Rebound Safhası

Çevirmen Hoca, kendi Saha Raporu‘nda, ilk buluşmada bekâret konusunu açıp önceki ilişkisinde “değer verdiği” adamın “tüm çabalarına rağmen” kendisiyle “zorla” beraber olduğunu ve bu yüzden bakire olmadığını anlatan kızla yaşadığı ilişki hakkında şöyle bir teşhis koymuş:

Olayın aslı şuydu: Adamın muhtemelen maskülen karakterine dayanamayıp bekaretini verdi, ama ardından adam kendisini terkedince alfa dul oldu. O arada ben karşısına çıktım, beni adamın yerine yara bandı olarak kullandı. Ama adamın ilk iletişiminde tabii eski hipergamik yaralar depreşti ve ben unutuldum.

Doğru teşhis yapmış, olay tam olarak bu.

Günlük dilde “yara bandı olmak” deniyor, fakat kadının Rebound Safhası‘ndaki erkek olmak dersek daha doğru olur. Zira ikisi aynı şey değil.

rebound safhası, buluşma, ilk buluşma, shit test
The Game

Rebound safhasında, alfa-dul olmanın anhedonisini yaşayan kadının mevcut hipergami eşiğini birkaç tık daha yukarı taşıyan bir adam olamazsan, kadın için psikolojik açıdan yıkıcı şekilde biten ilişkinin ardından yara bandı erkeği görevini üstlenmiş oluyorsun. Kadının buradaki esas amacı, eski ilişkisinin psikolojik yıkıntısının ardından tekrar duygusal bir ilişkiye girip giremeyeceğini anlamaya çalışmak ve bu sayede kendi özgüvenini toparlamaktır. Böyle bir kadınla yaşadığınız ilişki süresinde duyacağınız “bana çok iyi geldin/geliyorsun” benzeri lâflar bu durumun dolaylı fakat önemli işaretleri ve itiraflarıdır. Bu tip bir ilişkide, ilişki sanki uyum ve tutku içinde akmıyor da, önceki ilişkinin gölgesiyle savaşıyormuşsunuz, kızı rehabilite ediyormuşsunuz gibi tuhaf bir hisse kapılırsınız. Ki bu his tamamıyla gerçektir, olan biten de tam olarak budur.

Bu süreçte, kırmızı hap farkındalığı olmayan erkekler genelde böyle bir tablo karşısında korumacı ve sahiplenici güdülerine yenilip farkında olmadan Kurtarıcı Şeması‘nı takip ederler ve Captain-Save-A-Hoe moduna girip “ben o adam gibi pis kaka değilim, sana ihtiyacın olan duyusal yatırımı yapacağım, seks benim için birinci planda değil vs.” altmetini taşıyan mesajlar verirler. Kadınlar bu altmetni çok iyi okur ve sizi “beta öder” kategorisine atılabilecek bir erkek olarak değerlendirmeye başlar. Bunun tipik göstergesi ise sizden gittikçe artan dozda duygusal yatırım talep edilmesi ve seksin henüz kazanılmamış bir ödülmüş gibi sürekli ertelenmesidir.

Rebound safhasında, kırmızı hap farkındalığı olan bir erkek, yara bandı vazifesi gördüğünün içten içe farkında olmasına rağmen, önceliği seks olduğu için, kurtarıcı şemasına girmeden ilişkiyi sekse taşımaya çalışacaktır. Nitekim Çevirmen Hoca da bunu yapmış. Amacı ilişki ise, zaten böyle bir kadınla uzun süreli ve sağlıklı bir ilişki yaşanamayacağını bilmelidir. Bilmiyorsa, bunu öyle veya böyle öğrenecek ve dersini alacaktır. Çevirmen Hoca’nın hikayesinde, kadın ilişki materyali olmadığını 3 ay sonra tüm süreci giyotinle kesip atacak şekilde kendisi açık etmiş. Bana göre bu şaşırtıcı değil, sadece kaçınılmaz olan gerçekleşmiş. Bu durumda, kadının istediği “duygusal anlayış”ı gösteren erkek, ideal bir “beta öder” olduğunu alenen ilân etmiş olacaktır.

Erkeklerin hayatında en az bir kere karşılaştıkları, sayısız başka erkeğin de benzer olaylar raporladıkları, ilişkinin başlangıç safhasında tekrar..tekrar..tekrar..tekrar….önümüze gelen bu “geçmişte ben bi boklar yedim” hikâyesi bir tesadüf veya istisna değildir, aksine çok yaygındır.

Öncelikle, uzun ilişki materyali olmadığı zaten belli olan bir erkekle hipergamiye yenik düşüp ilişkiye girerek terk edilmiş ve bunun sonucunda duygusal olarak yıpranmış bir kadın olmak, kadının kendi sorunudur ve aklı başında bir kadın bu sorunu kendi içinde halletmesi gerektiğini bilir, erkeğe mümkün olduğunca yansıtmaz. Bu sorunu kendi içinde halledemiyorsa, ya halledene kadar başka bir ilişkiye başlamaz, ya da eski ilişkinin olumsuz etkilerini silip atacak hem daha maskülen hem daha stabil bir erkekle ilişkiye başlar. O erkeği kaybetmek istemeyeceğinden dolayı da uzun ilişki materyali olduğunu ona ispat etmeye çalışır, mal gibi kırmızı bayrak sallamaz. Aklı başında olmayan, dersini almamış, psikolojik olarak “damaged goods” kadınlar ise, ya battı balık yan gider deyip lunaparkta cock-carousel yolculuğuna çıkar, ya da bir tane “beta öder” bulmanın onu mutlu edeceğini zannederek beta öder arayışına çıkar.

İlişkinin daha başlangıcında, hele ki ilk buluşmada durduk yere “ben bi boklar yedim” hikayesini anlatmak, bekaretten filân bahsetmek kırmızı bayrağın ta kendisidir. Bu konuda erkeğin radarları duyarlı olmalı ve pozisyonunu ona göre almalıdır. Dürüstlük kisvesi altında ilişkinin başında kadının masaya bunu koyması, Nükleer Shit-Test seviyesinde bir “beta mısın?” testidir ve önünüze tüm maddelerini bilmediğiniz gizli bir antlaşma sürmesi anlamına gelir.

Erkek böyle bir kırmızı bayrak karşısında, pozisyonunu Tabak Teorisi‘ne uygun olarak almalı ve Seks ve İlişkilerin Temel İlkesinde anlatıldığı şekilde rütbe ataması yapıp rütbe sistemine riayet ederek hareket etmelidir.

Saha raporu – Kadının beyanı esastır (ama olmayabilir de)

Bugün size tarihin tozlu sayfalarından bir saha raporu çıkaracağım. Aslında bu sitedeki klasik saha raporlarından farklı. Adına analiz, tecrübe, hayat dersi vs. ne isterseniz deyin artık. Ama taciz ve tecavüz iftiralarıyla hayatı karartılan erkeklerin olduğu bu devirde çıkarılacak dersler içerdiğini düşünüyorum.

Birkaç sene önce esmer minyon bir hatunla tanıştım. Kırmızı hapla tanışmamın üzerinden yaklaşık 1.5 sene geçmişti, oyunum pek mükemmel olmasa da geçmişe göre gözle görülür gelişme kaydediyordum. 2-3 haftalık bir ön tanışma ve mesajlaşma faslından sonra buluşmaya karar verdim. İstanbul’da yaşamasam da neredeyse her hafta gittiğim için olayı reele taşıma fırsatım vardı.

İlk buluşmayı gidilecek mekan bolluğu ve kalabalık bir ortam olduğundan kızın rahat hissetmesi için Taksim’de ayarladım. Amacım mekana geçmeden önce 10-15 dakikalık kısa bir yürüyüş seansıyla nabız ölçmek ve ışık yoksa geceyi erken bitirmekti. Hem de etraftaki olaylardan ve dükkanlardan eğlenen ustalık fırsatları çıkarmam mümkün olacaktı. Düşündüğüm gibi de oldu, başta gergin davranan kız yürüyüş seansının sonunda çeşitli kinolarla samimiyet göstergesi sergiliyordu.

Mesele bu değil tabii, sadece havanın pozitif olduğunu anlatmak için yazıyorum. Gayet güzel gülüp eğlenirken birden bana bekaret konusundaki fikrimi sordu. Şöyle bir yerimde doğruldum, aslında şaşırdım. Beklemediğim anda gelen bir soruydu. Çünkü bu boşuna açılmış bir muhabbet değildi. Hele ilk buluşmada bu muhabbetin geçmesi pek hayra alamet değildi. Bana özellikle fikrimi sorması ise hiç hayra alamet değildi!

Kızın anlatmak istediği bir şeyler olduğunu anladım, dolayısıyla cesaretini kırmamak için olumsuz bir fikir beyan etmedim. Daha doğrusu olumlu veya olumsuz herhangi bir fikir beyan etmedim. “İnsanları tanımadan hayatı hakkında yorum yapmak doğru olmaz” diyerek geçiştirdim. Ve tahmin ettiğim gibi arkasından bakire olmadığını ve bunu “mantıklı bir sebebe bağlamak” için bana yem attığını anladım. Benden olumsuz bir yorum görmeyince anlatmaya başladı.

Benden önce bir sevgilisi varmış, kendisi aşka değer veriyormuş ama adam beraber olmak istiyormuş. Bir gün de evine gittiği zaman “tüm çabalarına rağmen” kendisiyle  “zorla” beraber olmuş. O yüzden bakire değilmiş. Aşkım sen ikincisin😀

Konuşmayı bitince ne diyeceğimi anlamak için yüzüme baktı ama ben ne diyeceğimi cidden bilmiyordum. Bahsettiği konuyu açıkçası hiç merak etmemiştim, etsem de sormazdım, zaten evlenmeyeceğimiz ve uzun ilişki de uzakta bir ihtimal olduğu için benim açımdan pek önemli değildi. Ama ısrarla benden cevap beklediği için “Senin adına üzüldüm, böyle bir şey yaşamamış olmanı isterdim.” dedim ve geçmişi konuşmanın keyif kaçıracağını söyleyerek konuyu kapattım.

Sonraki haftalar gayet güzel geçti. Her hafta görüşüyorduk, aynı şehirde olsak da zaten benim işlerden ötürü haftada en fazla iki kere görüşebileceğimiz için bu buluşma sıklığı gayet işime geliyordu diyebilirim. Kızın ilgisi iyiydi, hatta bir iki defa “geleceğin günü beklemek zor” diyerek buluşmak için sabırsızlandığını da belirtiyordu. Farklı şehirde olduğumuz günlerde de mesajlaşma ve aramalarla iletişimi koparmadım. Kızda bana ilgisi bakımından hiçbir kırmızı bayrak emaresi yoktu, hatta bir defasında İstanbul’da yerim olmadığı için beni kendi arkadaşının evine bile atmıştı 😀 İlişkinin adı yoktu, aşkım, seni seviyorum vs. gibi ifadeleri de kullanmamamıza rağmen fiziksel yaklaşmalar her hafta artıyordu.

İlk buluşmadan yaklaşık 3 ay sonra ise ilk kırmızı bayrak gelmişti ve bu da ilişkinin sonu oldu. Yine İstanbul’dan döndükten bir gün sonra kıza mesaj attım. Normalde kıza mesaj attıktan sonra hemen unutulması tavsiye edilir, ama bu kız o güne kadar mesajlarıma en geç bir iki saat geçmeden döndüğü için o gün mesajıma cevap alamamak bana garip gelmişti. Kız beni sallamıyor korkusundan ziyade başına bir şey geldiğinden endişelendim, çünkü daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapıyordu.

Yine de ikinci mesaj için acele etmeden ertesi günü bekledim. 24 saat cevap alamayınca artık merakıma dayanamayıp bir sorun olup olmadığını öğrenmek için aradım. Karşımda daha önce hiç duymadığım buz gibi bir ses vardı. Bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi anladım; sadece bunun sebebinin ne olduğunu sordum. Cevabı ise “o nasıl iş amk?” dedirtecek cinstendi. Bununla “zorla” beraber olan eski sevgilisi evlenmiş, düğün fotoğraflarını da kıskandırmak için kızımıza atmış, o yüzden morali bozukmuş ve benimle konuşmak istememiş 😀

Bak şimdi beynini kullanabilen herkesi iki dakika düşünmeye davet ediyorum: Bir adam sizinle isteğiniz dışında beraber oluyor, ama siz bu adamdan kurtulduğunuz ve evlenerek bir daha size musallat olmayacağı için sevineceğinize baya baya üzülüyorsunuz.

Kadın mantığını daha iyi anlatan bir örnek olamazdı herhalde 😀 Lafını bitirince “Benle dalga mı geçiyorsun sana zarar veren adamın neyine üzüldün?” deyince beni duygusuz ve anlayışsız olmakla suçladı. Artık sinirlendiğim için dayanamadım ve “Ya bi siktir git” deyip telefonu kapattım, tabii ki bu son görüşmemiz oldu.

Olayın aslı şuydu: Adamın muhtemelen maskülen karakterine dayanamayıp bekaretini verdi, ama ardından adam kendisini terkedince alfa dul oldu. O arada ben karşısına çıktım, beni adamın yerine yara bandı olarak kullandı. Ama adamın ilk iletişiminde tabii eski hipergamik yaralar depreşti ve ben unutuldum.

Kızı nextlerken canım acımadı diyemem. Birden o ilgiyi kaybetmek elbette zoruma gitmişti, ama eski mavi haplı halim olsa salya sümük kızın ilgisini kendime çekmeye çalışacakken şimdi gereken zamanda işi bitirmeyi öğrendiğim için duygusal olarak pek zarar görmeden uzaklaşmayı bildim.

Çıkardığım derslere gelirsek:

  1. Eğlenen ustalığı her zaman kızın üstünde uygulamak değilsiniz. Etraftaki olaylardan da malzeme çıkıyor, kullanmak gerek.
  2. Kızın dert dinleyen pasif merici asla olmayın. Mümkün olduğunca bundan kaçının. Eğer ister istemez böyle bir durumda kalırsanız benim yaptığım gibi fikir belirtmeden konuyu kapatmaya çalışın. Normalde ben yeni tanıştığım hatundan dert dinlemem, ama bu konu önemli olduğu ve gideceği yeri görmek için dinledim.
  3. Geçmişinde cinsel travma yaşadığını belirten kızlarla iletişimi kesin. Benim yaptığım hataydı, hele ki benim bilmediğim bir yere gidip kızla birlikte olmam daha büyük hataydı. Kız geçmiş deneyiminden ötürü yapacağım bir hareketi yanlış yorumlayıp beni de zor durumda bırakabilirdi. Duygusal yükleri ve sorunları sizden fazla olan kadınlarla birlikte olmayın. Hiçbir şey yapmasa bile “beni kullandın” muhabbetiyle kafa siker.
  4. Başlıkta da belirtildiği üzere kadınların geçmiş ilişkileriyle ilgili söylediği hiçbir şeyi tamamen doğru olarak kabul etmeyin. Kadınlar o anki deneyimlerini duygusal durumlarına göre yorumlarlar. Anlattıklarımda da gördüğünüz üzere dün bana travma yaşattı dediği adama bugün ağıt yakarken bulabilirsiniz, tamamen anlık duygusal bir tepki. Her zaman dediğimiz gibi kadının söylediklerine değil yaptıklarına bakın.
  5. Ben yaptım ama siz kırmızı bayrak görünce sessizce kenara çekilin, hesap sormaya, ultimatom vermeye kalkmayın. Gördüğünüz üzere işe yaramıyor 😀

Jordan Peterson Türkçe – Ataerkil Toplum Üzerine (Türkçe altyazılı)

Jordan Peterson’un bir röportajından :

Basın Mensubu : Benim anlayışıma göre ataerkillik toplumda erkek egemenliğinin hakim olmasıdır.

Jordan Peterson : İyi, ben ataerkillikten bunu anlamıyorum.

Basın Mensubu : Siz ne anlıyorsunuz peki?

Jordan Peterson : Erkek egemenliği toplumun hangi alanlarında hakim?

Basın Mensubu : Zenginliğin büyük bir çoğunluğu erkeklere ait … … sermayenin büyük bir çoğunluğu erkeklere ait … kadınlar daha çok ödeneksiz iş yapıyor.

Jordan Peterson : Erkeklerin çok küçük bir kısmından bahsediyorsun.

Kişilik bozukluğu olan insanların çoğu erkek.

Hapisteki çoğu insan erkek.

Sokakta yaşayan insanların çoğu erkek.

Şiddet suçlarından mağdur olanların çoğu erkek.

İntihar eden insanların çoğu erkek.

Savaşlarda ölen insanların çoğu erkek.

Okulda başarısız olanların çoğu erkek.

Yani hakimiyet nerede tam olarak?

Çok başarılı olan küçük bir grubu ele alıp … Batı toplumunun yapısını temsil ediyorlarmış gibi göstermeye çalışıyorsunuz. Bunda en ufak doğruluğu yok.

Basın Mensubu : Ama tecavüz kurbanı olanların çoğunun kadın olduğunu söyleyebiliriz. İki cinsin de başına çok kötü şeyler gelebiliyor.

Jordan Peterson :Bu konuda haklısın. Ama söylediğin şey erkek hakimiyetindeki bir ataerkilliğe kanıt oluşturmuyor. Sadece her iki cinsin de başına kötü şeyler geldiği anlamına geliyor ki bu zaten hepimizin malumatı.

Basın Mensubu : Ama mesela erkeklere tecavüz eden kadın yok neredeyse.

Cinsel şiddet anlamında da bir asimetri görülüyor burada.

Jordan Peterson : Evet asimetri var… Asimetri birçok alanda var.

Ama bu Batı kültüründe erkek hakimiyetindeki bir ataerkilliğin var olduğu anlamına gelmiyor. Asimetri olmasının sizin asıl argümanınızla alakası yok.

İnsanların direkt kabullendiği bir klişe bu.

Batı toplumları erkek hakimiyetindeki ataerkilliklerdir.

Hayır, değildir. Yanılıyorsunuz.

Belli dereceye kadar ataerkil bir yapıya sahip olsa bile… …bu yapının asıl kaynağı güç değildir.

Yeterliliktir (Yetkinlik diye çevirmeliydi).

Toplumumuzun ayakta kalabilmesinin sebebi budur.

İnsanlar arasındaki temel ilişkinin güce bağlı hale gelmesine neden olan sosyal yapının zorbalığa evrilmesidir.

Bizdeki güç değil ama.

Bir tesisatçı çağıracak olsanız – ki bu büyük ihtimal bir erkek olacaktır – Seni bu seçimi yapmaya zorlayan zorba tesisatçı birliği falan yok. Toplumumuzda giriştiğin bütün etkileşimlerde bu böyledir.

Sana türlü hizmetler sunan ve genellikle orta sınıftan gelen insanlarla muhattap oluyorsun. Sen de en iyi hizmeti verebilecek kişiyi seçmeyi istiyorsun. Ve bunu bulabiliyorsun.

Bu herhangi bir zorbalığın hakimiyeti altında gerçekleşecek şey değil.

Tekrar söylüyorum kültürümüz; Batı kültürü kesinlikle mükemmel olmamasına ve içerisinde zorba elementler barındırmasına rağmen…

…günümüze kadar görülmüş en hoşgörülü ve günümüzün en hoşgörülü toplumudur.

Bu ataerkillik yorumunun ne kadar tehlikeli ve zarar verici olduğunu göremiyorsunuz sanırım.

Kadın ve erkek tarih boyunca işbirliği içerisinde olmuştur.

Böylece kronik açlık, erken ölüm, hastalık…

…ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan çocuk yetiştirme zorluğuyla başa çıkabilmişlerdir.

Durum böyleyken geçmişe dönüp “erkekler gaddar ataerkillikleriyle gücü ele alıp kadınlara zulüm çektirdi” demek…

…tarihin rezalet bir şekilde yanlış okunmasıdır.

Bu, genç kadınlara öğretilecek en kötü şey ve genç erkeklerin üzerine yıkılan korkunç bir anlayıştır.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Jordan Peterson – Karanlık Taraf (Jung’un Gölge Kavramı)

Jordan Peterson’un ders verirken karanlık taraf ile ilgili konuştuğu kısım (Türkçe alt yazılı).

Tecrübenin değeri, kabaca; onun sayesinde, dünyaya bakış açında ve hayatta ki rolünde nasıl bir değişim türettiğindir. Yani, değerli bir bilgidir.

Berbat bir hikaye anlatabilirler ve bu değerli olabilir. Çünkü; dünyaya nasıl bakmaman gerektiğini gösterebilir. Bakış açınızı ve rolünüzü.

Olumlu bir hikaye de yararlı olabilir. Bu nedenle; korkunç, psikopat insanların hikayelerini izleriz. Onlar gibi olmamayı öğrenme ümidiyle.

Gerçi bunda, başka avantajlar da var. Kötülük (*)  yapamayacak birisinin, kötülük yapabilecek birisinden daha iyi olduğunu söyleyebilirsiniz. Ve ben bunun -Jung’cı düşünceye göre de bu böyledir- yanlış ve tehlikeli bir düşünce olduğunu söylerim.

Çünkü; kötülük yapabilecek birisi değilseniz, yapabilecek herkesin kesin kurbanı haline gelirsiniz.

Yani insanların, kötü insanların hikayelerini izlemenin sebeplerinden biri de bir taraflarının, içlerinde ki canavarla birleşmek istemesidir.

Onlara karakter ve öz saygı veren bu canavardır. Çünkü zarar verebilir hale gelmeden önce kendine saygı duymak imkansızdır. Güçlenir ve bir şekilde tehlikeli olduğunu görürsen yada cidden tehlikeli, kendine saygı duymaya başlayabilirsin. Başkaları da bunu yapar.

Demek istediğim; ”kötü olmak, olmamaktan daha iyidir” değil. Demek istediğim; kötülük yetisine sahip olup, kötü olmamak, kötülük yetisine sahip olmamaktan daha iyidir.

Çünkü birisinde; zayıf ve naifsin. Ama diğerinde; tehlikelisin ama bu kontrolün altında.

Bilirsiniz, bir çok savunma sanatı bunu felsefesi haline getirmiştir.

”Seni dövüşmen için eğitmiyoruz seni gözünü açman ve huzurlu olman için eğitiyoruz ama kavga etmek zorunda kalırsan…

Ayrıca dövüşme konusunda kendine güvenin varsa bu kavgaya girme ihtimalini düşürür. Çünkü birisi seni zorladığında kendinden emin bir şekilde tepki verebilirsiniz. Zorbalara karşı hep işe yarar. Genelde, yeterli derecede özgüven göstererek -ki bu üstünlük göstermeye eşdeğerdir- zorbayı vazgeçirebilirsiniz.

Yani, içinizde ki canavarla geliştirdiğiniz gücünüz; huzurunuz için en iyi garantidir. Jung’ın, insanların gölgeleriyle birleşmeleri gerektiğine inanmasının bir sebebi de bu. Ve ”Bunu yapmaya çalışmak korkunçtur. Çünkü; insanın farkına varmak istemediği tarafı olan gölgesi, cehenneme kadar uzanır.” der.

Demek istediği kendi gölgeni analiz ederek, başkalarının ve kendinin neden, 20. yüzyılın karakterini oluşturan berbat vahşetleri yapabileceklerini anlayabilecek olman. Ve bu anlayışa sahip olmadan, onu kontrol altında tutamazsın.

Mesela Nazi Almanyasını yada Stalin kontrolünde ki Sovyetler Birliğini araştırıp kendinize ”Bunlar nasıl insanlardı?” sorusunu sorarsanız. Kurbanlardan bahsetmiyorum, suçlulardan bahsediyorum. Cevap, senin gibi oldukları olur ve bunu bilmiyorsan, nedeni; kendin de dahil olmak üzere, insanlık hakkında hiçbir şey bilmemendir (**). Durum buysa; neden senin gibi olduklarını öğrenmen gerekir. Ve inanın, bu eğlenceli bir şey değil.

Bu, insanlarda travmaya neden olabilecek bir şey ve bu nedenle yapmıyorlar. Aydınlanmaya giden yolun, nadiren yürünmesinin bir sebebi de budur. Bu yol sadece, huzurunu takip edip seni mutlu yapan şeyleri yapmaktan ibaret olsaydı, dünyada ki herkes bilgeliğin kusursuz örneği olurdu ama durum bu değil.

Durum; karşılaşmayı isteyeceğin son şeyle karşılaşmak. Bu herkesde var.

Şovalyelerin kutsal kaseyi aradıkları bir Kral Arthur hikayesi var. Bu kase ya son akşam yemeğinde kullandığı kase yada çarmıha gerildiğinde kanının içine döküldüğü kase.

Hikayeler değişiklik gösteriyor ama kase basitçe, anka kuşu gibi, değişimi sembolize eden kutsal bir obje. Bir fikir.

Eşit oldukları için yuvarlak masada oturan Arthur’un şovalyeleri, en değerli objeyi bulmaya çalıştılar.

En değerli şeyi bulmak için nereye bakarsın?

Şövalyelerin her biri kaleyi çevreleyen ormana gittiler ve kendilerine en karanlık görünen noktadan ormana girdiler.

Bu iyi bir ders.

Çünkü bilgeliğe ve tamamen aynı şey olan kişisel değişime giden yol kesinlikle yürümek istemeyeceğin yol.

Bunun nedeni oldukça teknik. Bu da Jung’cı bir varsayım.

İçimizde gelişmemiş bir sürü şey var ve bunun nedeni onlara bakmaktan kaçınmamız. Çünkü onları görmek istemiyoruz. Ve geliştirmekten kaçındığın kısımlar var çünkü o kısımları geliştirmek zor.

Yani istediğin şeyin, bakmak istemediğin yerde olması, gerekiyor.

Çünkü oraya sakladın.

Bu durumun herkes için farklı olmasının sebebi de bu.

Senin aydınlanma ve dehşet alanın, başkasınınkiyle aynı olmayacak. İkisinin de aydınlanma ve dehşet alanı olması dışında. Yani, bir analitik seviyede eşitlerken, diğerinde farklılar.

Herneyse. Kurguya ve işlevine dönecek olursak gerçeği damıtır ve karma karakterler oluştururlar ve ne kadar karışık olurlarsa o kadar, mitolojik karakterlere benzerler. Bunun sonucunda, daha evrensel olurlar ve daha çok dini ilahlara benzemeye başlarlar ama bunun sonucunda kişisel tecrübeden uzaklaşmaya başlarlar. Bu nedenle edebiyatta, karakterini normal bir insandan fazlası ama bir tanrıdan daha azı yapabileceğin dar bir alan var. Seksenlerde süpermenin başına gelenler gibi.

İki tanrısal, iki de dünyalı ebeveyni vardı ve Harry Potter gibi kimsesizdi.

Oldukça yaygın bir tema. Süpermen ilk başta sadece, binaların üstünden zıplayabiliyordu belki bir lokomotifi durdurabilirdi ama 80’lere doğru gezegenlerle hokkabazlık yapmaya, hidrojen bombaları yutmaya başladı.

Herşeyi yapabilirdi. İlginçliğini kaybettiği için insanlar çizgiromanı almayı bıraktı.

Korkunç bir şey olur ve süpermen düzeltir.

Başka bir şey olur ve süpermen düzeltir.

Bu sıkıcı.

Öyle bir arketipe döndü ki, basitçe her şeye kadir tanrı gibiydi.

Ve bu hiç eğlenceli değil. Tanrı kazanır, sonra tekrar kazanır…

Bu nedenle onu kriptonitle zayıflatmaları gerekti. Yeşil kriptonit onu hastalandırdı.

Sanırım kırmızısı onu mutasyona uğratmıştı.

Pek iyi hatırlamıyorum. Her neyse.

Anlatılacak bir konu olsun diye karakterine zayıflıklar getirdiler.

Ve bu üzerine düşünülmesi gereken bir şey.

Bunda derin bir varoluşsal ders var.

Varoluşun sınırlı, hatalı ve narin.

Ufak bir lambanın içinde ki dahi olan cin gibisin.

Sınırsız potansiyelin var ama ufacık bir yaşam alanına sıkışmış halde.

Alaaddin’de cini oynarken Robin Williams’ın dediği gibi.

Ama sınırlarınız olması gerçeği; hayatınızın anlamının o sınırları aşmak olduğu anlamına geliyor

ve eğer sınırların olmasaydı bir konu olmayacaktı. Belki hayat da olmayacaktı.

Yani, belki de kusurlu ve yetersiz olduğumuz gerçeğini kabullenip, bunu varoluşun bir gerekliliği olarak görmemiz gerektiğinin bir nedeni de bu.

En azından mantıklı bir fikir.

(*) Kötü : Bu konuşmada ”kötü” olarak çevirdiğim her yerde ”cruel” kelimesi kullanılıyor. Kelimenin tam çevirisi ”zalim, gaddar veya yırtıcı” olmasına rağmen burada kötülük yapabilmekten bahsedildiği için kötülüğü kullandım.

(**) Jordan Peterson bunu şöyle açıklıyor : İnsanlar Nazi Toplama kampları ile ilgili filmler izlediklerinde o ortamda olsalar Oskar Schindler gibi davranacaklarına inanmaya meyillidir ama hayatlarını oracıkta alabilecek şeytana karşı durabilen böyle kahramanlar binde birdir. Çoğu öyle bir ortamda, Zimbardo Deneyinin de gösterdiği gibi, o kamplardaki acımasız gardiyanlara dönüleceklerdir. Öyle bir durumda zorba gardiyana dönüşmemek için gölgenle çok daha önceden karşılaşıp onun farkındalığı ile aydınlanmış biri olman gerekir.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Jordan Peterson Türkçe – Kendini Düzelt (Türk alt yazılı)

LibertarianTurk Youtube kanalı, Jordan Peterson’un PragerU için hazırladığı güzel videoyu Türkçe’ye çevirmiş (alt yazıları cc ile açabilirsiniz). Yazının metni, videonun altında.

Kendi sorunların için başkalarını sorumlu tutmak zaman kaybı. Bunu yaptığında, hiç bir şey öğrenmezsin. Büyüyüp, olgunlaşamazsın. Bu sebeple, hayatını güzelleştiremezsin.

Profesör ve psikolog olarak geçirdiğim 30 yılda öğrendim ki, hayata ve gerçekleşen kötülüklere cevap olarak 2 temel yaklaşım var : Birincisi dünyayı suçlu bulanlar. İkinci gruptakiler ise kendileri nasıl değişiklik yapabileceklerini soranlar.

Boşanmak üzere olan bir çift düşünün. Üzgünler ve sinirliler. Mutsuz, tatsız koca, karısının yaptığı kötülükleri ve neden onunla yaşayamayacağının sebeplerini düşünüyor. Sinirli ve hayal kırıklığına uğramış karısıda, kocasının nasıl onu hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyor. İkisinin de diğeri için gerekli, uzun bir değişim listesi var.

Onların barışma ihtimali çok düşük. Neden?

Çünkü diğer insanlar sorun değil. Sorun sensin.

Diğer insanları değiştiremezsin ama kendini değiştirebilirsin. Ama bu çok zor. Değişmek için cesaret ve disiplin gerek. Başkalarını, kendi sorunların için, sorumlu tutmak daha kolay ve tatmin edici.

Ufak bir dükkan’ın camını kırarak ’adaletsiz’ kapitalist sisteme ’mesaj’ gönderen genç protestocuyu düşünün. Gerçek sorunlarıyla hiç bir alakası olmayan bir kişiye zarar vermek dışında ne yaptı?

Bunun sonucu olarak hissedeceği suçluluk, şüphe ve utancı, kendi aklında bastıracak. Kendi fikirlerinin değişmemesi için. Be bu baskı, kendi sinirini ve yalnızlığını korumaktan başka bir şey yapmayacak.

Şair T. S. Eliot’ın yarattığı Cocktail Party tiyatro oyununda, karakterlerin biri hayatında zor bir dönem yaşıyor.

Kendi psikiyatristine mutsuzluğunu anlatıyor.

Ona, kendi mutsuzluğunun sorumluğunun sebebinin kendisinde yer aldığını umduğunu söylüyor.

Şok olan psikiyatrist nedenini soruyor.

Karakter de diyor ki: “eğer sorumlusu kendisiyse, değişiklikler yapabilir. Ama eğer sorumlu dünyaysa, o zaman kurtuluş yok”.

Kendisi dışında her şeyi değiştiremez. Ama kendisini değiştirebilir. Tabii ki, korkunç durumlara düsmüş insanlar var. Ama çoğumuz bu durumda değiliz.

Çoğumuzun hayatımızı olumlu bir şekilde değiştirmeye şansımız var. Ama nasıl?

Küçük başlayın. Kendinize bir kaç şey sorun: Size sunulan fırsatları tam olarak avantajına kullanıyor musun?

Okulda veya işte, tam kapasiten ile çalışıyor musun? Yani, sen kendi hayatını düzelttin mi?

Eğer cevap hayır ise bunu dene: yanlış olduğunu bildiğin şeyi yapmayı bırak. Bugün bırak.

Yaptığın yanlış mı diye soru sorup vakit kaybetme.

Gereksiz sorgulama cevap almadan, kafa karıştırabilir ve hareket etmeni engelleyebilir.

Bir şeyin, nedenini bilmeden doğru mu yanlış mı olduğunu bilebilirsin.

Dikkat etmeye başla. Yapman gerekenleri sonraya bırakıyor musun,

geç kalıyor musun, elinde olmayan parayı harcıyor musun, çok fazla içiyor musun?

Bu, sana zorla dayatılan ahlakı kabul etmen değil. Kendi bilincin ile kendi diyalogun.

Kendi açından yaptığın yanlış ne? Hemen şimdi doğru yola koyabileceğin ne var?

İşe vaktinde git. İnsanların lafını kesmeyi bırak. Kardeşlerin, annen ve babanla barış.

Elindeki fırsatları tam kullan. Eğer bunları yaparsan hayatın güzelleşir. Daha huzurlu, üretken ve çekici olursun.

Günler veya haftalar veya aylar sonra aklın huzurlu olur. Hayatın daha az trajik olur. Daha güvende hissedersin.

Doğruyla yanlışı daha iyi ayırt edersin. Geleceğin daha parlak olur. Kendi kendini sabotaj etmeyi durdurursun.

Kendine, ailene ve topluma zarar getireceğine, positif ve güvenilir bir güç getirirsin.

Hayatın hala zor olur. Hala acı çekersin. Hayatta olmanın bedeli bu.

Belki, bu yükü kaldıracak kadar güçlenirsin. Daha olgun ve bir sebep ile hareket edersin.

Dünyayı düzeltmenin yolu dünyayı düzeltmek değil.

Böyle bir görevi gerçekleştirebileceğini zannetmek için bir sebep yok.

Ama kendini düzeltebilirsin.

Bunu yaparak hiç kimseye zarar veremezsin.

Ve böylece, dünyayı daha iyi bir hale getirebilirsin.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Zamanında olmadıktan sonra olmuyor

Ödeyeceğin bedeli seç yazısında Heaven rumuzlu okur şöyle bir şey yazmış :

Yalnız şöyle de bir durum var ki abi, bazı şeyler zamanında olmadıktan sonra olmuyor. Hani bu hatunculuk işlerine 10 yaşlarında başlamış adamla, 25 yaşında başlamış adam nasıl aynı olamayacaksa; hayatta bedellerini erkenden seçip ödemeye başlamış adamla, bazı şeyler geçip gittikten sonra bir yola girmeye çalışan adamın da asla aynı olamayacağını düşünüyorum. Bu sebeple de abi, kırmızı hap felsefesinde bir paradoks olduğunu düşünmeye başladım. Benim gözlemlerime göre erkeklerin çoğu, bu felsefe ile karşılaştığında iş zaten işten geçmiş oluyor. İş yapanlar, erkek gibi erkek olabilenler ise, atı çocuk yaşta aldığı için Üsküdar’ı da çoktan geçenler oluyor.

Bu arabesk kafa Türkiye’de çok yaygın aslına bakarsanız İngilizce’de duyduğumu hatırlamadığım bir kafa.

X yaşında başlayan ile Y yaşında başlayan aynı olmayacaktı.

Bu laf dünyanın en beyinsiz laflarından biri bence. Ayrıca da inanılmaz boş. Erkeklerin 90%ının hiç bir işe hiçbir yaşta başlamadığı ve tam tersi enerjilerinin başarısız olmaya harcadıkları bu dünyada, senden 15 yıl önce başlayan tepe binde birde olsun, 10 yıl önce başlayan %1de olsun sen de 10%’da ol ne olacak? Bu kadar başlamayan varken başlayan herkese az çok ekmek var, sabırla devam edene iyi ekmek var.

Bu akılsız laf genelde başlamamaya bahane arayanların kafasında zaten. İstersen 40ında başla, yine tepe 10%ye girersin. Bu soya oğlanlarının, koltuk patateslerinin, ayakta uyuyanların dünyasında tepeye çıkma çıtası yüksek değil.

Ha tepeye 10%ye çıkıp hala tepe binde bire bakıp içlenen adam duble akılsızdır. Bu cebinde 200 milyon olup da Bill Gates kadar zengin olamadım diye hayıflanmaya benzer. Zaten bu kafa da cebinde 200 lira olup da onu arttırmak için adım atmayacakların olacağını sandığı şeydir.

Benim gözlemlerime göre erkeklerin çoğu, bu felsefe ile karşılaştığında iş zaten işten geçmiş oluyor. İş yapanlar, erkek gibi erkek olabilenler ise, atı çocuk yaşta aldığı için Üsküdar’ı da çoktan geçenler oluyor.

Kırmızı hap forumlarında KH ile 50 yaşında boşandıktan sonra karşılaşıp tabak çevirip hayatına bakanlar var, sen iş işten geçti sanmaya devam et.

Bu kafa, insanı olduğu yerde tutma programının bir parçası. Sen istatistiki olarak bunu takip edeceksin ve hayat boyu potansiyelinin altında kalacaksın. Muhtemelen olacak bu. Buraları okuyan çoğu erkek de aynı şekilde.

Siz bilirsiniz. Hayat sizin, siz hayatınızı daha iyiye götürmeye değmez kafasında iseniz, ne benim ne de bir başkasının sizin o yönden döndürmeye çaba harcamasına değmez. Bir insan bugün 2,000 TL kazanıyorsa ve bu adama 10,000 TL kazanmanın yollarını gösterdiğinde bu adam “aman babasının cebine 50,000 TL koyduğu adamla asla boy ölçüşemem neye yarar” diyorsa, 8 bin TL fark hayatında fark yaratmaz sanıyorsa, o insana yardım edilemez, etmeye çalışmaya değmez. Her şeyden önce bu kafada olmayan azınlığa el atmak daha verimli ve onlara zaten yetecek zaman yok.

Şu X yaşında başlayan ile Y yaşında başlayan aynı olmayacaktır kafasındaki adamlara acıyorum ama dediğim gibi vakit yok. Kafalarındaki bilgisizliğe dayalı bu aptallıktan kurtulmak kendi görevleri. Bilgisizlik diyorum zira hayata önde başlayanların ne kadar az olduklarının farkında değildir. Örneğin Türkiye’de erkeklerin sadece binde 17’si dolar milyoneri ama “zengin olacan hacı” diyen adamlarla azıcık konuşsan Türkiye’de zengin erkeklerden kendilerine kız kalmayacağını sandıklarını anlarsın. Bu da aynı hesap.

Bu şekilde konuşanlarda yengeç zihniyeti de aşırı şekilde mevcuttur. Yorumlarda muhtemelen örneği görülecektir.

Sevgilisinin giyimine karışan erkek

Okur Simone sormuş :

hocam kıskançlık konusunda ne düşünüyorsunuz? dozu nasıl ayarlamalı? giydiği kıyafetlere falan karışmak hakkında görüşlerinizi merak ediyorum.

Çok sorulan bir soru bu. Bunu sıklıkla “abi kız arkadaşım bana giyimime karışamazsın dedi neyleyim?” gibi ileri evrelerde soranlar da var.

Bu soruyu soran adamlarla biraz konuşursanız, %90’ında sorunun aslında çok daha derinlere ve öncelere gittiğini görürsünüz. Eğer şimdi bahsedeceğim daha önemli hatayı yapmasalardı, %90’ının bu soruyu sormak zorunda kalmayacağını anlarsınız.

Çoğu erkek, ilişki içinde olmayı hayatının en önemli amacı yapmış olmasına rağmen, ya da aslında muhtemelen bu nedenden dolayı, ilişkiye gireceği kadını seçmeyi yeteri kadar ciddiye almıyor. Aslına bakarsanız çoğu erkek için ilişki kriteri, “yeterince güzel bir kadın bana ilgi gösterdi, ben kimim ki daha fazlasını sorgulamaya hakkım olsun” diye özetlenebilecek basit bir şey.

Bu sitede sıklıkla dile getirdiğim ve en “akıl almayan” ve muhalefetle karşı konulan şeylerden biri de, bir kızla ilişkinin ilk 3 – 4 ayının onu değerlendirme ayları olması gerekliliği. İlk 3 – 4 ayda bu kız benim düşünce ve değerlerimle paralel mi, ilişki materyali mi diye değerlendirme sürecinde olmanız, gereğinden fazla yatırım yapmamanız ve eğer kız testi geçemez ise bırakmaya hazır olmanız lazım. Günümüz feminize edilmiş dünyasında bu lafı duyan çoğu erkeğin kafasında “yeterince güzel bir kız bana ilgi göstermiş, ben ne kadar “şanslı” olduğuma şükrediyorum sen bana kızı test et diyorsun moruk” lafı beliriyor. Yokluktan ilişkiye sarılmak sizin tercihiniz ama sonra gelip de yakınmayın. Sizin beğendiğiniz ve sizi beğenen hatunun sizinle uyumlu olma ihtimali, olmama ihtimalinden daha düşük iken test etmeden atladığınız, hemen sevgilim hayatım moduna girdiğiniz, “şanslı” olduğunuz ilişkide size bol şans.

Her neyse, bu meşhur giydiğine karışma haltının başınıza gelme sebebi de çoğunlukla bu probleme bağlı. Bazı çok kıskanç (ki kendine güvensizlik göstergesidir) adamları bir kenara bırakırsak her erkeğin  tolere edebildiği bir giyim tarzı vardır. Ben mesela kafa olarak muhafazakarlıktan çok uzağım ve kız arkadaşlarım da hep öyle oldu ama benim kız arkadaşımda normal karşıladığım giyimi başkası çok açık bulabilir. Ama bu kız arkadaşım dediğiniz kız ilk 3 – 4 ay farklı giyinip sonra açılıp saçılmıyor. Eğer 3 – 4 aylık değerlendirme sürecinde kızın giyimi sizi rahatsız ediyorsa ve bu sürecin test olduğunu göz ardı etmezseniz bundan olmaz deyip bırakacaktınız. Fakat siz muhtemelen, cicim aylarında söylemeye cesaret edemediniz ve artık bu giyimi ciddi problem yaratmaya başladı.

Bu konuda iki aşırı uç var. Biri aşırı tutucu, kızcağız omzunu açsa “dışarı sinyal veriyor” diye kafayı yiyen uç. Diğeri de “ya rahatım boşver ne giyerse giysin” diyen uç. Ben bu konuda ortanın birçoğuna göre rahat tarafındayım. Yalnız şu gerçeği unutmam, siz de unutmayın, giyim  bir kadının dışarıya “uygunluk” sinyali vermek için kullanabileceği bir araçtır. Bu, kadın her giydiğiyle sinyal verir anlamına gelmez ama böyle bir sinyal vardır. Bu konuda makul olan nedir sorusuna kolay bir cevap yok gibi ama bence bunun cevabı şu :

Kızın kız arkadaşınız olmadan önce ve ilk 3 – 4 ayda baz giyinimi sizi rahatsız etmiyorsa, o giyimden rahatsız edici şekilde açılması muhtemelen sinyaldir.

Yanlış anlamayın, bazı bariz sinyaller vardır tabii. Kukunun altında 1 cm kıç yanağı gösteren şort, iki memenin ortasına inen dekolte, yoga pant ile ya da sütyensiz dışarı çıkmak, vs … Ama bunlar haricinde eğer ilk 3 – 4 ayı değerlendirme ayları sayarsanız ve kızın giyimi sizi rahatsız ediyorsa, kıza karışmanıza gerek yok. Kızı bırakıp gidin. Zaten bu soruları soran adamların çoğunun kız arkadaşım dediği 1 – 2 aydır beraber oldukları kız.

Burada çerçeve kavramını bir daha hatırlatalım. Sizin ilk 3 – 4 ayda kızı test ederken baktığınız şeylerden biri de kızın sorunsuzca sizin çerçevenize girip girmediği. Bazı erkekler maskülen – alfa davranışı kızı zorla kendi çerçevesine sokmaya çalışmak sanıyor. Eğer maskülen ve yüksek değer gösteren bir erkekseniz elbette ki bir kız sizin çerçevenize girmeye, soya oğlan çocuğunun çerçevesine girmekten çok daha fazla istekli olacaktır ama bir kızın sizin çerçevenizi reddetmesine verilecek alfa tepki, kızı bırakıp ağı başka sulara atmaktır.

Türk Kızı

Bu soruları soran arkadaşlarla ilgili merak ettiğim bir konu var : Türkiye’de giyimine karışmanız gereken kızı nereden buluyorsunuz? Türk kızı ya da aslında dünya kızları çoğunlukla “erkek arkadaşım olsun da isterse beni kısıtlasın” (bunun da bokunun çıkabileceği bir nokta var elbet) modunda insanlar. Tekrar soruyorum siz bu kızları nereden buluyorsunuz?

20 yıldır ilişkiler dünyasındayım, bunun ilk yarısını da mavi mavi masmavi bir kafayla geçirdim ve 20 senede sevgilim diyebileceğim 10dan fazla hatun olmuştur. Bunlardan giyimimini bana göre düzeltmeyeni olmadı. Bu kızların hepsi de kafa ve aile olarak muhafazakarlıktan uzak kızlardı (bazıları yabancı idi). Türk kadını sana sevgili olarak ilgili ise zaten çaktırmamaya çalışarak senin tolerans seviyesini kendisi bulur.

Örneğin üniversitede o zamanki kız arkadaşım ile dışarı çıkacağımız birgün onu okuduğu İstanbul üniversitesi civarında yurdundan aldım. Kızcağız aşağı indiğinde elinde bir şal vardı. “Mahmut omuzlarım çok açıksa bu şalı takayım mı?” diye sordu ben de gerek yok deyince geri odasına bırakmıştı. Bu kızlayken gayet betaydım ama en azından bazı kriterlerim vardı. Şimdiki kız arkadaşım giyim konusunda ağzımı açmamama rağmen başlarda giyeceği şeyleri bana soruyordu. Mesela üniversitenin ilk yılında benden hoşlanan güzel bir kız vardı bölümde, giyimi çok açık diye istememiştim. Vs … vs … Ki tekrar ediyorum, kafa olarak liberal bir adamım.

Gerçekten bazı yorumları okurken “siz bu kızları nereden buluyorsunuz?” lafı çok aklımdan geçiyor. İnstagramda 1000 takipçinin altında takipçisi olmayan kırmızı alarm manyağı hatunlara mı yürüyorsunuz?

Bana karışamazsın

Bu ilk 3 – 4 aylık test süresi mantığını takip edip gerekirse kızı bırakacak güce sahipseniz 90% bu sorunla karşılaşmazsınız. Ama tabii sonradan açılıp saçılan ve karıştığınızda size kafa tutan kıza karşı ne yapacaksınız?

Öncelikle ultimatom vermeyin. Bunu sürekli tekrarlamak gerekiyor ama ultimatom vermeyin derken ağzınızı açmayın demiyorum. Öncelikle kızın normalde bir bakışınızla bunu anlaması lazım (bu dediğim size yabancı ise, hayatınızda kızın sizin gözlerinizdeki ifadeye bakıp kendini düzelttiği böyle normal bir ilişki yaşayamamış iseniz sizin çok daha temel bir probleminiz var). Eğer bu olmuyorsa, kızı bir kere “bu giyimin çok açık” diye uyarın. Ultimatom, bir daha böyle giyinirsen şu şu olur diye tehdit etmektir. Eğer bir daha öyle giyinirse ne yapacaksanız, onu bir daha öyle giyinirse YAPIN! Söylemeyin, tehdit etmeyin. Çoğunuz zaten tehdit ediyorsunuz ama bir daha olursa yapamayıp küçük düşüyorsunuz. Ne yapalım diye bana sormayın, bir daha böyle giyinirsen şunu yaparım diye aklınızdan geçen şeyi söylemeyin yapın.

Bu tavsiyeyi pasif – agresif tepki olarak algılayıp uygulayanınız çıkacaktır. Yani kıza ultimatom vermeyip bütün gün başka hırlıklar çıkarıp kızın anlamasını bekleyen olacaktır. Bundan bahsetmiyoruz. Mesela kızı almaya gittiniz, kız çok açık giyinmiş olarak geldi. Bakışınızdan da çakmadı. Kıza “bu kıyafet çok açık” dediniz. Kız kendiliğinden çıkıp üstünü değiştirmedi. Ağzınızı kapatıp bütün gece somurtmanızı ve trip atmanızı tavsiye etmiyorum. “Üzgünüm, bu kıyafetle çıkacaksan beraber çıkmıyoruz” diye kızı orada kibarca bırakıp gitmenizden bahsediyorum. Eğer kızla evinden uzakta buluştuysanız, kız geri dönüp üstünü değiştiremez tabii. O zaman da kafanıza takmayıp geceyi normal geçireceksiniz, yapacak bir şey yok ama bir daha olursa o otobüs durağında bırakıp gidin.

Bu süreçte kızın ağzından “bana karışamazsın” lafını duyarsanız, rahat olun. Kız haklı, ona karışamazsınız. İstediğini giyer, istediğini yapar. Kızı terk edeceksiniz o nedenle de rahat olun. “Haklısın sana karışamam” deyin (içinizden ya da kıza) ve düşünün, bu lafı duyduğunuz hatun ile beraber devam etseniz ne olacak?

Bu shit test mi diye soran var? Shit test ama tehlikeli bir shit test, yani kadının erkeği artık çok daha az önemsediği için kaybetmeyi pek önemsemeden yüksek perdeden yaptığı shit testlerden.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz.

Ödeyeceğin bedeli seç

Allah’ın Aslanı rumuzlu okuyucu sormuş :

Selam Mahmut abi, uygun yazinin bu oldugunu düsündüm.

Gecici olarak günde 8 saat calismaya basladim ve vaktin cok kisitli oldugunu daha iyi farkettim. Acikcasi isten sonra kalan az vakti insan ister istemez iyi degerlendirmeye sartliyor vakit az oldugundan. Yalniz su var, ömür boyu günde 8 saat calisacagimi düsününce iliskiler konusunda ugras vermenin, spora gidip vakit ayirmanin degecek bir sey oldugu konusunda süpheye düsüyorum. Spor günde en fazla 1.5 saatini alabilir diyebilirsin ama o 1.5 saat bile cok degerli oluyor kisitli sürenin icinde. Isten yorgun argin geldikten sonra ayaklarimi uzatip birami yudumlarken keyif yapmak varken neden spor salonunda demirlerin icinde mücadele etmeliyim? Sunu sordum diye senden firca da yiyebilirim ama bilemiyorum. Belki mgtow olanlar hakli …

Bu ciddi bir konu ve çok sık içine düşülen bir yanılgı. Forumlarda görüyorsunuz, kadın – erkek ilişkileri ile ilgili ne tartışılırsa tartışılsın, daha 3 – 5 yorum geçmeden biri çıkıp “ya hacı kadınlardan uzak durun, derdiniz tasanız olmaz” diyor. Bazı açılardan doğru gibi görünen bir önerme bu. Mesela çalışma olayını düşünelim.

Gerçekten MGTOW yaşarsanız kendinize bakmak için çok çalışmanıza gerek yok. O zaman neden olmasın?

Çoğunuzun anlamadığı nokta, hangi yolu seçerseniz seçin bir bedel ödeyecek olduğunuz. MGTOW seçseniz de bedel ödeyeceksiniz, evlenseniz de. Spor salonuna gitmeyi seçseniz de bedel ödeyeceksiniz, biranızı yudumlayıp yan gelip yatmayı seçseniz de.

Bana bazen kırmızı hap – mavi hap kavramları, aslında bedensel ve duygusal olarak yetişkin erkek ile oğlan çocuğu ayrımına bizim bulduğumuz cafcaflı tanımlar gibi görünüyorlar. Yetişkin bir erkek olarak hayatta ne yöne giderseniz gidin bir bedel ödeyeceğinizi bilmeniz lazım. Bedel ödememeyi, fedakarlık yapmamayı seçemeyeceğinizi, sadece ödeyeceğiniz bedeli ve yapacağınız fedakarlığı seçme lüksünüz olduğunuz bilmeniz lazım. Evet tekrar ediyorum bunu kafanıza sokun :

Gitmeyi seçeceğiniz her yönün gerektirdiği bir bedel ve fedakarlık var. Fedakarlık yapmamayı seçemezsiniz, sadece gideceğiniz yönü ve yapacağınız fedakarlığı seçebilirsiniz.

MGTOW olurum hacı, karı – kız yok rahat rahat yaşarım diyenler – ki genellikle bu konuda konuşacak zerre tecrübesi ve bilgisi olmayan 25 yaş altı oğlan çocuklarıdır kendileri -o yolun da bir bedeli olmadığını sanıyorlar. O bedeli bilseler çoğu göze bile alamaz. Bir laf vardır : herkes aslan olmak ister ta ki iş aslanın aslan olmak için yaptığı şeyleri yapmak zorunda kalana kadar!

İlişkilerden ve kadınlardan uzak durmanın yanlızlık, biyolojik üreme dürtülerine sürekli karşı gelmek zorunda olmak, hayatın en temel ihtiyaç ve güzel zevklerinden biri olan sekstten mahrum kalmak, vs … gibi bedelleri var. Kadın – erkek birbirlerinden farklı ama birbirleri ile uyum içinde olurlarsa oldukça doyurucu bir yaşam kurabilecek varlıklar, bu ihtimali çöpe atmak var. Bakın ben arkadaş çevremde çocuk yapmaktan ve evlilikten en uzak adamdım ve çocuğum olduktan sonra bile söyleyebilirim, çocuksuz da olabilirdim. Ama çocuk hayata büyük renk katabiliyor, bundan mahrum kalmak var.

Spor evet bedel ister ama koltuk patatesi olarak yaşamanın da sana kalp damar hastalıkları gibi bir ton bedeli var. Bugün toplum oldukça stabil diye bu lüksü sürdürebileceğini sanarsın ama yarın dünya tepek taklak olduğunda ilk sen gidersin mesela. Ben biraz kafa olarak buna müsaitim ama her uygarlığın yıkıldığı kıyamet filmi izlediğimde aklıma gelir : lan şimdi burada ne kadar şeker hastası varsa ilaç bulamadığında komaya girip ölecek!

Mavi haplıyken kırmızı hap gören çoğu erkeğin MGTOW ile flört etme nedenlerinden biri de bence budur. Fişe takılı oğlanın mavi haplı aşk, oneitis, bekleyeyim gelecek, vs … peri masallarına bakarsanız, hepsi bedelsiz (performans yükü olmadan elde edilen idealize aşk) pembe düşler. Bu çocukların yetişkinliğe adım atmak yerine bedelsiz yollar araması ve bedelsiz sandıkları MGTOWa yönelmeleri şaşırtıcı değil.

Kısacası, seçtiğiniz yolda bedel / fedakarlık göremiyorsanız, henüz seçim yapacak olgunluğa sahip olmayan saf birisiniz demektir. Her yolun artıları ve eksileri vardır. Seçtiğiniz yolun da arkanızda bıraktığınız yolun da hem getirilerini hem de götürülerini tartın. Bundan sonra MGTOW da seçseniz  evlilik de seçseniz, gözü kapalı seçim yapan ve hayal dünyasında yaşayan oğlan çocuklarına göre daha iyi bir hayat yaşarsınız.

Bana sorularınızı uygun yazı altında sorabilirsiniz, benimle görüşme ayarlayabilirsiniz ya da ilişkiler setimize bakabilirsiniz.