mi geldin.
Mahmut Abi gidiyor, Mahmut Yogi geliyor.
Bu biraz kafayı temize çekmek gibi oluyor. O sis bulutunu dağıtıp “neredeyim, nereye gitmek istiyorum ve oraya gitmem için ne yapmalıyım?” bu üç soruyla muhattap olunca yapmanız gereken şeye motive oluyorsunuz. Ama bu da bir sihirli değnek değil tabii ki 10dk’lık boş motivasyonlarla hiçbir şey yapmadan da ilerlemeye çalışabilirsiniz işin sonunda. Bu arada bu kaygı bozukluğu yaşayan tiplerde de evet büyük işler için bir motivasyon pek olmuyor ama yapılması gereken küçük işleri genelde iyi ve düzenli bir şekilde yapıyorlar. Benim denk geldiklerimde iyi bir disiplin vardı. Tabii bunda sosyallikten elini ayağını çekmenin etkisi büyük. Aslında burda da bir çeşit zihin… Read more »
Güzel düşünen güzel görür, güzel gören hayatından lezzet alır.
Ayaküsyü Ayt Biyoloji tekrarı yapmış olduk. Teşekkürler Mahmut Abi.
Güzel bir yazı, çeviri ve katkı için teşekkürler Mahmut Abi. Motivasyon ve disiplin ikilisinin yanına bir şey eklemek istiyorum: Takıntı yani obsession. Hayatımda çok zor dönemlerden geçerken dahi takıntı ettiğim şeyleri hiçbir bahane üretmeden, motivasyon ve disiplin ihtiyacım olmadan başarabildiğimi fark ettim. Takıntı haline getirmediğim ancak yapmayı istediğim şeyleri bir şekilde başarabiliyorum, disipline olarak motive olarak vb ama hiçbiri takıntılı olduğum hususlardaki gibi sonuçlar vermiyor. Son zamanlarda “takıntı nasıl yaratılır” üzerine düşünmeye başladım. Kendi takıntılarımın detayına indim ve şunu fark ettim; gururumla oynanan, aşağılandığım ve hor görüldüğüm senaryolardan takıntılar üretmişim. Lisede berbat bir öğrenciydim, iyi eğitimli bir aileden gelmemle birlikte… Read more »