Vaka çalışması – Toksik ilişkiye sıkışmış kalmış adam

33 yaşındayım ve kız arkadaşımla 3 senedir beraberiz.  Bu 3 sene boyunca benim onun emrine amade olduğum konusundaki sonsuz güveni iyice arttı. Her şeyi ben ödüyorum. Buluşmalarımızdan bahsetmiyorum, onları zaten ben ödüyorum da onun masrafları da benim üzerimde. Okul giderleri, faturaları, kirası ve hatta işe gidip gelirkenki taksi parası (hanımefendi toplu taşıma kullanacak değil tabii ki(!)).

Finansal köle olmuşsun.

Karşılığında da sürekli olarak işimde, ilişkide ve genel olarak hayatta başarısız biri olmakla suçlanıyorum ve aşağılanıyorum.

Birader, bir erkeği bu kadar berbat bir ilişkide kalmaya zorlamanın tek yolu, onu zekice ama sinsice bir manipülasyonla ne kadar aşağılık biri olduğuna, ilişki ne kadar kötü olursa olsun bu ilişki olmazsa ilişkisiz kalacağına, hiçbir kadının yüzüne bakmayacağı bir hiç olduğuna inandırmaktır. Tabii ki bonus olarak da (!) onun gibi bir kadın yüzüne bakmaya devam ediyor, beraber olmaya lütfediyor diye ne kadar şanslı olduğuna inandırmaktır.

Sadistin sadizmini eyleme dökmesi için mazoşiste ihtiyacı var yani sende de bir değersizlik hissinin en azından potansiyel olarak ortaya çıkmayı bekliyor olması lazım ama senin bu ilişkiden çıkamama sebebin, başarılı bir şekilde bu hakaretlerin amaçladığı şeye inanıyor olman: daha iyisini bulamayacağına ve bunu hak ettiğine. Pardon bunu bile hak etmiyorsun ama işte şansına bak ki buna sahipsin.

Bu ilişkide tüm hobilerimden vazgeçmek zorunda kaldım zira kendi temel ihtiyaçlarım dışında kazandığım her kuruşu ona harcıyorum.

Oha, finansal köle derken öylesine demiştim ama sen gerçek bir finansal kölesin.

Zaten param olsaydı bile hobilere ve hatta arkadaş ve aileme bile vaktim yok. Arkadaşlarımla biraz vakit geçirmeye çalışsam, sürekli arıyor ve kavga çıkarıyor. Tüm zamanımı ona ayırmamı istiyor. Telefonuma ve tüm sosyal medyama girebiliyor ve en ufak bir kadın etkileşimi, iş için bile olsa büyük kavgalara neden oluyor.

Yok sen tamamen köle olmuşsun 😮

Hocam sen hasta bir kadınla, korkunç toksik bir ilişkinin içindesin. Tamamen bir sünepeye dönmen için başarılı bir şekilde manipüle edilmişsin. Senin gibi erkeklerle konuşup duruyorum (gerçi sen en kötü durumda olanlarından birisin) ve hemen her zaman bu erkeklerde 2 ortak özellik görüyorum:

(1) Erkek kadından statü ve kazanç olarak fersah fersah üstte. Hatta çoğu zaman tip olarak da öyle. Normalde, böyle bir adam böyle bir kadını istemez bile.

(2) Buna rağmen adam kadından ayrılmayı düşünemiyor bile. Kendini bu kadına muhtaç olduğuna o kadar inandırmış ki, büyü yapılmış gibi.

Bu ilişkilerdeki kadınlar genellikle erkeklerinden çok daha aşağıda olduklarının farkındalar (güzel olsalar bile ki genelde güzel de değiller).  Zaten kendi beşpara etmez kişilikleri yüzünden dışlanan ve ilişkilerde başarısız insanlar olduklarından aşağılık kompleksi olur. Bu insanların temel ilişki stratejisi, karşılarındaki ne kadar aşağılık olduklarının farkına varıp terk etmeden, onları daha aşağı çekmektir. Bunu başardıklarında, partnerleri tarafından terk edilmezler ama bu sefer de partnerlerinin dönüştüğü sünepe erkekten tiksinirler ve adama hayatı daha da cehennem ederler.

Bu arada bu insanlar terk edilmekten korkarlar ve terk edilmemek için partnerlerini aşağı çekerler ama kendileri istedikleri zaman terk ederler.

En ufak şeyler için saatlerce kavga ediyoruz zira hiçbir durumda haksız olduğunu kabul etmiyor.

Buna daha önce değinmiştim yine söyleyeyim: Kadın aslında her durumda kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu gayet iyi biliyor. O tartışmalara girmesinin amacı kendi haklılığını kanıtlamak değil, seni sürekli olarak “ne olur anla beni, ben haklıyım, ne olur kabul et” diye yalvartmak! Bir insan seni anlamazlıktan geliyorsa bir iki kere açıklama yaparsın ama ondan sonrası anlaşılmak için yalvarmaya giriyor. O nedenle bu kadın bu kavgalarda asla haksız olduğunu kabul etmeyecek, açıklama yaparak yalvarmaya devam edeceksin ve aşağı hissetmeye devam edeceksin.

Herkesin kendisine karşı olduğunu düşünüyor ama çevresindekilere nasıl davrandığını görmüyor.

Berbat bir kadınla, berbat bir ilişki içindesin. Çözümü de belli.

Ayrılmayı gerçekten çok istiyorum ama ayrılamıyorum. Tam olarak neden bilmiyorum ama ayrılmaya cesaretim yok.

Manipülatif ve toksik bir kadının sana sürekli olarak ufak ufak kan kaybettirmesine izin verdin. Şimdi ise 3 sene sonunda posan çıktı. Manipülasyon nedeniyle kendini bu kadına muhtaç hissediyorsun, tam tersi doğru olsa da.

Ne yapacağımı bilemiyorum.

Ne yapacağın belli. Sorun senin bunu yapabileceğine inanmaman. Sen şimdi manipülasyon ile posası çıkmış, kendisini zavallı gibi hisseden bir adamsın. Bırakmaya cesaretin yok zira daha iyisini hak  ettiğine inancın yok. Ama bir erkeğin bu kadar zayıf kalması için sürekli manipüle edilmesi lazım yani sen bu kadını terk ettiğinde ilk başta çok kötü hissetsen de, bu kadınla iletişimi %100 kesersen, manipülasyon kesileceği için hemen iyileşmeye başlayacaksın.

Yapman gereken şey bu kadını hemen terk etmek ve bir daha asla iletişime geçmemek. Maalesef senin gibi kurbanların inandığının aksine, bu kadınlar kurbanlarını kaybetmekten çok ama çok korkarlar fakat kurbanlarını tam tersine inandırırlar. Ağızlarından “ben bıraktım mı bırakırım”, “sen olmasan da olur” anlamına gelecek çok laf duyarsınız ama kurban artık iyice manipüle olduğundan, bunları söyleyen kişi genelde tam tersidir gibi basit bir şeyi bile anlayamaz.

Maalesef dedim zira sen bu kadını bıraktığında, seni bırakmamak için ciddi rahatsızlık yaratacak. Sana tavsiyem bu kadını pek nezaket düşünmeden ghostla. Açıklama bile yapma hatta dinleme bile.

Bu kadın yüzünden alkolik oldum.

Bu kadınla devam edersen daha kötüsü de olacak.

İntiharı bile düşünüyorum.

Çok enteresan değil mi? Bu kadını terk etmek gibi aslında görece basit bir çözüm var ama sen kadını terk etmektense hayatı terk etmeyi düşünüyorsun. Bu, ciddi manipülasyondur. Berbat, normalde kimsenin 3 aydan fazla dayanmayacağı kadar berbat bir kadın olmadan yaşayamama getiriyorsun yani.

Senin durumunda olanların ilk anlaması gereken şeylerden biri, berbat, iğrenç biri ile birlikte olduğunu ve bu insandan ayrılarak hiçbir şey kaybetmediği.

Ben ne yapacağım?

Bu kadını hemen terk edeceksin. Hemen şimdi terk edemeyebilirsin ama hemen şimdi kendini buna hazırlamaya başla. Eğer kendi başına yapamıyorsan profesyonel yardım al ama bu kadını terk etmene yardımcı olacak bir psikologdan, gidip de “ay sorunlarınızı konuşarak çözelim” diyen birinden değil.

Mümkünse mesajla ve kısa süre içerisinde ghostlayarak. Konuşalım falan diyecek, konuşma! Bu kadın senden zeki ve seni nasıl manipüle edeceğini biliyor. Bu tür kadınlara karşı ben, bu insanların yazdıkları mesajları, suçlamaları, vs. okumayın tavsiyesi veriyorum. Okurlarsa manipüle oluyorlar.

Eğer aynı evde yaşıyorsanız, önceden bir iki hafta hazırlık yapıp terk et. Terk ettiğinde sana saldıracaktır. Mesaj ve konuşma kolay, onları okuma ve telefonlarına da çıkma. Kesinlikle ama kesinlikle buluşma. Evine gelirse içeri alma, ısrar eder olay çıkarırsa polis çağır. İşine, vs. gelirse de konuşma. Bu kadını kaba bir şekilde terk etmezsen seni ne kadar aşağılık bir pislik olduğuna ve onunla olmanın senin son şansın olduğuna ikna eder.

Bu konuda yazdığımız yazılara da göz at.

Toksik
Sınırda kişilik bozukluğu
Kadınların erkekleri manipüle etme teknikleri
Gas lighting

Bir de reklam olacak ama toksik ilişkiler rehberi ve ilişkiler seti.

Son olarak bu kadını hayatından attıktan sonra, bu kadına neden kurban düştüğün konusunu da araştırman lazım. Neden bir kadının manipülasyona yatkın olacak kadar bir özdeğer problemin var ya da özdeğerini çöpe atmana neden olacak başka bir şey var (örneğin “sözünün eri bir erkek misin?“). Anlattığın kadın arıza bir kadın ama sende de normal kadınları bile delirtebilecek, kafana çıkaracak bazı zayıflıklar var.

Hüsranı değişim için fırsat olarak kullanmak

Nöroplastisite 101 kitabından:

İnsan bir şeyi yapmaya çalıştığında ortaya çıkan sonuç, hedeflediği sonuca göre çok daha kötüyse, hüsrana uğrar. Bu hüsran insanı delirtebilir özellikle de arka arkaya “hatalı sonuç” alıyorsa yani hata yapıyorsa. Ama hüsran hissi aslında, hataların sinir sistemine “bir şeyler çalışmıyor o nedenle değişmen lazım” sinyali göndermesi sonucu salgılanan kimyasalların sonucu.  O nedenle hüsranı, beynim bir şeylerin değişmesi için harekete geçti olarak algılamamız gerekiyor, “ben bu işi yapamam?” diye değil.

Sinir sistemindeki plastisitenin, bir şeyler çalışmıyor kelimelerini anladığı yok hatta sinir sistemi hüsranı bile duygu olarak algılayamaz. Beynin tek anladığı şey, salgılanan nörokimyasallar yani epinefrin ve asetilkolin. Bir de tabii yaklaşık olarak doğru şeyi yapmaya başladığımızda salgılanan dopamin.

İnsanlar hata yapmayı ve hüsrana uğramayı sevmezler. Bunları sevebilen çok az insan ise yaptıkları işte çok başarılı olurlar. Bunlara dayanamayanlar ise genellikle başarısız olurlar, fazla şey öğrenemezler.

Ama korktuğunuz, sizi kötü hissettiren şeyler, performansınızda meydana gelen hatalar olmasa, sinir sistemi neden değişmek istesin ki?  Deneylerin gösterdiği şu ki, mesela bir nesneye uzanıp o nesneyi tutamamak gibi hatalar, beyinde epinefrin salgılanmasına neden oluyorlar. Epinefrin dikkati arttırıyor, asetilkolin ise odaklanmayı. İşte tam bu nedenle, hüsran hissettiğinizde yapmak istediğiniz şeyi bırakmak, yapabileceğiniz en kötü şey. Zira asetilkolin salgılanıyor ve bu da yanılgı payına (yapmak istediğiniz şey ile yaptığınız şey arasındaki farka) odaklanma imkanı sağlıyor. Ve sinir sisteminiz hemen o anda, davranışı doğru hale getirmek için değişiklik yapmaya başlıyor. Ve yapmak istediğiniz şeyi biraz da olsa doğru yapmaya başladığınızda, üçüncü bir kimyasal, beyin şekillendiren değişimleri hızlandıran dopamin salgılanıyor.

Eğer hata yapmak sizi çok rahatsız ediyorsa, çok kolay hüsrana uğruyorsanız, o hüsranı o yapmak istediğiniz şeye daha derin bir şekilde girişmek için kullanın! Zira tam o hüsran anında, beyninizi yeniden şekillendirmek ve yapmak istediğiniz şeyi doğru yapmak için inanılmaz bir plastisite mekanizmasını kuruyorsunuz. Ama hata yapıp hüsrana uğradığınızda yapmak istediğiniz şeyi bırakırsanız, plastisitenin başarılı yöntemler için değil de, siz pes ettikten hemen sonra olacak şey için devre kurmasına neden oluyorsunuz: kendinizi sefil hissetme.

Sanırım şimdi hemen pes etmemenin, hüsrana uğradığınız noktadan sonra biraz daha çabalamanın önemini anlamışsınızdır ve “biraz daha” ne demek onu açıklayacağım. Hüsran noktasından sonra biraz daha çabalamak, hem çocukların hem de yetişkinlerin öğrenme süreci için çok önemli ama özellikle yetişkinler için önemli.

Dopamin hemen her zaman zevkle ve bir hedefin başarılması ile ilişkilendirilen bir molekül ama dopamin aslında motivasyonun molekülü. Dopamin, doğru yolda olduğumuzu hissettiğimiz zaman salgılanan bir kimyasal ve nöroplastisite ve motivasyonu arttırma kapasitesi var.

Dopamini, öznel bir şekilde, hata yapma sürecine bağlamayı öğrenin. Bu, plastisitenin iki modunu birleştirmenize ve plastisiteyi hızlandırmanıza yarar. Yukarıda hata yapmaktan ve odaklanmaktan, odaklandığınız bir öğrenme seansı içinde çokça hata yapmaktan bahsettim. Bu kadar hata sizi hüsrana uğratacaktır ama hüsranın kendisi aslında bir işaret ve hüsranı hissettiğiniz zaman epinefrin seviyesi çok yüksek.

Ama siz hüsran noktasına geldiğinizde, bu deneyimi öznel olarak iyi bir şey ile, pes etmek yerine bu yolda yürüme isteği ile ilişkilendirirseniz, bir şeyin öznel olarak iyi olduğunu düşündüğünüz zaman salgılanan dopamin ile, hata yapma durumunu birleştirip, plastisiteyi hızlandırabilirsiniz.

Yani kendinize, özel bir davranış kümesi üzerinde çalışırken tekrar tekrar hata yapmanın ve o hataların (artı karşılığında hissettiğiniz hüsranın), öğrenmek için iyi bir şey olduğunu söylerseniz, beyninizi daha hızlı şekillendirebilirsiniz.

Bir şeyi tekrar tekrar denerken üst üste hata yapmanızın ve sonucunda çıkan hüsranın karşısında şöyle düşünmelisiniz: “Büyük bir hayal kırıklığı hissediyorum ama bu hayal kırıklığı öğrenmemi hızlandıracak şey”.

Dopamin ise oldukça öznel bir molekül. Seks, yemek ve ısınma gibi nesnel bir yanı da var ama neyin dopamin salgılanmasına neden olduğu ve neyin olmadığı genellikle kişiden kişiye değişir.

Dopamin konusunda daha fazla okumak isterseniz size harika bir kitap önermek istiyorum. Bu kitabı yazan kişi olmayı çok isterdim. İsmi The Molecule of More (Türkçe basımı Beyin daha fazlasını ister). Bu kitap dopaminden sadece ödül ile alakalı bir molekül olarak değil, motivasyon ve bir şeyin peşinde koşmak ile ilgili bir molekül olarak bahsediyor ve dopaminin öznel olarak nasıl kontrol edilebileceğinden bahsediyor.

Konumuza dönersek size tavsiyem (doğru şekilde yapmaya çalışırken) bol bol hata yapmanız ve kendinize bu hataların öğrenme hedefiniz için iyi olduklarını söyleyerek sürece dopamin eklemeniz. Öğrenme seanslarınızı kısa (90 dakika) tutmanız ve bu seanslar arasında başka şeyler yapmanız. Eğer 25 yaşından genç biriyseniz daha fazla 90 dakikalık seans yapabilirsiniz.

Herkesin en iyi şekilde odaklanarak çalışabilecekleri zaman dilimi değişiktir ama genellikle öğleden sonra 4 gibi, sabah 10 gibi olduğu kadar odaklanamazsınız. Kendi zamanınızı deneye yanıla bulun. Bu zaman diliminde 90 dakikalık çalışma seanslarında, hata yaptığınız sınıra kadar gelin ve burada 7 – 30 dakika arası kalın. Burada neredeyse hüsrana uğramak, hayal kırıklığı hissetmek için özellikle çalışın. Sonra da bu hüsranda bir iyi arayın, hüsranı görünce “tamam, beynimde değişim için kimyasal salgısı başladı” diye düşünün mesela. Hüsrandan biraz zevk alın ve evet, böyle bir his durumu var. Bunu yapabilirseniz, değişim için en iyi ortamı hazırlamış olursunuz.

İşin ilginci, tekrarlardan sonra hüsrana uğrarsanız ve bu anda oturur ve bir şeyler okursanız, beyniniz öğrenmek ve öğrendiği bilgiyi tutmak için yükselmiş bir seviyede olacaktır. Bu kimyasallar öyle salgılanıp hemen yok edilen kimyasallar değiller. Beynin değişmeye açık olduğu bu durum yaklaşık 1 saat kadar sürecektir.

Daha önce stoacılık üzerine yazısında şundan söz etmiştik:

(Stoacılık), iç benliğinizi kontrol altında tutarak ve mantıklı yargılar ile öz kontrolünüzü kullanarak içinizdeki çalkantıyı, bu çalkantıyı dışsal aksiyonlar için yakıt olarak harcayıp,  iç sükunete çevirmektir.

Günümüzde çoğu insan hüsran ile ortaya çıkan değişim potansiyelini, değişim için yakıta çevirmek yerine, hemen ellerinin altında olan dikkat dağıtıcı (ele geçirici) uyuşturuculara (sosyal medya, internet, porno, oyun, arkadaşlarla mesajlaşma, netflix) sarılıp hüsranı bastırmaya çalışıyorlar. Bu nedenle de beyinlerini yapmak istedikleri şeyi yapma yönünde kablolamak yerine, beyinlerini en iyi ihtimalle yeniden kablolamıyorlar ve değişim potansiyelini çöpe atıyorlar ya da daha beteri, sosyal medya / internet / porno kölesi olarak kabloluyorlar.

Oysa eğer bir şeyler başarmak istiyorsanız, hüsrana uğradığınızda, hüsranı işaret olarak alıp o şeyi daha fazla yapmak için ekstra çabalayın. Bunun sınırlarına geldiğinizde ise, hüsranı zevk aleminde boğmak yerine başka bir işe kanalize edin (beynin plastisiteye açık halini başka önemli bir şeyi öğrenmekte kullanın).

İnseller yazısında Rollo’nun dediği gibi:

Eski günlerde kaybedenlerin hayal kırıklıklarını kanalize ederek üretken şeyler yapabilecekleri kanallar artık yoklar. Eski nesilde hüsrana uğrayan erkeklerin bir çoğu kendi nesillerinin ikonik sanatçıları ya da müzisyenleri oldular. Bence ironinin tepe noktası, Mark Zuckerberg’in Facebook’u eski kız arkadaşını stalklamak (takip etmek) için yaratması idi. Cinsel reddedilme ile başa çıkmayı sağlayacak yaratıcı yollar artık yoklar. Bazıları bana bu yolların hala varolduğunu ama bu çocukların bu yolları yürüyecek motivasyonları olmadığını söyleyecek. Haklı olsalar da, bu yollardan çok daha kolay olan ve erkeklerin gelişimlerini donduran yollar var. Bugün cinsel öfkeyi daha yaratıcı kanallara yönlendirmek yerine, oğlanların kendilerini online porno ve çağın teknolojilerinin sağladığı kaçış yollarına gömüp kaybolmaları çok daha kolay.

Ya da hoşnutsuz genç erkeklerle mesajlaşabilecekleri forumlar bulup, kendilerine yer olmayan bu dünyanın gerçekleri ile ilgili ağlaşabilirler.

Oysa kadınlar konusunda da hüsrana uğruyorsanız artık bunun beyinde değişim potansiyeli olduğunu biliyorsunuz. Yani yapmanız gereken şey, bu hüsranı (değişim potansiyelini) bir müzik aletinde ustalaşmak, derslerinizde veya işinizde çok iyi olmak, spor, dil öğrenmek, vs. için lehinize kullanmak. Özellikle de genç bir erkekseniz (25 yaş altında beynin yeniden kablolanması çok daha kolay, 25 yaş üstünde ise yoğun dikkat gerektiriyor ve daha zor). Yapmamanız gereken şey, bu hüsranı kendinize acıyarak yakmak ve zevk odaklarına dalıp bastırmak.

Hüsranı sevmeyi öğrenin arkadaşlar.

  1. Nöroplastisite ve beyni yeniden kablolamak
  2. Dopamin ve “sınırsız” zihinsel enerji
  3. Harekete geçmek, düşünce, duygu ve algı

Birer bilinçaltı programlama olarak inançlar

Bilinç ve Bilinçaltı Nedir?

Eğer daha önce, öz farkındalığı yüksek ve bilgili insanlarla sohbet ettiyseniz “Bilinç” ve “Bilinçaltı” gibi terimleri eminim ki duymuşsunuzdur. Bu bölümde, bu terimlerin ne anlama geldiğini ele alacağız.

Şöyle bir durum düşünün:

Araba sürmeyi ilk öğrendiğiniz zamanlar son derece odaklanmış, uyaranlara tepki vermeye hazır bir haldesinizdir. Zihniniz bir işle meşguldür ve %100 kapasite ile o işi yapıyordur.

Bir süre sonra, şoförlüğünüz ilerledikçe, Zihninizin hepsini bu iş için kullanmanıza gerek kalmadığını fark edersiniz. Uzuvlarınızı koordinasyonlu bir şekilde kullanarak aracı sürerken bir yandan da müzik dinlemek ya da başkasıyla sohbet etmek gibi şeyler de yapabilirsiniz.

Bu seviyeye ulaştığınızda, araba sürme eylemini gerçekleştiren kısım beyninizin neresidir? Başka şeyler ile uğraşırken araba sürme işini beyninizin hangi kısmına emanet ettiniz?

Yüzünüze doğru aniden bir nesne fırlatılsa, daha ne olduğunu anlamadan gözlerinizi kırparsınız. Bilinçsizce yapılan bu eylemi gerçekleştiren şey nedir?

Yanan bir ocağa ya da bir elektrik teline dokunduğunuzda, daha ne olduğunu bile tam anlamadan, elinizi aniden geri çektiren içinizdeki o gizemli güç nedir?

Son olarak, bazı davranışları ve alışkanlıkları değiştirmek, bilinçli bir şekilde bu değişimi istiyor olsanız bile neden zordur? Bu huya dönüşmüş hareketleri gerçekleştiren şey nedir?

Bu soruların hepsinin cevabı “bilinçaltı” denen olguda saklıdır.

Bilinçaltı

Zihniniz kabaca iki kategoriye ayrılabilir: Bilinç ve bilinçaltı. Karakterinizin ve davranışlarınızın büyük bir kısmı bilinçaltınızın programlanma şeklinin bir sonucudur.

Bir eylem gerçekleştiriyorsanız ve bu eylemi gerçekleştirdiğiniz farkındaysanız, bilincinizle bu işi yaparsınız.

Örneğin, size bir kitabı masaya koymanızı söylersem, bu hareketi gerçekleştirmeniz bilinçli bir eylem olacaktır. Bilinciniz (Yani siz) verdiğim sözlü komutu algılayacak, anlamlandıracak, sonra da eylemi gerçekleştirecektir.

Tam tersi şekilde, bir şey yapıyorsanız ve bunu yaptığınızın farkında değilseniz, otomatik pilota bağlamış gibi davranıyorsanız, o zaman da bilinçaltınız direksiyona oturmuştur.

Bilinçaltı Bir Metafordur

Bilinçaltı tabiri, aslında beyninizin (prefrontal korteks gibi) daha yeni olan bölgelerine oranla çok daha eskiden evrimleşmiş kısımları tarif etmek için kullanılan bir metafordur.

(Prefrontal korteks frontal lobun (beynin ön tarafında yerleşimli, bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgesi) korteksi ve altında bulunan beyaz cevher en üst düzeydeki davranışların bütün bileşenlerinin bağlantılarını yapan ve onları bütünleştiren, önemli duyu ve motor sistemlerinin arasındaki geri bildirim döngülerinin ve bağlantılarının yer aldığı alandır. Varsayılan durum şebekesine dahildir.)

Bilinçaltının görevi olan eylemlerin bazıları -nefes almak gibi – bilinçli olarak da kontrol edilebilirlerken, bazıları üzerinde de – refleks hareketler gibi – hiçbir kontrolümüz yoktur.

Sadece bilinçaltının algıladığı uyaranların farklı nöro-fizyolojik etkilerde bulunup, bilinciniz ile algıladığınız dünyada verdiğimiz kararları etkilediğine dair birçok veri mevcuttur.

Ayrıca, daha eski olan korteks altı yapıların duygusal uyaranları yorumlama işleminde, bilincimiz bunu algılamasa bile, önemli bir role sahip olduğunu gösteren araştırmalar da yapılmıştır.

“Duygusal Zekâ” kitabında David Goleman da bu konuyu vurgulamıştır. Çevreden gelen uyaranlar, daha henüz bilincimiz algılayamadan, daha ilkel ve eski olan korteks altı beyin yapılarımız tarafından yorumlanabilir.

Nörogörüntüleme çalışmaları her ne kadar bilincin ve bilinçaltının kullandığı sinirsel yolların rahatça birbirinden ayırt edilebildiğini tespit etse de, bilinçaltından doğan düşüncelerin kendine özgü bir işleme yolu yok gibi gözüküyor. Anlaşılan, hem bilincimiz hem de bilinçaltımız aynı ortak veri işleme yollarını kullanıyor.

Muhtemelen bu sebepten dolayı bulunduğumuz ortamdaki sürekli değişen uyaran seline karşı savunmasız robotlar değiliz, bilinçli olarak bilinçaltımızdan doğan davranışlara müdahale edip değiştirebiliyoruz.

Dikkat Süresinin Önemi

İnsanların çok kısıtlı bir dikkat süresi vardır. Bilincimiz tekrar tekrar yapılması gereken bir işin ne olduğunu öğrendikten sonra görevini bilinçaltına teslim eder. Böylelikle daha çok dikkat veya ivedilik isteyen bir iş çıktığında, ona odaklanmak için müsait olur.

Örneğin gece dişlerinizi fırçalarken bilinciniz düşüncelere dalabilir, o gün yaşadığınız önemli olayları anımsayıp üzerinde düşünebilir. Bu sırada da bilinçaltınız, fırçalama eylemini gerçekleştirmenizi sağlar.

Filtreleme ve Kaydetme

Bilinciniz dış dünyadan gelen bilgileri filtreleme ve mantıklı bir şekilde işlemeye yarar. Bu bilgilerden hareketle, bazı kanaatlere varır ve bu kanaatleri bilinçaltınıza depolar. Böylelikle bu kanaatleriniz ile tutarlı eylemleri, üzerinde fazla düşünmeden otomatikman gerçekleştirebilirsiniz.

Size dünyanın düz olduğunu söylersem öncelikle bilinciniz bu veriyi işleyecek, doğru olmadığını fark edecek (Hâlihazırda dünyanın yuvarlak olduğuna dair elinizdeki bilgiyle çeliştiği için, eğer düz dünyacı değilseniz) ve bu yüzden bu veriyi filtreleyip bir kanaate/inanca dönüşmesini engelleyecektir.

Bilinciniz bilgiyi işlemek için her zaman süreye ihtiyaç duyarken (genelde yavaş bir işlemdir), bilinçaltınız her zaman hızlı ve otomatiktir. Çevrenizi sürekli tarar, gelen verileri kayıt altına alır, güncel ve gelecekteki davranışlarınız için işe yarayan programlara dönüştürür.

Bilinçaltınızı ömrünüzdeki şu ana kadar maruz kaldığınız her türlü veriyi kaydeden bir kamera olarak düşünebilirsiniz, bütün hatıralarınız, hayat tecrübeleriniz ve becerileriniz bu kameranın hafızasındadır.

İnsanın binlerce yıllık evrimsel geçmişiyle şekillenmiş davranışsal programlar da bu hafızadadır.

İnsan davranışı denen olgu, bilinç ile bilinçaltının, iç (psikolojik) ve dış (çevresel) faktörlerin etkisinde daimi etkileşiminin bir ürünüdür.

Bilinçaltı Programları Olarak İnanç Sistemleri

Kanaatlerinizle oluşturduğunuz, düşünce ve hareketleriniz üzerinde büyük etkisi olan inanç sistemleriniz, aslında bilinçaltında çalışan programlar gibidirler. Farkındalığınız yüksek seviyede değilse bırakın bu programların etkilerini, muhtemelen varlıklarından bile haberiniz olmaz. 

Psikoloji veya insan davranışları hakkında hiçbir şey bilmiyor olsanız bile, inanç sistemi denen kavramı bilmeniz zihnin çalışma mekanizmasının özünü kavramınızı mümkün kılar.

İnanç sistemi, bilinçaltımızda depolanmış kanaatler topluluğudur. İnançlarımız, davranışlarımızı en çok etkileyen faktörlerdir.

Bilinçaltınızı veri depolama merkezi olarak, hayatınız boyunca maruz kaldığınız her bilginin bulunduğu bir yer olarak düşünün. Bu bilgilere bütün geçmiş anılarınız, tecrübeleriniz ve fikirleriniz de dahildir. Şimdi, bilinçaltı bu kadar veri ile ne yapabilir? Bunun bir amacı olmalı.

Bilinçaltınız bütün bu bilgilerden hareketle belli inançlar oluşturur ve bunları kaydeder. Bu kanaatleri bilgisayara nasıl çalışması gerektiğini söyleyen yazılımlara benzetebiliriz.

Benzer şekilde, bilinçaltınıza kaydedilmiş inanışlar hayatta belli şartlarda nasıl davranacağınızı büyük ölçüde belirler. Peki, bu kanaatler tam olarak nedir?

İnançlar Bilinçaltı Programlarıdır

İnançlar, benimsediğimiz fikirlerdir ve temel olarak davranışlarımızı etkileyen inançlar, kendimiz hakkında doğru olduklarına inandıklarımızdır.

Örneğin, bir insan özgüvenli biri olduğuna inanırsa, bu kişinin bilinçaltında bir yerlerde “ben özgüvenli biriyim” inancının bulunduğunu söyleyebiliriz. Sizce bu insan nasıl davranır? Elbette özgüvenli biri olarak.

Hemen her zaman, kendi inanç sistemlerimiz ile tutarlı olacak şekilde davranırız. İnandıklarımız davranışlarımızı şekillendirmede bu kadar güçlüdürler ve bu nedenle de,  bunları nasıl oluşturduğumuzu anlamaya çalışmak önemlidir.

İnançların Oluşma Şekli

İnançların nasıl oluştuğunu anlamak için bilinçaltınızı bir bahçe, inançlarınızı da o bahçede yetişen bir bitki olarak düşünün. İnançların bilinçaltında oluşumu, bir bahçede yetişen bir bitkiye benzer.

Bir bitkinin yetişmesi için ilk olarak toprağa tohumu ekeriz. Bunu yapmak için toprağı kazmanız gerekir ki tohumu ekebilelim. Bu tohum fikirdir, maruz kaldığınız herhangi bir fikir olabilir.

Örneğin, öğretmeniniz size “Sen bir aptalsın!” demiş olsun, bu mesela bir tohumdur. Toprak ise bilincinizdir, gelen bilgileri filtreler, neyi kabul edip neyi reddedeceğinize karar verir. Bilinçaltına hangi fikirlerin geçip hangisinin kalacağına karar verir. Bir nevi bekçilik vazifesi görür.

Eğer bilinç filtreleri devre dışı kalırsa ya da kapatılırsa (Toprağı kazmak), Fikir (Tohum) bilinçaltına giriş yapar (Toprağın kendisi). Orada, bir inanç olarak depolanır.

Bilinç filtreleri aşağıdakiler tarafından kapatılabilir veya devre dışı bırakılabilir:

  1. Güvenilir Kaynaklar/Otorite Figürleri

Ebeveynler, arkadaşlar veya öğretmenler gibi güvenilir kaynaklardan veya otorite figürlerinden gelen bilgiler, bilinç filtrelerinizi kapattırıp gelen mesajların bilinçaltınıza sızmasını sağlayabilir. Bu mesajlar daha sonra inançlara dönüşür.

Şöyle düşünün: Zihniniz her zaman enerjiden tasarruf etmek ister. Bir bilgiyi işlemek gibi karmaşık bir işe enerji harcamaktan kaçınmak için, güvenilir bir kaynaktan gelen bilgiyi, sadece kaynağa güvendiği için depolayabilir. Yani zihnin tutumu “Niye analiz edip filtrelemeye uğraşayım ki?” şeklindedir.

  1. Bol Tekrar

Bir fikre tekrar tekrar maruz kalırsanız bilinciniz aynı bilgiyi tekrar tekrar filtrelemekten yorulur. Eninde sonunda bu fikrin belki de filtrelenmeye ihtiyaç duymadığına karar verebilir. Bunun sonucu olarak mevzubahis fikre, yeteri defa maruz bırakılırsanız bilinçaltınıza yerleşebilir, böylelikle bir inanca dönüşür.

Yukarıdaki örneğe devam edersek, eğer öğretmeniniz (güvenilir bir kaynağınız / otorite figürü) size aptal olduğunuzu söylüyorsa (fikir) ve bunu tekrar tekrar yapıyorsa (bol tekrar), sounda aptal olduğunuz kanaatine varırsınız. Buna inanmaya başlarsınız. Çok saçma geliyor değil mi? Buradan sonrası daha da kötü.

Tohum ekildikten sonra baş verir, henüz ufak bir fidandır. Eğer su vermeye devam ederseniz büyüdükçe büyür. Bir inanç bilinçaltında oluştuktan sonra, elinden geldiğince orada kalmaya çalışır.

Bu da inancı destekleyen delilleri bularak olur, Bir bitkinin sulandıkça büyümesi gibi, deliller inancı sürekli güçlendirir. Peki, bilinçaltı inançlarını nasıl sular?

Kendi Kendini Güçlendiren Döngü

İnsanlar hemen her zaman, inanç sistemlerine uygun olacak şekilde hareket ederler. Bu nedenle aptal olduğuna inanan bir insan, gitgide artan oranda aptal bir insan gibi davranmaya başlar.

Bilinçaltınız hayat tecrübelerinizi kaydetmeye devam ettikçe, yaptığınız aptallıkları aptal olduğunuza bir “delil” olarak kabul edip, zaten var olan inancınızı desteklemek için kullanacaktır ve kalan her şeyi de görmezden gelecektir.

Yani zekice bir hareket yapsanız bile, daha güçlü ve yaşanan olayla çelişen bir inancın (aptal olduğunuz inancı) varlığı yüzünden, bilinçaltınız bunu görmezden gelecektir. Doğru ya da yanlış birçok delil toplayacak, içinizdeki inancı sürekli daha da çok besleyip, yıkıcı ve kendi kendini doğrulayan bir döngü kuracaktır.

Döngüyü Kırmak: İnançlarınızı Nasıl Değiştirebilirsiniz?

Bu enkazdan çıkmanın yolu, kendi inanç sisteminize meydan okuyup:

“Ben gerçekten bir aptal mıyım?”

“Hiç mi akıllıca bir şey yapmadım?”

Gibi soruları kendinize sormaktır.

İnançlarınızı sorguladıktan sonra sarsılmaya başlarlar. Bir sonraki adım da bilinçaltınıza, vardığı kanaatin yanlış olduğunu hareketlerinizle kanıtlamaktır.

Bilinçaltınızı yeniden programlamanın en iyi yolu eylemlerinizdir. Daha iyi bir yöntem yoktur.

Bilinçaltınıza zeki biri olduğunuza dair yeteri kadar delil verirseniz, zeki biri olmadığınıza dair inancını çöpe atmaktan başka çaresi kalmayacaktır.

Tamam, şimdi aslında zeki biri olduğunuza inanmaya başladınız. Bu yeni inancınızı destekleyecek deliller topladıkça (yeşeren tohumu sulamak), bunun zıttı olan fikir gitgide zayıflayacak, en sonunda da yok olacaktır.

Bir inancın ne kadar kolay değiştirilebileceği, bilinçaltında o inancın ne kadar uzun süredir bulunduğuna bağlıdır. Çocukluğumuzdan itibaren sıkıca sarıldığımız inançları değiştirmek sonradan edindiklerimize göre daha zordur. Ot yolmak, bir ağacı sökmekten çok daha kolaydır.

Zihninizin bahçesinde hangi bitkiler yetişiyor?

Onları kim ekti? Orada olmalarından memnun musunuz?

Eğer değilseniz, kendi istediklerinizi ekmeye başlayın.

Geçmiş Tecrübelerimiz Kişiliğimizi Nasıl Şekillendirir?

Burada, temel inançlar kavramından ve geçmiş tecrübelerimizin kişiliğimizi nasıl etkilediğinden bahsedeceğiz.

İnançlarımız ve ihtiyaçlarımız, davranışlarımızı etkileyen en önemli faktörlerdir. Fakat en nihayetinde, tüm olay inançlarımızdadır. Çünkü ihtiyaç duygusu da bir inançtır, bir şeye ihtiyacımız olduğuna dair beslediğimiz inançtır.

Doğduğumuzda beynimiz henüz tam gelişmemiştir, fakat çevremizden bilgi toplamaya ve bu bilgilerden yola çıkarak belli inançlar oluşturmaya hazırızdır. Hayatımızın geri kalanında bize rehberlik edecek o nöron bağlarını kurmaya hazır bir beynimiz vardır.

Bir çocuğu büyürken çok dikkatli gözlemlediyseniz neyden bahsettiğimi anlarsınız. Çocuklar çevreden gelen o kadar fazla veriyi o kadar hızlı emer ki 6 yaşına geldiğinde kafasında binlerce kanaat oluşur, bu kanaatler de dünyanın geri kalanıyla iletişime geçmesini sağlar. 

Temel İnançlar, Kişiliğimizin Özü

Çocukluğumuzda ve erken ergenlik döneminde oluşturduğumuz inançlar “temel inançlarımızı” oluşturur. Kişiliğimize etki eden en önemli faktörler, bu temel inançlarımızdır, fakat bu onlar ile sonsuza kadar ayrılmayacağımız anlamına gelmez.

Temel inançların değiştirilmeleri zordur fakat imkânsız değildir. Hayatımızın daha sonraki aşamalarında oluşturduğumuz inançlar, bunlara oranla daha esnektir ve çok çaba sarf etmeden değiştirilebilir.

Kişiliği Değiştirmek İçin İnançları Değiştirmek

Peki, inançlarımızı nasıl değiştireceğiz? İlk aşama, kişiliğimizi şekillendiren inançların bilincine varmaktır. Bunları teşhis ettikten sonra, geçmişinizi eşeleyip bu inançları neden oluşturduğunuzu anlamanız gerekir ki burası işin zor kısmıdır.

İnançların inşası bilinçaltındadır. Bu yüzden de inançlarımızla yüzleşirken, kendimizi güçsüz hissederiz. Fakat bilinçaltımızı bilince döktükten sonra bu savaşta güçlenmeye başlarız.

Değiştirmek istediğiniz inançları tespit edip bunları nasıl oluşturduğunuzu anlamak, bu inançların pençesinden kurtulup sizin davranışlarınızı etkilemelerine izin vermemek için yeterlidir. Farkındalık etrafındaki her şeyi eriten bir ateş gibidir.

Şöyle bir örnek ile açıklayalım: Örneğin bu ay işyerindeki performansınız çok kötüydü ve patronunuzu hayal kırıklığına uğrattınız. Patronunuz bir sonraki ay bu durumu telafi etmenizi bekliyor.

Fakat size bir performans raporu vermedi ve neyin düzeltilmesi gerektiği konusunda tek bir şey söylemedi. Yanlış giden şeyin ne olduğunu bilmeden bir şeyi düzeltebilir misiniz?

Kesinlikle düzeltemezsiniz! Bir şeyi düzeltmek için önce neyin yanlış olduğunu bilmek gerekir. Sadece bu da yetmez, nasıl ve neden yanlış olduğunu da bilmeniz gerekir. İnsan davranışlarında da durum aynıdır, davranışlarınızın altında yatan mekanizmayı çözemezseniz, onları değiştiremezsiniz.

Bazı Örnekler

Geçmiş tecrübelerimizin (özellikle çocukluk dönemi) davranışlarımızı etkileyen güçlü inançları nasıl oluşturduğunu göstermek için size birkaç örnek vereyim:

Çocuklukta istismara uğramış bir kadın yaşadığı olaylar yüzünden başkalarından daha değersiz olduğunu düşünür. Bu yüzden hayatı boyunca utanç ve düşük seviyede özsaygı ile boğuşması ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden, muhtemelen utangaç ve içine kapanık biri olacaktır.

Ailenin en küçük çocuğu çevresindekiler tarafından sürekli ilgiye maruz kaldığı için sürekli ilgi odağı olma ihtiyacı besler.

Büyüdüğünde sırf ilgi odağı olmaya devam etmek için ilgi budalası, başarılı veya çok ünlü biri olabilir.

Kendisini ve annesini terk edip giden bir babaya sahip bir kız çocuğu, erkeklerin güvenilmez olduğuna dair bir inanç oluşturabilir. Yetişkin bir birey olduğunda erkeklere güvenmekte zorlanabilir, bir erkekle duygusal bir birliktelik kurmakta zorlanabilir. Sebebini bilmeden, girdiği bütün ilişkileri sabote edecek davranışlarda bulunabilir.

Ailesinin sürekli maddi kaygılara sahip olması yüzünden çocukken eline pek para geçmeyen çocuklar büyüyünce zengin olmayı takıntı haline getirebilir. Çok hırslı ve rekabetçi bir insan olabilir, finansal hedeflerine ulaşmayı başaramazsa depresyona girebilir.

Okulda zorbalığa maruz kalmış bir çocuk, güçlü olma ihtiyacı hissedebilir ve dövüş sporlarına veya vücut geliştirmeye çok ilgili olabilir. Salona bağımlılık derecesine giden insanlarla konuştuysanız, çoğunun küçükken zorbalığa maruz kaldığını veya kavgaya bulaştığını fark etmişsinizdir. Sadece görsellik için bu işi yapanlar azınlıktadır. İnsanlar hayat tecrübelerinden dolayı bazı güçlü inançlar, ihtiyaçlar ve düşünce sistemleri geliştirirler.

Bu örneklerin hepsi ihtiyaçlarını karşılamak için belli kişilik özellikleri geliştirmiştir, bu kişilik özelliklerine neden sahip olduklarını bilemeyebilirler, fakat zihinleri arka planda sürekli çalışarak ihtiyaçlarını karşılamaya uğraşır.

Bilinenin aksine, istediğimiz kişilik özelliğini geliştirmek için kendimizi eğitmemiz mümkündür. Geçmişinizin size bahşettiği bazı kişilik özelliklerini seviyor olabilirsiniz, fakat hoşunuza gitmeyenlerden de bunlarla bağlantılı olan inanç sistemlerinizi değiştirerek kurtulabilirsiniz.

Erkek Adam Türkçe Podcast – Psikolog Nevzat SARAYCIKLI ile söyleşi

Daha önce de söyleşi yaptığımız psikolog Nevzat Saraycıklı ile cinsiyet aktivizmini, aile travmalarını, sosyal fobiyi ve genel olarak ilişkileri konuştuk.

Sosyal Fobi ve Utangaçlık : Kendi Kendine Psikoterapi (Sosyal Kaygı Bozukluğunda Kendinizin Terapisti Olun).

Yayınları sitemizin Odysee kanalından ya da  spotify kanalından da izleyebilirsiniz.

Youtube yayını aşağıda. Bu yayını beğenerek ve youtube kanalına üye olarak yayınların daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. İyi izlemeler.

Partner (Sevgili) ile Tartışma | İlgi Yönetimi | Dırdır Eden Kadın (video)

Merhaba millet, Ben Mr. Deer. Kadınlar genel olarak dırdır eder, söylenir. Bu o kadar bilindik bir şey ki mizahta bile kullanılır. Kadınların söylediklerini direk ciddiye almak ve duygusal tepki vermenin hatalı bir davranış olduğundan daha önce çok kez bahsettik. Aslında kadınları duymazdan gelmeyi bir çok insan biliyor ama çoğu insan saygısızlık ve küçük görme karşısında ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Bilmedikleri diğer bir şeyde ilgi yönetimi, olaydan sonra ilgiyi azaltmak. Başımdan geçenlerle birlikte bunlardan bahsettiğim bir video hazırladım. Bir önceki postumda ilişki içerisindeki olmadığımız kadınlarla tartışma konusunu ela almıştım. onun içinde; link

 

Blog içi İlgili yazılar:  İlgi Yönetimi İlgi Yönetimi 2 | Solipsizm, Duygu Ve Tartışmalar

 

 

 

Kadınlarla Asla Tartışma | Bağıran Kadınlar (video)

Merhaba millet. Ben Mr. Deer. Daha önce mutlaka durup dururken sesini yükselten veya bağıran kadınları görmüşsünüzdür. Özellikle kendine her şeyi hak gören bu sesi ile insanları etkisi altına almaya çalışan kadınların rezillik videoları internette epey dolu. Belki de sizin başınıza da gelmiştir. Benim başıma mutlaka geliyor. Tamam bende bazen eğlencesine özellikle feministlerle alay etmeyi ve tatlı kızları tatlı tatlı kızdırmayı seviyorum. Bazen de hiçbir alakam olmasa da bu çığırtkan kadınları mıknatıs gibi çekiyorum. Bunları ciddiye almak boşa uğraş. Zaten genel olarak kadınlarla tartışmak ve ciddiye almak saçmalık. Çünkü kadınların doğası Solipsist’dir. Kadınlarla mantıklı tartışma mümkün değildir.  Başta bahsettiğim saygısız, çırğırtkan kadınlarla ve genel olarak kadınlarla tartışma konusunu sizler için başıma gelen olaylarla ele aldım, İyi Seyirler.

Konu ile alakalı Sonsuzluk ve Bir Gün ‘ün yazısına da göz atamak için; link

 

Kırmızı Hap Mantığı: Üçleme (Geçmiş, şimdi ve gelecek)

Kırmızı hap topluluğunun kendini geliştirme odaklı yönü, benim için topluluğun en favori yönlerinden biri. Bunun birçok erkeğin hayatına büyük bir değer kattığını düşünüyorum. Bu sadece erkeklere ilham vermekle kalmıyor, aynı zamanda onların kendilerinden sorumlu olmalarını da sağlıyor. Ama değişimin bir problemi var. Değişim, şimdi ile gelecek arasına bir boşluk getiriyor ve hatta geçmiş ile şimdi arasına daha büyük bir boşluk koyuyor.

En son Red Man Group podcastında, dinleyicilerden biri, “yapana kadar yapıyormuş gibi yapmak” hakkında çok güzel bir yazılı soru sordu. Soruyu soran, kendisini profesyonel yaşamında başarılı biri olarak tanımladı. İyi para kazanıyormuş, işi çok iyiymiş ve genel olarak hayatı düzendeymiş. Ama genel olarak etkileşimlerindeki karakterini değiştirmeye kalktığında, özellikle de kadınlarla olan etkileşiminde, kendisini “sahte” hissettiğini söyledi. Bu adam, ortalamanın üstünde değere sahip bir erkeğe benziyordu, en azından kendi tanımlamasına göre. Ama o, kendisini böyle hissetmiyordu.

Bu kişi bana, bir süre önce düzenli olarak konuştuğum başka bir erkeği hatırlattı. Bu adam da hayatını radikal bir şekilde değiştirmeye çalışıyordu ve kendisini sürekli olarak geçmiş tercihleri, şimdiki arzuları ve gelecek vizyonu arasında sallantıda buluyordu. Bu açıdan bu adam, podcast esnasında soru soran adamla benzer durumdaydı. Herhangi bir anda üç durum içinde bulunuyoruz: geçmişimiz, şimdimiz ve potansiyel geleceğimiz. Yani biz aynı zamanda hem geçmiş kişiliğimiziz, hem şimdiki kişiliğimiziz hem de gelecekteki kişiliğimiziz.

Geçmiş, Şimdi ve Gelecek

Geçmiş kararlarımız, kendimizi içinde bulduğumuz şimdinin nedenleridirler. Erkekler kendilerini erkek komünitesinde (manosphere) buluyorlar zira hayatlarında değiştirmek istedikleri bir arıza var ama bunu nasıl değiştireceklerini bilmiyorlar. Çoğumuz geçmişimizde, hem şu an içinde bulunduğumuz durumu, hem de dünyayı ve kendimizi algılayış şeklimizi çeşitli derecelerde etkileyen tercihler yaptık. Aynı zamanda da geçmişimizi şimdiki zamandan bakıp gözden geçirmek, artık sonuçları bildiğimiz için, genellikle nerede hata yaptığımızı görebilmemizi sağlıyor. Ama iyi çocuklar sıklıkla nerede hata yaptıklarını da göremiyorlar. Tam tersi, geçmişlerini gözden geçirdiklerinde, kendilerinin her şeyi doğru yaptıklarını görüyorlar ama sonuçlar, tahmin ettikleri sonuçlarla uyuşmuyor.

İyi çocuklar, iyi notlar almak, iyi bir okula gitmek, iyi bir iş edinmek, tahmin edilebilir bir hayata sahip olmak ve kendilerine geliştirmeleri söylenen özellikleri geliştirmek, kendilerini iyi birer baba ve koca yapmak için çaba harcıyorlar. Bazen bu şahane bir süreç olarak devam ediyor zira bir süre bunun böyle olduğu kendilerine söyleniyor. Sonra 20’lerinin sonuna geliyorlar. İyi bir işleri, iyi gelirleri, eşitlikçi kafa yapıları oluyor. Aynı zamanda kadınlarla da görece tecrübesiz oluyorlar ve 15 yıllık sürecin çoğunda kendilerine şunu söyleyip duruyorlar: “Kadınlar bir kez kötü çocukların kendileri için iyi olmadığını öğrenecek kadar olgunlaştıklarında, gelip iyi çocukları bulacaklar.”

Ve sonra birden bire, lisede, üniversitede ya da mezun olduktan sonraki dönemde yüzlerine bile bakmayan kadınlar, restoranda, yüzlerinde büyük bir gülümseme ve her sözlerini dikkatle dinleyerek karşılarında oturuyorlar.  Kısa süreliğine de olsa, “hatun eskisi kadar güzel değil, biraz kilo almış, yüzünde kırışıklıklar oluşmaya başlamış ve gözlerinde eski yaşam enerjisi yok” diyorlar ama tüm bu düşünceler, endofrin ve oksitosin selleri içinde boğulup gidiyorlar. Ve sonunda erkek kendisini evli buluyor. Mutlu bir evlilik, iyi bir ev ve 2.5 ile dolu bir gelecek kurguluyor.

5-7 yıl sonra ise bu erkeklerin birçoğu, kendilerini bir stüdyo apartman dairesinde, son yıllarını ellerinden gelen her şeyi yaparak, tamir edilemeyecek bir şeyi tamir etmeye çalışmış buluyorlar. O durumda da sefil bir şimdi ve takıntılı bir şekilde düşündükleri geçmiş ile, kendileri için bir gelecek düşünemedikleri bir duruma hapsoluyorlar.

Batı dünyasında tekrarlanıp duran bu hikaye, geçmişimizin şimdimizi şekillendirmesine rağmen, geleceğimizi şekillendiremediğine verilebilecek örneklerden biri.

Geçmiş ile savaşmak

Geçenlerde Twitter’da, insanların şimdisinde sadece 3 tercihle karşı karşıya olduklarını yazmıştım. İnsanlar şimdilerini daha da iyi hale getirebilirler, reddedebilirler ya da aynı bırakırlar. Cinsiyet Ekonomisi (Gendernomics) terimleri ile söylersek, kendilerine daha fazla yatırım yapabilirler, kendilerine daha az yatırım yapabilirler ve böylece bakım-tutum için gerekli yatırımı karşılayamazlar ya da bakım-tutumu anca karşılayacak kadar yatırım yaparlar. Çoğu insan için, birinci tercih, geçmiş tercihlerinin yarattığı şimdilerinin verdiği tatminsizlik ile yapılır. Reddetme tercihi nadiren bilinçli bir şekilde yapılır ama düşüş doğal olur ve bu düşüşü engellemek için ise, insan bu bilinçaltı tercih ile bilinçli bir şekilde savaşmalıdır. Aynı kalma tercihi de nadiren açık gözlerle yapılır. Bu tercih genellikle, konfor alanında, alışkanlıklarının yönetiminde kalmanın sonucudur.

Başlangıçta bahsettiğim iki erkek, kendilerini döngünün iki farklı pozisyonunda bulmuşlardı. The Red Man Group’a soru soran erkek, şimdiki durumunu oldukça tatminkar buluyor görünüyordu ama kendisini daha da geliştirmek isterken, aynı zamanda geçmişinden koparak, gelecekte içi dışı bir biri olmak istiyordu. Benim arkadaşım ise kendisini geçmişinden tam olarak koparmayı başaramamıştı ve bunu yapma arzusu da yoktu. Marx’tan alıntılayacak olursak:

“Onlara halleriyle ilgili hayallerinden vazgeçmeleri konusunda çağrı yapmak, onlardan hayal kurmayı gerektiren hallerini terk etmelerini de istemektir. – Karl Marx”

Bir insanın hem şimdiki halinden tiksinmesi, geçmişte yaptığı hataları görmesi ama buna rağmen konfor, bilinirlik ve alışkanlık kurbanı olması mümkündür. Einstein’ın “Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir” sözü çok bilinen bir söz. Geleceğinizin geçmişinizden farklı olması için, şimdiki zamanda, geçmişte yaptığınızdan farklı tercihler yapmanız gereklidir. Ama bunu yapmak, alışkanlıkları kıracağı için, insanın kendisini bilerek ve isteyerek oldukça rahatsız edici bir duruma sokmasını gerektirir. Ölüm – kalım durumlarında hangi durumu seçeceğiniz oldukça kolaydır ama çabalarınızın sonuçlarını henüz göremiyorken konfor alanınızdan çıkıp rahatsız edici bir duruma geçme tercihi çok daha zordur.

Sahtekar Sendromu

Başta bahsettiğimiz erkeğin yaptığını yaparak kendinizi büyük oranda geliştirdiğinizi ama buna rağmen “sahte” ya da herkes sizin aslında içiniz ile dışınızın bir olmadığını gördüğünü hissettiğinizi varsayacağım. Bu, 1978 yılında bazı klinik psikologlar tarafından üretilen Sahtekar Sendromudur (Imposter Syndrome). Sahtekar sendromuna sahip insanlar, kendi başarılarını içselleştirmeyi başaramazlar ve sürekli olarak sahtekar biri olarak ifşa edileceklerinden korkarlar. Araştırmalar kadınlar üzerinde yapılmış ama bu sendrom, cinsiyetler arası fark gösteren bir olaya benzemiyor. Ama açıkçası, cinsel pazar değeri konusunda erkeklerle yaptığım görüşmelerde gördüğüm, erkeklerin kendi değerlerini küçümserken, kadınların kendilerini olduklarından daha değerli gördükleri.

Sahtekar sendromunun belirtileri şunlar:

  • Mükemmeliyetçilik
  • Aşırı çalışma
  • Kendi başarılarını küçümseme
  • Başarısızlık korkusu
  • Övgüleri dikkate almamak

Bunlar iyi çocuklar ve kendilerini herhangi bir nedenle kırmızı hap camiasında bulan erkekler arasında çok yaygın olan özellikler. Kendilerini geliştirmek için inanılmaz çaba harcıyorlar, mükemmeliyetçilik tarafına kayacak şekilde en iyi okullar, en iyi notlar, en prestijli işler ve birçok başarı peşinde koşuyorlar ama bütün bunlara rağmen kendilerini herhangi bir kadından daha değersiz görüyorlar. Bu kısmen kadınları göklere çıkarmanın bir sonucu, ama diğer ve daha önemli bir neden de, bu erkeklerin kendi öz algılarını hiçbir zaman güncellememiş oldukları.

Kendi öz algını güncellemek

Ben, “sahte” hisseden arkadaşa, kendi öz algısını güncellemesini tavsiye ettim zira sahtekar gibi hissetmesi diğer insanlardan değil kendinden kaynaklanıyor. Podcast sırasında, çocukken zayıflığından dolayı aşırı derecede alay edilip zorbalığa maruz kalan bir adamdan bahsetmiştim. Onunla tanıştığımda, powerlifting toplamı (deadlift, squat ve bench) 1200lerdeydi, ama buna rağmen kendisini zayıf biri olarak görüyordu. Bu, “megareksia” hastalığının pençesindeki erkeklerin durumuna da benziyor: Adam 1.93, 122 kilo bir kas yığını olsa bile kendisini ufacık görebiliyor. Bu insanlar, kendi donanımlarında ve dış dünyada olan değişimlere göre yazılımlarını güncelleyememiş insanlar. Bence bu alan, kendinize başarılarınızı tekrar ederek telkin etmenizin işe yarayabileceği ve yazılım güncellemesini bu şekilde zorlayabileceğiniz bir alan.

Sahtekar sendromu, insanın pozitif olanı değersiz görüp, negatif olanı daha değerli gördüğü ve kendisini negatif geri besleme sarmalına hapsettiği bir durum. Bu durumda gelişim durur zira insan pozitifi değersiz görürse, daha fazla çaba harcamayı da faydasız görür. Her büyük sıçrayışınızda, geçmiş tarafından bu şekilde bağlanmamak zordur. Önce bir konfor alanındasınız ve sonra oldukça rahatsız edici bir duruma geçiyorsunuz. Sonra hedefinize ulaşıyorsunuz ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Kendinizden memnundunuz ve sonra değiştiniz ve yeni biri oldunuz ama bu yeni insanın kim olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz ve bu yeni insanı tanımak için zamana ihtiyacınız var.

Özet ve sonuçlar

Geçenlerde AJA Cortes’in Rollo Tomassi ile yaptığı bir podcastı dinledim. Podcastın ilk saatindeki ana konu, örtüşmeydi. Rollo çok iyi bir örnek verdi: dışardan alfa görünen bir erkek, beta davranışlar sergilediğinde, bu kadınları itiyor zira adamla ilgili algıları, adamla ilgili deneyimleri ile örtüşmüyor. Bir yanınız değiştiğinde, geri kalanınızın ona yetişmesi zaman alıyor. The Red Man Group’a soru soran arkadaşın durumunda, kendisi değişimi gerçekleştirmiş ama bu değişim henüz kendi öz algısı tarafından içselleştirilmemiş. Arkadaşımın durumunda ise, kendi eski haliyle, eski dünya algısıyla ve durumu ile ilgili yanılgısı ile ilgili bir sorunu yoktu. Ama şimdisi, yapması gereken değişiklikler ve bunların potansiyel etkileri kendisini rahatsız ediyordu ve bu nedenle de ayakları tahterevallinin iki yanında, ortada ayakta ve kararsız bir şekilde gibi hissediyordu.

Bir tarafa adım atması demek, geçmişine olan bağlılıklarının bazılarından vazgeçmesi demekti ki buna geçmiş tercihlerinin batık maliyetlerini kabul etmek de dahildi. Öbür tarafa adım atması demek, gelecekteki benliğinin, kalbinde yer eden bazı değerlerden mahrum kalması demekti. Ama bu kararsız tahterevalli pozisyonuna devam etmesi ve iki tarafı dengelemeye çalışıp durması, onda sürekli kaygıya neden oluyordu. Sonunda konfor ve alışkanlıklar galip geldi.

Geçmişinize sahip çıkmalısınız ama geçmişinizin sizin geleceğinizi dikte etmesine izin vermemelisiniz.

Geleceğinizin görüşünü kaybetmeden, şimdi ve burada olmalısınız.

Gözünüz gelecekte olmalı ama geçmişinizi unutmamalısınız.

Geçmişi değiştiremeyiz ama şimdiki zamanda kararlar verip, aksiyon alarak geleceğimizi değiştirebiliriz. Eğer bunu yapmayı seçersek, bir noktada benliğimizin değişik versiyonlarını kabul edip birbirlerine entegre etmeliyiz ve böylece örtüşen bir bütün olarak hayat yolculuğumuzdan maksimum faydayı sağlayabilelim.

Şu an yürüdüğünüz kadın, sizin 10 dakika önce kim olduğunuzu bilmiyor ki, 10 sene önce ne olduğunuzu bilsin? Gerçek şu ki, bu umrunda bile değil. Kadınlar karşılarındaki alfanın değerini sorgulamayacaklardır, özellikle de kendi değerinin farkında olanını.

Çeviri: Red Pill Logic: The Trinity

Kırmızı Hap Mantığı: Öfke

Gelin bugün öfke hakkında konuşalım. Öfke, küçük bir kızgınlıktan yıkıcı bir öfke patlamasına uzanan seviyelere sahip bir insan duygusudur. İnsanda hem fizyolojik, hem de psikolojik değişikliklere neden olur, insanı kontrolü altına alabilir ya da insanın ileriye doğru hareket etmesini sağlayabilir.

Kırmızı hapa yöneltilen suçlamalardan en yaygını, kırmızı hapın erkekleri öfkelendirdiğidir. Bu suçlamaya göre kırmızı hap, erkekleri kadınlara karşı öfkelendirir ki uzun süredir bunun çok garip bir şey olduğunu düşünüyorum. Gerçekliği olduğu gibi görmeye başlamak, bir erkeği neden öfkelendiriyor? Bu kızgınlık evresi belki de doğal zira kırmızı hap bize uzun yıllardır aptal yerine konulduğumuzu gösteriyor. 9 – 5 çalışarak milyoner olacağı masalı satılmış ama emekli olma yaşı geldiğinde emekli olacak kadar bile parası olmadığını anlayan çalışanın karşılaşacağı öfke benzeri bir  şey bu.

Gerçeklikle karşılaşmak sizi yıllarınızı hatalı bir yönteme yıllarca kaynak ve zaman ayırdığınızı kabul etmeye zorlar ve aptal yerine konulduğunuzu kabul etmek zor bir şeydir. Öfkeyi aşmak için kişinin, geçmişte yaptığı tercihleri, kendisine sunulan bilgilere göre verdiğini ve karşılaşılan sonuçların kişinin başarısızlığından çok yanlış bilgilendirme sonucu olduğunu kabul etmesi gerekir.

Daha önce yazdığım gibi:

Kırmızı hap felsefesi ile karşılaşmanın ikinci aşaması, sıklıkla hissedilen öfkedir. Bazıları öfkelerini, “alfa siker / beta öder” cinsel stratejisi yüzünden genel olarak kadınlığa yöneltir, bazıları kendilerini doğru yetiştirmediği için babalarına yöneltir ya da bazılar yanlış bilgi yüzünden dünyaya kızgınlık duyarlar. Bir erkeğe bugüne kadar bir kadınla birlikte olmak için harcadığı kaynakların çoğunu, seks olmadan yaptığı 11 buluşma yaptıktan sonra kızdan “arkadaş kalalım” kelimelerini duymanın hüsranını, kadının “sağlayıcı erkek” algılarını harekete geçirmek ve bu nedenle ciddi ilişkiye karar verene kadar seksi ertelemek olarak kolayca açıkladığınızda, sadece kendisine değil, kadınlara ve her şeyi doğru yapıyorsun diye kendisini yanlış yönlendiren topluma öfke duyması normal bir reaksiyondur.

Bu, bir erkeğin birinin tek gecelik ilişkisi olarak değil de, annesinin kafasında babasının olmasını istediği  surete göre yetiştirilmesi şeklinde  bir asıl – vekil problemiydi. Erkek bu şekilde, kendisi için olabilecek en kötü fırsatı seçerken, sosyal grubu ve kadın için olabilecek en iyi fırsatı seçecek şekilde, sosyal programlamaya maruz kalmıştı. Bunun sonucunda da erkek, sadece herhangi bir yüzü olmayan toplum tarafından değil, en çok güvendiği insanlar tarafından kandırılmış hissedebilir.

En kötü farkındalık da, Matrix’in içinde uyuyan nüfus gibi, başka varlıkları güçlendirmek için kendi biyo enerjisini tükettiğidir. Mavi hap yapısı altında yaşayan erkek, ait olduğu toplum için kendi yaşam enerjisini yavaş yavaş tüketir.

Kısacası, erkek kandırılmış hisseder zira kendi hayali sistemini, en iyi senaryoda hatalı bilgilere ve en kötü senaryoda ise bilinçli bir şekilde yanlış yönlendirmek üzere kurulu bilgiler üzerine inşaa etmiştir. Hayatını iyi çocuk olarak ve toplumun sözde taptığı özelliklerin bir avatarı olursa, bu çabalarının ödüllendirileceğine inanarak geçirmiştir.

Kırmızı Hap ve Öfke

Ortalama bir beta erkeği düşünün. Bu erkeğe iyi çocuk , iyi çalışan, bilinçli bir vatandaş ve ahlaki açıdan bir örnek olmanın, kadınların kalbine giden yol olduğu söylenmiştir. Bu beta oyunu ona hayatı boyunca aralıklarla bir kız arkadaş kazandırır ve bu inancını güçlendirir. Ama bir yandan da sürekli olarak kadınların çoğunun, “götün teki” erkeklere yöneldiğini ve sonra da gelip kendi omzuna yaslanarak bu “göt herifler” hakkında ağladığını görür. Bu durum, içinde bir öfke doğmasına neden olur. Sonuçta kızlar onun omzunu kaybedilmiş alfalar için gözyaşı ile ıslatırlarken, ona ne kadar harika biri olduğunu ve onu alan kızın yaşadığını söylerlerken çekingen de olsa bu kızlara yürüdüğünde, “seni sadece arkadaş olarak görüyorum“, “arkadaşlığımıza zarar vermek istemiyorum” hatta bazen “seni kardeşim gibi görüyorum” gibi şeyler duyarlar. Bunun doğal sonucu ise bir miktar kızgınlıktır. Sonuçta erkeğin tümdengelen düşünce moduna göre, eğer kız kendisinin çok iyi bir erkek arkadaş olacağını düşünüyorsa, neden onu erkek arkadaş olarak kabul etmez ki? Neden o, sosyal programlamaya göre, “kötü” çocuğa koşar, kalbini kırar ve kendisine sadece ağlamaya gelir? Ama yine de kıza öfkelenemez zira onu gizli gizli sever ve ona hayrandır. Kız kendisini seçse, onunla beraber kurabilecekleri mükemmel aileyi, mükemmel evi, mükemmel hayatı hayat eder.

Bunun sonucunda da iyi çocuk, öfkesini kendisine, ailesine, arkadaşlarına ve topluma – kız hariç herkese – yöneltir. Ama sonra bu erkek “beni neden sevmiyor” gibi bir şey ararken, kırmızı hap ile tanışır ve kendisini tavşan yuvasının içine yuvarlanırken bulur.  Göklere çıkardığı, kafasında tanrıça yaptığı kızın, etten kemikten bir insan olduğunu anlar. Baldan şekerden ve olabilecek her güzel şeyden yaratılmış bir varlık değil, sadece bir insan olduğunu anlar. Erkeğin Afroditi, bildiğin Anna’dır.

Erkek aynı zamanda kendisinin “üremek” için bir partnerden çok, duygusal tampon ve buna benzer faydaları ile değerli biri olduğunu anlar. Özellikle de kadınların eğlenmelerine baktıkları parti yıllarında. Eğer 5-10 sene daha efendi bir erkek olarak beklerse, kız kötü çocuklardan bıkacaktır ve o da artık geriye ne kalmışsa ona sahip olabilir. Erkek kızın Jenny, kendisinin de Forest Gump olduğunun farkına varır.

Bunlar doğal olarak erkeğin öfkelenmesine neden olur. Ama yanlış bilgi ile hareket ettiğini, zamanının ve kaynaklarını yanlış kişilere harcadığını ve batık masraflarını kabul etmek yerine, tam bir aptal yerine konulduğuna karar verir. Bunu kafasında çevirip durur ve kendisine kızmak, bu öfkeyi kendisini daha değerli yapacak şeylere yönlendirmek, ağırlık kaldırmak, daha iyi giyinmek, kendini geliştirmek ve doğal yeteneklerinin gerçekleştirebileceğinin en iyisini gerçekleştirmeye çalışmak yerine, öfkesini kendisine değil, genel olarak kadınlara yönlendirir.

Kaybolan cennet

Erkeğin öfkesinde anlaşılmayacak bir şey yok. Sonuçta bu adam belki de on yıllarını, kendisini kadınların sevdiği söylenen erkeğe çevirmeye yatırdı. Aslında bu batık yatırımı kabul edebilirdi belki ama hayallerindeki geleceğin ve içselleştirdiği inançlarının yıkılmasını kabul edemez. Gelecek onun yalnızlığının yoldaşı ve kızların kötü çocuklara koşarken, kendi omzunda ağlarken, duygusal tampon görevini icra ederken kaçtığı pembe bir hayal olmuştur. Hayatı boyunca, kızın birinin ya da spesifik bir kızın birgün asıl kendisinin seçilmiş kişi olduğunu anlayacağını hayal etmiştir. Kafasında yarattığı ve ortalama bir romantik komediyi bile utanç içinde bırakacak hayal, onun sürekli olarak sığındığı, kendini avuttuğu mutlu cennetidir.

Kırmızı hap ise bu cenneti temellerinden dinamitleyip yok eder. Kırmızı hap erkeğe, kadının gelecek sigortası olmak için yaptığı onca yatırımın hiçbir değeri olmadığını anlatmakla kalmaz, aynı zamanda onunla ilgili kurduğu gelecek hayallarinin de bomboş olduğunu gösterir. “Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar” diye bir gelecek ve mükemmel bir hayat olmayacaktır. En iyi ihtimalle erkek, kötü çocuklar artık kendisini kabul etmediği yıllarda, B planı olacaktır.  Tabii ki evlenebilirler, çocuk yapabilirler ama erkek hiçbir zaman o kötü çocuğun arzulandığı gibi arzulanmayacaktır. Kadın kendisini ona, o kötü çocuğa verdiği gibi vermeyecektir ve kadının içinde bir parça hep o kötü çocuğu hayal edecektir. Erkeğin hayali nasıl onunla sahip olacakları mükemmel gelecek ise, kadının hayali de kötü çocukla alternatif bir hayatta kurdukları mükemmel gelecektir. Bu erkeğin bir mücadelesine dönüşür: Kendi idealizmine inanmaya devam edebilseydi, güya kadın kötü çocuğun kendisine göre olmadığını anlayacaktı, erkek onun en iyisini alacaktı, mükemmel bir hayat, mükemmel çocuklar, mükemmel bir evlilik olacaktı ve erkek bu durumda acı çekmeye katlanabilecekti. Ama artık gerçeği görünce erkek, kadının en iyisinin başkasına verildiğini, kendisinin ise sağladığı kaynak ve güvenliği almak için verilen minimuma kaldığını anlayıp öfkeye kapılır.

Sonuçta erkek hayatını bir yalan üzerine kurmuştur ve hayatını kendisine değil içinde yaşadığı gruba fayda sağlayan bir yolda yürümüştür. Hayatı boyunca hayali bir mutlu gelecek için, şimdi ve burda kendisini mutsuz eden kararlar verip durmuştur. Çalışmak için partilere gitmemiş, tatil yerine staj yapmış, eğitimini karşılamak için sürekli yarı zamanlı çalışmış ve tüm şimdisini geleceği için harcamıştır. Ve bunların hepsi de boşaymış diye hisseder.

Özet ve Sonuç

Bir süre önce, savunma mekanizmaları ile ilgili bir yazı yazmıştım ve orada Yer Değiştirme mekanizmasını şöyle tanımlamıştım:

Yer değiştirme olarak bilinen savunma mekanizması, sizin başınıza iş açacak olan duyguların, hedefinden alınıp daha zararsız bir hedefe yönlendirilmesidir. Mesela, adam karısına kızgın olabilir ama kızgınlığını kendisinin yönetiminde çalışanlara yöneltir. Bir çalışana duyulan arzusunu karısına yöneltebilir. Temelde bu, duyguları bir hedeften diğerine aktarmaktır. Kişi başkasına olan kızgınlığını kendisine de yöneltebilir ve böylece kendisine zarar verebilir.

Kırmızı hapı “KH benim kadınlarla ilişki yaşamamı imkansız hale getiriyor zira beni kadınlara karşı kızgın yapıyor” ya da “kh kadınlardan sürekli olarak şüphe etmeme neden oluyor” gibi bahanelerle reddeden erkekler, öfkelerini kırmızı hap teorilerine yönlendiriyorlar. Sonuçta öfkeyi internette yazı yazan bir grup adama yönlendirmek, kendine, ailene veya eski kız arkadaşına yönlendirmekten daha kolay. Ya da bunların hepsi, gerçeği öğrendikten sonra kendini güvensiz bir ortamda hissettiğini itiraf etmekten daha kolay: Onun ilk tercihi misin yoksa eğlence bitince aldığı teselli ödülü mü?

Hayat boyu yapılan kötü yatırımın farkına vardıktan sonra erkeğin öfkelenmesi anlaşılır bir şey. Sonuçta aileleri, arkadaşları, toplum ve kadınlar onlara bir metodoloji verdi ve bu metodoloji de erkeğin çıkarlarına karşıydı. Ama Hanlon’un Usturası (Hanlon’s Razor) kuralına göre “bir şeyi aptallıkla açıklayabiliyorsan, kötülükle açıklama” der.  Çoğu beta erkek size aşılanan yanlış bilgiden daha iyisini bilmiyor ve ailedeki kadınların odaklandıkları şey gelecekte kadınlara arzu mıknatısı değil, gelinleri için harika bir koca yaratmak. Erkeğin ailesindeki kadınlar, solipsizme ve bağlama göre davranıyorlar. Verdikleri tavsiyeler kendi ihtiyaçlarına ve kendi ilişkilerindeki problemlere göre şekilleniyor.  Çoğu erkeğin çevresi, kırmızı hapı bilmiyor. “Doğal” erkekler ile arkadaş şanslı azınlık ise zaten kırmızı hapı aramıyorlar bile. Çevrelerindeki adamlara bakarak öğreniyorlar.

Öfke ile en çok boğuşmak zorunda kalan erkekler, en idealist, en sert ahlakçı ve geçmiş odaklı olanlar. Daha önce burada, Akrep ve Kurbağa hikayesini anlatmıştım.

Akrep ve Kurbağa

Akrep ile kurbağa, dere kenarında karşılaşmışlar. Akrep kurbağadan kendisini karşıya geçirmesini istemiş. Kurbağa, “beni sokmayacağını nereden bileceğim?” deyince akrep, “eğer seni sokarsam ben de ölürüm” demiş.

Bu cevabı yeterli bulan kurbağa, akrebi almış sırtına ve dereyi yüzerek geçmeye başlamış. Tam derenin ortasına geldiklerinde, akrep kurbağayı sokmuş. Kurbağa felç olup dibe batarken, ikisinin de boğularak öleceğinin bilincinde, son nefesini vermeden sormuş, “neden?”

Akrep de, “ne yapayım, benim doğam bu!” demiş.

Bu hikayeden çıkarılacak ders, kurbağanın akrebe kızamayacağı zira akrebin doğasının tasarımına göre hareket ettiğidir. Bunun yanında kurbağanın, kendi doğal dürtüsünü, akrepten kaçmayı, ihmal ettiğini de unutmamak gerekir. Büyürken kendi perspektifini sürekli olarak canlı tutan her erkek, kadınların sosyal normların dikte ettiği “iyi çocuk” protatipine tamamen zıt adamlara aktığını gözlemleyebilir. Dinin ve tutucu sosyal değerlerin, bu eğilimi frenlediğini iddia edebilirsiniz ama bu nereye kadar mümkün ki? Kadın doğası son 100 yılda pek fazla değişmedi ama onu saklama zorunluluğu çok değişti. Dürüst olmak gerekirse, bazı sosyal muhafazakarların kafalarındaki geçmiş dünyanın geçmişte varolduğuna da emin değilim zira “çocuklar postacıya / sütçüye benziyor” şakası, postacılar ve sütçüler varolduğundan beridir var.

KH farkındalığı, erkeklerin çok farklı şekilde davranmalarına neden oluyor. Bazıları öfkelerini, kendilerini daha iyi versiyonları haline getirmek ve istediklerini alabilecek şekilde gelilmek için kullanıyorlar ki kırmızı hapın çekirdeği budur. Arzu ettikleri hayatı gerçekleştirmek için yeterince değer ve güç inşaa etmek, geçmişin, şimdinin ve daha önemlisi geleceğin tüm sorumluluğunu kabul etmek. Bu arzu edilen hayat artık ne ise: bir aile babası ya da bir playboy olmak gibi. Bazıları ise, her türlü yöntemi kullanarak yatabildikleri kadar kadınla yatarak öfkelerini yatıştırmaya çalışıyorlar. Ama göze göz mantığının, tüm dünyayı kör edebileceği gerçeğini unutmamak lazım. Diğer bir alternatif ise erkekleri suçlamak, başka erkekleri ahlak oyunları ile, duyguları cezbederek, korku ve utandırma ile cezalandırmaya çalışmak ve “kız kardeşlerin” koruyucusu olmak. Bunlar, kendi çıkarlarını kenara bırakan, toplumun ve kadınların çıkarları için feda eden erkekler.

Benim öfke, öfkenin nedeni ve erkeklerin bu aşamadan nasıl geçtiği ile ilgili tezim bu. Şu an öfkeli olanlarınız hala buradaysanız, size neden öfkeli olduğunuzu söyleyeceğim. Öfkelisiniz çünkü kafanızda yarattığınız, fantezi dünyasını, idealize edilmiş hayali bırakmadınız. Kadınlara öfkelisiniz zira kadınların gerçekliği, kafanızda canlandırdığınız idealize edilmiş kadın versiyonuna uymuyor.

Zor you seçip, masalları bırakabilirsiniz ve böylece öfkeniz azalır ve siz de ilerlemeye başlayabilirsiniz. Öfkenizi, daha güçlü, daha değerli, opsiyonları olan ve kendi kaderini belirleyen bir erkek olmak için yakıt haline getirebilirsiniz. Gerçek şu ki öfkenin varoluş nedeni bu zaten: erkeği konfor alanından çıkarıp harekete geçirmek.

Eğer zor yolu yürümeyi reddederseniz, tam olarak iki opsiyonunuz var:

A) Matrix’e geri dönersiniz ve inandığınız masalları öğrendiklerinizi unutmaya çalışarak yeniden inşaa etmeye çalışabilirsiniz. Ama bu durumda beyninizin bir köşesinde gerçeklik sizi rahatsız edecek ya da siz utandırma, korkutma, görev hatırlatma, duygusal çağrılar ve ahlak ile matrixe geri dönmeyen erkekleri dogmatik bir şekilde cezalandırmaya çalışacaksınız.

B) Katı bir MGTOW yoluna girip kadınlarla iletişimi kesebilirsiniz.

Zehirinizi siz seçin.

Çeviri: Red Pill Logic: Anger

Aşk bombardımanı (love bombing) nedir?

Romantik bir ilişkinin başlarında, bir bombardıman şeklinde yaşanan aşırı ilgi, sevgi, değer görme, sık ve şık hediyeler, sürekli olarak övülme, geleceğe yönelik romantik planlar gibi olumlu görünen şeylerin, ilişkide mesafe katedildikten sonra birdenbire tam tersine dönmesi durumuna aşk bombardımanı (love bombing) denir. Aşk bombardımanı ile ilişkiye bağımlı hale gelen kişinin, ilişkinin devamında gelen tüm olumsuzluklara rağmen ilişkiyi bitirmesi çok zor olur. Bu da kişinin bunalıma girmesine ve özgüvenini kaybetmesine neden olabilir.

Peki ilişkinizde aşk bombardımanına maruz kaldığınızı nasıl anlarsınız?

İlişkinin başlarında :

  • kendinizi rüyada gibi hissediyorsunuz ve partnerinizi kaybetmeye dair korkular başlıyor
  • Partneriniz, eleştirilecek bir noktası olmayan, “kusursuz” biriyse
  • Partnerinizin sevgi bombardımanı, özellikle başka insanların bulunduğu ortamlarda artıyor.

İlişkinizde işler ciddiye bindiğinde ise:

  • Partneriniz sizi başka insanların yanında da dahil olmak üzere sürekli eleştiriyor ve aşağılıyor.
  • Kendisini vazgeçilmez olarak görüyor ve sizin tek odak noktanızı kendisi yapıyor.
  • Size kendi uygun gördüğü zamanlarda, kendi uygun gördüğü kadar sevgi ve ilgi veriyor.
  • İlişkinin başına göre bariz olan bu değişimi kabul etmiyor veya bu değişimden sizi sorumlu tutuyor.

Durum buysa, ne yazık ki daha öncesinde aşk bombardımanı denilen manipülatif bir ilişki yöntemine maruz kalmış olma ihtimaliniz çok yüksek.

Aşk bombardımanı sonrası ilişkinin geldiği yer çok yıpratıcı ve yorucu olabilir ama bu durumdan ve maruz kaldıktan sonra negatif etkilerinden kurtulmak için yapabileceğiniz bazı şeyler var.

Öncelikle, bir ilişkiye başlarken temkinli olun. Ayaklarınızı yere sağlam basın. Birden bire yoğun bir şekilde ilişkiye dalmayın. Romantik hisler her ne kadar kendiliğinden ve aniden oluşuyor gibi görünseler ve pazarlansalar da, aslında zamana yayılmış bir şekilde ve karşılıklı bir çaba ile ortaya çıkarlar. Daha henüz yeni başlamış iken aşırı yoğun duygular varsa, temkinli davranmanız gerek. Özellikle de kırılgan, ilgiye ve sevgiye daha fazla ihtiyaç duyduğunuz bir dönemdeyseniz.

İkinci olarak da, aşk bombardımanı olan ilişkilerde, partnerler birbirlerini “kusursuz” görmeye, hiçbir eleştiriy dikkate almamaya ve eleştirileri kıskançlık olarak yorumlamaya meyillidirler. Unutmamanız gereken şey, hiçbir ilişkinin kusursuz olmadığı. Eğer ilişkinizi kusursuz görüyorsanız, bunda bir gariplik olduğunu düşünmeniz gerekli.

Üçüncü olarak, sizin için hayatta en çok değer hak eden kişi sizsiniz ve bu değeri kendinize öncelikle siz vermelisiniz. Karşınızdaki kişi bunu kendi arzusuna göre verip alıyorsa, o kişiye dur demelisiniz. İlişkinizde bir süre sonra elde edilmişü, cepte, değersiz ve sorunlu hissediyorsanız, o ilişki iyi değildir ve size iyi gelmeyecektir.  Size iyi gelmediği halde devam ettirdiğiniz bir ilişki varsa, burada aktif olan güç sevgi değil bağımlılıktır.

Aşk bombardımanı, narsist kişilik bozukluğuna sahip sevgili eylemidir. Sizi dünyanın merkesinde gibi hissettirir. Partnerinizin yanında kendinizi yarı tanrı gibi hissedersiniz. Sizi bir şekilde kendisine bağımlı hissettirir, zaten aşk bombardımanının temel amacı budur. Yavaş yavaş, sizinle gurur duyuyor, sizi en tepede görüyor gibi yapar ve bunu diğer insanların yanında da başarıyla uygular. Aşırı ilgi, sevgi, hayranlık ile beyniniz gereksiz hormon kokteyli salgılar ve bu kokteyle bağımlı hale gelirsiniz. Partneriniz daha sonra bu ilgi, sevgi ve hayranlığı keser. Bu olduğunda siz, neye uğradığınızı şaşırırsınız. En başlarda bana tapıyordu resmen, acaba bir hata mı yaptım demeye başlarsınız.

Şimdi bunları okuyunca, başlangıçta size tapan ama sonra sizden soğuyan her sevgiliyi narsist, aşk bombardımanı uygulayan bir manipülatör olarak yaftalamayın. Buraları okuyorsanız, erkeklerin ilişkiye başladıklarında daha alfa, ilişki içinde daha beta olmaları nedeniyle karşılarındakini soğutmalarının çok karşılaşılan bir durum olduğunu biliyorsunuz. Yani birçok durumda hata sizde. İlişki içinde, kendi zayıflıklarınız yüzünden muhtaç hale gelip, gerçekten düşkünleşerek karşınızdakinin gözünden düşmüş olabilirsiniz. Ama suç sizde olmayabilir de.

Peki aşk bombardımanı manipülasyonu mu, yoksa bu kendi zihin yapınız veya zayıflıklarınız sonucu ilişkinin bitmesi mi? Bu ikisi birbirine özellikle aşk bombardımanı aşamasında çok benzerler. Aradaki farkı anlamak zordur. Aradaki fark, soğuma evresinin niteliği ile alakalı.

Sizin ilişki içinde düşmeniz sonucu ilişkinin başındaki yoğun ilgi ve sevginin bitmesi durumunda sevgiliniz sizi aşağılamaya, sizi suçlamaya, vs başlamaz. Çoğunlukla kendi kendine “prens sandım kurbağa çıktı” ya da “prensti ilişkide kurbağaya döndü” der ve sizi “kırmadan” terk eder. Evet, kavga olur, suçlamalar olur ama bunlar genellikle sizi manipüle etmekten çok hayalkırıklığı temellidir ve kısa sürede ayrılığa dönüşür.

Aşk bombardımanını, bağımlı etme manipülasyonu uygulayan kişi ise sizi sürekli aşağılamaya, suçlamaya, bir ilgi verip bir vermemeye, vs. başlar. Ayrılık, o da eğer olursa süreci çok uzundur. Yani aşk bombardımanında aşırı ilgi ve sevgi birden bire aşırı ilgisizlik ve nefrete dönüşür. Sizden gerçekten soğuyan birinde ise aşırı ilgi ve sevgi, ilgisizlik ve ayrılığa evrilir.

Hala farkı anlayamıyorsanız merak etmeyin. Farkı anlamanıza gerek yok. Zira hangi nedenle olursa olsun başlardaki aşk bombardımanına karşı temkinli olursanız ve ilişki sizi yıpratan bir seviyeye geldiğinde bu davranışlara tolerans göstermeden ilişkiyi bitirip yeni ilişkiniz için ders alırsanız, farkı anlamanıza gerek kalmaz. Hem başta alfa – sonra beta döngüsünden çıkarsınız hem de aşk bombardımanı ise o manipülasyonun etkisinden.

Yani kısacası, aşk bombardımanında sevgili, sizi değersizleştirme sürecine girer. Amacı sizi duygusal olarak etkisizleştirip kendisine bağımlı hale getirmektir. Bunu da sizi iki şeye inandırarak yapar: (a) Geçmişteki aşk bombardımanı gerçekti ve sizin yüzünüzden bitti ve (b) bir şeyleri doğru yaparsanız o cennet döneme geri dönebilirsiniz. Sürekli olarak “beni sen böyle yaptın” der mesela. “Sana hakaret ediyorum ama bunun için beni sen delirtiyorsun” der. Bu anlamda aşk bombardımanı bir çeşit gaslightingdir. Siz, o cennet bahçesinden kovulma nedeninizi kendiniz olarak gördüğünüz ve onunla cennet bahçesine dönmenin bir yolu olduğunu düşünerek ona daha da bağımlı hale gelirsiniz.

Şimdi bu manipülasyon herkes üzerinde çalışmaz. Manipülatör bunu dener ama bu genellikle duygusal olarak zayıf ya da zayıf bir dönemde olan, kadın erkek ilişkilerinde tecrübesiz veya başarısız, ya da bu tür manipülasyonlardan bihaber  insanlar üzerinde çalışır.

Ama aşk bombardımanı sürecine bir girerseniz ve buna dur demezseniz, süreç sonunda duygusal olarak zayıf, özgüvensiz, kendisinden sürekli şüphe eden ve sevilmeye layık olmayan biri gibi hissetmeye başlarsınız.  Toplumda maalesef sadece ilişki içindeki fiziksel şiddetten konuşuyoruz ve bu tür psikolojik şiddet şekillerini tartışmıyoruz. Bunlar da aslında ciddi şiddet eylemleri. İnsanların çoğu bu tür manipülasyonların farkında bile değiller. Toplumda konuşulmasa bile sizin bu manipülasyonları bilmeniz, bu manipülasyonların ağına düşmemenizin veya düşerseniz içinden hemen çıkmanızın ön koşulu. Bu tür manipülasyonlara yeterince maruz kalırsanız, en güçlü durumda bile başlasanız o kuyuya düşersiniz.

Bu siteyi okuyorsanız hele, bunları kesinlikle bilmeniz lazım. Zira eğer kadın erkek ilişkileri konusunda sıfır çekmekten belli bir başarıya evriliyorsanız, toplumda sayıları az olsa da, manipülatörlerin eline düşme riskiniz çok daha yüksek. Zira manipülatörler sayıca az olsalar da, en ön sıradadırlar ve normal kadınlara göre çok daha pırıltılıdırlar. Tecrübeli bir erkek, bu kızların neden böyle aşırı pırıltılı, “kusursuz”, ilgili ve neredeyse tapar durumda olduğunu sezer ya da en azından bunlardan şüphe duyar. Yılların açlığından çıkmakta olan bir erkek ise bu insanları, yeni fişten çekilmenin önünde açtığı dünyanın olağan bir nimeti olarak görür. Pırıltıdan gözleri kamaşır ve bir arka sırada olan, aslında beraber olmaları gereken normal kızları görmezden gelirler. Normal bir kız, manipülatöre göre çok daha yavaştır, daha az ilgi ve sevgi gösterirler. Olması gerektiği gibi yavaş yavaş ısınırlar. Daha az derken ilgi ve sevgileri çok olabilir ama manipülatörün aşırı ilgi ve sevgisine göre azdır.

Bana danışanların önemli bir kısmı beni eski sevgili konusunda arıyorlar. Bunların önemli bir kısmında da, aşk bombardımanı gibi manipülatif eski sevgililer görüyorum. Böyle bir eski sevgiliniz varsa, o eski sevgiliyi geri döndürmeye çalışmayın. O eski sevgiliden kaçın. Kimin bitirdiği önemli değil, bitmiş olması önemli ve iyi. Manipülasyon nedenli bağımlılığınız yüzünden acı çekiyorsunuz biliyorum ama manipülasyon varsa, ne olursa olsun o kişiyle bir daha birlikte olmayın. Böyle bir ilişkide iseniz, bu ilişkiyi düzeltmekten ziyade, bu ilişkiden çıkmanız gerekiyor.

Aşk bombardımanı yapan kişi, karşısındakinin bağlılığı ile yetinemiyor ve onu bağımlı hale getirmeye çalışıyor. Fail burada kurbanı sinsi ve kurnaz bir şekilde manipüle ediyor. Aşk beyanları, göklere çıkarmalar, ilgiye boğmalar ama bir yandan da mesela kurbanı izole etmek gibi şeylerle uğraşıyor.

Peki bir insan böyle şeyleri neden yapar ki? Bunun narsizm ile ilgisi var. Narsizm, güvensizliğin maskesidir. Bu rahatsızlığın pençesinde olan insanlar, çaresizce, sürekli olarak onaylanma ve hayranlık ihtiyacı duyarlar. Bu insanlar normal ilişkilerdeki bağlılık ve güven ile yetinemezler. Bağımlılığa ve tam boyun eğmeye ihtiyaç duyarlar. Karşılanması mümkün olmayan ihtiyaçları, kurbanları bağımlı olsa ve boyun eğse bile karşılanamayacağından, sonunda ya birden terk edip yeni hedeflere yönelirler, ya da ilişkide kalıp kurbanlarına saldırırlar.

Bu tür narsist, manipülatif insanlar kurtarılabilir mi sorusunu çok alıyorum. Tahmin edersiniz ki bu soru, aslında bağımlılığını doyurmak için bağımlılık odağına yakın olmak isteyen insanların bahanesi. Ama diyelim ki soruyu soran bunu tamamen iyi niyetinden soruyor. Bu insanları kurtarmaya çalışmak tehlikeli, yıpratıcı ve çoğunlukla da nafile bir çabadır. AMA daha önemlisi, o kişiyi sizin kurtarmanızın çok zor olmasının yanında, sizin varlığınız o kişinin kurtulmasına engeldir. Eğer manipülatif, narsist, BPD, vs. bir insana yardım etmek istiyorsanız, onların bu manipülasyonlarının sonuçlarını yaşamalarını sağlayın yani o insanı terk edin. Ancak böyle bir tokat, o insanın kendisini sorgulamasına neden olur. O insanın hayatında kalıp o insanın davranışlarını ödüllendirirseniz, bu şekilde hastalıklı davranmaya teşvik edersiniz. Bu kadar hasta insanları kurtarmak sizin işiniz değil. Siz veya bir yakınınız eğer böyle manipülatif bir ilişki içindeyse, yapılabilecek en iyi şey – her iki taraf açısından da – bu ilişkiye son vermektir. İlişkinin kaybı ile gelen tokat hem bağımlı tarafın, hem de manipülatif tarafın ihtiyacı olan acı ilaçtır.

Burada erkeklerin ekstra problemi, kurtarıcı planı. Erkeklerde doğal olarak bulunan kadını koruma içgüdüsünü manipüle edebilen bir kadın, o erkek güçlü bile olsa onu pençesine alabilir. Doğal, içgüdüsel koruma içgüdünüzün seçici olduğunu, her kadına değil sizi hak eden kadına yönelecek bir şey olduğunu unutmamalısınız. Çarpıtılmış kurtarıcı planının, doğal koruma içgüdüsünden farkı budur. Koruma içgüdüsü hak edilmelidir, sürekli olarak kazanılmalıdır. Kurtarıcı planı ise bir kadına sadece varolduğu ve zor durumda olduğu için yönelir. Ve biliyorsunuz, ardında yatan temel etken, alışveriş seksidir.

Zehirli ilişkiler konusunda daha fazla ayrıntı için Bu yazı, Toksik İlişkiler – Narsist / Borderline Partner Rehberi kitabımıza bakabilirsiniz.

Ghosting nedir, ghosting neden yapılır ve ghosting’e nasıl tepki gösterilir?


Ghosting, hemen hemen tamamen ilişkiler bağlamında bahsedilen bir kavram. Ghost İngilizce hayalet demek ve Türkçe’ye hayalet olmak diye çevrilebilir ama Türkçe’de bunun karşılığı daha çok buhar olup uçmak, yok olmak. Anlamı şu:

Bir kişi ile tüm bağlantıyı aniden, hiçbir açıklama yapmadan ya da sebep göstermeden kesmek ve ilişki kesilen kişinin tüm ulaşma çabalarını görmezden gelmek demek.

Bir kişi size ghosting uyguladığında, birden buhar olur uçar. Hiçbir mesajınıza, aramanıza cevap vermez. Sizinle iletişimi keseceğine dair hiçbir şey söylemez.Neden ortadan kaybolduğuna dair hiçbir sebep göstermez ve çoğu durumda bunun nedenini siz de bilmezsiniz. Yani mesela biri ile kavga edip ağır hakaret ederseniz, o kişi sizinle tüm iletişimi yine sebep göstermeden, tamamen kesebilir ve ona hiçbir şekilde ulaşamayabilirsiniz. Ama neden iletişimi kestiğini bilirsiniz o nedenle bu tam olarak ghosting değildir. Ya da biri sizden ayrıldığında salya sümük peşinden koşar, yapışırsınız ve birden engeller, ortadan kaybolur.  Bu da ghosting değil.

Ghosting 2000’lerin başında popüler olan bir kelime. 2000’lerin ortalarından itibaren sosyal medya ve online çöpçatan uygulamalarının artışı ile beraber, ghosting de hızla arttı ve sıklıkla kullanılan bir kelime olmaya başladı.

Ghosting aile, iş, arkadaşlık yaşamında da yapılan bir şey ama genellikle ilişkiler bağlamında ortaya çıkıyor ve biz de bugün ilişkiler bağlamında konuşacağız.

Ghosting oldukça sinir bozucu bir şey ve genellikle ghosting uygulanan kişinin ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkisi var. Buna rağmen ghosting yapan kişi, karşısındakinin bu şekilde ortadan kaybolması hakkında ne hissedeceğini pek düşünmüyor ve bazı ruh sağlığı uzmanları, ghosting’i pasif agresif bir duygusal şiddet ve zalimlik olarak tanımlıyorlar.

Peki ghosting neden olur? Eğer ghosting’e uğrarsanız ne yapmalısınız?

Ghosting’in temel nedeni, uygulayanın yetişkin, duygusal olarak güçlü ve yeterli kişisel ahlaka sahip biri gibi davranmak yerine (ki genellikle böyle biri değildir), duygusal olarak rahatsız bir durumdan kaçınmak için ortadan kaybolmasıdır. Buzzfeed araştırmasına göre, ghosting yapanların %85’i, karşı tarafa o kadar da ilgili değilmiş. %65’i, ghosting uyguladıkları kişinin kendilerini rahatsız eden bir şey yaptığını belirtmiş. Sadece %25’i, karşısındakine kızgın olduğunu belirtmiş.

Ghosting’in 2000’lerin ortalarından itibaren artmasının temel nedeni, artık ilişkilerin artan oranda sanal ortamda başlayıp devam etmesi. Ortak sosyal ortamları olmayan insanların, ghosting yapabilme imkanları var zira hem karşılarındakinin kendilerine ulaşma imkanı kısıtlı hem de bu yaptıklarının bilinip ayıplanacağı bir sosyal çevre içinde değiller.

Örneğin klinik psikolog Ramani Durvasula bu konuda şöyle diyor: “Ghosting gittikçe yaygınlaşıyor zira yapması çok kolay hale geliyor. Sosyal medya ve teknoloji, kolayca başınızdan savabileceğiniz ilişkilere girmenize olanak sağlıyor. Oturup neyin neden olduğunu açıklayacağınıza, ortadan kaybolmayı tercih edebiliyorsunuz”

Ghosting uygulayan insanlar genellikle ben merkezci, manipülatif ve duygusal olarak zayıf insanlar. Ama ghosting yaygınlaştıkça, insanlar bunu umursamamaya başlıyorlar ve bu nedenle kendileri de yapmaya başlayabiliyor. Nadiren olsa da ghosting kişinin depresyona girmesi, madde bağımlılığı gibi bir alışkanlığa gömülmesi veya başına gerçekten bir şey gelmesi sonucu oluyor.

Benim en çok gördüğüm ghosting senaryolarından bahsedeyim. Bunlar üzerinden ghosting’in neden olduğuna ve buna karşı ne yapılması gerektiğine bakalım.

En çok karşılaştığım ghosting, sanal ya da gerçekte tanışan ve farklı sosyal çevrelerde olan iki insanın henüz flört aşamasındayken oluyor. Bir taraf birden bire ortadan kayboluyor. Bu birçok durumda ikili arasındaki flört, ortada bırakılan tarafından “iyi gidiyordu” şeklinde tanımlanırken oluyor.

Bu tür ghosting’in en çok rastlanan sebebi, kişilerin artık birden fazla kişiyle aynı anda flört etmesi. Bu şekilde birden fazla kişiyle flört eden kişi, bu flörtlerden biri ile ilerlediğinde, diğerleri ile artık görüşmek istemiyor. Şimdi çıkıp da “ben başkasıyla görüşüyorum” diye açıklama da yapmak istemediğinden, ghosting yapıyor.

Bu şekilde yeni tanıştığınız kişi birden ortadan kayboluyorsa, büyük ihtimalle üçüncü bir şahıs vardır. Size tavsiyem bunun böyle olduğunu varsayın ve o kişiye ulaşmaya, neden ortadan kaybolduğunu öğrenmeye çalışmayın. %85 ihtimalle zaten size o kadar da ilgili değildi, böyle birinin neden peşinde koşacaksınız?

Bu en çok, sanal tanışan ve haftalarca ya da aylarca buluşmadan yazışan insanların başına geliyor. Bir kişi ile sanal da olsa tanıştıktan sonra ona buluşmadan fazla duygusal yatırım yapmayın ve sanal “ilişki” şeklinde devam etmeyin. Maksimum 2-4 hafta içinde buluşun, buluşmayacaksanız daha da ilerlemeyin.

Günümüzde maalesef insanlar mesajla, aramayla ilişki başlar, gelişir ve olgunlaşır sanıyorlar ve karşıları ile aralarında gerçek bir temas olmamasının, ilişki dedikleri şeyi ne kadar zayıf yaptığını göremiyorlar. Böyle bir “ilişki” içindeyseniz, karşınızdaki gerçek biri ile karşılaştığı anda, o gerçek kişi size göre çok daha avantajlı durumda. Bu tür ilişkilerden uzak durarak kendinizi ghosting gibi saçmalıklardan koruyabilirsiniz.

Yine bu tür daha çok sanal flörtlerde ghosting’in bir nedeni de kişinin gerçek yaşamının artık flörte izin vermemesi. Karşınızdaki kişi mesela evli olabilir, sevgilisi olabilir. İşsiz güçsüz biri iken kendini kariyerli tanıtmış olabilir. Ya da sadece bir dönem canı sıkkındı ve sizinle görüşmek iyi geldi. Ama şimdi değil ve sizinle görüşmesine gerek yok. Sanal gidelim bir şekilde devam ettiririm diye başlar ama gerçek hayatı artık ortaya çıkma tehlikesi geldiğinde, birden ortadan kaybolabilir. Eşinden ilgi göremeyen ya da arası bozuk olan insanlar, ilgiyi sanal devşirmeye çalışabiliyorlar. Sonra nereye gideceğini düşünmeden ilerliyorlar ve artık gerçek hayatları bunu kaldıramadığı duruma geldiğinde birden ortadan kaybolabiliyorlar.

Aslına bakarsanız, karşınızdaki size neden ghosting yaptı, neden birden ortadan kayboldu, bunu bilmenize gerek yok. Birden ortadan kaybolmak kaba, kabul edilemez bir davranış ve yapan artık kendisini sizinle ciddi bir ilişki adaylığından eler. Bu kişi ile çok isteyen yani eli zayıf taraf (siz) – birden istemeyi bırakan eli güçlü taraf ilişkisine girmeyin. Bu kişiyi hor görün. Kendinize saygılı davranın ve ghosting uygulayan kişiye ulaşmaya çalışmayın. O size gelip sizin peşinizden koşup, size durumu anlatmak için çaba gösterecek. Belki o zaman dinlersiniz. Unutmayın, ghosting sizin eksik ve istenmeyen biri olduğunuzun delili değil, karşınızdakinin düşük karakterli, duygusal olarak zayıf bir zavallı olduğunun delili. Biri sizi istemeyebilir ama normal bir insan bunu size kibarca söyler. Sizin bunu kabul edip bir daha ona ulaşmamanız lazım ama eğer hata yapıp onunla görüşmeye çalışırsanız, başta buna tolerans gösterir. En azından beni arama der. Ghosting’de karşınızda böyle biri yok. Aşağı biri var. Böyle aşağı biri karşısında  kendinizi aşağılamayın.

Bir de tabii şu “kapanış” yapma duygusu var. “Bir kere görüşsek ve yüzüme söylese de bitirsek istiyorum”. Bunu istiyor olabilirsiniz ama ghosting durumunda bunun çok az faydası var. Ghosting’e verebileceğiniz en iyi cevap, ortadan kaybolan için artık ortadan kaybolmuş olmak.

Ghosting yapan kişiye ulaşarak onu utandırmaya da çalışmayın. Ulaşıp ona nasıl aşağılık biri olduğunu söyleyerek içiniz rahatlayacak sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Zira bu insanlar kendi hareketlerinin sorumluluğunu alamayan, duygusal olarak az gelişmiş insanlar. Dediklerinizin üzerlerinde pek bir etkisi olmayacak. Ama böyle bir insanın peşinde koşup sonra onun sizi hiç takmadığını görmek sizi yaralar. Yapmayın. Eğer ghostinge uğradığınızı düşünüyorsanız, ghosting ile cevap verin. Ulaşmaya çalışarak değil.

Fakat siz bunu yapamıyorsunuz. Haftalardır mesajlaşıyorduk, sevgili gibiydik, aramızdaki şey yalan mıydı diye kendinizi yiyip bitiriyorsunuz. Aranızda muhtemelen gerçek bir şey vardı ama (a) ya siz buna ondan çok daha fazla düştünüz, (b) ya karşınızdaki insan yalandı ya da (c) karşınızdaki insan daha fazla istediği biriyle devam etti.

Sizin hatanız çoğunlukla, uzun mesajlaşma / araşma periyodları ile tatmin olmanız ve yüzünü pek fazla görmediğiniz insana büyük duygusal yatırım yapmanız. Karşınızdakinin ghosting uygulaması için belli bir karakter düşüklüğüne de sahip olması lazım ama sizin kontrol edebileceğiniz şey şu:

Bir kişi ile sanal olarak tanıştınız diyelim. Ya da gerçekte tanıştınız ama ortak bir çevreniz yok. Sadece telefon ya da instagram aldınız. Sanal görüşme periyodunu uzun tutmayın. Devamının gelip gelmeyeceğini bilmediğiniz birine fuzuli zaman harcayıp bağlanmayın. 2-3 hafta içerisinde görüşün, konuşun, gerçekten olur mu olmaz mı kafanızda netleştirin. Görüşemeyeceğiniz kişiye kafanızda yatırım yapıp sonra o yatırım çökünce yıkılmayın.

Bir kişinin dediklerine değil yaptıklarına bakın. Özellikle duygusal olarak kötü zamanda iseniz, bu konuda kafanızı kuma gömmek, az ihtimalli bir hayali yaşatmayı, karşınızdaki bariz gerçeklikle yüzleşmeye tercih edebiliyorsunuz.

Seni özlüyorum, görmek istiyorum, bu sefer görüşeceğiz, vs .. vs .. diyor ama 2 aydır görüşemiyor musunuz? Sizin sonuç çıkaracağınız şey, istemenize rağmen görüşemiyor olmanız, seni özlüyorum, görmeyi çok istiyorum palavraları değil.

Şimdi ghosting’in çoğunlukla olmasa da sıklıkla karşılaştığım bir nedeni daha var. Ghosting’e uğrayan kişi, aslında bunu hak edecek bir şey yapmış oluyor ama bunun farkında bile değil. Özellikle de karşısındaki sinirlendiğini, yaptığı şeyin hoş olmadığını söylemek yerine birden iletişimi kesiyorsa. Fakat bu genellikle flörtün ilk haftalarında, iki taraf birbirine o kadar düşkün değilken oluyor. Burada ghosting yapan taraf, sinirlense bile, karşısındakini pek önemsemediğinden ona açıklama yapmak bile istemiyor. Bu durumda karşılıklı olarak hatalısınız. Ama yine de hatanızı kabul ettikten sonra ghosting yapanın peşinden koşmayın. Eğer engelli değilseniz bunu kabul eden bir mesaj atın, kendisini üzdüğünüz için üzgün olduğunuzu söyleyin, görüşmek istiyorsanız bunu belirtin ve o sizi arayana kadar onunla iletişimi kesin.

Hayalet olan insanın sonra birden yeniden ulaşmasını da ele alalım. Bu olabiliyor. Şimdi birkaç gün değil haftalarca ortadan kaybolmuş insanı, yoğun bakımdaydım ya da uzaylılar kaçırdı gibi “mantıklı” açıklamaları yoksa hayatınıza yeniden almayın. Hadi alacaksınız diyelim, en fazla eğlencelik alın. Ciddi bir şey düşünmeyin. Kendisi o hakkını kaybetti.

Çok yaygın olmasa da, gerçek, fiziksel bir ilişki içindeyken ghosting uygulayanlarla karşılaştım. Bu en kötüsü. Gerçi bunlardan birkaçı benim de tavsiye ettiğim bir şeydi. Eğer sevgilinizin sizi aldattığını gördüyseniz ve bundan eminseniz, ondan açıklama talep etmek ya da “bana bunu nasıl yaptın” diye hesap sormak yerine onu hayatınızdan çıkarın ve size ulaşma çalışmalarını görmezden gelin tavsiyesi veriyorum. Aldatmanın bahanesi, haklı nedeni yok çünkü. Bu şekilde ghosting bence haklı ve eğer sevgiliniz ghosting yaptı ve siz de onu aldatıyorsanız, bunu öğrenmiş olabileceğini unutmayın.

Eğer bu yoksa, karşınızdaki kötü bir şey yapmıştır muhtemelen. Bu zor bir durum ama eğer sağlık nedenleriyle ya da kaçırılma gibi kriminal nedenler olmadığına eminseniz bırakın ve aramayın. Neden diye sormayın. Bu durumda da ghosting yapanı hayatınızdan çıkarın.