Aşağılık duygusu ile savaşma programım II – Zihnini temizle

Aşağılık duygusu ile savaşma programım I – Giriş yazısına ilk adım ile devam ediyoruz.

Zihnini Temizle

Kaygı ve depresyon birleşerek insanın kafasında aynı gereksiz şeyi derin derin düşünerek, defalarca çevirmesine neden olur. Bu düşünceler, düşünenin bilinçaltındaki kaygı, depresyon ve korkularından kaynaklandığı için, zamana insanı sınırlayan ve negatif inançlara dönüşürler. Beta erkeğin beyni, sürekli olarak negatif duygularından beslenen negatif inançlar yaratan bir fabrika olduğu için, bu negatif inançlardan sadece okuyarak ve izleyerek kurtulmak çok zordur. İlk yapmanız gereken şey, duygularınızı değiştirmektir. Ama tüm bu süreç boyunca kendinizi çalışkan bir şekilde analiz etmeli, irrasyonel negatif inançlarınızı tanımlamalı ve onları yok etmelisiniz. Bu çok zor bir iş çünkü bu inançlar bilinçaltının derinliklerinden kaynaklanıyorlar ve sizin beyin devrelerinizin o kadar entegre parçaları haline gelmişlerdir ki siz onları apaçık gerçekler olarak görüyorsunuz.

Modern medya ve internet de bizi çoğunlukla negatif ve insanda aşağılık duygusu oluşturmak için tasarlanmış bilgilerin bombardımanına tutarlar. Çoğu felsefi, dini ve modern self-help bilgisi de yararsızdır; basit konseptlerin fazlaca analizine dayanır ve çok az yararlı materyal içerir. Öğrendiğimiz çoğu “pozitif” bilgi gerçek olsa da birçok bağlamda alakasız, yarım yamalak, idealde iyi iken pratikte yararsız ve geri dönüşü çok düşük bilgilerdir.

Akıl sağlığımızı ve pozitif bakışımızı korumak için, bilgi girişimizi kısıtlamamız gereklidir. Aşağıda, zihninizi nasıl temizleyeceğiniz ile ilgili adımları listeliyorum.

Haftada 2 saat manevi / ruhsal bir aktivite yapın. Bu meditasyon olabilir, dua etmek olabilir, dini bir rütuel olabilir, temaşa olabilir ya da manevi bir şey okumak olabilir. Manevi derken sizin gündelik duygu ve düşüncelerinizde daha “ruhsal” ya da “yüksek” şeylere yoğunlaşmanızdan bahsediyorum.  Eğer duygu ve düşünceleriniz tamamen yoğunlaşıyorsa, avlanmak, sörf yapmak ve hatta halüsilojenler bile bu tanıma girerler.

Manevi pratikleri zorunlu kılmak çelişkili görünebilir ama bir insan eğer duygusal bir ölü girdaba kapılmış ise – negatif duygular, negatif düşünceler; negatif düşünceler negatif aksiyonlar; negatif aksiyonlar ise negatif duygular yaratır -, bu döngüyü kırmak için kişinin kendi gündelik düşünce ve duygularının dışına adım atması lazımdır. Çoğu insan ironik bir şekilde, gündelik hayatlarının tamamen dışına çıktıkları “manevi” pratiklere sahiptir : sarhoş olmak, video oyunları oynamak, anlamsız videolar izlemek gibi. Ama bu aktiviteler kafalarını kendi gündelik düşüncelerinden daha kötü şeylerle doldurduğu için, duygusal ölüm spiralinde daha hızlı batıyorlar.

Pratik değeri olmayan bilgiyi sınırlandırın. Birçok danışanım”fazla entelektüel”. Demek istediğim şu : hergün saatlerce okuyorlar, video izliyorlar, düşünüyorlar ve tartışıyorlar ama hiç gerçek bir şey yapmıyorlar. Kendinize dürüstçe şu soruyu sorun : “tükettiğim bilginin pratik kullanımı var mı?” Eğer cevap hayır ya da çok az ise siz bu bilgiyi zevk için tüketiyorsunuz. Zevk için bilgi tüketmek problem değil ama bunu haftada en fazla 15 saate sınırlamanız lazım. Biliyorum bu yüksek bir rakam ama ben burada zorunlu minimumu bulmaya çalışıyorum.

Örneğin politikayı takip etmenin benim için bir zihin mastürbasyonu olduğunu farkettim. Üzerinde neredeyse hiç etkim olmayan şeyler yüzünden korkmuş, kızgın, her şeyin doğrusunu bilen ve kibirli biri haline geliyordum (zira politikayı takip etmeyen insanlardan daha akıllı olduğumı düşünüyordum).  Politikayı hala seviyorum ama politika ile ilgili okurken video oyunu oynayan adamla aynı şeyi yaptığımın farkındayım.

Çoğu zihin masturbatorü, yararsız bilgileri tüketmekten zevk almalarının sebebinin tam da bu bilgilerin yararsızlığı olduğunun farkında değildir. Faydasız bilgi tüketirken yanlış yapma şansınız yok, aşmanız gereken bir zorluk yok (sıkıcı ve zor olduğu anda okumayı bırakabilirsiniz) ve takip etmeniz gereken bir çizelge ya da içerik yok.

Danışanlarım zihinsel masturbasyonu, “dünyayı öğrenmem lazım”, “kendimi bulmam lazım”, “aptal görünmek istemiyorum” ya da “inandığım şeyleri öğrenmem lazım” gibi bahanelerle savunuyorlar. Benim buna cevabım ise eğer öğrendiğini pratiğe dökmüyorsan, öğrendiğin şeyin değeri yok. Sizin “inançlarınız”, insanların sizin hakkında ne düşündüğü ve sizin insanlar hakkında ne düşündüğünüz önemli değil – sadece YAPTIKLARINIZ önemli.

İnançlarınızı düzeltin. Daha önce belirttiğim gibi, eğer aşağılık duygusu hissediyorsanız, inançlarınızı düzeltmek  lunaparklardaki tokmak oyununu (whack a mole) oynamaya benzer. Beyninizde bir negatif düşünceyi ezseniz başka deliklerden negatif düşünceler yüzeye çıkar. Duygusal durumunuzu düzeltmek bu nedenle “neye inandığınızı keşfetmekten” daha önemlidir.

Sizin yine de negatif düşünceleri bilincinize çıkar çıkmaz ezmeniz gerekir. Size neye inanacağınızı söyleyemem ama genel olarak şunu söyleyebilirim : dünya sonsuz derecede karmaşık ve sürekli değişiyor. Bu nedenle kimse gerçekten bir şey bilemez. Bir insanın bildiği her şey öznel, geçici ve büyük ihtimalle tam değildir. Bu nedenle bildiğiniz ya da inandığınız herhangi bir şey yanlış olabilir ve açık fikirli olmalısınız. Dünyadaki belirsizlik ve ihtimaller, duygusal olarak negatif birini tek başlarına mahvedebilirler. Bu nedenle, bu tip soruları pozitif bir zihin yapısı ile karşılamalısınız. Haftada 15 dakikanızı inançlarınızı yazmaya ve onları saçmalık mı değil mi diye stres testine tutmaya ayırın.

Benim kullandığım testlerden biri şu : herhangi bir düşünce ya da inanç bana aksiyon almamamı söylüyor ise, o inanç ya da düşünce geçersiz ve değersizdir.

Bir sonraki adım : Aşağılık duygusu ile savaşma programım III – Kendini sevmeyi öğren

Çeviri : My program for fighting feelings of inferiority

Aşağılık duygusu ile savaşma programım I – Giriş

Günümüz modern toplumunda birçok erkek aşağılık duyguları yaşıyor ve ben bu aşağılık duygularını “tamir edecek” bir program yaratmaya çalışıyorum.

İlkel egemenlik hiyerarşisinde, alfa erkek en tepede oturup istediği herşeye sahip olurken, daha alt rütbeli maymunlar ona itaat edip onun emrinde yerlerini alırlar. Evrim egemenlik hiyerarşisini, daha alt rütbeli maymunlarda endişe duygusu yaratarak dayatır.  Sosyal kaygı, kendilerini hiyerarşinin alt katmanlarında hisseden bireylerin, alfa erkeği kızdıracağını düşündükleri şeyler yaptıklarını düşünmeleri ile, endişe hissetmelerinin sonucudur.

Bu erkeklerin kadınlar da dahil karşılaştıkları birçok hayat problemimin temelinde, kendilerini egemenlik hiyerarşisinde aşağıda hissetmelerinin yattığına inanıyorum. Bu sorunlar, zorbalığa maruz kalma, yenilgilerle dolu bir geçmiş, iyi aile ve arkadaşlık bağlarının olmaması ve birçok şekilde ortaya çıkabilir. Kaygı (hem genel hem de sosyal kaygı), depresyon, kadınlarla başarısızlık, sosyal izolasyon, özsaygı, motivasyon eksikliği, bağımlılıklar, kendine zarar veren davranışlar, aşağılık kompleksinin belirtileridir. Bilinçli ya da bilinçaltında aşağılık duygusu hisseden erkekler genellikle kadınlara yürümekten korkarlar, karşılığında bir şey almadan kendilerini kullandırırlar, çatışmadan korkarlar ve genelde kendilerini diğer insanların altında / alçağında görürler.

Bildiğim kadarıyla, şu an tanımlamakta olduğum spesifik problemi çözmek üzere internette yayınlanmış tam bir program yok (eğer varsa lütfen bana haber verin). Terapi yeterli değil zira terapist problemi doğru tanımlasa bile (ki bu nadirdir), “hasta” ağırlık kaldırmaya, meditasyona, kendini geliştirmeye ve sosyal ortamlarda pratik yapmaya başlayana kadar iyileşmeyecektir.

Aşağılık duygusu hissetmek oldukça yaygın. Aslında hepimizin şu ya da bu şekilde aşağısında olduğumuz birileri olduğu için, herkes değişik oranlarda da olsa bu duyguları hisseder. Bu devirde zaten kitle iletişim araçları hiç durmadan, yaptığımız her şeyde bizden daha iyi insanların olduğuna dikkatimizi çekip duruyorlar. Burada zorluk, genel olarak aşağılık duygusu hissetmeye karşı sağlamlaşmaktır. Ben bir grup kibirli göt herif yaratmaya çalışmıyorum – tek istediğim şey, başka bir erkeğin sizden daha iyi olmasının, sizin ondan “aşağıda” olduğunuzu hissetmenize neden olmaması. Bu erkek, (genellikle) eğer yeterince çalışırsanız ulaşabileceğiniz seviyede biri sadece.

Aşağıdaki, programımın ilk taslağı. Burada amacım, kişinin yapması gereken ve herkesin yapabileceği “asgari olması gereken” adımları oluşturmak. Bu nedenle, “ağırlık kaldırmak” kısmında, bir kişinin tüm ana kas gruplarını haftada bir kere çalıştırması gerektiğini söylüyorum. Bence bundan daha fazla spor yapmalısınız, ama amacım asgari yapılması gerekenleri yazmak.  Bu listeye bir sürü başka şey koyabilirsiniz ama ben herkes için gerekli asgari, tartışma gerektirmeyen ve kişiye özel olmayan şeyleri koydum. İnsanların günlük çizelgelerinin öngörülemez değişikliklerle dolu olduğunun farkındayım. Bu nedenle tüm tavsiyelerimi haftalık bazda yazdım. İdeali, herkesin her hafta için yapılacak işler listesi oluşturması ve işleri yaptıkça listede işaretlemesi.

Bu konunun uzmanı değilim. Bu nedenle de insanların “kesinlikle asgari oranda gerekli” şeyler konusundaki düşüncelerini merak ediyorum.

Programı 4 ayrı adıma ayrıldım. Bu adımlar, kronolojik olacak şekilde tasarlandı ama hepsi aynı zamanda paralel yapılacak şeyler. Mesela, insanlarla yüzyüze gelmeden önce kendinizi sevmeyi öğrenmeniz lazım ama insanlarla yüzleşme aşamasında ve sonrasında da kendinizi sevmeye devam etmeniz lazım.

Bu program, rehberden çok dini bir şey. Bundan kastım şu : Bu programı okuyup “çok enteresan, bunu birgün deneyeceğim” demek yerine, hemen işe koyulup sürekli uygulamaya başlamanız ve o hafta ne hissederseniz ya da nereye gidiyor olursanız olun uygulamanız.  Bu programda asgari zorunluluklar listesini oluşturma sebeplerimden biri de kimsenin bir bahane ile uygulamadan kaytarmamasını sağlamak ya da hemen başlamalarına engel olacak birşey listelememek.

Ve son olarak şunu söyleyeyim, bu bir “harika erkek” olma programı değil. Programın çok spesifik bir hedefi var – aşağılık duygusu hissetmeyi engellemek.  Birçok beta erkek ve aşağılık duygusu hisseden insan günümüz toplumunda çok başarılı insanlar ve itaatkar özellikleri çoğu zaman profesyonel hayatta sahip oldukları bir değer.

Programın adımları şöyle :

  1. Zihnini temizle.
  2. Kendini sevmeyi öğren.
  3. Kırmızı çizgilerinin bir listesini oluştur.
  4. Meydan Okuma Terapisi

İkinci bölümde zihnini temizle adımını ayrıntılı ele alacağız.

Çeviri : My program for fighting feelings of inferiority

Jordan Peterson – Maskülenite zehirli değil

Rebel Wisdom bu ay Jordan Peterson ile ilgili çok güzel bir belgesel yayınladı : Jordan Peterson: Truth in the Time of Chaos (Kaos Zamanı Gerçek). Güzel bir belgesel, izlemenizi tavsiye ederim.

Belgeselin bir bölümünde Peterson’a maskülenitenin şu an krizde olmasının, erkeklerin krizinin sebebini soruyorlar. Aşağıdaki videoda (Türkç alt yazılı), üstadın soruya cevabının olduğu kısım ve onun altında da metin çevirisi var.

Türkç alt yazıyı açabilirsiniz.

Bence en derin seviyede Batı, maskülenite fikrine olan inancını kaybettiği için. Bunun “Tanrı’nın ölümü”nden farkı yok. (*) Aynı şey. Nietzsche bunun sonucunun ne olabileceğini biliyordu. Yazdıklarının çoğu bununla ilgili idi.

Diyebiliriz ki maskülenitenin ilahi sembolü yok edildi. Bunun sonucunda başka ne bekleyebiliriz ki? Ne olacaktı? Bunun sonucunda maskülenite zayıflayacak. Ve aynı zamanda maskülenite karalanırsa, ki kesinlikle kötüleniyor, ne olacak? Bu demektir ki erkeklerin arzuladığı ideal yok ediliyor. İdealiniz parçalandığında siz de zayıflarsınız.

Sanırım erkeklerin benim düşünceme pozitif tepki vermesinin sebebi, benim bu saçmalıkları satın almıyor olmam. Maskülen ruhu seviyorum. Maskülenite gerekli ve özünde katliam ve talan falan değil. Özünde tecavüz kültürü değil. Özünde dünyayı yok eden bir şey değil. Ve bütün bu şeyler maskülenitenin üzerine atılıyor. Bunun nedenlerinden biri, Batı toplumunun teknolojik ilerleme yüzünden duyduğu suçluluk duygusu.

Bunlar insanlığın önüne koymak için mantıklı karşı çıkmalar. Ama eleştirmeden sineye çekecek, mantıklı suçlamalar değiller.

Arzulayabileceğimiz maskülenite nedir?

Temelinde sorumluluk almak. Sembolik olarak söylersek sizin sorumluluğunuz, logos’un(**) ruhunu canlandırmak. Bu sizin sorumluluğunuz, hayattaki rolünüz. Bu sizin ulu ve sonsuz bir gerçekliğe inanıp inanmamanıza bağlı da değil. Bunun lehine ya da aleyhine konuşmuyorum. Bu şeyler insan anlayışının ötesinde. Ama insanlar kötü davranışlar sergilerse ne olacağını biliyoruz. Biliyoruz ki dünya cehenneme o kadar yakın bir yere dönüyor ki aradaki fark önemsizleşiyor. Bunu biliyoruz, bu 20. yüzyılın hikayesi.

Bu dersi almalıyız. Ders de şu : Dünyayı omuzla ve ileri doğru yürü. Dünyayı tüm problemleri, ızdırabı ve kötülüğü ile omuzla ve ilerle. Bu yükü taşırken farkına var ki sen o yükü omuzlayacak güçte bir yaratıksın. Ve bu nedenle de saygıyı hakediyorsun. Bu, logosun tanımıdır. Bundan daha iyi bir fikirle karşılaşmadım. Çünkü bu fikir hiç de toy değil, toy olmanın tam tersi. Evet dünyada berbat kötülükler ve ızdırap var. Sonu yok AMA insan ruhu bunu gönüllü bir şekilde meydan okuma olarak alabilir. Denemeye değer.

Diğer insanların, en azından inanılmaz alaycı olmayan diğer insanların,  saygı duyduğu insanlara baktığınızda, bu insanların sorumluluk alan ve bu sorumluluğu yetkin bir şekilde yerine getiren insanlar olduklarını görürsünüz. Bunun arzulanabilir olmasında mistik bir şey yok. Ama eğer bu sorumluluk gücünün ırza geçen, talan eden, dünyayı mahveden, doğayı kirleten, kansere benzer ataerkil kültür olduğuna inanırsanız, bu gücü küçümsersiniz. Hayır, ben bunu satın almıyorum.

***

(*) – Friedrich Nietzsche’nin meşhur “Tanrı öldü” lafı, Nietzche hristiyanlığa düşman olduğu için sanki sevinerek söylenmiş gibi yanlış algılanır ama Nietzsche her ne kadar dine karşı olsa da, dinin içindeki mitolojik öğelerin insan toplumlarını ve ahlak sistemlerini bir arada tutan tutkal olduğunu ve bunun yıkılmasının ise felaket olduğunu düşünür. Tanrının ölümü ile oluşacak bu boşluğun ilerde çok büyük yıkımlara yol açacağını söyler ki 20. yüzyıldaki büyük katliamları önceden tahmin edebilmiştir.

(**) – Logos açıklaması zor bir kavram. Söz, akıl, anlam, düşünce, kavramlarının tumunu kapsayan bir deyim. Peterson bunu genellikle Hristiyan teolojisinde (daha çok Kuran’da da sıklıkla yer alan Eski Ahit kozmolojisinde) ortaya dökülen anlamı ile kullanıyor. Kaosun karşıtı olan, düzen yaratan, söze dökülmüş gerçeklik. Ama burada anlam daha çok araştırmacı, maceracı bir vurguya sahip ve kahraman miti ile alakalı. Gerektiğinde kaosun olduğu yere gidip orada kaosu bitiren ve o kaostan düzen yaratan güç ki felsefe ve son 200 yılda bilim bunun bayrak taşıyıcısı. Fakat Peterson kaosun düzene döndürüldüğü her noktayı önemli sayıyor. Örneğin iyi bir sınıf öğretmeni, Peterson’un logos kavramındaki kahraman zira öğrencilerini kaotik toyluktan alıp onları bilgili ve düzen tarafında sağlam temelleri olan bireyler yapıyor. Hatta mesela iyi bir muslukçu, kaosu (patlayan boru) tamir edip düzeni yeniden kuruyor.

Toronto Üniversitesi Psikoloji Profesörü Jordan Peterson,  ilkin Social Justice Warrior‘larla (SJW) girdiği başarılı mücadele ile gündeme gelse de, genç erkeklerin hiç duymadıkları, ama eksikliğini derinden hissettikleri sorumluluk ve hayatına yön verme mesajları ile kısa zamanda erkek popülasyonu tarafından yoğun takip edilen biri haline geldi. Peterson’u erkekler arasında bu kadar meşhur eden şey, erkeklerin babalarından duymaları gereken ama artık hiç duymadıkları mesajları veriyor olması. 12 Rules for Life: An Antidote to Chaos adlı kitabı Ocak 2018'de piyasaya çıkan kitap, Peterson'un Maps of Meaning: The Architecture of Belief  adlı bir kitabı da mevcut. Jordan Peterson'un Türkçe çevirilerini burada Jordan Peterson Türkçe etiketinden takip edebilirsiniz.

Eğlenen Ustalık

Günümüzde birçok erkeğin “umursamaz” kelimesine takılıp kaldığını düşünüyorum. Bu kelimeye erkeğin karşısındaki kıza tepeden bakması ve kızın erkeğe kendini beğendirmeye çalışması gibi bir anlam yükleniyor. İnsanlar “kibirli” veya sahte bir ilgisizliğin umursamazlık anlamına geldiğini sanıyor. Bu kelimeyi tamamen unutun, çünkü istediğiniz şey “umursamazlık” değil, EĞLENEN USTALIK.

Şu ayrımın farkına varmak lazım: Kibirli bir “umursamazlık” ile özgüvenli bir eğlenen ustalık arasında fark vardır. Eğlenen ustalık, sizi eğlenceli ve rahatça anlaşılan bir adam yaparken aynı zamanda sizi üstün bir konuma getirir ve karşınızdaki kadına (aslında her kadına) ustalığınızı kabul ettirip kendini size beğendirmeye çalışmasını sağlar. Bu tavır, sizin olgun ve otoriter olduğunuz, bu işleri “daha önce gördüğünüz”, kadınların söylediği ve yaptığı şeyleri zaten bildiğiniz ve tüm bunları bir eğlence olarak gördüğünüz mesajını kadına açıkça verir. Böylelikle bir yandan kadının oyununa eşlik ederken diğer yandan da onun erkeği ölçüp biçen taraf olma çabalarına da inceden gülersiniz. Daha açık bir deyişle, kızı yaramaz küçük bir kız kardeş gibi ciddiye almayan ve onun ufak oyunlarının da farkında olan bir Alfa erkeğin kafa yapısına ulaşırsınız.

Şunu kabul etmem lazım ki kızım olana kadar eğlenen ustalığın potansiyel gücünü tam olarak kavramamıştım. Kızımla aramızdaki bağ gerçek ve zorlama olmayan bir ilişki olduğundan aslında bu ustalığı doğal bir biçimde kullandığımı gördüm. Kızımın yaşı küçükken bu durum Baba-Alfa kimliğime bir ekleme gibiydi, ancak şu anda 14 yaşına geldiği için geçmişe baktığımda onun da bu durumdan memnun olduğu belli. İşin ilginci eşimin de bu ustalığı cazip bulduğunu, hatta ben kızıma bunu uygularken kendisini de işin içine dâhil etmeye çalıştığını gördüm.

Eğlenceli ustalık, özellikle erkeğin kadından yaşça büyük olduğunu durumlarda etkili olur. Fiziğiniz ve maddi durumunuz iyiyse, yaşınızın büyük olması size bir güvenilirlik havası verir. Erkeğin olgunlaşması aynı zamanda bilgi ve deneyim beklentisi de doğurur. Eğlenceli ustalığı, promosyon etkinliklerindeki garson kızlara karşı kullandım ve bunun onlarda büyüleyici bir etki yarattığını gözlemledim. Sanki sürekli arzuladıkları ancak genç erkeklerden bulamadıkları baba figürünün bir örneği gibiydim. Kadınlarla onların shit testlerini kolayca tahmin edecek ve bunları imalı bir gülüş ve bakışla savuşturacak kadar çok ilişkisi olmuş bir erkek izlenimi vermek, kadın ile erkek arasında bir Alfa güvenilirlik dinamiği oluşturuyor. Erkek eğlenen ustalığa sahip olduğunu ipuçlarını verdiği zaman kadında o adamın “işten anladığına” dair bir varsayım oluşuyor.

Dominantlık

Manosphere ve kadın Matrix’inde sıkça içi boşaltılan kavramlardan birisi de “dominantlık” kelimesidir. Bu kelime, tıpkı “güç” kelimesinde olduğu gibi, insanlarda olumsuz çağrışımlar ve bunlardan doğan önyargılar uyandırıyor. Kadınlar, dominant bir erkek istediklerini nadiren kabul ederler; çünkü bu kelime onlara çok sert ve iki kutuplu gelir: yani kadın temelli yapılan eşitlik tanımında eğer bir taraf dominantsa diğer tarafın teslimiyetçi olduğu varsayılır. İçinde bulduğumuz yüzyılda sürekli “özgür ve bağımsız kadın” propagandasına maruz kalan bir kadın için dominant bir erkeği arzuladığını kabul etmek ona bağımlı olduğunu da kabul etmek anlamına gelir. Bu kafa yapısına göre dominantlık saldırı ve baskıyla aynı anlamdadır ve kadınlar ile kadınlaştırılmış erkekler bu kavramın adı geçtiğinde bile Pavlov’un köpeği gibi ezbere bir tepki verirler.

Kırmızı hap perspektifinden ise kadınların dominant erkeğe ihtiyaç duyduğu gerçeğini görebiliyoruz. Kadınların hareketleri ve örtülü sözleri dominant erkeğe olan arzularını açıkça gösteriyor. Ancak şu günlerde manopshere içinde de dominant davranışların ne içerdiğine dair kısıtlayıcı fikirler mevcut. “Sosyal dominantlığın” Alfa statüsünün bir göstergesi olduğunu belirtiyoruz; fakat gerçek bunun kesinlikle daha ötesinde. Bence çoğu erkek dominantlığı astlarına karşı emirler yağdırırken yanlarındaki kadının onları izlemesi ve bunu sosyal statünün bir kanıtı olarak görüp o adamla hemen yatma isteği duyması gibi algılıyor.

Grinin 50 Tonu’nun bu kadar çok satması hala fişten çekilmemiş olan erkeklerde bile jetonun düşmesini sağladı. Kadınlar dominant erkeklerden kesinlikle tatmin oluyorlar; ancak bu erkek dominantlığının sadece çok küçük bir kesiti. Bu tarz bir “kadın pornosunun” tutması kadınların aslında dominant erkekleri hayal ettiği tezini güçlendirse de erkek dominantlığının arzulanır olduğunu kanıtlamak için illa bir seks kölesi ve kırbaca mı ihtiyaç duyuyoruz?

Demek istediğim, şahsi veya sosyal dominantlığı resmetmek için böyle uç örneklere gerek yok. Mesela ben evliliğim ve ailemde dominant bir kişiliğe sahibim; fakat bu eşimin yatakta benim kölem olduğunu veya elleri bağlanarak fantezi yapmak istediğini göstermiyor. Dominant olmak, emir ve istek yağdırmaktan çok daha fazlasıdır. Ben bu dominantlığı konuşmamda (hatta suskunluğumda), kıyafetimde, kariyerimde, sosyal statüm gereği muhatap olduğum insanlara karşı tavırlarımda, hoş gördüğüm veya görmediğim şeylerde sergilerim. Erkekler olarak hareketlerimiz ne kadar dışa dönük olursa kadınların o kadar dikkatini çekeriz gibi bir düşüncemiz var; fakat kadınlar aslında hareketlerimizin ince ayrıntılarına düşündüğümüzden çok daha fazla dikkat ediyorlar. Yani az hareketle çok iş başarmak mümkün. Bize gereksiz gibi gelen hareketler, çoğu zaman kadınların en çok hatırladığı şey olacaktır.

Eğlenen Dominantlık

Nasıl ki kadınlar açıkça seks objesi haline getirilmekten veya sevilmekten hoşlanmıyorsa açıkça gösterilen dominantlıktan da hoşlanmıyorlar. En olumlu tepki verdikleri hareketler örtülü olanlar: yani seks objesi haline getirilmek, domine edilmek ve sevilmekten ancak bu hareketler “hissettirildiği” zaman hoşlanıyorlar. Kadınlarda başka kadınlarla rekabet etme endişesi oluşturmanın olumlu etkisini hep zaman vurguladım; ancak bu açık bir dominantlık şeklinde olmamalı. Dominantlık arka planda çalan bir müzik gibidir, ancak gerektiğinde durumlarda sesi yükseltilmelidir. Kadınlar onun varlığını hissetmeli ve hayal etmelidir, erkek sürekli olarak bu dominantlığı hatırlatmak zorunda kalmamalıdır.

Başladığımız noktaya tekrar gelirsek, eğlenen ustalık sosyal dominantlığın bir biçimidir. Soru sorulmadan cevabı bilmek ve bu cevabı yüzünüzde hınzır bir gülümsemeyle vermek değerinizin yüksek olduğunu göstermenin en etkili yoludur. Dolayısıyla bu ustalığa ancak sosyal dominantlığı ortaya çıkararak ulaşılabilir.

Kaynak: Amused Mastery

Rollo Tomassi : Kırmızı Hap camiasının en önemli figürlerinden biri olan Rollo Tomassi'nin The Rational Male kitabı her erkeğin okuması gereken başucu eseri. Oldukça popüler olan The Rational Male bloğunun da sahibi de olan Rollo, The Rational Male - Preventive Medicine (Volume 2) ve The Rational Male - Positive Masculinity: Positive Masculinity (Volume 3) adlı kitapları ile ilk kitabındaki fikirleri daha da geliştirdi. Rollo Tomassi'yi burada Rollo Tomassi etiketinde de takip edebilirsiniz.

Eğlenen Ustalık (Amused Mastery) nedir?

Rollo Tomassi’nin Amused Mastery yazısını çevirmesini Çeviri Manyağı’ndan istemiştim. Bugün yorumlarda bu çevirinin bir daha istendiğini gördüm. Konu önemli, çeviri gelmeden ben birkaç şey yazayım dedim.

Amused Mastery’yi daha önce yazdım aslında. Bir kadına yürürken bir erkeğin takınabileceği en iyi ruh hali olan amused mastery olayına daha önce Kadınlarla Uğraşmak yazısında değinmiştim :

Johnny DeLusion geçenlerde güzel bir tweet attı :

“Eğer erkekler tanıştıkları kızlara 12 yaşındaki yaramaz kız kardeşine davranır gibi davransaydı. Tüm ilişki problemleri çözülmüş olurdu.”

Evet, Johhny DeLusion’ın burada sıklıkla söylenen haliyle anlattığı bu ruh halinin resmi adı amused mastery yani eğlenen ustalıktır. Yukarıdaki gibi söylenince pek ciddiye alınmayabilir ama aslında amused mastery çok önemli bir kavram. Hatta bu kavrama kırmızı hapın kadın – erkek ilişkilerinde nihai hedefi diyebiliriz.

Amused Mastery’yi üstad Rossie’de 2008 tarihli Girls Love It When I Don’t Take Them Seriously yazısında aynı şekilde açıklar :

Kızlar … hatta siktiğimin yetişkin kadınları bile … sürekli beni test ediyor. … Siz insani bir muhabbet etmeye çalışıyorsunuz ama onlar bir test ardı başka test, sürekli sınırları zorlayarak stres altında alfa kalıp kalamadığınızı deniyorlar sürekli. Çoğu erkek bir yerde havlu atıp Mike’s Apartment’a (porno) yol alır ama ben kalıp bu kan emici dişi şeytanların oyununu tersine çevirmekten zevk alıyorum. Kararlılık yoksa am da yok.

Kadınların size attıkları bokları ciddiye almadığınızda, onların kızışmış Pavlov köpekleri gibi tepki verdiğinin farkına vardım. Sizin derinizin içine nüfus etmek için söyledikleri, tersine çevrilerek herşey Jedi zihin hilesine çevrilebilir ve bu da onların arzu düğmelerine basar. Bunun anahtarı, kadınların dediklerini ciddiye almamaktır. Amused Mastery, takınmanız gereken tavırdır. Kadının yaptığı herşey şirindir. Her shit testi, arsız bir çocuğun taşkınlığıdır. Küçük ve saçma fikirleri çok tatlıdır. O, sizin onu kızdırmanız, takılmanız ve küçük görmeniz için oradadır.  Ona tepeden ve küçük ve şımarık bir çocuğa bakıyor gibi bakın.

Bir kızı ciddiye almayı reddetmeniz onu kızgınlık ve azgınlıkla doldurur.

Amused Mastery ustalığı, bir erkeğin bir kadına onun hareketlerini daha önce çok gördüğünü, bunların ne anlama geldiğini bildiğini ve bunlardan çok eğlendiğini gösterme şeklidir. Erkek, görmüş geçirmiş bir erkek olarak kadını ciddiye almamaktadır ve bu da onun kadına hem egemen / dominant olmasına yardımcı olur hem de onun kendine güvenen biri olduğunu gösterir.

Bu ruh halini taklit etmeye çalışabilirsiniz ama içinizde güçlü bir amused mastery inşaa olmamış ise çoğunlukla soğuk, kaba ve küstah görüneceksinizdir. Gerçek Amused Mastery için, Nirvana’ya varan Budist rahip açıklığı ile şu iki nihai gerçeği görmeniz lazım :

Hayat, oynanması gereken bir oyundur. Diğer herşey gibi kadın – erkek ilişkileri de, oynanması gereken bir oyundur.

Amused Mastery ruh halini, herhangi bir ortamda kızlara yürüyen erkeklerin çoğunluğunun acı hali ile karşılaştırın. Ben genelde çevrede kadınlara yürüyen erkekleri gözlemliyorum. Çoğu ne yaptığının, oyunun nasıl işlediğinin zerre farkında değil. Vücutlarının her hareketinden, karşılarındaki tanrıça ile iki laf etme şerefi bulmuş sefil ölümlünün büyük şükran ve sevinci akıyor. Ve bir hata yaparım da bu ilahi anı mahveder ve tanrıçayı kaçırırım heyecanı ve stresi : Sürekli gülümsemeler, hızlı ve ürkek konuşma, uzun ve sıkıcı konularda konuşma, ağırlıklarını sürekli bir ayaktan diğerine verme, ellerini nereye koyacaklarını bilememe, saçma kız esprilerine bile gülmek, parmakları ile ara ara burunlarına ve kulaklarına dokunmak, parmaklarını bardağa sürtmek, vs .. vs … Karşılarındaki kızı ve kendilerini çok ama çok ciddiye almak. Tamamen amused mastery’nin tersi : stressed apprenticeship (gergin çaylaklık). (Eğer kızlara yürümeniz başarılı gitmiyorsa, ruh halinizin eğlenen ustaya mı, stres içindeki çaylağa mı yakın olduğuna iyi dikkat edin. Eğer stresli çaylak haliyle yürürseniz, 1,000 kere de yürüseniz, bir sonuç çıkarmanız zordur.)

Oysa ortada bu kadar ciddiye alınacak, üzerinde stres olacak bir durum yok. Bir kıza yürüdüğünüzde, o an sizin hoşunuza gidebilecek milyonlarca kızdan sadece birine yürüyorsunuz. Hayatın eğlenceli bir alt oyununu, sizin için hiçbir önemi olmayan bir kadınla oynuyorsunuz. Oyunu oynamak güzel, eğlenceli ama ortada stres olacak ya da karşındakini ciddiye alacak birşey yok.

Bu oyun eğlenceli ve oyunun kuralları var. Kadın senin yürümeni ciddiye almayacak veya ciddi tersleyecek. Ee? Oyunun bir parçası bu. Az önce hayatında olmayan biri idi, bundan sonra da olmayacak biri. Ne önemi var? Ya da kadın ilgilenip konuşmaya başlayacak ama niyetinin cinsel olduğunu anladığında (zaten anlayamıyorsa yürümemen lazım) shit test başlayacak. Oyunun parçası, sen de bu testleri bekleyen, bilen ve geçen bir oyuncu olarak shit testleri tek tek tersine çevireceksin. Sen bu testleri daha önce çok gördün, neden varlar biliyorsun (seni aşağılamak için değil) ve nasıl başa çıkacağını da. Suratında sırıtış, sakin, güvenli ve sağlam bir çerçeve içinde, kadının shit testlerini, küçük bir çocuğun tatlı yaramazlıkları gibi karşılıyorsun.

“12 yaşındaki yaramaz kız kardeşi” ne kadar ciddiye alıyorsanız bu kadını da o kadar ciddiye alıyorsunuz. Gerçekle uyuşan ruh hali de bu zaten. Zira bu aşamada bu kadın ciddiye alınacak biri değil. Neden olsun? Sırf genç ve güzel diye mi? Ya genç ve güzel ama aşağılık biri ise?

Söylemesi kolay biliyorum, bu ruh halini kazanmak için ONEitis gibi saçmalıklardan kurtulmak lazım. ONEitis’ten kurtulmak öyle sandığınız kadar kolay değil. Siz “tamam abi biliyorum dışarda bana uygun binlerce kız var” diyebilirsiniz ama o an yürüdüğünüz kızı anlık ONEitis yapma dürtünüzün kolay silinmediğini farkedeceksiniz.

Kadın ve erkeklerin aynı olduğu safsatasını kafanızdan atmanız lazım (ki kadın şımarık ve çocukça davrandığında, bir erkek böyle davransa göstereceğiniz siniri göstermemek için).

İşte 90 sonrası doğanların feminizmin eşitlikçilik akımından etkilenmesi tam olarak bu. 22 yaşında bir kızın kız gibi (genelde de çocuk bir kız gibi) değil de, 22 yaşında bir erkek gibi davranmasını beklemek.

Feminizmin oldukça ulvi olan kadın – erkek eşitliğini 70lerdeki cinsel devrim sonrası kadın – erkek aynılığına bozması sonucu, toplumda çok yaygın bir propoganda var ve bu da kadın ve erkeğin aynı olduğu yanılgısı yaratıyor.

Eğer “delikanlı adamın delikanlı sevgilisi” olur diyen gay bir erkek değilseniz, elinizdeki malzeme bu arkadaşlar. Kadınlar ve erkekler, hormonal, fiziksel ve zihinsel olarak çok farklılar. Fakat bu basit gerçek, maalesef gençlerin farkında oldukları birşey değil. Bu farkı bilerek hareket eden bir erkek için oldukça eğlenceli olan shit testler, bunu bilmeyen çoğunluk için bir işkenceye dönüşüyor. Çünkü birçok erkek, bu tür bir davranışı bir erkekten gördükleri zamanki gibi davranıyorlar ve sinirleniyorlar. (Şimdi düşünün, kız gibi davrandığı için karşısındaki erkeğin birden ciddileşmesi ve sinirlenmesine maruz kalan kadının hayal kırıklığını ve şaşkınlığını).

Ve pratik lazım. Gerçekten görüp geçirmiş olmak lazım.

Son olarak da uyaralım, amused mastery’yi “ben çok gördüm bunu kızım, bana işlemez bunlar” tadında sözel çıkışlarla karıştırmayın. Bu tür “ilgisiz” tavırlar, genelde başka alanlarda büyük eksikleri olduğundan egosu aşırı büyümüş ergen veya ergen kalmış erkek büyüklenmeleridir.

 

 

 

 

 

 

Jordan Peterson – Tartışmada çirkefleşen tarafı alaşağı etmek ve galip gelmek

Tartışma esnasında size saldıracak bir kişi, bunu çok değişik konuşma zorbalıkları ile yapabilir. Fakat en belli başlı konuşma zorbalıkları genelde aynıdır ve bunları bilmeniz sizi tartışmalarda galip duruma getireceği gibi, size olan saygının artmasını da sağlayacaktır.

Yakın zamanda Jordan Peterson, İngiltere’de bir kanalda Cathy Newman adlı feminist bir gazeteci ile ropörtaj yaptı. Gazetecilik adına utanç verici bu ropörtajda, Newman salağı karşısındakinin neonazi bir kadın düşmanı salak olduğuna emin bir şekilde çıkmış belli ki. Fakat karşısındaki Jordan Reis, klinik psikolog ve zor insanlarla konuşma uzmanı. 30 dakika boyunca kadının yaptığı klasik tüm tartışma çirkefliklerine bir tarafına soktu ve en sonunda Newman boyunun ölçüsünü fena aldı (Yakaladım seni kısmına bakın :)).

Aşağıdaki klip, bu ropörtaj üzerinden, konuşarak ve konuşmada çirkefleşerrek saldıran insanlara karşı taktikleri örnekliyor. Jordan Reis’in destan yazdığı bu 30 dakikalık konuşmayı, İngilizceniz varsa mutlaka izleyin.

Not : Televizyonda Jordan Peterson tarafından alaşağı edilen Newman, hemen klasik feminist taktik ile “Peterson takipçileri beni tehdit ediyor, kadın düşmanı tehditler aldım” çığlıkları ile kurban ayağına yattı. Bu sayede de ana akım medyada tüm haberler ropörtajın içeriği ve Newman’ın nasıl rezil olduğu ile değil de bu sözde tehditlerle alakalı idi. Bütün yayın organları, tek bir tehdit örneği göstermeden tehdit iddialarında bulundu.

Bu “kadın düşmanı” tehdit iddialarının sahte olduğu zaten kadının polise başvurmamasından belli ama birileri oturup tweetleri analiz etti. Newman’a yönelik saldırgan tweet sayısı 8, kadın düşmanı saldırı sıfır. Tweetler içinde Jordan Peterson’a yönelik erkek düşmanı saldırı sayısı 55. Büyük kısmı da Peterson’ı yumruklamak üzerine.

Toronto Üniversitesi Psikoloji Profesörü Jordan Peterson,  ilkin Social Justice Warrior‘larla (SJW) girdiği başarılı mücadele ile gündeme gelse de, genç erkeklerin hiç duymadıkları, ama eksikliğini derinden hissettikleri sorumluluk ve hayatına yön verme mesajları ile kısa zamanda erkek popülasyonu tarafından yoğun takip edilen biri haline geldi. Peterson’u erkekler arasında bu kadar meşhur eden şey, erkeklerin babalarından duymaları gereken ama artık hiç duymadıkları mesajları veriyor olması. 12 Rules for Life: An Antidote to Chaos adlı kitabı Ocak 2018'de piyasaya çıkan kitap, Peterson'un Maps of Meaning: The Architecture of Belief  adlı bir kitabı da mevcut. Jordan Peterson'un Türkçe çevirilerini burada Jordan Peterson Türkçe etiketinden takip edebilirsiniz.

Saha Raporu – Bu Sefer Hatun İşleri Değil

Selam dostlar. Ben Jagdpanzer. Uzun zaman zamandır forumun takipçisiyim ve yazıları ekseriyetle her gün okuyup uygulamaya çalışıyorum var gücümle. Son zamanlarda artan saha raporları üzerine bende bir tane yazayım dedim. Ama bu sefer day game night game falan değil, kariyerimde yaşadığım dönüm noktasını anlatmak istiyorum sizlere. Zaten Red Pill‘in asıl amacı da bu değil miydi ? Nasıl ki mavi haplıyken istediğimiz o çok özel (!) kadının üstünden biz hariç herkesin çatır çutur geçmesi bir sonuç değil semptom ise, kırmızı hap sonrası istediğimiz kadını elde edebilmemiz de bir semptom değil midir ? Asıl sonuç kendimizin nereden nereye geldiğidir diye düşünüyorum. Neyse uzatmadan konuya gireyim.

Kırmızı hap ile tanışmadan önce sevgilimle aynı evde yaşayıp bütün günüm okul hariç bilgisayar oyunu, fastfood ve sadaka seksi ile geçiyordu.(Beraberinde gelen tombiş bir göbek). Okulda ise tam bir görünmez erkektim bir yarış arabası projesine şef mühendsilik yapıyordum. Bu iyiydi ancak sadece bu vardı. Derslerim kötüydü. Red Pill ile tanışınca kendime sağlam küfürler ettim ve bütün hayatımı değiştirdim. Steam ve Origin hesaplarımı sildim. Spora yazıldım direkt falan filan vs (sevgiliden ayrıldım bir de tabi ).

Bir gün spordan çıktım okula geçtim direkt elimde spor çantam spor sonrası şişmeye başlamış kaslarım ve Red Pill sonrası yaptığım agresif tarz değişikliği ile daha önce hafiften bakışları üzerime çekiyordum ama bu yetmiyordu tabi. Merdivenleri çıkıp derse girdim. Dersi de okulun en uyuz, en egoist profesörlerinden biri veriyordu. Adam o kadar uyuz ki kimse doğru düzgün tez bile alamıyordu heriften siz düşünün.

Sonra işte dersin ortalarında konu yarı iletken ve elektronik üzerine herkesin atıp tutup prof.un gözüne girmeye çalıştığı bir ortam oluştu. Hocanın hiç bir konuşulan umrunda değildi. Yaslandım geriye bacak bacak üstüne atıp rahat bir vücut diliyle ve ‘Müsade ederseniz anlatayım’ diye araya girdim ve aniden makineli tüfek gibi saydırmaya başladım tahtadaki devrenin nasıl çalıştığını. Hoca dahil herkes susup bana bakmaya ve dinlemeye başlamıştı. Kendimden emindim skeptico‘nun da dediği gibi ne olurdu ki yanlış olsa bile ‘Canımı mı alırlardı ?’ Konuşmayı bitirdiğimde herkes şaşkınlık içindeydi. Tamamen disiplin dışı bir konuydu. Hocanın aldığı cevap karşısında memnuniyeti yüzünden okunuyordu. Sonra ne mi oldu dersiniz ? Milletle tez bile çalışmayan taşaklı bunak profesör bana laboratuvarda bir proje üzerinde çalıştıklarını ancak yeterli nitelikle lider öğrenci bulamadığını ve bu görevi bana vermek istediğini söyledi. (Bu esnada yere düşen kalemler oldu). Sonrası malum işi aldım şu an CV me altı tane patent başvurusu yazdım, tek sayfaya sığmaz oldu.

Şimdi buraya kadar biraz MGTOW görünüyor ama bu muhabbet olurken sınıfın HB8 lik hatununun bana gülümsediğini fark ettim. Onu da iki biradan sonra yatakta nasıl çıldırtacak hale getirdiğimi sonra anlatırım 🙂

Uzun lafın kısası kendinizin farkında olun ve mücadele ederek hiyerarşide yukarı tırmanın ve spor yapıp ağırlık kaldırın. O hipergamik dürtüleri avantajınız haline getirin. Ha bir de değer yaratın gençler/abiler isminizi ölümsüzleştirin.

Konuk Yazar : Jagdpanzer

Magandalar Kadınları Daha Çok Mutlu Ediyor

Bu sitenin okuyucu kitlesinin oldukça eğitimli olduğunu biliyorum ve yukardaki cümleyi okuyunca, bıyık altından “hadi ordan sende!” dediklerini de duyar gibiyim. Durun çok acele etmeyin, çünkü Gallileo “Dünya’nın yuvarlak olduğunu” söylediğinde de pek çok kişi bıyık altından gülmüş hatta çok daha beter şeyler yapmaya kalkmıştı (Bu arada Vatikan Gallileo’yu daha 1993 akladı, bunu da küçük bir ara not olarak ekleyelim). Kısacası yukardaki cümle aydın ve aydınlık türk erkeklerinin en temel inanışlarından birine saldırı gibi duruyor (Aynı Gallileo’nun Hristiyan kilisesinin en temel inanışlarından birine saldırmış olduğu gibi). Daha amiyane söylemek gerekirse, “Babalar! Siz o feminizm ve kadın hakları mavralarınızla hem kendinizi rezil hem de eşlerinizi mutsuz ediyorsunuz.”

Nasıl yani?

Bakın anlatayım, yaklaşık 30 yıldır çevremdeki evli çiftleri ister istemez inceliyorum ve bunların çok mutludan çok mutsuza kadar değişik bir yelpazede dağılmış olduklarını görüyorum. İşin şakası bir yana, insan böyle bir yelpazeyle karşılaşınca bu mutluluk ve mutsuzluğun nelere bağlı olduğunu araştırmaya başlıyor. Örneğin izlediğim ailelerin en mutlusu, en çok para kazanını olsaydı ve mutsuzu da en fakiri çıksaydı, bilimsel açıdan iş çok kolaylaşacaktı. Bana yıllık maaşını göster, sana ne kadar mutlu olduğunu söyleyeyim deyiverecektik. Ama bu kadar kolay olmadığını biliyoruz. Hatta “para mutluluk getirmez” türünden ata sözlerimiz bile var (halt etmiş kim söylemişse!).

İlk gençlik yıllarımda mutlu ailelerin mutlu kadınlarla ortaya çıkacağını düşünüp, feminizme ve erkeklerin eski hükümranlık haklarını eşlerine geri vermeleri gerektiğine gerçekten inanıyordum. Ancak yıllar geçtikçe, çevremdeki örneklere bakıp, erkeğin modernliğinin de, feministliğinin de, aynı para konusunda olduğu gibi, kadınların mutluluğunda bir faktör olmadığını (dehşete düşerek) fark ettim. Peki o zaman kadınların mutlu olması neye bağlıydı?

Yanıt, kısmen kendi gözlemlerimden, kısmen de 1994 yılında TIME’da yayınlanan bir yazıdan çıktı. Yazı aynı zamanda kapak konusuydu ve başlığı “Aldatmak Genlerimizde Saklı” idi. Sonunda aşağıda anlatacağım noktaya geldim ve en azından, bizim “maganda” diye adlandırdığımız türden bazı insanların, kadınlarına “aydın” diye adlandırdığımız kişilerden daha doğru davrandıklarına inanmaya başladım.

Aslında sorun tamamen üreme ve neslini sürdürmeyle ilgili. Bilindiği gibi hayvanların büyük bir bölümünde erkekler, tıpkı insanlarda olduğu gibi, poligam. Yani aynı anda birden fazla bayanla birlikte olmak istiyor. Bunu yapmak kendi neslini sürdürmek açısından son derece mantıklı. Tohumunuzu ne kadar çok tarlaya saçarsanız o kadar çok ürün elde edersiniz, ne kadar çok kadınla birlikte olursanız, bir sonraki nesle sizin genlerinizden kalma olasılığı o kadar artar. Tarihte 100 çocuklu padişahların olduğunu biliyoruz. Teorik olarak bir adam çok kasarsa 1000 tane çocuk bile yapabilir.

Kadınlarda durum biraz farklı. Onlar da erkekler gibi kendi genlerini bir sonraki nesle aktarmak istiyorlar. Ancak, makineli tüfek gibi sayıdan kazanma şansları yok. Bir kadın ne yaparsa yapsın bir erkek kadar çok çocuğa imza atamaz. Dolayısıyla da kadınlar sayıdan kaybettiklerini kaliteden kazanmaya çalışıyorlar. Yani az sayıda çocuğa verebileceklerinin en fazlasını verip, onları en güçlü şekilde yetiştirip, hayatta kalma şanslarının yükselmesine çalışıyorlar.

Bunun için ilk aşama tohumun iyi bir kaynaktan temin edilmesi. Bilindiği gibi güçlü, sağlam erkekler her zaman sakat ve çelimsiz heriflere tercih edilmişlerdir (eğer diğer tüm koşullar eşitse). Tohumu sağladıktan sonra, çocukların büyütülmesi gerekmektedir. Bildiğiniz gibi kadınlar tarihin çok eski ve karanlık bir döneminden beri bu işe yardım etsin diye erkekleri kafalamışlar ve adına evlilik kurumu denen ve kutsal olduğu şeklinde pazarlanan bir müessese kurup yükün büyük bir bölümünü gariban adamcıkların başına yıkmışlar (Mahallemizde bir erkek kedi var, herif her kızışma döneminde tüm dişileri elden geçirip, daha sonra dişiler bebeleriyle sürüm sürüm sürünürken, o oturup gururla havalara bakıyor. Bazen ona imrenmiyor değilim). Doğanın erkeğe yüklediği misyon tohumunu çok sayıda kadına saçması.

Hah!.. Şimdi işin en can alıcı noktasına gelmek üzereyiz. Aman hazır olun burayı kaçırmayın. Kadın erkek ilişkisinin en temel açmazını önünüze sereceğiz;

O da şu:

Kadın çocuklarına ne kadar kaynak aktarabilirse çocukları o kadar güçlü olacağı ve hayatta kalma şansları o kadar artacağı için, doğanın kadına yüklediği misyon “alabileceğinin tamamını alıp çocuklarına vermesi”. Bu cümlenin en korkunç tarafı aynı erkekteki gibi tatmin olunması gereken miktarın açık olması. Freedy Mercury tam tamına 10,000 kişiyle yattığını söylüyordu. Nasıl ki erkek için zamparalığın üst limiti yoksa, kadın için de erkeğinden alacaklarının üst limiti yok.

Olaya bir erkek gözüyle baktığınızda, eşinize mantıklı ölçüde bir şeyler sunup onun mutluluğunu garantileme şansınız yok.

“Kadının huzura dolayısıyla da mutluluğa erebilmesi için hayattaki misyonunu tamamladığına inanması, yani, erkeğinden alabileceği her şeyi almış olduğuna inanması gerekiyor.”

İşin acımasız yönünün tekrar altını çizmek istiyorum; yukardaki cümlede kadının alması gereken miktar belirtilmiyor. Kadınlar çok değişik seviyelerde mutlu olabiliyorlar. Eğer erkeklerinin verebileceğinin gerçekten aldıkları kadar olduğuna inanırlarsa içgüdülerinin kendilerine yüklediği misyonu tamamlamış olup, büyük bir huzur buluyorlar. Fakir bir adamın eşi olarak mutlu olan, çok daha varlıklı bir adamla (hem de adamın hiç bir faulü yokken) mutsuz olan kadın örnekleri her yerde o kadar çok ki.

Kadınlar (eşlerimiz) bizim sahip olduğumuz her şeyi, paramızı, zamanımızı, hobilerimizi, çevremizi son derece doğal bir şekilde istiyorlar… Bunları isterken de hiç bir sıkıntı hissetmiyorlar, çünkü milyonlarca yıllık, içlerine iyice yerleşmiş içgüdülerine uyuyorlar. Aynı bizim çevremizdeki her güzel kadına iştahla bakmamız, hatta bazen de kaçamaklar yapmaya çalışmamız gibi.

Peki ne yapılması gerekiyor?.. Bu soruyu sorduğumuzda ilk baştaki “maganda” konusuna dönmüş oluyoruz.

Yani şimdi biz de maganda mı olalım?..

Hayır maganda olmamız gerekmiyor. Ama magandaların her şeyi yanlış yaptıkları saplantısından kurtulup, onları incelememizde hatta bazı davranışlarından ders almamızda hiç bir sakınca yok.

Öncelike bir kadınla evli ya da uzun bir ilişki içindeyseniz vereceklerinizin sınırını çok iyi çizin ve bu sınır aşıldığında ölümü bile göze aldığınızı çok ama çok açık bir dille belirtin (ve gerektiğinde uygulayın). Bunu söylerken eşinizin pestili çıkarın demiyorum. Aksine ona verebileceğiniz kadar güzel bir alan bırakın. Bunlar neler olabilir? Aile bütçesinin hakça paylaşımı, dernek faaliyetlerine gitsin diye haftada iki gece çocukların bakımının üstlenilmesi, evde bulaşığın yıkanması ve bunlar gibi bir dolu nokta. Ancak kendinize muhakkak bir alan bırakın, her ay bir kez trekkinge mi gideceksiniz, muhakkak gidin. Haftada bir briç mi oynayacaksınız oynayın. Evde görmekten gerçekten dayanamayacağınız bazı eşyalar mı seçilmek üzere, aldırmayın. Nefret ettiğiniz bazı dostları mı var, sırf o istiyor diye görüşmeyin.

Eğer eşinizin beraberliğinizde sahip olduğu haklar, çevrenizdeki kadınlardan daha kötü değilse, ona bıraktığınız alana zırt pırt karışmazsanız ve kendi haklarınızı korumaktan hiç çekinmezseniz huzurlu ve mutlu bir kadına sahip olursunuz.

Yapılan en temel hatalardan biri, bazı erkeklerin sırf eşleri mutlu olsun diye kendi haklarından taviz verip durmalarıdır.

“Sevgilim bu akşam bizim çocuklarla buluşacam. Hani sana geçen hafta söylemiştim.”

“Ama olur mu? Bu akşam Carrefour’a gidip eve plastik sandalye alacağız.”

“Peki canım, yeterki sen üzülme, ben çocuklara gelemeyeceğimi söylerim.”

DING! – DONG! – Poku yediniz… Yukardaki dialog son derece sağlıklı bir kadından bunalım içinde bir zebella yaratmanın kesin yollarından biri. İnanmazsanız, yeterince sıklıkla uygulayın, hiç şaşmadığını ve kesinlikle sonuca ulaştığınızı göreceksiniz. Siz bu yaklaşımınızı sürdürdükçe eşiniz daha acımasız, daha zalim, daha mutsuz olacak, eğer yeterince de iyi kalpli ve gerzekseniz, bu durumu değiştirmek için daha da fazla özveride bulunup onun sevgisini kazanmaya çalışacaksınız. Böylelikle de ilişkiniz iflah etmez bir kısır döngüye girecek.

Yazımızın başında belirttiğimiz magandaların çok önemli bir avatajları var. Onlar fazla kafa çalıştırmadıkları için içlerinde yüzbinlerce yılda birikmiş olan içgüdülerine daha fazla kulak veriyorlar. Kısacası içlerinden geldiği gibi davranıyorlar ve eşlerine sınırları oldukça sıkı bir şekilde çizilmiş bir alan bırakıyorlar (bu alanı çizerken kullandıkları sille tokat yöntemleri onayladığım sakın ola düşünülmesin). Bu alan içinde kalan kadın da kısa sürede alabildiğinin hepsini aldığına inandığı için (inanmazsa yiyiyor sopayı), kendini mutlu değilse bile huzurlu hissedebiliyor.

Sonuç: Tek bir yazı içinde her şeyi çözmeyi umduğumuzu sanmayın. Bu konular eğitimimize o kadar aykırı ki, aynı kavramları yepyeni örneklerle, gerçek yaşanmış öykülerle gene gene işlememiz gerekecek.

erkekadam.com / Haldun Aydıngün – 1.7.1999

Dağcılık ve bilim kurgu alanları başta olmak üzere çok başarılı eserleri bulunan Haldun Aydıngün, aynı zamanda bir çok türk insanının doğa sporlarıyla uğraşmasında rol oynamış abimizdir. Aydıngün'ün kadın erkek ilişkileri üzerine Erkekler Mağara Adamından ... adlı bir kitabı da mevcut. Eserleri :Boşanan Adam,  Koyun Paradoksu, Boğaziçi ve Ötesi, Dağın mı var Derdin var, Aladağlar & Bazı Rotalar ve Genel Bilgiler, ...

Derdini Karınla Paylaş, Hem Karınla Hem Derdinle Uğraş

Bizim çocukluğumuzda (Altmışlı yıllar) mahallede oynarken akşam olduğunu ne havanın kararmasından, ne ezanın okunmasından, ne de annelerimizin “hadi artık gelin” lerinden anlardık. Akşamın gelişi babaların evlere dönüşüyle kesin şekline bürünürdü. Mahalledeki çocukların babalarının çevresinde kutsal ve hafif ürkütücü bir “hale” vardı sanki. Onlardan bir tanesi sokağın köşesinden göründü mü, artık o günkü oyun keyfimizin sonuna gelindiğini anlardık.

Bu babalar ilginç insanlardı. Özellikle korkunç falan da değillerdi. Hatta dönemlerinin ölçülerine göre yeterince medeni ve aydın olduklarını şimdilerde düşününce buluyorum. En temel ortak özellikleri, bizim çocuk gözümüzle şahit olduğumuz mekanlarda, fazla konuşmuyor olmalarıydı. Eski tabirle “ketumdular”. Kapalı kapılar ardına çekildiklerinde eşlerine neler anlattıklarını bilmesek de, annemin beni sürüye sürüye götürdüğü komşu toplantılarındaki kadınlar, kendi kocalarının yaptıklarından ve düşündüklerinden istatistiki parametrelerle söz ediyorlardı. Yani, “Galiba Mahmut’un işleri şöyleymiş” ya da “Bizimki yeni bir ortaklığa girecekmiş” gibi uzaktan gözlenen bir olay gibi anarlardı. O yıllarda babam işinde ciddi bir kriz yaşarken annem olayların günlük gidişini hiç bir zaman tam olarak takip edememişti. Daha açık bir deyişle, babam olayları mümkün olduğunca anneme yansıtmamıştı.

Diğer erkekler de karılarına bir sürü ayrıntıyı anlatmıyorlardı. Ayrıca hemen hemen hiç bir kadın eşinin tam olarak kaç para maaş aldığını bilmezdi. Evlerde erkekler konuştuklarında genelde kendi haklı, güçlü oldukları olayları anlatırlar, yedikleri kazıklardan, ezildikleri durumlardan ya da daha kötüsü, kendi açık hatalarından hiç söz etmezlerdi. Bütün bunların bir emniyet subabı gibi ciddi bir meyhane kültürü de hazır beklerdi. Erkekler meyhanelere gidip ara sıra tüm zırhlarından arınıp, çok yakın dostlarına içlerini döktüklerini eski Türk filmlerini izlerken çıkarabiliyoruz. Kendini böylesine kasan, zor bir şablona uyduran ve duygularına hiç yenik düşmeyen sert ve mert erkek tiplemesi, içince, yani alkolün etkisiyle zırhını deldirince, salya sümük ağlayan, dostlarının boynuna sarılıp “Seni seviyorum abi!” diye zırlayan kişilere dönüşüyordu. Bütün bunlar da bize son derece geri ve hıyarca geliyordu…

Çünkü, insanların kendilerini bu kadar zorlamalarına ve kasmalarına bir anlam veremiyorduk. Erkek kendi eşiti olan dişisiyle “çırılçıplak” bir ilişkiye girebilmeliydi (buradaki çıplaklık ruhsal çıplaklık, yoksa öbür işi nasıl yaptıkları, en azından bu yazı bağlamında, bizi ilgilendirmiyor). Erkekler de duygularını gösterebilmeliydi. Hep sert olmaya çalışmanın, hep haklı durumda kalma çabası göstermenin çok da samimi ve güzel bir davranış olduğunu düşünmüyorduk. Artık yeni bir çağ başlamıştı. Kadınlar eski kadınlar değildi. Çok daha güzel ilişkiler yaşanacaktı.

Ancak kırk yaşına yaklaşırken bazı şeyler kafama dank etmeye başladı. Bunlardan bir tanesi de insanların bugünkü son şekillerine nerdeyse 30,000 yıl önce kavuştuklarıydı. Bir başka deyişle, meşhur Lescaux mağarasında duvara bizon resmi çizenlerle tek farkımız arada geçen süre içinde birikmiş olan teknolojiydi. Yoksa insan olarak aynıydık. Bunun anlamı da şu anda her ne tartışıyorsak, aslında 30,000 yıllık belki de daha eski bir geçmişin kütlesine karşı tartışıyor olduğumuzdu. Hala çok anlamlı gelmemiş olabilir, düşünceyi biraz daha ilerleteyim. Türler gibi davranış biçimleri de zaman içinde evrim geçirip en olması gereken şekillere bürünürler, eğer daha otuz sene önce babalarımız eşlerine belli bir şekilde davranıyorlarsa belki bu yaptıkları binlerce senenin süzgecinden geçmiş bir modelden kaynaklanıyordu. Eğer bu kadar sağlam bir modelden geliyorsa bizim değiştirdiğimizde çarşaflayacağımız ise nerdeyse kesindi.

Sonra neler oldu?

Epey bir şeyler oldu. Yakınlarım arasında babalarımız gibi davranmayan bir sürü erkek dostum türedi. Birlikte oldukları kadınlara karşı sert, mert, suskun, kaba değillerdi. Aksine, içlerini açmaya özen gösteriyorlar, kusurlarını saklamak için çaba sarf etmiyorlar, müşterek bir hayatta bazen kadınlarına sığınabileceklerini düşünüyorlardı. Hepsi demek haksızlık olur ama temelde çoğu çuvalladı. Bir şeyler feci şekilde yanlış gitmişti ve sonuç çok kötü olabiliyordu. Bu yaklaşımın sonucu kadınların ilgisinde, sevgisinde, en fecisi de saygısında ciddi bir azalma olmasıydı. Bu durumu ciddi ciddi aklına sığdıramayan dostlarımla sabahlara kadar konuştuk. Sonra da yanıtlar yavaş yavaş oluşmaya başladı. Tabii ki gene hayvan davranışlarından çıkıyordu bu yanıtlar.

Biz referans olarak memeli hayvanlara giriyoruz. Söz konusu canlı gurubunda aileye benzer bir kavramdan söz edilebilir ancak bu anne ve bakıma muhtaç çocuklardan oluşur. Memeli hayvan ailelerinin pek çoğunda babaya yer yoktur. Zaten onların da çocuklarını pek taktığı yoktur. İnanmazsanız mahallenizdeki erkek kedileri inceleyebilirsiniz.

İnsan yavurusu oldukca uzun süren bir hamilelik ve gene çok uzun süren bir çocukluk dönemi geçirdiği için insanın dişisi, bu işi tek başına kotarmasının bayağı zor olacağını çok erken bir çağda fark etmiş ve başka hiç bir memeli hayvanda olmayan bir özelliği kendi bedenine katmış. Bu özellik, insan dişisinin diğer tüm memeli hayvan dişilerinden farklı olarak yılın her döneminde cinsel ilişkiye girebilmesi. Bir çok bilim adamının düşüncesine göre insan dişisi kendini koruyacak ve çocuklarının bakımda yardımcı olacak erkeği yanında tutabilmek için kendi fiziksel yapısını değiştirmiş ve bütün yıl doğurgan kalabilen ve her istediğinde seks yapabilen bir duruma geçmiş… İlginç bir yaklaşım; korunma karşılığı seks sunuluyormuş gibi.

Bu şekilde erkeğin bir ilişkide ne işe yarayacağı daha çok ama çok baştan tespit edilmiş: “Erkek güçlü olacak!”

Bu durumu olduğu gibi kabul edip gereğini yapmaya kalktığınızda önünüze ilginç bir sorun çıkıyor. Eşinizin sizi “güçlü” olduğunuz için seçtiğini görüyor ve seçilmiş olmanızın sürmesi için “güçlü” kalmaya devam etmek zorunda olduğunuzu anlıyorsunuz. İşi böyle çerçeveledikten sonra artık zayıf yanlarınızı, eksikliklerinizi, hatalarınızı eşinize ballandıra ballandıra anlatmanın çok da faydalı bir davranış biçimi olmadığı ortaya çıkıyor. İşte o zaman babalarımızın suskun, gergin ve sadece içtikleri zaman yumuşayabilen çehresi hatırımıza geliyor.

Bunları düşününce çocuklukta gördüğüm bazı olaylar bile anlam kazanmaya başlıyor:

Yaşlı adam hasta yatağında, gebermesine ramak kalmış, hala gürlemeye, sertlikler yapmaya devam ediyor. Çevresindeki kadınlar da sessiz ve anlayışlı koştururken, bir yandan da onu hoş tutmaya uğraşıyorlar. Bu durumun ne kadar gülünç olduğunu çocukken bile görüp hem gülmüş, hem de adama çok kızmıştım (Ulan be adam! canın çıkmış hala kadınlarına eziyet ediyorsun! Daha güler yüzlü olsan ne olur?). Şimdi düşününce (davranışı hala onaylamasam da) bir açıdan adamı haklı bulabiliyorum. Çünkü üstlendiği rolü son anına kadar sürdürmeye gayret ediyormuş…

Geçenlerde SÖZ bölümündeki diğer yazılarımı okuyup dehşete düşen bir dostum hem bunları yazıp hem de mutlu bir evlilik sürdürüyor olmamın ne yaman bir çelişki olduğu savunmak gafletinde bulundu… Ortada çelişki falan yok… Kadın – erkek ilişkileri dünyadaki tüm yetişkinlerin ilgilendiği ve toplam sayı olarak da en fazla sorunun yaşandığı alan.

Bu konuda tatsız fikirler ileri sürmek ve bunların da gerçek olma ihtimalleri sanıldığı kadar tahammül edilmez bir durum yaratmıyor. Asıl korkunç olan, pespembe resimlere inanıp sonra da burun üstü yere çakılmak. Zaten pek çok kişinin başına da gelen aynen böyle bir şey. İşin doğrusunu bildikten sonra ona göre davranır, ona göre tedbirleri alabiliriz, fazla da etkilenmeyiz. Aslında en kötü gerçeklere bile kendimizi uydurabiliyoruz. Düşünsenize, insan olarak hepimizin ama hepimizin idama mahkum olduğunu, 150 sene sonra şu anda çevrenizde gördüğünüz hiç kimsenin, hiç birimizin hayatta kalmayacağını biliyoruz ama bu durum keyfimizi o kadar da kaçırmıyor. Kadın erkek ilişkilerindeki böylesine sert gerçekleri de iyi anlayıp kabullenebilirsek hem ilişkilerimizi hem de kendimizi ona göre adapte edip çok daha sağlıklı beraberlikler oluşturma şansını yakalarız.

Sevgi dolu beraberliklere kendimizi romantik masallarla kandırarak değil, özümüzü daha iyi kavrayarak erişeceğiz. İnanın bana bunu yapmak mümkün.

erkekadam.com / Haldun Aydıngün – 24.2.2000

Dağcılık ve bilim kurgu alanları başta olmak üzere çok başarılı eserleri bulunan Haldun Aydıngün, aynı zamanda bir çok türk insanının doğa sporlarıyla uğraşmasında rol oynamış abimizdir. Aydıngün'ün kadın erkek ilişkileri üzerine Erkekler Mağara Adamından ... adlı bir kitabı da mevcut. Eserleri :Boşanan AdamKoyun Paradoksu, Boğaziçi ve Ötesi, Dağın mı var Derdin var, Aladağlar & Bazı Rotalar ve Genel Bilgiler, ...

Alfanın Kökeni

Rational okuru Jeremiah oldukça sık sorulan bir soruyla gelmiş:

“Rollo. Benim sorum şu : alfa özelliklerinin genetik mi yoksa öğrenilmiş mi olduğunu düşünüyorsun? Modern erkeklerin yüzde kaçı sence alfa özellikleri gösteriyor ve bu erkeklerin yüzde kaçı bu özelliklere hep sahipti ve yüzde kaçı sonradan öğrendi? Feminizm tüm erkekleri ilk süt dişleri çıktıktan itibaren yatırmış sikiyorken hala “doğal” alfaların olduğuna inanmak çok zor.

Daha önce de belirttiğim gibi alfa “özü” öyle çoğu erkeğin kendi anlayışına göre kavradığı gibi öznel bir kavram değil. Bu mütevazi blog yazarına göre “alfa” bir zihin yapısı, demografi değil. Erkek camiası belki sonsuza kadar alfayı alfa yapan özellikler nedir diye tartışacak ama bana göre çoğunlukla, alfa zihin yapısının etkisi üzerinde hemen herkes hemfikir.

Bunu aklımızda tutalım ama bana göre bir erkek alfa mı doğar yoksa alfa zihin yapısına sonradan mı şekillenir sorusu oldukça güzel bir soru.

Aslında bu, psikolojinin birçok düşünce akımına sokuşturduğu klasik “doğuştan mı, öğrenilmiş mi?” sorusu.  Bir özellik kalıtsal, biyolojik, çevresel etkilerle mi şekillenir yoksa öğrenilmiş, sosyal doktrin ile empoze edilmiş ya da kültürün dayattığı birşey midir? Ve tabii aynı şekilde klasik bir başka çekişme de bazı insanların herşeyin sadece bir taraftan etkilendiğini söylemesi, her özelliğin az ya da çok iki taraftan da etkilenmesine rağmen.

Tomassi okulu psikoloji sağlam bir şekilde davranışçılık üzerine otursa da, dışsal etkenlerin içsel eğilimleri sonradan modifiye edebileceğini göz önüne almak önemli.

Bunları göz önünde bulundurarak Alfanın kökeni hakkında benim perspektifim şu :biyoloji Alfa’nın başlangıç noktasını belirliyor, bu noktadan sonra ona ne olacağını ise erkeğin çevresi belirliyor. Daha iyi bir kelime bulamadığım için “alfa enerjisi” diyeceğim, çeşitli derecelerde ve biyolojik olarak erkeğin başlangıç paketinde belirlenen birşey; buradan itibaren, sosyal geri besleme ile bu enerji erkeğin yetiştirilişi sırasında ya rafine edilip geliştiriliyor ya da erkeğin sosyal çevresi tarafından kısıtlanıp bastırılıyor.

Ben sanat okulunda iken üzerimde en çok etkisi olan öğretmenlerimden biri bana şöyle demişti : “iki tip sanatçı vardır : doğuştan gelen bir içsel sanatçı ruhu ile ödüllendirilenler ve bu doğuştan gelen sanatçılığa sahip olmayan ama sanat için büyük bir tutku besleyerek sanatlarında iyi olanlar. Gerçek üstadlar, doğal yetenek ile tutkudan gelen itkiyi birleştirebilen insanlardır.” Bütün yaratıcılık gerektiren çalışmalarında bu modeli referans aldım ama bu modelin sanat dışına da uygulanabileceğini düşünüyorum.

Kendini Yetiştirmiş Alfa

Roosh’un Doğal Yetenek Miti yazısında, “Alfalığı Öğrenme Teorisi” konusunda mükemmel bir analiz var. Burada anlatılmak istenen, Alfa davranışlarının ve sonuçta kadınlarla başarıya etkisinin, deneye yanıla öğrenilen bir davranışlar kümesi olduğu.

Doğal yeteneğin ne olduğu konusunda beni hemfikir olmaya zorlarsanız, doğal yetenek bir seks dahisidir derim – herhangi bir oyun eğitimi olmamasına rağmen diğer erkeklerden çok daha fazla sayıda kadınla beraber olabilen biridir. 12 DVDlik setleri ya da bir düzine erkekle beraber PUA seminerlerini izlememiş bir erkek. Bu erkeğe bakıp, “bu adam otomatik olarak hatun götürüyor, adam hatun götürmek için doğmuş!”

Ama durum böyle değil. Bu işin kitabını okumamış olması onun oyununu çok sayıda kadın üzerinde deneyerek sizin gibi deneye yanıla öğrenmediği anlamına gelmez. Bu onun avranışlarının farkında olmadan ve davranışlarını özellikle ayarlamadan hareket ve taktiklerini adım adım geliştirmediği anlamına gelmez. O da sizin gibi denedi ve yanıldı, neyin çalışıp neyin çalışmadığını anlamak için o da sizin gibi yürümelerinin sonuçlarını değerlendirdi.

“Doğal yetenek” yürüme verilerini Excel’e girecek kadar takıntı yapmamış olabilir, ama o da ne yaptığının bilincinde idi. O da çekiciliğin ardındaki mekanizmayı anlayan ve bunu isteğine göre açıp kapayabilen biri. O da kadınlardan pozitif tepki alan espri anlayışını ve hikaye anlatma sanatını öğrendi. Onunla ilgili en son söyleyebileceğiniz şey, onun dünyaya otomatik olarak kadın sikme yeteneği ile doğduğu.

Roosh’un burada araştırdığı şey temel davranışsal psikoloji terimi – makro-psikolojik dinamiklerden mikro-psikolojik şemalar, maksatlı ya da bilinçaltında, çıkarımsal deneme yanılma yönetimi ile geliştirilir. Farkında olsanız da olmasanız da,  herkesin belli ölçüde bir Oyunu vardır. Bildiğiniz her erkeğin, kendisine bir kadınla cinsel ilişkiye gitmeye yardımcı olduğuna inandığı davranışsal ve zihinsel tavırları vardır. En kötü mavi haplı betanın bile bir kadınla nasıl birlikte olabilineceğine dair bir fikri vardır.

Bu Oyun protatipi, sizin anaokulunda karşı cinsle ilk etkileşime girdiğiniz 5 yaşınızdan, kırmızı hapı keşfettiğiniz güne kadar sürekli deneme – yanılma yönetimi halindeydi. Ve siz resmi Oyunu adapte ettikten sonra öğrendiğiniz yeni bilgilerle eski davranışlarınızı ve zihinsel yapınızı modifiye etmeye devam edeceksiniz. Aslına bakarsanız, PUA camiası, erkek camiası (manosphere)  ve onların türlü türlü permitasyonları en ham halleri ile bu davranış modifikasyonu için deneme – yanılma deneyi ve bilgi geribeslemesi temelli bir meta – çabadır.

Bazıları için bu öğrenme süreci diğerlerine göre daha kolaydır. Yine Roosh’dan :

Onun sizin aklınızı başınızdan alma sebebi genetik değil, sizden çok önce olaya başlamış olması. Özel bazı nedenlerle seks oyunu dünyasına sizden yıllar önce atlamış olması; etrafının kikirdeyen öğrenci kızlarla çevrili olduğu bir zamanda başladığı için şanslı olması. Siz daha ilk yürümenizi yaparken o çoktan yüzlerce kadın üzerinde oyununu pratik etmişti.

Bu yazdıklarıyla davranışsal bakış açısından hemfikir olsam da, bu nokta benim Roosh’un teorisinden ayrılmaya başladığım yer. Alfa bir erkeğin Alfa statüsüne gelişiminde, herşeyi tamamen öğrenilmiş davranışa indirgeyemeyeceğimiz kadar çok biyolojik ve çevresel belirleyici var. En basit ve gözlemlenebilir şey, genetik olarak daha yakışıklı ve fiziksel olarak daha arzulanır bir erkeğin Alfa Oyunu geliştirme fırsatları, olarak daha az yakışıklı ve seksi bir erkeğin eline geçen fırsatlardan istatistiki olarak çok daha fazla olacaktır. Teoride, avantajlı fiziksel özelliklere sahip bir erkek , davranışları gözden geçirip çıkarım yapmaya “daha erken başlamış” olacaktır zira bu erkek, onun fiziksel özelliklerine doğal olarak çekilen kadınlar tarafından daha sık cesaretlendirilecektir.

Ne yazık ki tüm bunlar, davranış geliştirme sürecinin izole bir ortamda geliştiğini varsayıyor. Erkeğin Alfa statüsü davranışları gelişimini destekleyen ya da köstekleyen (kelimenin gerçek anlamı ile) bir dünya dolusu çevresel faktör ve değişken var. Roosh buna değinmiş:

Bu noktada şunu söyleyebilirsiniz, “ama böyle doğuştan yetenekler var. Mozart mesela!”

Çağdaşları ile karşılaştırırsak, Mozart’ın olağanüstü şeyler başarmış biri olduğunu kimse inkar edemez. Ama onun gelişim sürecinin de zamanı için oldukça olağanüstü olduğu unutulur. Mozart, müzik eğitimine 4 yaşından önce başlamıştı, aynı zamanda yetenekli bir besteci olan babası, ünlü bir müzik öğretmeni idi ve keman kullanımı hakkında ilk kitaplardan birini yazmıştı. Dünyaca ünlü diğer besteciler gibi Mozart’da uzman olarak doğmamıştı, uzmana dönüşmüştü.

Bu örnekte doğal ve doğuştan yetenek yok değil ama çevrenin bir insanın davranışsal gelişimini ve sonunda kişiliğini geliştirecek ya da kısıtlayacak şekilde bir rol oynadığını göstermesi açısından iyi bir örnek. Mozart örneğinde bir başarı öyküsü görüyoruz (bir sanat üstadı); doğal bir yeteneğin dış faktörlerce desteklenerek cesaretlendirildiği ve tam potansiyeline ulaştığı bir örnek. Mozart doğal yetenek ve ideal çevre konusunda doğru karışım idi ve bu da ona “erken başlama” avantajını verdi.

Jeremiah, “feminizm tüm erkekleri ilk süt dişleri çıktıktan itibaren yatırmış sikiyorken hala “doğal” alfaların olduğuna inanmak çok zor” diye ağlıyor ve tabii ki bu da Alfa statüsü geliştirmeyi köstekleyen, negatif bir çevreye örnek. Örnek çok ama davranış psikolojisi açısından feminizasyonu, feminen buyruğa daha iyi uymaları için erkeklerin doğal dürtü ve eğilimlerinin planlı uygulanan davranış modifikasyonları ile törpülenmesi olarak görebiliriz. Erkekler, herşeyi kapsayan fem – merkezli gerçeklikte sosyalleştikçe, “doğal alfayı” aykırılık olarak görmeye başlarız.  İçinde bulunduğumuz meta-çevreye rağmen bu adamlar, içsel bir yetenek ya da dışsal bir gelişim ile bir şekilde kendilerini Alfa haline geliştirmeyi başarmışlardır.

Doğal Alfa

Corey Worthington’u Alfalığın zirvesine örnek gösterdiğimde birçok kişi benim kredibilitemi sorgulamıştı. Alfanın “erkeklerin bilge lideri” anlamına gelmesi gerektiğini düşünen erkekler, anlaşılır şekilde, Corey’in umursamaz Alfa kasıntılarından rencide olmuştu. Başında da belirttiğim gibi “Alfa Özellikleri” tartışmasının biteceği yok ama hem erkek camiasında hem de psikolojide, muhtemelen testosteron ile ateşlenen ve kendini insan erkeklerinde gösteren bir Alfa dürtüsü mevcut.

Kimsenin 5 yaşında sağlıklı bir oğlan çocuğuna nasıl Alfa davranmasını öğretmesine gerek yok, o bunu kendi başına kavrayabilir. Çeşitli durumlarda bu minik Alfalar çevrelerini keşfetmeye, risk almaya, neyin çalışıp neyin çalışmadığını denemeye, sonuçları kendisine zarar verecek ya da kendisini yok edecek olsa da çalıştığını düşündüğü şeyleri uygulamaya isteklidirler. Bu kendisini tek teker bisiklet sürme denemeleri ya da babasının bilgisayarını kurcalama olarak gösterebilir, ama bu ham ve rasyonel olmayan özgüven, Alfa kasıntıları, çeşitli derecelerde de olsa erkek olmanın kendine has bir durumudur.

Yetişkinlerin yapabilme kapasitesi olan soyut düşünce ile engellenmemiş bir oğlan çocuğu (bu kapasite 3 yaşından 21 yaşına kadar gelişir) Alfadır ve hep öyle olacaktır. O, kimseyi takmayan bir Alfadır ve onun içindeki Alfayı dize getirip onu acınası bir betaya çevirmek ve varlığını garanti altına almak için feminen buyruk, bir dünya sosyal koşullamanın bastırmasına ihtiyaç duyar. Tam da bu nedenle dünyanın Alpha Buda /Corey Worthingtonlarının ham, sorumsuz, bastırılamaz, vurdum duymaz Alfa enerjisi bizi bu kadar rencide eder.

Tüm Oyun teorisi, PUA teknikleri, hatta feminene hizmet eden “Adam Ol” çığlıkları ya da erkeğin Alfa erkek davranışını ve kafa yapısını taklit etmesini teşvik eden diğer şeyler, aslında altan alta bir erkeği, 5 yaşındayken sahip olduğu Alfa enerjisine geri döndürmek amacındadır.

Çeviri : The Origin of Alpha