Kendini geliştirmenin matematiği

Odaklandığım ana alanlardan biri de kendini geliştirmek. Her yıl doğum günüm yaklaştığında, iyi bir viski alıp otururum ve bir önceki yılın hesaplarını kapatırım. Geçen yıl başladığında nerede olduğuma ve şimdi nerede olduğuma bakarım ve bunlardan gelecek sene nerede olmak istediğimle ilgili kararlarımı çıkarırım.

Yaptığım şey temelde “geçmiş, şimdi ve gelecek” paradigmasını, ölçülebilir küçük parçalara ayırmak. Yönetim gurusu Peter Drucker’in eski bir sözünü temel prensibim yaptım: “Ölçülebilen şeyi yönetebilirsin.” Şimdi kendine güven seviyesi, kaygı ve depresyon gibi ölçü yaratması zor şeyler de var ama egzersiz sayısı, hacim ve yoğunluk ile ağırlık kaldırmada ilerleme, uyku, yeme içme gibi şeyler ölçülebilirler.

Böyle ölçüler bulup takip etme sebebim, kendimi yaptıklarımdan sorumlu kılmak. Aynı zamanda böylece birçok şeyi önceden planlamanın daha kolay olduğunu gördüm. “Bugün yorgunum, spor salonuna yarın giderim”, “biraz daha çalışmam lazım ama zaten dün “4 saat çalıştım” gibi tuzaklara düşmek çok kolay. Eğer her şeyi planlarsanız ve alışkanlık haline getirirseniz, bunları yapmadığınız zaman kendinizi çok huzursuz hissedersiniz. Ama bu tür ölçüler kullanmamın temel sebebi şu: A’dan Z’ye gitmek istiyorsanız, yolda ne kadar ilerlediğinizi takip etmezseniz, Z’ye vardığınızı nasıl anlayacaksınız? Yoldan çıkıp çıkmadığınızı hatta tam tersi yönde gitmediğinizi nasıl bileceksiniz? Eğer ölçüler kullanmazsanız, bilemezsiniz.

Bu yazıyı, Kendini geliştirmenin matematiği olarak adlandırdım zira bu yazıda hayatlarını tamamen ya da bazı alanlarda iyileştirme konusunda birçok insanın yanlış anladığı matematik prensiplerden bahsedeceğim.

Doğrusallık ve Süreklilik

Daha önce, birçok insanın geleceği doğrusal bir şekilde tahmin ettiğinden bahsetmiştim. Bu durumu reductio ad absurdum (karşındakini gülünç duruma düşürerek) şekilde şöyle ifade etmiştim: “dün öyle oldu o zaman sonsuza kadar da öyle olacak”. Bu aptalca görünüyor ama “biz bu işi böyle gördük, böyle yaptık” diyen kaç kişi duydunuz? Bu etkinlikte veya onun bağlamında hemen hemen hiçbir değişiklik olmayacağını varsayıyor. 10 – 15 yıl öncesine giderseniz, kimse “online oyun” ya da “mesaj oyunu” hakkında konuşmuyordu. Ama bugünlerde bunlar baştan çıkarma camiasının önemli konuları. Oyun prensipleri fazla değişmedi ama oyunun içinde bulunduğu bağlam çok değişti.

Benzer şekilde, emek ile sonuç arasında doğrusal bir ilişki olduğunu varsayarız. “Eğer bir yıl önce günde 1 dolar biriktirmeye başlarsanız, bugün cebinizde 365 dolar olur” örneğini, küçük görünen çabanın, büyük sonuçlara yol açacağını göstermek için kullanmayı seviyorum. Fakat birçok insan yolculuktan nefret ediyor ve sadece sonucu seviyor. Bu nedenle de sonuca bir an önce ulaşmak için kendilerini büyük ama sürdürülebilir olmayan bir çabanın içine atıyorlar. Bir tanıdığım yeni yıl sözü olarak sağlığını düzeltmeye karar verdi ve kahveyi, sigarayı, işlenmiş gıdayı, şekeri hemen bırakıp haftada 6 gün spor salonuna gitmeye karar verdi. Bunu sadece 3 hafta sürdürebildi ve 3 haftanın sonunda 2 haftalık bir kahve, sigara, işlenmiş gıda ve şeker “ziyafetine” dalarak eskisinden daha sağlıksız bir hale geldi. Bu tanıdığım, “ne kadar çok, o kadar iyi” zihin yapısının kurbanı oldu.

Ne kadar çok, o kadar iyi

Bu sürekli, takıntılı bir şekilde emek harcama kültürü, bazı grup ve topluluklarda çok yaygın. Eğer insanüstü bir çaba harcamıyorsan, tembelsin kültürü. Sabah 4’te kalk, 2 saat spor yap, kahvaltı yap, saat 7’de işte ol, akşam bir daha spor, ek işinle uğraş, gece yarısı uyu, erken kalk ve bir yandan da güzel kadınlara yürü, eğlen ve dünyayı gez. Bu, “çok erken, çok fazla” kadar kötü bir şey zira hayati öneme sahip ama üretken görülmeyen şeyleri kısıtlamak anlamına geliyor. Bu hayati şeyler de genellikle uyku gibi dinlenme ve kendine gelme rutinleri. Bu tür “sürekli zorlama” prensibinin problemi, kişinin sürekli emek harcamasına rağmen ayarlama ve yaptıklarını gözden geçirmek için zaman bulamaz hale gelmesi.

Zamanında sıklıkla verilen “100 kadına yürü” tavsiyesi, oyunda iyi olmak için değil, yürüme kaygısını aşmak için yapılırdı. İlk önce kızlara yürüyüp yön ya da saat sormaktan başlayarak aşama aşama, yabancı biriyle konuşma kaygısını aşma şeklinde tavsiye edilirdi. Bir kez tanımadığınız insanlara “açılış yapma” kaygısını aşınca, gerçek “oyuna” geçebilirdiniz. Bugün ise “100 kadına yürümek”, oyunda iyi olmak için mucize bir rakam olarak görülebiliyor.  3 set x 12 tekrarın, kas kütlesini arttırmak için mucize rakam olarak görülmesi gibi.  Mucize rakam 3 x 12 değil. Kasların 45 – 60 saniye kadar stres altında kalması, kas kütlesinin arttırılmasını sağlayan şey. Eğer her tekrarda 4 saniye harcarsanız, bir set 48 saniye sürer. Hızlı hızlı 20 saniyede tekrar işinize yaramaz. Aynı şekilde, günde 100 kadına yürürseniz ama yürümeleriniz üzerinde düşünüp bunlardan sonuçlar çıkarmazsanız, nereleri düzeltmeniz gerektiğini anlamaya çalışmazsanız, gelişemezsiniz.

Eğer 20 – 30 kadar kadına gidip “pardon, saatiniz var mı” diye sorarsanız, yürüme kaygınızdan büyük oranda kurtulursunuz. 30’un üstünde ise yürümelerinizin size faydası hızlıca azalır.

Azalan getiriler (diminishing returns)

Emek harcadığınızı çoğu alanda er ya da geç azalan getiriler noktasına ulaşırsınız. Azalan getiriler, aynı verimi almak için zaman içinde daha fazla emek harcamanız gerektiği anlamına gelir. Bu gerçek, örneğin tahvil piyasasında tam rakamlar yerine oranlar kullanılarak gizlenir. Bir tahvilin değerinin %10 artması için,  piyasa değerinin %10 artması lazımdır (hisse fiyatı x hisse senedi sayısı). Bir şirketin piyasa değeri 1 Milyar Dolar ise, %10 artış 100 Milyon Dolar eder ama şirket değeri 100 Bin Dolar ise, %10 artış 10 Bin Dolar eder. İkisinde de artış %10’dur ama genellikle 100 Milyon artış için gerekli emek, 10 Bin artış için gerekli emekten çok daha fazladır.

Azalan getiriler genellikle zaman ve ilerlemenin bir fonksiyonudur.  Malcolm Gladwell, bir alanda ustalaşmak için o alana konsantre olarak 10 bin saat çalışmak gerektiğini açıklamıştı. Ama birçok durumda şunu iddia edebiliriz: getirinin %80’inin, ilk %20’lik emek diliminde elde edebilirsiniz ve kalan %20’sini de, son %80’lik emek diliminde. Burada olayı çok basitleştirdik ama ana fikir şu: bir şeye başladığınızda, o şey ne olursa olsun, başlangıçta görece az bir emek ile çok hızlı gelişirsiniz ve siz o şeye hakim oldukça, daha da ilerlemek için vermeniz gereken emek hızlıca artar. Yani zaman içinde sizin bir işe vereceğiniz emek artacak ama o işte elde edeceğiniz ilerleme hızı azalacaktır. Bu nedenle de fazladan bir fırsat maliyeti (opportunity cost) ile karşılaşırsınız ve şu an uğraştığınız şeyde daha da ilerlemek mi, yeni bir şeye başlayıp onda ilerlemek mi diye bir hesaplama yapmanız gerekir.

Sabit kaynaklar ve fırsat maliyeti

Öğrendiğiniz ve iyileştirmek istediğiniz her şeyde, zaman ilk seviye maliyettir. Eğer günde bir saat daha fazla yatmak isterseniz, başka şeylere harcamak için haftada 7 saat daha az zamanınız kalır. Zaman sabit bir kaynaktır belli bir miktar zamanınız vardır ve herkes için gün 24 saattir. İlerlemek istediğiniz alana bağlı olarak mesela o alan için gerekli şeyler almak için paraya ihtiyacınız vardır ki bu da saat şeklinde hesaplanmalıdır. Diyelim ki, haftada 3 gün spor salonuna gitmeye karar verdiniz. Bu durumda maliyet sadece spor salonuna girmek ve spor için harcadığınız zamanın üstüne bir de salona, spor elbiselerine, yola, vs. ödediğiniz paradır.  Bu nedenle harcadığınız zamanın üzerine bunları ödemek için kaç saat çalıştığınızı da eklemeniz gerekir. Bunlar, değişken maliyetlerdir zira eğer gelirinizi arttırıp, giderlerinizi azaltabilirseniz, hayat stilinizi sürdürmek için daha az  çalışarak zaman kazanabilirsiniz.

Ekonomide fırsat maliyeti, bir şeyi yapmak için vazgeçtiğiniz kazanımları belirtir. Birkaç yıl önce, ofiste harcadığım zamanı başka alanlara aktararak ne kazanabilirim diye düşünmüştüm. Haftada 60 – 80 saat çalışmayı azaltırsam ve artan zamanı yazmaya, spora ve başka şeylere aktarırsam ne kazanabilirim diye düşünmüştüm.

Bu kararıma neden olan şey, ofiste çalıştığım ekstra 20 – 40 saatin bana fazla bir ekstra getirisi olmadığını fark etmemdi. Bu zamanı kısmamın da kariyerime etkisi çok azdı. Yani “kayıp yok ama  kazanç da yok” ile “kazanç var ama kayıp yok” arasında idi.

Özet ve sonuçlar

Bu yazıyı yazma amacım, erkeklerin kendilerini geliştirmeye çalışırken hata yaptıkları 4 ana alanı göstermekti. İlk hata, çok fazla şeyi çok hızlı bir şekilde yapmaya çalıştırmaktır. Bu genellikle, yıllardır yapılan hataları, birkaç haftada düzeltmeye çalışmaktan kaynaklanır. İkincisi, birinci hatanın yenilgilerini daha da zaman harcayarak gidermeye çalışmaktır. Bu, insanın süreç üzerinde düşünüp, hatalarını bulup düzeltmesine zaman bırakmaz. Üçüncüsü, acemiden ustaya giden yolun doğrusal olmadığını görememek ve azalan getiriler batağına saplanıp kalmaktır. Dördüncü ve son hata da, kaynak gereksinimlerine ve seçimlerle vazgeçilen şeylerin getirilerinin de maliyet olduğuna dikkat etmemektir.

Bu 4 ana başlığın hepsinde ortak olan şeyler, maliyet, beklentiler ve sonuçlardır. Senelik hayat gözden geçirmemi yaparken, maliyet ve sonuç arasındaki ilişkiye özellikle dikkat ederim. Eğer daha fazla emek harcamanın optimum olmadığını görürsem, gelecek sene bu alana daha fazla yatırım yapmak ile ona sadece gerilemeyecek kadar yatırım yapıp o zamanı başka şeylere harcamak arasında seçim yaparım. Bu nedenle zaman içerisinde, yapmaktan keyif alsam bile bir aktiviteye harcamak istediğim zmaanın, o aktivitede istediğim ustalığa ulaşmak için yeterli olmayacağını görüp aktiviteyi yapmayı bıraktığım çok oldu.  Örneğin satranç oynamayı 10 sene önce bıraktım çünkü istediğim kadar iyi bir satranç oyuncusu olmak için, başka şeylerden feda etmem gereken çok fazla zamana ihtiyaç duyacağımı gördüm.

Bu maalesef kendini geliştirmeye odaklanmış erkek camiasında gözden ırak olan bir şey. Tamam, spor yapmalısınız, parasal durumunuzu iyileştirmelisiniz, yeme içmenize, stilinize dikkat etmelisiniz, oyunu öğrenmelisiniz, vs ama bunları başarılabilir ve sürdürülebilir şekilde yapmalısınız. On yılların kötü hayat yönetimini, çok yoğun çalışarak bile olsa  üç ayda düzeltemezsiniz. Yapmanız gereken şeyleri, önem ve gereken emek sırasına sokmanız lazım. Hangi alanların sizin için daha önemli olduğuna, ancak siz karar verebilirsiniz. Sonrasında da bu alanlarda ulaşmak istediğiniz başarıya karar vermelisiniz. Son olarak da bunu sürdürebilecek misiniz diye düşünmelisiniz.

Bu soruların cevaplarını düşündükten sonra, ilerlemeyi planlayıp, ölçmek için parametreleri yaratarak çalışmaya başlayabilirisiniz.

Çeviri: The Mathematics of Self-Improvement

Eski sevgiliyi rüyada görmek ne anlama gelir?

Rüyada eski sevgiliyi görmek ne anlama geliyor? Bununla ilgili arama yaptığımda ilk karşıma çıkan şey, “Rüyada eski sevgiliyi görmek” başlıklı, rüya tabirleri ile ilgili şu kısa yazı oldu:

 Rüyada eski sevgiliyi görmek, kimileri için özlem belirtisi olabilir, fakat eski sevgiliyi rüyada görmenin birçok farklı rüya anlamı taşıdığını bilmeniz gerekiyor. İşte rüyada eski sevgiliyi görmek, onunla konuşmak, barışmak ve diğer durumlar hakkında en çok merak edilen rüya tabirleri.

Rüyada eski sevgiliyi görmek, rüya tabircilerine göre, birliktelik manasına gelir. Bu birlikteliğin yeni olacağı, eski sevgiliyle değil, yeni birisiyle olacağı belirtilmiştir. Rüyada eski sevgiliyi görmek, mutluluğa ve güzel habere işaret eder. Eski sevgiliyi sinirli olarak görmek ise, bazı sorunlar yaşanacağına delalet eder.

Ben rüya tabirlerine inanan birisi değilim. Ama burada en azından aptalca bir umut satılmamış. Güzel bir umut satılmış. Bunu okuyup da inananın, kendini iyi hissetme ihtimali var. İhtimali var diyorum zira zihni sadece eski sevgiliyle yeniden birlikte olmaya kilitlenmiş biri için, bunlar moral bozucu.

Peki eski sevgiliyi rüyada görmek, bilimsel olarak ne anlama gelir? İnsan eski sevgilisini neden rüyasında görür? Bununla ilgili, Cumhuriyet Gazetesinde, Ocak 2021’de bir haber çıkmış. Başlığı şu: “Uzmanlar açıkladı: İnsanlar neden rüyalarında eski sevgililerini görür?” Şöyle devam ediyor:

Uzmanlar, insanların eski sevgililerini rüyalarında görme nedeninin özlem duygusundan değil, beynin rüya sırasındaki birtakım işlevleri ile ilgili olduğunu düşünüyor.

İnsanların, önceden ilişki yaşadıkları insanları rüyalarında görme nedeninin genellikle, eski sevgiliye duyulan özlemden kaynaklandığı düşünülür. Ancak uzmanlar, bunun nedeninin özlem duygusu ile değil, beynin rüya sırasındaki birtakım işlevleri ile ilgili olduğunu düşünüyor.

ABD’den uyku tıppı ve göğüs hastalıkları uzmanı Jennifer Butler, 1985’te yayınlanan bir araştırmaya atıfta bulunarak, rüyaların beyinde hatıraları hatırlamayı sağlayacak bağlantıların oluşmasını ve bilgilerin düzenlenmesini sağladığını söyledi. Butler, “uyku beyin için sorun çözme, karar verme ve önceliklendirme fırsatı yaratıyor” diyor.

İngiltere’den uyku terapisti Christabel Majendie de bu teoriye katıldığını belirterek “uykunun gündüz önemsiz olaylardan toplanan anlamlı bilgileri düzenleme” işlevi olduğunun düşünüldüğünü belirtti.

“Uyku esnasında beynimiz epey aktif” diyen Majendie, “Beyin taramalarında uykudayken beynin sanki uyanıkmışız gibi aktif olduğu görülüyor” ifadelerini kullandı.

Independent Türkçe’nin aktardığına göre, beynin duygu ve görsel verileri işleyen bölümleri bayağı aktif. Bu da rüyaların neden duygusal anlamda bu kadar yüklü ve sanki gerçekmiş gibi hissettirdiğini açıklıyor.

Uyku uzmanı Theresa Cheung ise mutlu ilişkilerdekilerin bile aşk hayatlarıyla ilgili kabuslar görebileceğini belirtti.

Bunların gayet normal olduğunu söyleyen Cheung, bu rüyaların bazı durumlarda kişinin içinde bulunduğu durumdan rahatsızlıklarının bilinçaltındaki yansımaları olduğunu ifade etti.

“Bu rüyalar eski sevgilinizi özlediğiniz anlamına gelmiyor” diyen Cheung, “fakat eski sevgilinizin bazı özelliklerinin hayatınızda ya da mevcut ilişkinizde eksik kaldığının göstergesi olabilir” diye konuştu.

Bilimsel olarak söylenen bu. Eski sevgili ve ayrılık sonrasında birçok insan için, kafalarında sürekli çevirdikleri bir problem. Uyanık iken sürekli eski sevgililerini düşündükleri ve ayrılık problemini çözmek istedikleri için, beynin rüyalarda da bu problemin çözülmeye çalışması çok anormal değil. Ama işte bunun mistik bir anlamı yok. “Eski sevgilimi rüyamda gördüm, bu bir işaret olmalı” diye saçma sapan şeyler yapmanın da bir anlamı yok.

Healthline’da çıkan bir makaleye göre de pandemi sırasında insanların eski sevgililerini rüyalarında görme oranı çok artmış. Makale “fakat merak etmeyin, pandemi sizin eski sevgilinizle yeniden birlikte olmanız için planlar yapmıyor ya da eski sevgiliniz hakkında düşünmeniz bir hastalık belirtisi değil” demiş. Bu dönemde eski sevgili rüyalarının artmasının birinci sebebi, insanların kendileriyle daha fazla başbaşa kalmaları. Gündelik hayat büyük oranda sekteye uğradığı için böyle şeyleri düşünmeye daha fazla zamanınız var.

İkincisi ise bu pandemi döneminde daha fazla uyuyorsunuz. Üçüncüsü, 2 senedir zaten mazide kalan güzel ve daha özgür hayatınızın ardından acı çekiyorsunuz ve eskiye bir özlem var. Eski sevgili ile özlem duyduğunuz geçmiş arasında bir ilişki kuruyorsunuz. Daha yalnız ve kaygılısınız.

Ayrıca makalede şu 3 ana sebep de sayılmış:

  • Duygusal tatminsizlik,
  • Cinsel tatminsizlik,
  • Eski sevgilinizle ilgili aşamadığınız duygular.

Eğer çok önceden ayrıldığınız bir eski sevgilinizi rüyanızda görüyorsanız, bu tutku, bastırılmış arzular ve aşk konusunda korku anlamına geliyormuş. Ve bu rüyalar ile bilinçaltınız gidin ve hayatınıza daha fazla renk katın diyor. Yani eski sevgili ile bir alakası yok.

Eğer yeni ayrıldığınız bir eski sevgili ise, size bu rüyalar sizin onu aşmak için yaptığınız şeyleri sabote ediyormuş gelebilir. Ama makaleye göre bilinçaltınız iyileşmeniz ve ayrılık ile ilgili duygularınızı gözden geçirmeniz için size yardım etmeye çalışıyormuş.

Yani kısacası eski sevgiliyi rüyada görmek, eski sevgiliyle ilgili bir işaret değil. Yalnız, boş ve sıkıcı bir hayatınız varsa, bunlar rüyanızda eski sevgili olarak belirebilirler.

Rüyada eski sevgiliyi görmenin psikolojik yorumunu soran birine bir forumda verilen şu cevap ile bitirelim:

Rüyada sürekli bir kişiyi, nesneyi görmek demek belleğimizin sürekli o kişi/nesneyi hatırlamasından kaynaklıdır. Yani sürekli kişiyi düşündüğün için ister istemez bu bilinçaltında yer edinmiş ve rüyalarına kadar girmiş. Kısacası tekrar edilen bilgi taze kalır ve bizimle birlikte yaşar. Tekrar edilmeyen bilgi ise zamanla belleğin derinlerinde kalır ve yok olmaya yüz tutar.

Şöyle diyebilirim, insanın düşünce biçimi basittir. Bir kişiyle veya nesneyle ilgilendiğinde alışır ve yer edinir bellekte. Bu kişi veya nesne kaybolunca, kaybı ruh sağlığı açısından üzüntü ve rahatsızlık uyandıracaktır. Çünkü alıştığı şey iyi gelir. Bir döngüdür neticede. Dögüyü kırmaksa düşünmeyi bırakmaktan geçer yani kişiyi daha az düşünüp kafanı başka işlerle yorarsan, yeni insanlarla tanışıp o insanlarla yeni bağlar kurarsan farkedeceksin ki artık bu rüyalarına kadar girmiş kişi önemsizleşmiş olacaktır. Kolay değil ama imkansız da değil. Ve bunu yalnızca sen başarabilirsin.

yani, artık daha fazla o kişiyi düşünmeyeceksin. Yeni bir sayfa açıp hayatının akışına bakacaksın. Yeni hobiler edinmeye çalışıp, yeni arkadaşlar edinmelisin. Önceden o kişi yoktu ve şimdi de yok. o sürecin parçasıydı ve şimdi bitti. Ama senin sahip olduğunun zaman daha bitmedi. Aksine önünde uzun bir yol var.

 

Erkek Adam Türkçe Podcast – Bekir Şükrü KILINÇ ile modern zamanlarda erkek olmak söyleşisi

Joachim Löw’ün pala bıyıklısı, ciğercilerin sevgilisi, ağırlıkların efendisi, son beyaz yaka bükücü Bekir Şükrü KILINÇ ile modern zamanda erkek olmak hakkında konuştuk. Mahmut Emmi denen ihtiyar ise Twitter uygulaması olmadığı için anca 40. dakikada falan katıldı.

Bekir Şükrü Kılınç kim bilmeyenler, @BekirSKILINC adresinden kendisini takip edebilirler. Kendisi ne yazmış diye arada baktığım için maalesef Twitter’a normalden çok girmeme neden olan biri.

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. Sorular ve dakikaları da videonun altında.

Jocko Willink Türkçe – Disiplin Eşittir Özgürlüktür – Kitap Özeti Podcast

Nasıl disiplinli olunur? Nasıl disiplin kazanılır? Disiplin ve motivasyon nedir? Jokko Willink’in bu konulardaki kitabını Türkçe özetleyip, yorumlayan ve seslendiren: Secret

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. Sorular ve dakikaları da videonun altında.

Yüksek zeka, akıllı olmak anlamına gelmez

George W. Bush aptal mı? Sekiz yıllık çalkantılı başkanlığı sırasında tüm siyasi görüşlerden pek çok kişinin aklını meşgul eden bir soru bu. Kesin cevap verecek olursak; hayır aptal değil. Hatta, Bush’un IQ puanının 120’nin üzerinde olduğu tahmin ediliyor, bu da onun zeka konusunda nüfusun en üst yüzde 10’luk diliminde olduğunu gösterir. Fakat, bu tabii ki her şeyi açıklamaz. Eski başkana sempati duyanlar bile, onun bir zihinsel açıdan ve karar verici konumda bir kişi olarak değerlendirildiğinde o kadar yüksek zeka diliminde olmadığını kabul ediyordu. Bush’a sadıklığı bilenen, başkanlık dönemindeki konuşma yazarı David Frum dahi onu “içi çok dolu olmayan”, “meraksız” ve “sonuç olarak bilgisiz” olarak nitelendirdi. Siyaset uzmanı ve eski Cumhuriyetçi kongre üyesi Joe Scarborough, zekası sorgulanan diğer ABD başkanlarıyla karşılaştırıldığında, Bush’un “tek başına ayrı bir grupta” olduğunu iddia ederek onu entelektüel derinlikten yoksun olmakla suçladı. Bush’un kendisi bile, düşünce şeklini tanımlarken; “çok analitik düşünmediği” söylemişti.

Peki Bush yüksek IQ’ya sahip ise, böyle biri nasıl bu tür entelektüel eksikliklere sahip olabilir? Başka bir deyişle, “akıllı” bir insan nasıl aptalca davranabilir? Kanada, Toronto Üniversitesi’nde insan gelişimi ve uygulamalı psikoloji bölümü profesörü olan Keith Stanovich, 15 yıldır bu bariz tutarsızlığı çözmeye uğraşıyor. Stanoivic, bu bağdaşmazlığın sandığımızdan çok daha fazla sayıda insan için geçerli olduğunu söylüyor. Ancak Stanovich’e göre bunda tuhaf bir şey yok. IQ testleri, mantık, soyut akıl yürütme, öğrenme yeteneği ve çalışma belleği kapasitesi dahil olmak üzere belli başlı zihinsel yetenekleri ölçmek için mükemmel bir yoldur. Bu testler, ne kadar bilgiyi aklınızda tutabileceğinizi gösterir.

Fakat, gerçek hayatın olağan akışında iyi kararlar vermek için gerekli olan çok önemli başkaca yeteneklerin ölçülmesi söz konusu olduğunda bu testler çuvalladığını söyleyebiliriz. Çünkü, IQ testleri, bir kişinin bilgiyi eleştirel bir şekilde tartma yeteneği veya kişi doğru karar vermeye çalışırken yanlış yöne gitmesine yol açabilecek bazı sezgisel, zihinsel önyargılarını aşabilme kapasitesi gibi şeyleri ölçemiyor. Yani daha açmak gerekirse, gün içinde ne yiyeceğimizi seçerken, paramızı dövize mi gayrimenkule mi yatıracağımız konusunda düşünürken veya iş hayatında karşılaştığımız zorlu bir müşteriyle nasıl başa çıkacağımız gibi kararları vermek zorunda kalırken kullandığımız rasyonel düşünce türünden bahsediyoruz. Gittikçe karmaşıklaşan bir dünyada yolumuzu bulmak için rasyonel düşünmede iyi olmak zorundayız. Birçok araştırmacıya göre, IQ testleri işte bu kâbiliyeti ölçemiyor.

Stanovich’e göre, IQ testleri insanların bilişsel yeteneklerini ölçmek için hala elimizdeki en etkili yol ama henüz rasyonel düşünmeyi ölçmek konusunda IQ testlerinden istifade edemiyoruz.” IQ testleri, bilişsel işleyişin önemli bir alanını ölçer ve akademik ve iş hayatında başarıyı tahmin etmede orta derecede iyidir. Ancak eksiktirler. Bir kişinin ‘İyi düşünme’ konusunda ihtiyacı olan tam teçhizatı ölçmek konusunda yeterli değiller.” diyor Stanovich. Yani, IQ her şey değildir.

Cambridge, Massachusetts’teki Harvard Eğitim Bilimleri Lisansüstü Bölümü’nde düşünme ve akıl yürütme becerileri üzerine çalışan David Perkins, IQ’yu açıklamak için şu örneği kullanıyor; “Yüksek bir IQ, bir basketbol oyuncusunun boyu gibidir”. Söylemek istediği şu; basketbol oyuncularının diğer her özelliği eşit olduğunda boyu uzun olanın boyu bir avantaj haline gelir, IQ’yu da işte böyle ele almalıyız. “Diğer her şeyin eşit olması çok önemli. Ama diğer her şey eşit değil. İyi bir basketbolcu olmak için uzun boylu olmaktan çok daha fazlası gerekir; aynı şekilde iyi bir düşünür olmak için yüksek bir IQ’ya sahip olmaktan çok daha fazlası var.” diyor Perkins.

Genel zeka olarak bilinen bir faktörü ölçmek için tasarlanan IQ testleri ve bunların yerine geçebilecek diğer testler, birçok işletme tarafından “en iyi” adayların seçilmesine yardımcı olmak için kullanılır ve ayrıca liselere ve üniversitelere girişte öğrenci seçme sınavı şeklinde işlev görür. ( Türkiye’de üniversite sınavı olarak bilenen AYT VE TYT, ABD’deki SAT sınavları gibi )  Yani üniversiteye yerleşebilmek için girdiğimiz sınavın bir IQ testi formu olduğunu söyleyebiliriz. Stanovich, “Zeka Testlerinin Gözden Kaçırdığı Nedir?” isimli kitabında (Yale University Press, 2008) “IQ testlerinin, ABD’deki milyonlarca insanın “akademik ve profesyonel kariyerlerini” önemli ölçüde belirlediğinin” altını çiziyor. Bilişsel işleyişin yalnızca sınırlı bir bölümünü ölçtüğünü iddia ettiği bu tür testlere toplumun “bol keseden ilgi” vermesine karşı çıkıyor.. İngiltere, Plymouth Üniversitesi’nde bilişsel psikolog olan Jonathan Evans da “IQ testleri gereğinden fazla kredi veriliyor ve bence çoğu psikolog buna katılacaktır” diyor.

Hakikaten, IQ puanları, bir kişinin belirli bir meslekte ne kadar başarılı olacağını tahmin edememelerinin yanı sıra, bireyin çok yönlü zekasının seviyesini ortaya koymada da zayıf bir gösterge oldukları öne sürülerek uzun süredir eleştirilmiştir. Fosilbilimci Stephen Jay Gould 1981’de The Mismeasure of Man’da genel zekanın sadece matematiksel bir yapaylık olduğunu ve kullanımının bilimsel olmadığını, kültürel ve sosyal açıdan da ayrımcı olduğunu iddia etti. Harvard Eğitim Enstitüsü’nden Howard Gardner 25 yıldan fazla bir süredir bilişsel kapasitenin en iyi matematiksel, sözel, görsel-mekansal, fizyolojik, natüralist, öz-düşünümsel, sosyal ve müzikal yeteneklerin bütünü açısından bakıldığında anlaşılabileceğini söylüyor.

Yine de IQ testini eleştiren birçok kişinin aksine, Stanovich ve diğer rasyonel düşünce araştırmacıları IQ testleri ile ölçülebilen, “zekayı” mental beceriler olarak nitelendirmekten rahatsız değiller. Bu “zekayı” yeniden tanımlamaya çalışmıyorlar. Bunun yerine, zekanın ötesine geçen – rasyonel düşünmenin temel araçları olarak tanımladıkları bilişsel-algısal kabiliyetlere dikkat çekmeye çalışıyorlar. Bu kabiliyetlerin, yargılama ve karar vermede zeka kadar önemli olduğunu iddia ediyorlar. Evans, “IQ, akıllı olmanın sadece bir parçası” diyor.

Rasyonel düşünme yeteneğinin zekadan ne kadar farklı olduğuna dair bir örnek olarak, şu bulmacayı düşünelim: Beş adet 3D yazıcımız var. Bu beş makinenin beş adet küçük alet üretmesi 5 dakika sürerse, 100 makinenin 100 aleti üretmesi ne kadar sürer? Çoğu insan  içgüdüsel olarak doğru “hissettiren” yanlış cevaba atlayıp “100” der. Daha sonra cevabı değiştirmek isteseler bile.. Bu tür ilk anda basitmiş gibi gelen ve ilk akla gelen cevapların yanlış olduğu sorulara “genel kanının aksi cevapları olan sorular” diyelim. Connecticut, New Haven’daki Yale İşletme Fakültesi’nden Shane Frederick, ABD’deki çeşitli kolej ve üniversitelerdeki (aralarında Harvard ve Princeton’ın da bulunduğu) yaklaşık 3400 öğrenciye bu ve benzer “genel kanının aksine cevapları olan sorular” sorduğunda, bunların yalnızca yüzde 17’si sorulan üç soruyu  birden doğru cevapladı. Öğrencilerin üçte biri herhangi bir doğru cevap veremedi (Journal of Economic Perspectives, cilt 19, s. 25).

Günlük hayatta bu üstteki örneğe benzer, farklı formlara bürünmüş sorunlarla karşılaşıyoruz. Muhtemelen beynimiz bilgiyi işlemek için iki farklı sistem kullandığından, dikkatli bir muhakeme yapmadan, sorunları sıklıkla yanlış anlıyoruz (bkz. New Scientist, 30 Ağustos 2008, s. 34). Beynimiz bilgiyi işlerken kullandığı iki sistemden birisi sezgisel ve spontane; diğeri ise üzerinde düşünerek yani bilinçli ve mantıklıdır. Her konuda bunlardan birisi daha iyidir demek yanlış olur. Bazı konularda sezgisel yol işimize gelebilir. Mesela, özel hayatımızda potansiyel adaylar arasından partner seçerken veya çok fazla deneyime sahip olduğunuz durumlarda sezgilerimizi kullanabiliriz…  Öte yandan, farklı durumlarda sezgisel yol kararları bizi tongaya düşürebilir. Örneğin, kendi benmerkezci bakış açımıza aşırı değer verdiğimizde olduğu gibi… Ölçüp biçerek karar verme yolu bilinçli problem çözmenin anahtarıdır ve sezgisel yol bizi yanlış yola sevk ediyor gibi görünüyorsa, bu sezgisel eğilimlerimizi ve yargılarımızı aşmamıza yardımcı olabilir.

IQ testleriyle ilgili sorun, akıl yürütme ve kısa süreli hafıza kullanımını kapsayan düşünceye dayalı becerilerimizi değerlendirmede etkili olmalarına rağmen, bunları duruma dayalı ölçememeleri yani durum gerektirdiğinde bunları kullanma eğilimimizi değerlendirememeleridir. Bu çok önemli bir ayrımdır: Princeton Üniversitesi’nden Daniel Kahneman’ın belirttiği gibi, zeka beyin gücüyle ilgiliyken, rasyonel düşünme kontrolle ilgilidir. Evans, “Entelektüel olarak yetenekli bazı insanlar, analitik düşünceye çok fazla girme zahmetine girmezler ve sezgilerine güvenmeye meylederler.” diye açıklıyor. “Diğer insanlar içlerindeki sesi dinleyip bunu gerekçelendirerek yaptıkları şeyden emin olurlar .” Bir IQ testi, birinin bu yollardan hangisini izleyeceğini tahmin edemez; George W. Bush gibi akıllı olduğu varsayılan insanların aptalca hareket etmesinin ardında yatan tutarsızlık bundan kaynaklanır.

Bazı deneylerde çeşitli entelektüel yeteneklere sahip insanların belirli rasyonel düşünme görevlerindeki performansları karşılaştırılıyor. Bush’un birçok “akıllı aptal” insandan yalnızca biri olduğu ve zekanın “iyi düşünme”nin zayıf bir göstergesi olduğu fikri bu deneylerden yola çıkarak ortaya atılmış. Geçen yıl yayınlanan bir çalışmada, Harrisonburg, Virginia’daki James Madison Üniversitesi’nden Stanovich ve Richard West, zeka ile bir kişinin bazı yaygın sezgisel düşünce tuzaklarından kaçınma yeteneği arasında bir ilişki olmadığını buldular. (Journal of Personality and Social Psychology, cilt 94). , s 672).

Stanovich ve diğer araştırmacılar, sayı oranları, olasılıklar, tümdengelimli akıl yürütme ve geriye dönük akıl yürütme kullanımını gibi belirli türde düşünme görevlerinde, zeki insanların daha iyi performans gösterdiğini buldular. Bu, bilhassa herhangi bir sezgisel tuzak bariz olduğunda, özellikle de doğru cevap mantığa veya soyut akıl yürütmeye – IQ testlerinin iyi ölçtüğü yeteneklere – bağlı olduğunda geçerli oluyor. Ancak çoğu araştırmacı, genel olarak, zeka ile başarılı karar verme arasındaki ilişkinin zayıf olduğu konusunda hemfikirdir. Bunun istisnası, insanların önyargılarından dolayı zayıf pozisyona düşüp hata yapabilecekleri durumlarda önyargıları konusunda uyarılmasıdır, böyle durumlarda yüksek IQ’su olanlar daha iyisini yapma eğilimindedir. Bunun nedenini Evans şöyle açıklıyor; “Akıllı insanlar her zaman her şartta diğerlerinden daha fazla akıl yürütmezler ama, akıl yürüttüklerinde daha iyi akıl yürütürler”.

Örneğin, aşağıdaki sorunu ele alalım. Jack Anna’ya, Anna ise George’a bakıyor; Jack evli, George değil. Bu durumda evli biri bekar birine mi bakıyor? “Evet”, “hayır” veya “belirlenemez” diye üç ayrı seçenek arasında seçim yapması istendiğinde, insanların büyük çoğunluğu üçüncü seçeneğe ( “belirlenemez” seçeneğine) gidiyor yani YANLIŞ seçeneğe. Yine de, tüm seçenekler üzerinden tek tek akıl yürütmeleri söylenirse, yüksek IQ’ya sahip olanların doğru cevaba ulaşmaları daha olası oluyor. ( Doğru cevap “EVET”tir çünkü: Anna’nın medeni durumunu bilmesekte, her iki durumda da bakan kişi evli bir kişidir (Jack). Stanovich’e göre bunun anlamı şu; “zeki insanlar ancak onlara ne yapmaları gerektiğini söylediğinizde daha iyi performans gösterir”.

Perkins’in açıklaması da şu şekilde: “IQ, sizin için yeni olan problemlerde daha büyük bir kompleks kavrama kapasitesine işaret ediyor. Ancak bu yetenekle ne yaptığımız bu yeteneği neye uyguladığımız bambaşka bir soru. Zihinlerimizi ışıldaklar olarak düşünelim. IQ, ışıldağın parlaklığını ölçer, ancak ışıldağı nereye doğrulttuğumuz da önemli. Bazı insanlar, birçok nedenden dolayı ışıldağı bir durumun diğer tarafına doğru tutmazlar –  o tarafı gözden kaçırmalarının sebebi yerleşik bazı fikirleri, önyargıları olabilir ya da rahatsız edici olabilecek şeylerden kaçınmak için ya da belki sadece aceleleri olduğundan… Işıldağın ne kadar yüksek bir WAT değerine sahip olduğu yani ne kadar iyi aydınlattığı bu tür akılsızlıklardan kaçınmak için yeterli değildir. Doğrusunu söylemek gerekirse de, süper zeki olmak bu bahsettiğimiz hatadan kaçınmak için bağışıklığa sahip olmak anlamına gelmez.” 1980’lerde, süper-zekilerin yüzde 44’ünün astrolojiye, yüzde 51’inin biyoritim gibi sözde bilimlere ve yüzde 56’sının uzaylılara inandığını bulundu. (Skeptical Inquirer, cilt 13, s 216). Zihinlerimizi ışıldak olarak düşünelim demiştik; IQ, ışıldağın parlaklığının göstergesidir, ancak nereye doğrulttuğumuz da önemlidir.

Öte yandan, IQ’nun rasyonelliğin zayıf bir göstergesi olduğu fikri de eleştirilerden muaf değildir. Laredo’daki Uluslararası Texas A&M Üniversitesi’nde insan davranışının arkasındaki genetik ve çevresel faktörleri inceleyen Christopher Ferguson, yüksek IQ’ya sahip olanların daha uzun yaşama ve daha fazla kazanma eğiliminde olduklarını bu yüzden de zeki insanların daha rasyonel olduğunu varsaymamız gerektiğini söylüyor. Ferguson, “Yüksek IQ sahibi insanlar daha fazla bilgi birikimine sahip olmaya yatkınlar bu da daha iyi kararlar vermelerini sağlıyor.” diyor.

Lakin, Pennsylvania, Pittsburgh’daki Carnegie Mellon Üniversitesi’nden Wändi Bruine de Bruin, zekanın birinin iyi bir düşünür ve karar verici olup olmadığını belirleyen tek faktör olamayacağını gösterdi. 18 ve 88 yaşları arasındaki 360 Pittsburgh sakini üzerinde yaptığı bir çalışmada, araştırmacı ekip, zeka farklılıklarına bakılmaksızın, daha iyi rasyonel düşünme becerileri sergileyen insanların hayatları boyunca ciddi kredi kartı borcu yapmak, kazâra hamile kalmak, okuldan uzaklaştırma almak gibi olumsuz olaylardan önemli ölçüde daha az muzdarip olduğunu buldu. (Journal of Personality and Social Psychology, cilt 92, s 938). Pittsburgh’daki Rand Derneği’nde çalışan Andrew Parker ve Carnegie Mellon’daki Baruch Fischhoff, ergenler arasında da benzer bir ilişki buldu. Bir karar verme yeterliliği testinde daha yüksek puan alanlar daha az alkol tüketiyor, daha az uyuşturucu kullanıyordu ve genel olarak daha az riskli davranışlarda bulundular. (Journal of Behavioral Decision Making, cilt 18, s 1). Fischhoff’e göre bunlar olumlu yaşam deneyimleri için rasyonel düşüncenin zekadan daha önemli olabileceğini gösteriyor.

Stanovich’in teorisine getirilebilecek güçlü bir eleştiri, IQ testleriyle birlikte kullanılabilecek kanıtlanmış bir rasyonel düşünme becerileri testinin olmamasıdır. Kahneman, “Zekanın neyi ölçmediğini söylemek yeterli değil, rasyonaliteyi ölçmenin alternatif yollarını önermelisiniz” diyor. Stanovich, evrensel bir “rasyonalite bölümü (RQ) testi” geliştirmek için milyonlarca dolarlık bir araştırma programı gerekse de, bunun yapılamaması için teknik veya kavramsal bir gerekçe olmadığını savunuyor. Bu konuda zaten hali hazırda da Bruine de Bruin ve Fischhoff tarafından kullanılan karar verme yetkinliği ölçüsü gibi birkaç iddiacı var.

Geçerli bir RQ testi faydalı olur mu? Bruine de Bruin, “Varsayımsal olarak evet, çünkü insanların işlerinde ne yapacaklarıyla daha “doğrudan” ilgili becerileri kapsayacaktır” diyor. Kahneman, beyin gücü ölçümleri olarak IQ testlerinin akademik seçim için iyi çalıştığını savunuyor. “Ancak, özellikle kapsamlı ve fazlaca dürtüsel olmayan bir liderlik tarzı istiyorsam, yöneticileri veya liderleri seçmenin bir yolu olarak RQ testlerini ciddi düşünürdüm” diyor.

Ancak bir sorun var: IQ’nun aksine, insanları RQ testlerinde başarılı olacak şekilde eğitmek nispeten kolay olurdu. Evans, RQ, “İnsanların sahip oldukları kapasiteyi ne derecede kullanmaya meyilli olduklarını ölçer” diyor. “Normal eğilimleri bu olmasa bile, insanları sezgilerini görmezden gelmeleri ve akıl yürütmeyi kullanmaları için bu teste yönelik eğitebilirsiniz.”

Madalyonun öbür yüzü ise şu; herkes rasyonel düşünme ve karar verme becerilerini geliştirebilir. Ann Arbor’daki Michigan Üniversitesi’nden Richard Nisbett ve diğer araştırmacılar, istatistiksel akıl yürütmede sadece yarım saatlik bir eğitimin, bir kişinin günlük durumlarda rasyonel düşünmeyi kullanma yeteneğini geliştirebileceğini keşfettiler. Bu konuda gelişmek için resmi bir eğitime bile ihtiyacımız yok: Kendi kendimize öğretebileceğimiz pek çok numara var, diyor Perkins.

Aynı şeyi yapan liderleri seçmek için daha donanımlı olabiliriz.  “Bush’un yerine gelen başkan entelektüel idi, bilişsel esneklik gösteriyordu, yaygın inançları sorgulayabiliyor, tutarsızlığa gelemiyordu, ve öngörülüydü.” diyor Stanovich. “Rasyonel düşünme profilleri açısından baktığımızda Bush ve Obama birbirinden son derece farklıydı.” Bu arada Başkan Obama’nın IQ’su ortalamanın oldukça üzerindeydi- ama hatırlarsanız yazının başında açıkladığımız üzere Bush’unki de öyleydi.

Çeviri: Why a high IQ doesn’t mean you’re smart

Erkek Adam Türkçe Podcast – Psikolog Nevzat SARAYCIKLI ile söyleşi

Daha önce de söyleşi yaptığımız psikolog Nevzat Saraycıklı ile cinsiyet aktivizmini, aile travmalarını, sosyal fobiyi ve genel olarak ilişkileri konuştuk.

Sosyal Fobi ve Utangaçlık : Kendi Kendine Psikoterapi (Sosyal Kaygı Bozukluğunda Kendinizin Terapisti Olun).

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. İyi izlemeler.

Partner (Sevgili) ile Tartışma | İlgi Yönetimi | Dırdır Eden Kadın (video)

Merhaba millet, Ben Mr. Deer. Kadınlar genel olarak dırdır eder, söylenir. Bu o kadar bilindik bir şey ki mizahta bile kullanılır. Kadınların söylediklerini direk ciddiye almak ve duygusal tepki vermenin hatalı bir davranış olduğundan daha önce çok kez bahsettik. Aslında kadınları duymazdan gelmeyi bir çok insan biliyor ama çoğu insan saygısızlık ve küçük görme karşısında ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Bilmedikleri diğer bir şeyde ilgi yönetimi, olaydan sonra ilgiyi azaltmak. Başımdan geçenlerle birlikte bunlardan bahsettiğim bir video hazırladım. Bir önceki postumda ilişki içerisindeki olmadığımız kadınlarla tartışma konusunu ela almıştım. onun içinde; link

 

Blog içi İlgili yazılar:  İlgi Yönetimi İlgi Yönetimi 2 | Solipsizm, Duygu Ve Tartışmalar

 

 

 

Kadınlarla Asla Tartışma | Bağıran Kadınlar (video)

Merhaba millet. Ben Mr. Deer. Daha önce mutlaka durup dururken sesini yükselten veya bağıran kadınları görmüşsünüzdür. Özellikle kendine her şeyi hak gören bu sesi ile insanları etkisi altına almaya çalışan kadınların rezillik videoları internette epey dolu. Belki de sizin başınıza da gelmiştir. Benim başıma mutlaka geliyor. Tamam bende bazen eğlencesine özellikle feministlerle alay etmeyi ve tatlı kızları tatlı tatlı kızdırmayı seviyorum. Bazen de hiçbir alakam olmasa da bu çığırtkan kadınları mıknatıs gibi çekiyorum. Bunları ciddiye almak boşa uğraş. Zaten genel olarak kadınlarla tartışmak ve ciddiye almak saçmalık. Çünkü kadınların doğası Solipsist’dir. Kadınlarla mantıklı tartışma mümkün değildir.  Başta bahsettiğim saygısız, çırğırtkan kadınlarla ve genel olarak kadınlarla tartışma konusunu sizler için başıma gelen olaylarla ele aldım, İyi Seyirler.

Konu ile alakalı Sonsuzluk ve Bir Gün ‘ün yazısına da göz atamak için; link

 

Kırmızı Hap Mantığı: Üçleme (Geçmiş, şimdi ve gelecek)

Kırmızı hap topluluğunun kendini geliştirme odaklı yönü, benim için topluluğun en favori yönlerinden biri. Bunun birçok erkeğin hayatına büyük bir değer kattığını düşünüyorum. Bu sadece erkeklere ilham vermekle kalmıyor, aynı zamanda onların kendilerinden sorumlu olmalarını da sağlıyor. Ama değişimin bir problemi var. Değişim, şimdi ile gelecek arasına bir boşluk getiriyor ve hatta geçmiş ile şimdi arasına daha büyük bir boşluk koyuyor.

En son Red Man Group podcastında, dinleyicilerden biri, “yapana kadar yapıyormuş gibi yapmak” hakkında çok güzel bir yazılı soru sordu. Soruyu soran, kendisini profesyonel yaşamında başarılı biri olarak tanımladı. İyi para kazanıyormuş, işi çok iyiymiş ve genel olarak hayatı düzendeymiş. Ama genel olarak etkileşimlerindeki karakterini değiştirmeye kalktığında, özellikle de kadınlarla olan etkileşiminde, kendisini “sahte” hissettiğini söyledi. Bu adam, ortalamanın üstünde değere sahip bir erkeğe benziyordu, en azından kendi tanımlamasına göre. Ama o, kendisini böyle hissetmiyordu.

Bu kişi bana, bir süre önce düzenli olarak konuştuğum başka bir erkeği hatırlattı. Bu adam da hayatını radikal bir şekilde değiştirmeye çalışıyordu ve kendisini sürekli olarak geçmiş tercihleri, şimdiki arzuları ve gelecek vizyonu arasında sallantıda buluyordu. Bu açıdan bu adam, podcast esnasında soru soran adamla benzer durumdaydı. Herhangi bir anda üç durum içinde bulunuyoruz: geçmişimiz, şimdimiz ve potansiyel geleceğimiz. Yani biz aynı zamanda hem geçmiş kişiliğimiziz, hem şimdiki kişiliğimiziz hem de gelecekteki kişiliğimiziz.

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek

Geçmiş kararlarımız, kendimizi içinde bulduğumuz şimdinin nedenleridirler. Erkekler kendilerini erkek komünitesinde (manosphere) buluyorlar zira hayatlarında değiştirmek istedikleri bir arıza var ama bunu nasıl değiştireceklerini bilmiyorlar. Çoğumuz geçmişimizde, hem şu an içinde bulunduğumuz durumu, hem de dünyayı ve kendimizi algılayış şeklimizi çeşitli derecelerde etkileyen tercihler yaptık. Aynı zamanda da geçmişimizi şimdiki zamandan bakıp gözden geçirmek, artık sonuçları bildiğimiz için, genellikle nerede hata yaptığımızı görebilmemizi sağlıyor. Ama iyi çocuklar sıklıkla nerede hata yaptıklarını da göremiyorlar. Tam tersi, geçmişlerini gözden geçirdiklerinde, kendilerinin her şeyi doğru yaptıklarını görüyorlar ama sonuçlar, tahmin ettikleri sonuçlarla uyuşmuyor.

İyi çocuklar, iyi notlar almak, iyi bir okula gitmek, iyi bir iş edinmek, tahmin edilebilir bir hayata sahip olmak ve kendilerine geliştirmeleri söylenen özellikleri geliştirmek, kendilerini iyi birer baba ve koca yapmak için çaba harcıyorlar. Bazen bu şahane bir süreç olarak devam ediyor zira bir süre bunun böyle olduğu kendilerine söyleniyor. Sonra 20’lerinin sonuna geliyorlar. İyi bir işleri, iyi gelirleri, eşitlikçi kafa yapıları oluyor. Aynı zamanda kadınlarla da görece tecrübesiz oluyorlar ve 15 yıllık sürecin çoğunda kendilerine şunu söyleyip duruyorlar: “Kadınlar bir kez kötü çocukların kendileri için iyi olmadığını öğrenecek kadar olgunlaştıklarında, gelip iyi çocukları bulacaklar.”

Ve sonra birden bire, lisede, üniversitede ya da mezun olduktan sonraki dönemde yüzlerine bile bakmayan kadınlar, restoranda, yüzlerinde büyük bir gülümseme ve her sözlerini dikkatle dinleyerek karşılarında oturuyorlar.  Kısa süreliğine de olsa, “hatun eskisi kadar güzel değil, biraz kilo almış, yüzünde kırışıklıklar oluşmaya başlamış ve gözlerinde eski yaşam enerjisi yok” diyorlar ama tüm bu düşünceler, endofrin ve oksitosin selleri içinde boğulup gidiyorlar. Ve sonunda erkek kendisini evli buluyor. Mutlu bir evlilik, iyi bir ev ve 2.5 ile dolu bir gelecek kurguluyor.

5-7 yıl sonra ise bu erkeklerin birçoğu, kendilerini bir stüdyo apartman dairesinde, son yıllarını ellerinden gelen her şeyi yaparak, tamir edilemeyecek bir şeyi tamir etmeye çalışmış buluyorlar. O durumda da sefil bir şimdi ve takıntılı bir şekilde düşündükleri geçmiş ile, kendileri için bir gelecek düşünemedikleri bir duruma hapsoluyorlar.

Batı dünyasında tekrarlanıp duran bu hikaye, geçmişimizin şimdimizi şekillendirmesine rağmen, geleceğimizi şekillendiremediğine verilebilecek örneklerden biri.

Geçmiş ile savaşmak

Geçenlerde Twitter’da, insanların şimdisinde sadece 3 tercihle karşı karşıya olduklarını yazmıştım. İnsanlar şimdilerini daha da iyi hale getirebilirler, reddedebilirler ya da aynı bırakırlar. Cinsiyet Ekonomisi (Gendernomics) terimleri ile söylersek, kendilerine daha fazla yatırım yapabilirler, kendilerine daha az yatırım yapabilirler ve böylece bakım-tutum için gerekli yatırımı karşılayamazlar ya da bakım-tutumu anca karşılayacak kadar yatırım yaparlar. Çoğu insan için, birinci tercih, geçmiş tercihlerinin yarattığı şimdilerinin verdiği tatminsizlik ile yapılır. Reddetme tercihi nadiren bilinçli bir şekilde yapılır ama düşüş doğal olur ve bu düşüşü engellemek için ise, insan bu bilinçaltı tercih ile bilinçli bir şekilde savaşmalıdır. Aynı kalma tercihi de nadiren açık gözlerle yapılır. Bu tercih genellikle, konfor alanında, alışkanlıklarının yönetiminde kalmanın sonucudur.

Başlangıçta bahsettiğim iki erkek, kendilerini döngünün iki farklı pozisyonunda bulmuşlardı. The Red Man Group’a soru soran erkek, şimdiki durumunu oldukça tatminkar buluyor görünüyordu ama kendisini daha da geliştirmek isterken, aynı zamanda geçmişinden koparak, gelecekte içi dışı bir biri olmak istiyordu. Benim arkadaşım ise kendisini geçmişinden tam olarak koparmayı başaramamıştı ve bunu yapma arzusu da yoktu. Marx’tan alıntılayacak olursak:

“Onlara halleriyle ilgili hayallerinden vazgeçmeleri konusunda çağrı yapmak, onlardan hayal kurmayı gerektiren hallerini terk etmelerini de istemektir. – Karl Marx”

Bir insanın hem şimdiki halinden tiksinmesi, geçmişte yaptığı hataları görmesi ama buna rağmen konfor, bilinirlik ve alışkanlık kurbanı olması mümkündür. Einstein’ın “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir” sözü çok bilinen bir söz. Geleceğinizin geçmişinizden farklı olması için, şimdiki zamanda, geçmişte yaptığınızdan farklı tercihler yapmanız gereklidir. Ama bunu yapmak, alışkanlıkları kıracağı için, insanın kendisini bilerek ve isteyerek oldukça rahatsız edici bir duruma sokmasını gerektirir. Ölüm – kalım durumlarında hangi durumu seçeceğiniz oldukça kolaydır ama çabalarınızın sonuçlarını henüz göremiyorken konfor alanınızdan çıkıp rahatsız edici bir duruma geçme tercihi çok daha zordur.

Sahtekar Sendromu

Başta bahsettiğimiz erkeğin yaptığını yaparak kendinizi büyük oranda geliştirdiğinizi ama buna rağmen “sahte” ya da herkes sizin aslında içiniz ile dışınızın bir olmadığını gördüğünü hissettiğinizi varsayacağım. Bu, 1978 yılında bazı klinik psikologlar tarafından üretilen Sahtekar Sendromudur (Imposter Syndrome). Sahtekar sendromuna sahip insanlar, kendi başarılarını içselleştirmeyi başaramazlar ve sürekli olarak sahtekar biri olarak ifşa edileceklerinden korkarlar. Araştırmalar kadınlar üzerinde yapılmış ama bu sendrom, cinsiyetler arası fark gösteren bir olaya benzemiyor. Ama açıkçası, cinsel pazar değeri konusunda erkeklerle yaptığım görüşmelerde gördüğüm, erkeklerin kendi değerlerini küçümserken, kadınların kendilerini olduklarından daha değerli gördükleri.

Sahtekar sendromunun belirtileri şunlar:

  • Mükemmeliyetçilik
  • Aşırı çalışma
  • Kendi başarılarını küçümseme
  • Başarısızlık korkusu
  • Övgüleri dikkate almamak

Bunlar iyi çocuklar ve kendilerini herhangi bir nedenle kırmızı hap camiasında bulan erkekler arasında çok yaygın olan özellikler. Kendilerini geliştirmek için inanılmaz çaba harcıyorlar, mükemmeliyetçilik tarafına kayacak şekilde en iyi okullar, en iyi notlar, en prestijli işler ve birçok başarı peşinde koşuyorlar ama bütün bunlara rağmen kendilerini herhangi bir kadından daha değersiz görüyorlar. Bu kısmen kadınları göklere çıkarmanın bir sonucu, ama diğer ve daha önemli bir neden de, bu erkeklerin kendi öz algılarını hiçbir zaman güncellememiş oldukları.

Kendi öz algını güncellemek

Ben, “sahte” hisseden arkadaşa, kendi öz algısını güncellemesini tavsiye ettim zira sahtekar gibi hissetmesi diğer insanlardan değil kendinden kaynaklanıyor. Podcast sırasında, çocukken zayıflığından dolayı aşırı derecede alay edilip zorbalığa maruz kalan bir adamdan bahsetmiştim. Onunla tanıştığımda, powerlifting toplamı (deadlift, squat ve bench) 1200lerdeydi, ama buna rağmen kendisini zayıf biri olarak görüyordu. Bu, “megareksia” hastalığının pençesindeki erkeklerin durumuna da benziyor: Adam 1.93, 122 kilo bir kas yığını olsa bile kendisini ufacık görebiliyor. Bu insanlar, kendi donanımlarında ve dış dünyada olan değişimlere göre yazılımlarını güncelleyememiş insanlar. Bence bu alan, kendinize başarılarınızı tekrar ederek telkin etmenizin işe yarayabileceği ve yazılım güncellemesini bu şekilde zorlayabileceğiniz bir alan.

Sahtekar sendromu, insanın pozitif olanı değersiz görüp, negatif olanı daha değerli gördüğü ve kendisini negatif geri besleme sarmalına hapsettiği bir durum. Bu durumda gelişim durur zira insan pozitifi değersiz görürse, daha fazla çaba harcamayı da faydasız görür. Her büyük sıçrayışınızda, geçmiş tarafından bu şekilde bağlanmamak zordur. Önce bir konfor alanındasınız ve sonra oldukça rahatsız edici bir duruma geçiyorsunuz. Sonra hedefinize ulaşıyorsunuz ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Kendinizden memnundunuz ve sonra değiştiniz ve yeni biri oldunuz ama bu yeni insanın kim olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz ve bu yeni insanı tanımak için zamana ihtiyacınız var.

Özet ve sonuçlar

Geçenlerde AJA Cortes’in Rollo Tomassi ile yaptığı bir podcastı dinledim. Podcastın ilk saatindeki ana konu, örtüşmeydi. Rollo çok iyi bir örnek verdi: dışardan alfa görünen bir erkek, beta davranışlar sergilediğinde, bu kadınları itiyor zira adamla ilgili algıları, adamla ilgili deneyimleri ile örtüşmüyor. Bir yanınız değiştiğinde, geri kalanınızın ona yetişmesi zaman alıyor. The Red Man Group’a soru soran arkadaşın durumunda, kendisi değişimi gerçekleştirmiş ama bu değişim henüz kendi öz algısı tarafından içselleştirilmemiş. Arkadaşımın durumunda ise, kendi eski haliyle, eski dünya algısıyla ve durumu ile ilgili yanılgısı ile ilgili bir sorunu yoktu. Ama şimdisi, yapması gereken değişiklikler ve bunların potansiyel etkileri kendisini rahatsız ediyordu ve bu nedenle de ayakları tahterevallinin iki yanında, ortada ayakta ve kararsız bir şekilde gibi hissediyordu.

Bir tarafa adım atması demek, geçmişine olan bağlılıklarının bazılarından vazgeçmesi demekti ki buna geçmiş tercihlerinin batık maliyetlerini kabul etmek de dahildi. Öbür tarafa adım atması demek, gelecekteki benliğinin, kalbinde yer eden bazı değerlerden mahrum kalması demekti. Ama bu kararsız tahterevalli pozisyonuna devam etmesi ve iki tarafı dengelemeye çalışıp durması, onda sürekli kaygıya neden oluyordu. Sonunda konfor ve alışkanlıklar galip geldi.

Geçmişinize sahip çıkmalısınız ama geçmişinizin sizin geleceğinizi dikte etmesine izin vermemelisiniz.

Geleceğinizin görüşünü kaybetmeden, şimdi ve burada olmalısınız.

Gözünüz gelecekte olmalı ama geçmişinizi unutmamalısınız.

Geçmişi değiştiremeyiz ama şimdiki zamanda kararlar verip, aksiyon alarak geleceğimizi değiştirebiliriz. Eğer bunu yapmayı seçersek, bir noktada benliğimizin değişik versiyonlarını kabul edip birbirlerine entegre etmeliyiz ve böylece örtüşen bir bütün olarak hayat yolculuğumuzdan maksimum faydayı sağlayabilelim.

Şu an yürüdüğünüz kadın, sizin 10 dakika önce kim olduğunuzu bilmiyor ki, 10 sene önce ne olduğunuzu bilsin? Gerçek şu ki, bu umrunda bile değil. Kadınlar karşılarındaki alfanın değerini sorgulamayacaklardır, özellikle de kendi değerinin farkında olanını.

Çeviri: Red Pill Logic: The Trinity

Kırmızı Hap Mantığı: Öfke

Gelin bugün öfke hakkında konuşalım. Öfke, küçük bir kızgınlıktan yıkıcı bir öfke patlamasına uzanan seviyelere sahip bir insan duygusudur. İnsanda hem fizyolojik, hem de psikolojik değişikliklere neden olur, insanı kontrolü altına alabilir ya da insanın ileriye doğru hareket etmesini sağlayabilir.

Kırmızı hapa yöneltilen suçlamalardan en yaygını, kırmızı hapın erkekleri öfkelendirdiğidir. Bu suçlamaya göre kırmızı hap, erkekleri kadınlara karşı öfkelendirir ki uzun süredir bunun çok garip bir şey olduğunu düşünüyorum. Gerçekliği olduğu gibi görmeye başlamak, bir erkeği neden öfkelendiriyor? Bu kızgınlık evresi belki de doğal zira kırmızı hap bize uzun yıllardır aptal yerine konulduğumuzu gösteriyor. 9 – 5 çalışarak milyoner olacağı masalı satılmış ama emekli olma yaşı geldiğinde emekli olacak kadar bile parası olmadığını anlayan çalışanın karşılaşacağı öfke benzeri bir  şey bu.

Gerçeklikle karşılaşmak sizi yıllarınızı hatalı bir yönteme yıllarca kaynak ve zaman ayırdığınızı kabul etmeye zorlar ve aptal yerine konulduğunuzu kabul etmek zor bir şeydir. Öfkeyi aşmak için kişinin, geçmişte yaptığı tercihleri, kendisine sunulan bilgilere göre verdiğini ve karşılaşılan sonuçların kişinin başarısızlığından çok yanlış bilgilendirme sonucu olduğunu kabul etmesi gerekir.

Daha önce yazdığım gibi:

Kırmızı hap felsefesi ile karşılaşmanın ikinci aşaması, sıklıkla hissedilen öfkedir. Bazıları öfkelerini, “alfa siker / beta öder” cinsel stratejisi yüzünden genel olarak kadınlığa yöneltir, bazıları kendilerini doğru yetiştirmediği için babalarına yöneltir ya da bazılar yanlış bilgi yüzünden dünyaya kızgınlık duyarlar. Bir erkeğe bugüne kadar bir kadınla birlikte olmak için harcadığı kaynakların çoğunu, seks olmadan yaptığı 11 buluşma yaptıktan sonra kızdan “arkadaş kalalım” kelimelerini duymanın hüsranını, kadının “sağlayıcı erkek” algılarını harekete geçirmek ve bu nedenle ciddi ilişkiye karar verene kadar seksi ertelemek olarak kolayca açıkladığınızda, sadece kendisine değil, kadınlara ve her şeyi doğru yapıyorsun diye kendisini yanlış yönlendiren topluma öfke duyması normal bir reaksiyondur.

Bu, bir erkeğin birinin tek gecelik ilişkisi olarak değil de, annesinin kafasında babasının olmasını istediği  surete göre yetiştirilmesi şeklinde  bir asıl – vekil problemiydi. Erkek bu şekilde, kendisi için olabilecek en kötü fırsatı seçerken, sosyal grubu ve kadın için olabilecek en iyi fırsatı seçecek şekilde, sosyal programlamaya maruz kalmıştı. Bunun sonucunda da erkek, sadece herhangi bir yüzü olmayan toplum tarafından değil, en çok güvendiği insanlar tarafından kandırılmış hissedebilir.

En kötü farkındalık da, Matrix’in içinde uyuyan nüfus gibi, başka varlıkları güçlendirmek için kendi biyo enerjisini tükettiğidir. Mavi hap yapısı altında yaşayan erkek, ait olduğu toplum için kendi yaşam enerjisini yavaş yavaş tüketir.

Kısacası, erkek kandırılmış hisseder zira kendi hayali sistemini, en iyi senaryoda hatalı bilgilere ve en kötü senaryoda ise bilinçli bir şekilde yanlış yönlendirmek üzere kurulu bilgiler üzerine inşaa etmiştir. Hayatını iyi çocuk olarak ve toplumun sözde taptığı özelliklerin bir avatarı olursa, bu çabalarının ödüllendirileceğine inanarak geçirmiştir.

Kırmızı Hap ve Öfke

Ortalama bir beta erkeği düşünün. Bu erkeğe iyi çocuk , iyi çalışan, bilinçli bir vatandaş ve ahlaki açıdan bir örnek olmanın, kadınların kalbine giden yol olduğu söylenmiştir. Bu beta oyunu ona hayatı boyunca aralıklarla bir kız arkadaş kazandırır ve bu inancını güçlendirir. Ama bir yandan da sürekli olarak kadınların çoğunun, “götün teki” erkeklere yöneldiğini ve sonra da gelip kendi omzuna yaslanarak bu “göt herifler” hakkında ağladığını görür. Bu durum, içinde bir öfke doğmasına neden olur. Sonuçta kızlar onun omzunu kaybedilmiş alfalar için gözyaşı ile ıslatırlarken, ona ne kadar harika biri olduğunu ve onu alan kızın yaşadığını söylerlerken çekingen de olsa bu kızlara yürüdüğünde, “seni sadece arkadaş olarak görüyorum“, “arkadaşlığımıza zarar vermek istemiyorum” hatta bazen “seni kardeşim gibi görüyorum” gibi şeyler duyarlar. Bunun doğal sonucu ise bir miktar kızgınlıktır. Sonuçta erkeğin tümdengelen düşünce moduna göre, eğer kız kendisinin çok iyi bir erkek arkadaş olacağını düşünüyorsa, neden onu erkek arkadaş olarak kabul etmez ki? Neden o, sosyal programlamaya göre, “kötü” çocuğa koşar, kalbini kırar ve kendisine sadece ağlamaya gelir? Ama yine de kıza öfkelenemez zira onu gizli gizli sever ve ona hayrandır. Kız kendisini seçse, onunla beraber kurabilecekleri mükemmel aileyi, mükemmel evi, mükemmel hayatı hayat eder.

Bunun sonucunda da iyi çocuk, öfkesini kendisine, ailesine, arkadaşlarına ve topluma – kız hariç herkese – yöneltir. Ama sonra bu erkek “beni neden sevmiyor” gibi bir şey ararken, kırmızı hap ile tanışır ve kendisini tavşan yuvasının içine yuvarlanırken bulur.  Göklere çıkardığı, kafasında tanrıça yaptığı kızın, etten kemikten bir insan olduğunu anlar. Baldan şekerden ve olabilecek her güzel şeyden yaratılmış bir varlık değil, sadece bir insan olduğunu anlar. Erkeğin Afroditi, bildiğin Anna’dır.

Erkek aynı zamanda kendisinin “üremek” için bir partnerden çok, duygusal tampon ve buna benzer faydaları ile değerli biri olduğunu anlar. Özellikle de kadınların eğlenmelerine baktıkları parti yıllarında. Eğer 5-10 sene daha efendi bir erkek olarak beklerse, kız kötü çocuklardan bıkacaktır ve o da artık geriye ne kalmışsa ona sahip olabilir. Erkek kızın Jenny, kendisinin de Forest Gump olduğunun farkına varır.

Bunlar doğal olarak erkeğin öfkelenmesine neden olur. Ama yanlış bilgi ile hareket ettiğini, zamanının ve kaynaklarını yanlış kişilere harcadığını ve batık masraflarını kabul etmek yerine, tam bir aptal yerine konulduğuna karar verir. Bunu kafasında çevirip durur ve kendisine kızmak, bu öfkeyi kendisini daha değerli yapacak şeylere yönlendirmek, ağırlık kaldırmak, daha iyi giyinmek, kendini geliştirmek ve doğal yeteneklerinin gerçekleştirebileceğinin en iyisini gerçekleştirmeye çalışmak yerine, öfkesini kendisine değil, genel olarak kadınlara yönlendirir.

Kaybolan cennet

Erkeğin öfkesinde anlaşılmayacak bir şey yok. Sonuçta bu adam belki de on yıllarını, kendisini kadınların sevdiği söylenen erkeğe çevirmeye yatırdı. Aslında bu batık yatırımı kabul edebilirdi belki ama hayallerindeki geleceğin ve içselleştirdiği inançlarının yıkılmasını kabul edemez. Gelecek onun yalnızlığının yoldaşı ve kızların kötü çocuklara koşarken, kendi omzunda ağlarken, duygusal tampon görevini icra ederken kaçtığı pembe bir hayal olmuştur. Hayatı boyunca, kızın birinin ya da spesifik bir kızın birgün asıl kendisinin seçilmiş kişi olduğunu anlayacağını hayal etmiştir. Kafasında yarattığı ve ortalama bir romantik komediyi bile utanç içinde bırakacak hayal, onun sürekli olarak sığındığı, kendini avuttuğu mutlu cennetidir.

Kırmızı hap ise bu cenneti temellerinden dinamitleyip yok eder. Kırmızı hap erkeğe, kadının gelecek sigortası olmak için yaptığı onca yatırımın hiçbir değeri olmadığını anlatmakla kalmaz, aynı zamanda onunla ilgili kurduğu gelecek hayallarinin de bomboş olduğunu gösterir. “Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” diye bir gelecek ve mükemmel bir hayat olmayacaktır. En iyi ihtimalle erkek, kötü çocuklar artık kendisini kabul etmediği yıllarda, B planı olacaktır.  Tabii ki evlenebilirler, çocuk yapabilirler ama erkek hiçbir zaman o kötü çocuğun arzulandığı gibi arzulanmayacaktır. Kadın kendisini ona, o kötü çocuğa verdiği gibi vermeyecektir ve kadının içinde bir parça hep o kötü çocuğu hayal edecektir. Erkeğin hayali nasıl onunla sahip olacakları mükemmel gelecek ise, kadının hayali de kötü çocukla alternatif bir hayatta kurdukları mükemmel gelecektir. Bu erkeğin bir mücadelesine dönüşür: Kendi idealizmine inanmaya devam edebilseydi, güya kadın kötü çocuğun kendisine göre olmadığını anlayacaktı, erkek onun en iyisini alacaktı, mükemmel bir hayat, mükemmel çocuklar, mükemmel bir evlilik olacaktı ve erkek bu durumda acı çekmeye katlanabilecekti. Ama artık gerçeği görünce erkek, kadının en iyisinin başkasına verildiğini, kendisinin ise sağladığı kaynak ve güvenliği almak için verilen minimuma kaldığını anlayıp öfkeye kapılır.

Sonuçta erkek hayatını bir yalan üzerine kurmuştur ve hayatını kendisine değil içinde yaşadığı gruba fayda sağlayan bir yolda yürümüştür. Hayatı boyunca hayali bir mutlu gelecek için, şimdi ve burda kendisini mutsuz eden kararlar verip durmuştur. Çalışmak için partilere gitmemiş, tatil yerine staj yapmış, eğitimini karşılamak için sürekli yarı zamanlı çalışmış ve tüm şimdisini geleceği için harcamıştır. Ve bunların hepsi de boşaymış diye hisseder.

Özet ve Sonuç

Bir süre önce, savunma mekanizmaları ile ilgili bir yazı yazmıştım ve orada Yer Değiştirme mekanizmasını şöyle tanımlamıştım:

Yer değiştirme olarak bilinen savunma mekanizması, sizin başınıza iş açacak olan duyguların, hedefinden alınıp daha zararsız bir hedefe yönlendirilmesidir. Mesela, adam karısına kızgın olabilir ama kızgınlığını kendisinin yönetiminde çalışanlara yöneltir. Bir çalışana duyulan arzusunu karısına yöneltebilir. Temelde bu, duyguları bir hedeften diğerine aktarmaktır. Kişi başkasına olan kızgınlığını kendisine de yöneltebilir ve böylece kendisine zarar verebilir.

Kırmızı hapı “KH benim kadınlarla ilişki yaşamamı imkansız hale getiriyor zira beni kadınlara karşı kızgın yapıyor” ya da “kh kadınlardan sürekli olarak şüphe etmeme neden oluyor” gibi bahanelerle reddeden erkekler, öfkelerini kırmızı hap teorilerine yönlendiriyorlar. Sonuçta öfkeyi internette yazı yazan bir grup adama yönlendirmek, kendine, ailene veya eski kız arkadaşına yönlendirmekten daha kolay. Ya da bunların hepsi, gerçeği öğrendikten sonra kendini güvensiz bir ortamda hissettiğini itiraf etmekten daha kolay: Onun ilk tercihi misin yoksa eğlence bitince aldığı teselli ödülü mü?

Hayat boyu yapılan kötü yatırımın farkına vardıktan sonra erkeğin öfkelenmesi anlaşılır bir şey. Sonuçta aileleri, arkadaşları, toplum ve kadınlar onlara bir metodoloji verdi ve bu metodoloji de erkeğin çıkarlarına karşıydı. Ama Hanlon’un Usturası (Hanlon’s Razor) kuralına göre “bir şeyi aptallıkla açıklayabiliyorsan, kötülükle açıklama” der.  Çoğu beta erkek size aşılanan yanlış bilgiden daha iyisini bilmiyor ve ailedeki kadınların odaklandıkları şey gelecekte kadınlara arzu mıknatısı değil, gelinleri için harika bir koca yaratmak. Erkeğin ailesindeki kadınlar, solipsizme ve bağlama göre davranıyorlar. Verdikleri tavsiyeler kendi ihtiyaçlarına ve kendi ilişkilerindeki problemlere göre şekilleniyor.  Çoğu erkeğin çevresi, kırmızı hapı bilmiyor. “Doğal” erkekler ile arkadaş şanslı azınlık ise zaten kırmızı hapı aramıyorlar bile. Çevrelerindeki adamlara bakarak öğreniyorlar.

Öfke ile en çok boğuşmak zorunda kalan erkekler, en idealist, en sert ahlakçı ve geçmiş odaklı olanlar. Daha önce burada, Akrep ve Kurbağa hikayesini anlatmıştım.

Akrep ve Kurbağa

Akrep ile kurbağa, dere kenarında karşılaşmışlar. Akrep kurbağadan kendisini karşıya geçirmesini istemiş. Kurbağa, “beni sokmayacağını nereden bileceğim?” deyince akrep, “eğer seni sokarsam ben de ölürüm” demiş.

Bu cevabı yeterli bulan kurbağa, akrebi almış sırtına ve dereyi yüzerek geçmeye başlamış. Tam derenin ortasına geldiklerinde, akrep kurbağayı sokmuş. Kurbağa felç olup dibe batarken, ikisinin de boğularak öleceğinin bilincinde, son nefesini vermeden sormuş, “neden?”

Akrep de, “ne yapayım, benim doğam bu!” demiş.

Bu hikayeden çıkarılacak ders, kurbağanın akrebe kızamayacağı zira akrebin doğasının tasarımına göre hareket ettiğidir. Bunun yanında kurbağanın, kendi doğal dürtüsünü, akrepten kaçmayı, ihmal ettiğini de unutmamak gerekir. Büyürken kendi perspektifini sürekli olarak canlı tutan her erkek, kadınların sosyal normların dikte ettiği “iyi çocuk” protatipine tamamen zıt adamlara aktığını gözlemleyebilir. Dinin ve tutucu sosyal değerlerin, bu eğilimi frenlediğini iddia edebilirsiniz ama bu nereye kadar mümkün ki? Kadın doğası son 100 yılda pek fazla değişmedi ama onu saklama zorunluluğu çok değişti. Dürüst olmak gerekirse, bazı sosyal muhafazakarların kafalarındaki geçmiş dünyanın geçmişte varolduğuna da emin değilim zira “çocuklar postacıya / sütçüye benziyor” şakası, postacılar ve sütçüler varolduğundan beridir var.

KH farkındalığı, erkeklerin çok farklı şekilde davranmalarına neden oluyor. Bazıları öfkelerini, kendilerini daha iyi versiyonları haline getirmek ve istediklerini alabilecek şekilde gelilmek için kullanıyorlar ki kırmızı hapın çekirdeği budur. Arzu ettikleri hayatı gerçekleştirmek için yeterince değer ve güç inşaa etmek, geçmişin, şimdinin ve daha önemlisi geleceğin tüm sorumluluğunu kabul etmek. Bu arzu edilen hayat artık ne ise: bir aile babası ya da bir playboy olmak gibi. Bazıları ise, her türlü yöntemi kullanarak yatabildikleri kadar kadınla yatarak öfkelerini yatıştırmaya çalışıyorlar. Ama göze göz mantığının, tüm dünyayı kör edebileceği gerçeğini unutmamak lazım. Diğer bir alternatif ise erkekleri suçlamak, başka erkekleri ahlak oyunları ile, duyguları cezbederek, korku ve utandırma ile cezalandırmaya çalışmak ve “kız kardeşlerin” koruyucusu olmak. Bunlar, kendi çıkarlarını kenara bırakan, toplumun ve kadınların çıkarları için feda eden erkekler.

Benim öfke, öfkenin nedeni ve erkeklerin bu aşamadan nasıl geçtiği ile ilgili tezim bu. Şu an öfkeli olanlarınız hala buradaysanız, size neden öfkeli olduğunuzu söyleyeceğim. Öfkelisiniz çünkü kafanızda yarattığınız, fantezi dünyasını, idealize edilmiş hayali bırakmadınız. Kadınlara öfkelisiniz zira kadınların gerçekliği, kafanızda canlandırdığınız idealize edilmiş kadın versiyonuna uymuyor.

Zor you seçip, masalları bırakabilirsiniz ve böylece öfkeniz azalır ve siz de ilerlemeye başlayabilirsiniz. Öfkenizi, daha güçlü, daha değerli, opsiyonları olan ve kendi kaderini belirleyen bir erkek olmak için yakıt haline getirebilirsiniz. Gerçek şu ki öfkenin varoluş nedeni bu zaten: erkeği konfor alanından çıkarıp harekete geçirmek.

Eğer zor yolu yürümeyi reddederseniz, tam olarak iki opsiyonunuz var:

A) Matrix’e geri dönersiniz ve inandığınız masalları öğrendiklerinizi unutmaya çalışarak yeniden inşaa etmeye çalışabilirsiniz. Ama bu durumda beyninizin bir köşesinde gerçeklik sizi rahatsız edecek ya da siz utandırma, korkutma, görev hatırlatma, duygusal çağrılar ve ahlak ile matrixe geri dönmeyen erkekleri dogmatik bir şekilde cezalandırmaya çalışacaksınız.

B) Katı bir MGTOW yoluna girip kadınlarla iletişimi kesebilirsiniz.

Zehirinizi siz seçin.

Çeviri: Red Pill Logic: Anger