Kendini dün ne olduğunla karşılaştır, bugünkü başkaları ile değil.

Jordan Peterson’un 12 Rules for Life kitabının en faydalı bölümlerinden biri Kural 4 : Kendini dün ne olduğunla karşılaştır, bugünkü başkaları ile değil.

Bu özellikle Türkiye’de çoğunlukta olan kendini başkaları ile karşılaştırıp sonra da kadere lanet okuyup oldukları yerde sayan insanların dinlemesi gereken bir öğüt.

Kendini bugünkü başkaları ile karşılaştırmaktan pratik bir yarar elde etmeniz kolay değil. Zira kimse hayata aynı yerden başlamıyor ya da bugüne gelene kadar aynı yollardan geçmiyor. Her ne kadar Türkiye’de sanılanın aksine bu adamların sayısı çok çok az olsa da bazıları sizden çok çok daha avantajlı doğuyor, hayat boyu onlara yetişme şansınız çok zor. Bu durum her ne kadar az sayıda insanda pozitif bir hırs oluştursa da büyük çoğunlukta kendini oldukları yere çivileyen bir öfke ve kin olarak gösteriyor. Öte yandan kendinizi sizden çok çok geride başlamış ve hala geride olanlarla karşılaştırmak da sahte bir başarmışlık duygusu yaratıp yerinizde saymanıza neden olabilir.

Kendinizi başkaları ile karşılaştırmanızın bir zararı da oyunu sıfır toplamlı görmenizdir. Birinin kazanması için diğer(ler)inin kaybetmesi lazımdır oyunu. Oysa günümüz dünyası son 200 yıldır oyunun bu olmadığını anlayanlar sayesinde hemen herkesin toprak köylüsü olduğu bir ortamdan bugüne geldi.

Kendinizi dünkü sizle karşılaştırmanız naif ve faydasız görünebilir ama çoğu insanın bunu yapmama ve bundan çeşitli sebeplerle kaçma nedeni tam tersidir : kendini dünkü senle karşılaştırıp hergün azar azar daha iyileştirmek, senden daha iyilere bakıp lanet okumaktan ya da büyük adımlar peşinde koşmaktan çok daha zordur.

Evet, kendinizi dünkü sizle karşılaştırmanız zordur ama pratiktir. Zira size basit bir uygulama listesi ortaya koyar :

1 – Şu an yapmakta olduğun ama yapmaman gerektiğini bildiğin şeyler ile yapmadığın ama yapman gerektiğini bildiğin şeyler listesi çıkar (tamamen kendi kriterlerinle)

2 – Bu listedeki şeyleri yapmayarak / yaparak 5 yıl sonra olabileceğin iyi durumu gözünde canlandır. Aynı şekilde yapmaya / yapmamaya devam ederek içinde bulunacağın kötü durumu gözünde canlandır. Bu durumları kağıda dök.

3 – Her gece ya da her sabah bir 15 dakika kendine şu soruyu sor ve cevapları yaz : “yarın akşam / sabah bu soruyu sorma saatinde bugüne göre az da olsa daha iyi durumda olmak için neleri yapmam / yapmamam lazım.

Yukarıdaki listede ortaya çıkan yapmanız gereken ama yapmak istemediğiniz şeyler, muhtemelen en hızlı şekilde yapmanız gerekenlerdir. Bu konuda benim çok faydalı bulduğum bir alışkanlık, en yapmak istemediğim şeyleri kendime zorla ilk olarak yaptırmaktır.

Dünyanın en kuvvetli değişim gücü azar azar ama eklenerek meydana gelen değişimdir. Einstein’ın “dünyanın en büyük gücü” dediği bileşik faiz gibi çalışır. Kendinizi her sene bir önceki yıla göre 10% daha iyi duruma getirmek (ki bugüne kadar yan gelip yattı iseniz ilk yıllarda değişim 100%lere bile çıkabilir) sizi başlangıç durumundan çok daha öteye atacaktır.

Bu pratik oldukça basit adımlardan oluşsa da disiplin ve sabır gerektirdiği için çok zor. Özellikle de Türkiye gibi ikisinin de insanların kişiliğinde olmadığı ülkelerde. Bu zor yola girmek yerine kaynak dağılımı adil değil diye ağlamak daha kolay ki zaten herkesin yaptığı bunu sanki gerçekçilikmiş gibi dile getirmek.

Evet kaynak dağılımı eşit değil, hiç olmadı ve olmayacak da. Başından kaynak bolluğunda doğan adam seviyesine gelememe ihtimaliniz yüksek. Ama bu sizin kendinizi 5e katlamanızı anlamsız yapmaz.

Çöp toplayarak karnını doyuran adam muhtemelen hiçbir zaman üniversite okuyan yaşıtı ile aynı seviyeye gelemeyecek ama bu onun hergün biraz daha iyiye giderek bir fabrikada işe girmeye terfi etmesini anlamsız yapmaz. Daha önce tweetlemiştim :

2000 TL maaştan 6000 TL maaşa çıkmak için çalışıp başarabilecek iken “adam babasından 50000 TL harçlık alıyor ben 6000 TL kazanmışım neye yarar” diyen adam gerçekçi değil aptaldır. 6K ile 2K arasındaki fark öyle anlamsız falan değildir çünkü.

Örneğin lisede çalışıp ODTŬye girebilecek iken “çalışsam ne olur kaynak dağılımı adil değil ki” diyen ve saşma sapan bir üniversiteye giren adam gerçekçi değil aptaldır. Zira ODTU mezunu bir hayat ile tabela üniversitesi mezunu hayat aynı değildir.

Siz kendinizi dünkü sizle karşılaştırıp azar azar gelişirken, bu tip gerçekçi “kaynak dağılımı eşit değil, sömürü, dayın / paran yoksa boşa kasıyon” insanlar sizinle dalga geçecek ya da size öfke duyacaklar. Bu adamlara aldırmayın. Bunlar kaale alınacak insanlar değiller. Biliyorum Türkiye’de çoğunluk bunlar ama unutmayın öncelikli motivasyonları sizi boşa çabadan kurtarma nezaketi değil. Kendilerinin disiplin ve sabır gösterme kabiliyleri olmadığından hayat boyu yerlerinde sayacaklarını bilmelerinin öfkesi. Buna bir de yavaş yavaş gelişebilen ya da en azından bu yola girmeyi göze alan insanlara karşı duyulan kindar kıskançlık eklendiğinde, çevrenizden hemen atmanız gereken bir düşünce asalağı elde edersiniz. Böyle adamlar “ama hayat adil değil, ne yaparsan yap eğer kötü bir yerden başlarsan hiçsin” derken aslında şunu söylüyorlar : “ama hayat adil değil, ben ne yaparsam yapayım kötü bir yerden başladıysam hiçim“.  Kendi çaresizliklerini yansıtmaya çalışıyorlar. Sizin bu adamlarla laf dalaşına girme gereğiniz yok zira onların yapamaması sizin yapamayacağınız demek değil, sizin probleminiz değil.

Jordan Peterson’a göre bu teknik özellikle 30 veya 40 yaşının üstündekiler için faydalı :

“20 yaşındakiler kendilerini yine diğer 20 yaşındakilerle karşılaştırabilirler belki. Zira tüm 20 yaşındakiler hemen hemen aynı seviyededir. Ama 40 yaşındakiler ve hatta 30 yaşındakiler birbirlerinden oldukça farklı yerlerdedirler.

Şöyle meditasyon tipi bir pratik edinebilirsiniz : Sabah kalktığınızda ya da akşam yatmadan önce kendinize şunu söyleyin : günümü öyle düzenlemek istiyorum ki gün bittiğinde, hayatım günün başına göre az da olsa daha iyi bir düzende olsun. Sadece biraz daha iyi. Zira azar azar artışlı süreç çok çok etkilidir zira üstel meyveler verir. Bileşik faiz veren banka hesabı gibidir. Azar azar artma süreci zaman içinde katlanarak artmaya dönüşür.

Yani sabah kalktığınızda “hayatımda bugün düzene koyabileceğim şeyler var” diye düşünün. Bunlar genelde yapmak istemediğiniz şeyler. Şöyle devam edin “hayatımı biraz daha düzene sokmak için yapmam gereken ve yapmak isteyeceğim şeyler neler?” Kendinize sormanız lazım ve hatta hangi koşullarda yapacağınızın kendinizle pazarlığınızı yapmanız lazım. Kendinize dikte edemezsiniz, kendinizle pazarlık edebilirsiniz. Bunu yapınca mesela kendinize ödül verebilirsiniz. Bunların soru olması önemli, elinize kırbaç alıp kendinizi kırbaçlayamazsınız. Böyle yaparsanız kendinizin berbat bir efendi ve aynı zamanda berbat bir köle olduğunuzu anlayacaksınız.

Özellikle yeterince aşağılara bakarsanız daha iyi sonuçlar alırsınız. Carl Jung’un bir lafı vardır : “Modern insan Tanrı’yı göremiyor zira yeterince aşağıya bakmıyor.” Modern insan yeterli alçakgönüllülüğe sahip değil.

Ne istediğiniz hakkında düşünün. Etrafınızda neyin doğru olmadığına bakın. Etrafınızda doğru olmadığını düşündüğünüz şeylerin bir listesini yapın. Ve bu listedeki kolay ve bariz şeyleri yapmaktan başlayın. Sizin şu anki haliniz gibi disiplinsiz bir aptalın bile yapabileceği şeylerden başlayın. Bu sizi olmanız gereken yöne doğru hizalayacaktır. Kendinizin bir kaybeden olduğunuza karar vermeden önce bunu 1 sene deneyin ve görün.

Ama bunu 1 sene boyunca hergün yaparsanız kendinizi şu ankinden gözle görülür derecede iyi bir yerde bulacaksınız. 20 yaşında iseniz 60, 40 yaşında iseniz 40 seneniz var. Bunu sürekli yaparsanız, 30 ya da 40 yaşında başlasanız bile büyük yol alırsınız.

Ve son olarak da bir kere bu yola girdiğiniz zaman, geçmişte yaptığınız hatalar, yaşadığınız yenilgiler veya kaybettiğiniz zaman konusunda kendinizi olması gerekenden daha fazla dövmeyin.

Jordan Peterson Türkçe Kitap

Kişiye 17 Yaşındaki Halinin Vereceği Tepki

Ekşisözlük’te an itibarıyla 11 sayfa olan (sayfa başı 100 entry) böyle bir başlık var. Ve başlıktaki sadece son sayfadan birkaç alıntı:

— hâlâ aynı bataklıktasın hani hayallerim.

— artık bataklıktan yüzünü çevirip yıldızlara bakmalısın.

— bu ne amk.

— mk senin ben.

— oha kimi yedin?

— şu haline bir bak çok şişmansın, kaç kilosun sen?

— daha ölemedin mi sen?

— ben senin amk.

— öl, geber daha iyi.

— hişşşııykrt (bilek kesilme sesi)

— amına koduğum şişmanı

İnsanların kendine öfke kustuğu, hatta yaşamamış olmayı dilediği, bu derece birbirine benzer, bir yığın pişmanlık ifadesi neden var?

Farklı başlangıç noktalarından başlanıp ilerlenen farklı istikametlerin sonunda gelinen konumdan duyulan tiksinti, neden birbiriyle bu derece örtüşen, bu derece tahmin edilebilir bir model halini almıştır?

Arthur Schopenhauer şöyle der:

“Hayatımız, her daim peşinde koşup durduğumuz dinginliği hiçbir zaman bulma ihtimaline sahip olmayan bir devinim biçimine bürünmüştür: tıpkı bir tepeden aşağıya koşan adam gibi, eğer durmaya çalışırsa kaçınılmaz olarak düşecektir; ve ancak sürekli koşması halinde ayaklarının üzerinde durabilecektir. Yahut bir parmağın ucunda dengede duran çubuk, ya da yörüngesinde hızla ilerlemezse güneşi tarafından yutulacak olan bir gezegen gibi. Devingenlik varoluşun temel ayırt edici özelliğidir.”

Arthur Schopenhauer
Schopenhauer

Bu devingenliğin kritik önemini kavrayamayıp “Ne olacaksa olsun, sal rölantide gitsin” moduna girdiğin anda, o rölantideyken yıllar sandığından çok çabuk geçer ve soldaki saf mavi haplı çocuk sağdaki adama evrilir, hayata ve kendine dair bütün mavi düşleri suya düşmüş, hayata küsüp bunun öfkesiyle ve umutsuzluğuyla boğuşan biri. İyi bak:

kişiye 17 yaşındaki halinin vereceği tepki

Böyle olmak zorunda değil.

“Yapabileceğim hiçbir şey yok” bir bahane değil.

Bunu söyleme lüksünü hak ettiğini düşünüyorsan, sonuçlarını en baştan kabul edebilecek kadar ermiş olman gerek. Ermiş falan da değilsin, ee?

Namludaki 1 derecelik minik sapma 100 metre ilerideki bir hedefi 1.7 metre (2πr/360) ıskalamanıza, yani karavana atmanıza sebep olur. Bunun gibi, şu anki tercihlerinizde yaptığınız küçük bir ince ayar, bugün baktığınız istikametin 10 yıl ilerisinde tamamen farklı bir noktaya sizi götürür. Hatta “kelebek etkisi” yaratıp tahmin edemeyeceğiniz sonuçlar doğurur.

Konu, kontrolün dışında olan değil kontrol edebileceğin şeylerse, yaptığın ve yapmadığın tercihlerin, aldığın ve almadığın risklerin ve sorumlulukların toplamısın.

Bunun sonuçlarından da kaçamazsın.

Hemen şimdi değişmek …

Yeni bir alışkanlığı veya perspektifi edinmeye çalışan insanlarla ilgili en hayran verici (!) şeylerden biri de olayın bokunu çıkarmaları, aşırıya kaçmalarıdır.

Daha önce hiç ağırlık kaldırmamış bir erkek, hızlıca sonuç almak için haftada 6 gün, günde 2 saat ağırlık çalışmaya kalkar ve sonunda bir tarafını incitir. Oysa yavaş yavaş arttırarak başlamanız ve sabırlı olmanız lazım.

Daha önce aşırı şeker bağımlılığı olan ve fast food ağırlıklı beslenen adam, birden bire hergün su, tavuk ve haşlanmış brokoli yemeye kalkar.

Bu aşırılık, yapmak istediğiniz şeyi başaramamanızı garantiler.

 

Değişimin kalıcı hale gelme şansına sahip olması için, hayatınızı yavaş yavaş ilave edilmesi gereklidir. Bunu yapsanız bile çeşitli nedenlerle ayağınız kayacak ve eski alışkanlıklarınıza döneceksiniz.

Hayatın akışına dalarsınız, kötü bir gün geçirirsiniz, biri sizi yanlış yönlendirir, vs … Kimse mükemmel değildir.

Uzun vadede bir şeye 100% uyum imkansızdır. Bir şeye 90% uygun davranmak kısa vadede oldukça yönetilebilirdir ama uzun vadede mümkün değildir. Uzun vadede bir şeye 80% uyumluluk yönetilebilir ve gerçekçidir.

Peki insanlar neden bu tür aşırılıklara kaçarlar?

Nedeni basit : zira HEMEN ŞİMDİ ÇOK BÜYÜK SONUÇLAR istiyorlar! Ama yılların ihmal edilmişliğini 2 – 3 hafta abanarak telafi edemezsiniz.

İyi haber şu ki çoğumuzun aslında öyle bir acelesi yoktur ve hergün azar azar yükselerek ilerlemek en büyük değişime neden olan yöntemdir.

Çeviri : Black Label Logic

Nasıl Mutlu Olunur?

Mutluluk ne zaman ne düşündüğünüz, ne söylediğiniz ve uyum için ne yaptığınızdır. “ –

Mahatma Gandhi

Birisi bana gençken şu an yazmak üzere olduğum şeyi anlatsa idi, hayatım şu an tamamen farklı olurdu. Geçenlerde, hayatımın bazı ciddi noktalarını ortaya çıkarmak için hayatımın bazı mücadelelerini açığa çıkarmanın gerekli olduğunu hissettiğim bir mesaj aldım. Benim cevabım, soruyu ele almak için sarfettiğim uzun çaba yüzünden uzadı ve sonuç olarak bu makale doğdu.

Soru: Nasıl mutlu olurum?

Mutluluk, kendiniz hakkında olumlu düşünme ayrıcalığı kazanmanızdan ( evet kazanılması gerekir) gelir. İnsanlar çoğu kez mutsuzlar çünkü disiplinsiz oldukları için kendilerine kızgınlar ya da olmaları gerektiğine inandıkları kadar hızlı bir başarı gösteremedikleri için kızgınlar ( hırs ve başarı uyumsuzluğu).

Hayatımda birçok kez üzüldüm ve bu, iki karakter hatasından kaynaklanıyordu.

– Öz Disiplin Eksikliği:

Öz disiplin hiçbir zaman bana kolayca gelmedi çünkü dikkat sürem berbattı ve iyi bir şekilde yetiştirilmemiştim. Bir çocuk olarak istediğim her haltı yapmama izin verildiğinden büyüyünce öz disiplini gelişmemiş bir yetişkine dönüştüm. Eğitim(sizlik)im her zaman en az dirençte yükümlülüklerimi yerine getirmem anlamına geliyordu.

Elbette çocuklarını adam akıllı yetiştirmeyen ebeveynlere sahip olmak kötü bir şey ama kendi hatalarınızdan dolayı onları suçlamak size hiçbir başarı elde ettirmez. Bir yetişkin olarak kendinizi disiplinize etmek için sorumluluk almanız gerekir.

Neden Disiplin Çok Önemli?

Eğer herhangi bir değere sahip bir adam olmak istiyorsanız öz disiplin önemlidir. Eğer disiplin sizde eksikse, en başta yapmanız gereken şey bunun üzerinde çalışmaktır. Bunun yerini dolduracak başka bir şey yoktur.

Dışarda size özgüven sahibi olmayı vadederek cebinizdeki parayı almaya çalışan dandik seminerler ve kitaplardan milyonlarcası vardır. Bunların %99.9’u mantıksızdır. P. T. Barnum’un dediği gibi,

“ her dakika başarısız biri doğar. “

Gerçek: Ancak sen kendini özgüvenli yapabilirsin.

Disiplinli insanlar özgüvenli insanlardır (bu aynı zamanda her zaman egoistlerdir anlamına gelmez) çünkü yaptıkları şeyden gurur duyarlar. Bir işe giriştiğinizde çabaladığınızı bilmenin yan ürünlerinden biri kıvançtır.  Kıvanç, özgüvene dönüşür. Özgüvense cazibeye… Bu bir döngüdür ama her şey disiplinle başlar, her şey. Disiplin, başarının köküdür, 3’ün 9’un kökü olduğu gibi. Eğer doğanın büyülü şekilde kutsadığı, doğuştan özgüveni olan biri değilseniz, özgüveni şöyle elde edersiniz:

Aşırı Analitik Olma:

Doğal olarak analiz felcine yatkınım çünkü analitik (sorgulamacı) bir doğam var. Önemli miktarda öz disipline sahip olmayı başardığınızda kendinizi bir şeyleri ertelerken yakalayıp harekete geçmek için kendinizi zorlarsınız.

Yapmanız gerekenleri ertelemenin dışında fazlasıyla analitik olmanın diğer problemi, dünyadaki tüm ( çok fazla, hergün, her yerde) olumsuzlukları görmenizdir. Eğer dikkat etmezseniz bu sizi büsbütün boğabilir.

Eğer entelektüelseniz, analitik beceriniz hayata olumsuz bir filtre uygular çünkü alaycılığa, çok düşünmeye ve hareketsizliğe yatkın hale gelirsiniz. Bu özellikler depresyonun kaynağıdır ve depresyon verimliliği mahveder. Sanırım az önce gelmiş geçmiş tüm zeki kaybedenleri tanılmadım : çok bilen ama çok az kayda değer iş yapan.

Gençliklerinde onlara yardım edecek sağlam rehberleri olmayan çoğu erkek gibi benim de kendi yolumu kendim bulmam gerekti. Düzenden yoksun ve dürtülerine göre hareket eden biriydim. Üç hafta öncesinden sınavlara çalışıp rahat etmek yerine çalışmaya sınavın hemen öncesinde başlardım. Anlamlı bir hobi edinmek, dil öğrenmek, enstüriman çalmak, spor yapmak ya da savaş sanatını öğrenmek yerine arkadaşlarla (kendim gibi dümensiz, ortalama insanlarla) aylaklık ederdik. ( ya da zamanı dolduracak bir şey yapardık). Bu, kendi çocuklarımın yapmasına asla izin vermeyeceğim bir hatadır.

Değerli olduğumu anlamam için çok zaman kaybetmem gerekti çünkü amacı olmayan bir ezik olduğunuzda ne kendinize ne de zamanınıza önem verirsiniz. Zamanınızı sürekli anlamsızca ziyan etmenin yollarını ararsınız çünkü hiçbir amacınız yoktur. Amaçların olsa bile onları gerçeğe çevirmek için disiplinden gelen ve onları gerçeğe dönüştürmek için gerekli olan dürtüden yoksunsunuzdur.

Ben de büyük hayaller kuran ama harekete geçmeyen adamlardan biriydim. Ve tekrar eden umursamazlık yüzünden çok mantıksız bir korku kök saldı. Ben momentumu kaybedene kadar hareketsizlik korkuyu besledi ve momentum olmaksızın depresyon riski altındasınızdır. Einstein’in sözüyle:

“ Hayat, bisiklete binmek gibidir. Dengenizi korumak için hareket etmeye devam etmeniz gerekir. “

Her zaman ne yapmam gerektiğini biliyordum. Kimse gelip bana “sen salaksın” demedi ama zeka yeterli değildir. Zeka sizi karakter eksikliklerinize karşı bağışıklı kılmaz, size iş ahlakı vermez (disiplin verir) ve mutluluğunuzu tehdit eder (aşırı uyaran yüklenmesi). Hayata meydan okuyup mücadele eden aptal bir adam hayatın meyvelerini, hayatı kenardan öylece izleyen zeki bir adama göre çok çok daha fazla yer.

Benim tembelliğim beni mutsuz etti. Kendi konfor alanımın mahkumu oldum.

İç gözlem yaparak, şu ana kadar yazdığım şeylerin hepsinin farkına vardım. Sorgulamacı yapımın bana bir faydası oldu : kendi üzerimde psikanaliz yaptım ve neden – sonuç ilişkilerini ortaya çıkardım. Güçsüzlüğüm bir güç haline geldi. Bunun yanı sıra kırmızı haptan öğrendiklerim, kendimi yeniden programlamam için gerekli zihniyet değişimini sağladı.

Mutsuzdum çünkü potansiyelimi kullanmadığımı biliyordum. Mutsuzluğumun kaynağı, kendi olabileceğimin en iyisi olmamamdan dolayı dolayı kendime duyduğum kızgınlık ve hoşnutsuzluktu. Olduğum kişiyle olmak istediğim kişi arasında uçurum çok büyüktü. Fakat çok uzun bir süre  sıkıntılarımın ve ara ara gelen depresyon ataklarının kaynağının bu olduğunun bilincinde değildim.

Kırmızı hapı keşfetmeniz harika bir şey ama kendi kafanızda takılı kaldıysanız ve disiplin eksikliğiniz varsa okumanın ötesine geçemezsiniz. Ve hayatınız iyiye gitmeyince de, eğer bunun nedenini anlayacak kadar uyanık değilseniz, bu başarısızlığı kendi sorunsuzluğunuza değil, kırmızı hapa yüklersiniz.

Kırmızı hap hayatınızı tamir etmeyecek. Zira kırmızı hap sadece bir alet çantasıdır. O nasıl kullandığınız, hayatınızı gurur duyacağınız bir şeye dönüştürüp dönüştürmemenize karar verecektir. Derler ya “ İyi bir zanaatkar asla sahip olduğu aletleri suçlamaz.” Kırmızı hap sadece bir alet çantasıdır. Bilmek yeterli değildir, “yapmak”, harekete geçmek gereklidir. Ve yenildiğiniz yerde, kendi yenilginizin sorumluluğunu almanız gerekir.  Eğer hayata yaklaşımınızı değiştirmediğiniz için kırmızı hap sizin için çalışmıyorsa, bu sizin suçunuz, başka kimsenin değil.

Kaslanmak için, ağırlık kaldırmak zorundasınız. Para kazanmak için kıçınızı yırtarak çalışmak zorundasınız. Hatun yapmak için hatuna yaklaşmak zorundasınız. ( ya da kaslı fotoğraflarınızı Tinder’a koymak zorundasınız. ) Sanırım ne demeye çalıştığımız anladınız. Bilgi, uygulanmadığı sürece anlamsızdır. Eğer tüm bu makale içinden sadece bir sözü kendinizi tekrar edecekseniz, o söz budur. Eğer yeni şeyler yapmaktan korkuyorsanız, siz de benim geçmişte olduğum gibi konfor alanınızın kölesisiniz demektir. Ve hergün sıklıkla gözlemlediğim çekingen vücut dili bir şeye işaret ediyorsa, korkarım çoğunuz bu durumdasınız. Bundan sessizce utanıyorsunuzdur.

Peki ama mutluluğu nasıl bulurum? Ben kendime rağmen kendimi kabul ettim. İnsanlar sıçtıklarının farkına vararak mutluluğu bulurlar. Mutsuz olmaktaki sorun üretkenliğinizi ve sosyalliğinizi yok etmesidir. Zavallı insanlar, hiçbir şeyde bir anlam göremeyen nihilist insanlardır. Hayatlarını geliştirebilecekleri insanları etkileyemezler çünkü düşük enerjileri onları itici yapar.

Eğer mutsuzsan iyi uyuyamazsın ve bir şeyler yapacak enerjin olmaz. Sosyalleşmek ya da sosyal etkileşimleri baltalarsın çünkü enerjin diptedir. Tüm dünya angarya gelir ve bu olduğunda kendin için istediğin yaşamı inşa edemezsin.

Bu ilk adımın, mutsuzluğun üstesinden gelmek için önemli olduğunu gördüm. Tekrar söylememe izin verin.

Kendime rağmen kendimi kabul ettim. Bir kaybeden olduğum için kendimi hırpalamayı bıraktım ve olmak istediğim kişi olabilme yolunda yapabildiklerim için kendimi kutlamaya başladım.

Hırsımın dayattığı komik derecede yüksek standartlarda bir başarıya sahip olmasam bile, elimden gelenin en iyisini yaptığım sürece elimde olanı ve kim olduğumu kabul ettim. Zira en iyiniz sahip olduğunuz tek şeydir ve kendinizden en iyinizi aşan şeyler beklemek, sürekli kaçan bir havucu kovalamaya benzer.

Hergün biraz daha az boktan olma yolunda yürümekten zevk alıyorum. Baskıyı, mücadeleyi ve itiş kakışı seviyorum. Bir yere ulaşabilmek için zaten sevmek zorundasınız. Eğer elimden gelenin en iyisi yetersiz ise öyle olsun. Başka bir şey denerim. Kusurlu olmakla bir sorunum yok.

Yenilgiyi, hayatın değişmez bir parçası olarak kabul ediyorum.Yeterince iyi olmadığın için yenilmek, yeterince iyi olmamaktan korktuğundan yenilmekten daha iyidir. Her şey, pes etmekten iyidir. Winston Churchill şöyle der:

“Asla pes etme. Asla, asla, asla… Büyük ya da küçük olsun, önemli ya da önemsiz olsun, iyiye olan inanç ve onur dışında bir şeye boyun eğmeyin. Asla güce teslim olmayın: Asla düşmanın görünüşte ezici gücüne teslim olmayın. “

Hırs eğer bir şeyi başaramadığınız için sizi üzmeye yarıyorsa, tamamen faydasızdır. Hırs (amaçlar) teşvik edilmeye ihtiyaç duyar. ( bir ezik olmamak için) Birçok insan, amaç edinmenin mutluluk getireceğini düşünür ve ilk başarında öyle de olur ama sürmez. Sürekli mutluluk, kendini kabul etmekte yatar. Mutluluğun diğer tüm formları geçicidir.

Yaptığım zekice şeylerden biri, korkularımı kendime karşı kullanmamdı. Bir zamanlar beni mahkum eden korku, şu an beni harekete geçiren şey. Korkularımdan kurtulmadım,  sadece onları tersine çevirdim. Konfor alanımdan çıkma korkusunun potansiyelimi yok etmesine izin vermek yerine, kaybeden olma korkumu harekete geçme motivasyonu olarak kullandım ve bir zamanlar kaçındığım şeyleri yapmaya başladım. Çatışmaya girmekten ya da garip bir sosyal duruma düşmekten çok ziyade, kaybeden olmaktan korkuyorum. Korkmak bende işe yarıyor. Benim işime yarıyor.

Birçok insan bir ya da iki sebepten mutsuz (muhtemelen ikisi birden sebep) :

– Onlar, en iyi kaynaklarını, zamanlarını boşa harcayan sersemler. Eğer bir ay tembellik yaparsan mutlu olabilirsin çünkü anın keyfini yaşarsın ama bir ay, iki ay geçerse geriye bakıp şuanki halinle eski halini kıyaslarsan daha iyi biri olmayacaksın hatta daha kötüsü olacaksın. Bu seni sarsacak. Acınası bir halde olacaksın çünkü hayal kırıklığına uğrayacaksın.

– Onların tutkuları, kişiliklerinin çok ötesinde ve statü eksiklikleri onlara nefes bile alamayacak kadar baskı yapıyor. Yüzlerindeki güneş, burunlarındaki hava gibi basit şeylerin bile tadını çıkaramıyorlar.

Ben her ikisinden de etkilendim. Siz de bunlardan birinden etkilenebilirsiniz. Hiçbirinden etkilenmiyorsan ama hala mutsuzsun isen zehirli insanlar ile çevrilisin ya da yalnızsındır.

Eğer mutsuzsan ama kaybeden değilsen:

Eğer başarılıysanız ama hala mutsuzsanız, başarılı ama hiçbir başarı ile yetinemeyen birisinizdir. Hırslarınız sizi mahvediyor. Bu tatminsizlik, hayatın tadına varmak yerine daima bir şeyleri yetiştirmeye çalışan biri olduğunuzu gösterir.

Buradaki problem, oraya ulaştığınızda bunun yeterli olmayacağıdır çünkü mutlu olmayı öğrenmemişsinizdir. Eğer paranız, bağımsızlığınız, iyi bir vücudunuz, yüksek IQ’nuz/ yeteneğiniz ve iyi bir işiniz olursa hala acınasısınızdır çünkü kendinizi kabul etmeyi öğrenmemişsinizdir. Başarı sorun değildir. Ona bolca sahipsinizdir. Sorun, kendinizi kabul edememeniz.

Bir insan, elinden gelen şeyleri kabul etmelidir. Bu, tembel olma anlamına gelmez. Siz insansınız, günün her dakikası %100 üretken olamazsınız. Kusursuz değilsiniz, başarılısınız ama kusursuz değilsiniz. Eğer kendinize insanüstü standartlar dayatırsanız daima kendinizden nefret edersiniz ( amacınızı gerçekleştirmiş olsanız bile). Bu yüzden özünde mutsuz olursunuz. Zayıflıklarınız için kendinizi affedin ve onlara sahip olduğunuz için kendinizden nefret etmek yerine bunların üstesinden gelin.

Başarılı olursanız ve kendinizle barışıksanız ama hala mutsuzsanız, muhtemelen yalnız ya da korkunç tiplerle çevrilisinizdir.

İyi arkadaşlar edinin. İyi arkadaşlar, hayatın boktanlığını azaltırlar. Her şey iyi bir dostla güzeldir. Yalnızlık, tembellik kadar zayıflatıcı olabilir. Eğer yalnızlığa düşkünseniz sizi tam keşiş moduna girmeye karşı uyarıyorum. Bu sizi daha kötü yapar. Sosyalleşmek ve kendinize gelmek için 2 gün ayırın.

Birçok adam, doğru kadını bulmak için hayatını harcarken iyi dostluklar bir ömür sürer. Bir kadın nadiren hayat boyudur. Gerçek arkadaşlar sizin ilgi alanınızı önemser. Kadınlarsa kendi ilgi alanlarını önemser. Gerçek dostlar nadirdir. Birçok insan sizden ne alacağını ya da sizi nasıl kullanacağını düşünür. Gerçek bir arkadaş, sizin ilerlemenizi önemseyen, kan bağınızın olmadığı bir aile üyesidir ve zor zamanlarınızda sizin yanınızdadır.
Onlar sizin problemlerinizi önemser mi? İhtiyacınız olduğunda size zaman ayırırlar mı? Hayır mı? Öyleyse onlar dostunuz değildir. Adı ne olursa olsun, diğerleri sadece tanıdıktır.

Kaynak: How to be happy?

Stanford marshmallow deneyi

Stanford marshmallow deneyi, 1060 ve 70lerde o zaman Stanford Üniversitesinde profesör olan psikolog Walter Mischel tarafından tatminin ertelenmesi (delayed gratification) üzerine yapılan deney serisinin adıdır. Bu deneylerde, çocuklar bir odaya alınıyorlar ve önlerine küçük bir şekerleme konuluyor. Deneyi yapan yetişkin, çocuğa şimdi çıkıp kısa süre sonra geri geleceğini, eğer kendisi geri gelene kadar o şekerlemeyi yememiş olursa kendisine 2 şekerleme vereceğini söylüyor. Daha sonra da çocuğu odada şekerleme ile yalnız bırakıp 15 dakikalığına gidiyor. Ödül bazı deneylerde marshmallow (lokuma benzeyen ama daha yumuşak bir şekerleme)  bazen de kurabiye oluyor.

Bu çocuklar daha sonra 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında takip ediliyorlar ve bir çocuğun o şekerlemeyi yemeden bekleme süresi ile hayatta başarısı arasında direkt bağlantı bulunuyor (SAT sonuçları, eğitimde çıktıkları seviyeler, BMI (şişmanlık ölçüsü) gibi değerler dikkate alınıyor).

Deney aslında Trinidad adasında daha önce yine Walter Mischel tarafından yapılan bir başka deneyden esinlenmiş. Dr. Mischel burada farklı etnik grupların pervasızlık, öz kontrol ve hayattan zevk alma gibi alanlarda birbiri ile çelişen sterotiplere sahip olduğunu gözlemlemiş. Sonra da Trinidad taşrasında yaşları 7 ile 9 arasında değişen, etnik olarak Afrika kökenli ve Doğu Hindistan kökenli kız ve erkek çocuklar arasında bir deney yapmış. Çocuklara bugün 1 sentlik küçük bir şekerleme almak ile bir hafta sonra 10 sentlik şekerleme alma arasında tercih yapmaları istenmiş. Mischel, deney sonucunda Doğu Hindistanlı çocukların Afrika kökenli çocuklara göre çok çok daha fazla oranda tatmini erteleyebildiklerini gözlemlemiş. Yaş da önemli bir etken iken deneyi yüksek sosyal statülü ya da düşük sosyal statülü çocuklar arasında yapmanın sonuçları değiştirmediğini görmüş. Bakın işte sıkı durun burası önemli (Warren Farrell’ın kulakları çınlasın) : Afrikalı çocukların önemli bir kısmının babasız büyüdüğünü (Doğu Hindistanlı çocuklardan sadece birinin evinde babası yokmuş) ve evde babanın olmasının tatmini erteleyebilme ile çok sağlam bir ilişkisi olduğunu gözlemlemiş. Babalı ailelerden gelen çocuklar daha üstün tatmin erteleme kabiliyeti gösteriyorlarmış.

Mischel ABD’de deneyleri 4 – 6 yaş arası çocuklar üzerinde yapmış. Hazzı erteleyebilen çocukların bunun için kendileri ile savaşını gözlemlemiş. Bazı çocuklar şekeri görmemek için gözlerini kapamak, oyalanmak için sıraya ayağıyla vurmak, saçları ile oynamak vs… gibi şeyler yaparak kendileri ile savaşırken bazı çocuklar ise deneyi yapan kişi odayı terk eder etmez şekerlemeyi mideye indiriyormuş.

600 adet çocuktan çok az bir kısmı şekerlemeyi hemen mideye indirmiş. Çocukların üçte biri ikinci şekerlemeyi alabilecek şekilde şekere dokunmamış. Yaş, hazzın ertelenmesini belirleyen önemli bir faktör olarak bulunmuş.

İlk deneyin amacı sadece haz kontrolünün hangi yaşta ortaya çıktığını bulmak. Fakat 80’lerin sonunda Michiel bu çocuklar acaba şimdi ne yapıyorlar diye bakmaya başlamış ve artık birer yetişkin olan çocukların hayat başarıları ile deney sonuçları arasında hiç beklemediği bir bağlantı olduğunu görmüş!

Sonuçlar çok şaşırtıcı değil. Jordan Peterson – Başarı, fedakarlık, çalışmak ve hazzın ertelenmesi yazısında belirtildiği gibi “başarılı olanlarımız hazzı / ödülü erteleyebilenlerimizdir”. Bir insanın hayatta başarılı olabilmesi için yapması gereken her şey, o an haz veren bir şeyin ertelenmesini gerektirir :

  • Sabah düzenli olarak 8’de işte olabilmek için saat 6’da uykunun hazzının bırakılması gereklidir.
  • Oturup ders çalışmak, gym’e gitmek, gelecek haftaki toplantıya hazırlanmak vs … için, TV izlemek, oyun oynamak, chatleşmek, vs … gibi hemen elinin altında olan hazların bırakılması gerekmektedir.
  • Kilolu birinin kilo vermesi için, hemen bir pastaneden alabileceği pastayı almayıp, pastanın hazzını ne zaman olacağı belirsiz bir zamana ertelemesi gerekir.

Can Çekişen Çocuk

Adam, sterilize edilmiş odanın karşısına oturdu ve çocuğunun can çekişmesini izlemeye başladı.

Berlin’in kömürleşmiş ve paramparça olmuş enkazının içinde ve Sovyetlerin düşmanca konuşlandırılmış makineli tüfeklerinin altında, kendi krallığına ve ülkesine hizmet ederken soğukkanlılığını koruyabilmişti. Daha sonra, yetiştiği, yaşadığı, sevdiği ve ailesini yetiştirdiği ülke olan Amerika’ya, dünyanın öbür ucuna dönmüştü.

Şimdiyse bu eski raportörün elinden, ateşli bir havale geçirmekte olan ve migrenden kıvranan küçük oğlunun feryat dolu acılarını izlemekten, beklemekten, yorgun eliyle sarı bir not defterine sanki bir gazetecinin olağan bir huyuymuş gibi notlar almaktan başka bir şey gelmiyordu. Çocuk kıvranıp duruyordu, sonra yorgunluktan bitap düşüp tekrar yatağında sessizliğe gömüldü.

Haftalardır ellerini, kollarını, ayaklarını ve bileklerini kaplayan belirgin kan damarlarının çevresindeki yaralar kabuk bağlamıştı. Her geçen günle birlikte, yeni kabukların oluşması için gittikçe daha az boş yer kalıyor, artık şifacı olarak davranamayan ve sadece müşahit seviyesine düşen doktorların ve hemşirelerin ümidi gittikçe azalıyordu.

Günler ve geceler bulanıktı; uyku ve uyanıklık evreleri oyun, yemek ve dinlenme ile değil, şafak vaktinden önceki karanlık saatlerde uyanarak hemşirenin odasından yüzüne vuran sarı lambanın ışığı altında acıyla ağlayan ve olanlara anlam veremeyen masum çocuğun ateşinin alevlenme ve yatışma döngüsü ile yönetiliyordu.

Haftalar geçerken, adam, çocuğunun kafatasının içini kıvrandıran, aklını kavurup kül eden ve duyularını katleden menenjitin ilerleme sürecini not etmeye devam etti.

“Duyması azalıyor.” diye not aldı.

“Acı çekerken bile, kendisine bir şeyler olduğunu ifade edebiliyor ve duyamadığından yakınıyor.”

Sevgi ve savunmasızlık, üstünde yazılı kelimelerle parlayan o deftere kazınmıştı.

Son aşamaya gelindiğinde, bütün zorluklara rağmen havaleler kesildiğinde ve doktor, adamı bir kenara çekip “Tamam. Onu kurtardık.” deyince, alınan notlar durdu.

Öldürücü hastalık kaybolmuştu, acı gitmişti. Çocuğun sararmış başını kıvrandıran ızdırabın ve basıncın yerini, birer hediye olan sükunet ve uyku almıştı.

Bir süre sonra çocuk, ailesiyle birlikte evine döndü ve artık hiçbir şeyin bir anlam ifade etmediği bir dünyaya girdi. Dünya tepetaklak olmuştu, her şey bölük pörçüktü.

Artık sağırdı. Kuşlar, kahkahalar, müzik, insan sesiyle kurulan iletişim, her şey bu hastalık ve bedenine cılız bir umutla pompalanan ilaçlar tarafından çalınmıştı.

İç kulağındaki denge merkezini beynine bağlayan sinirler yandığı için, çocuk artık yürüyemiyordu. Algılanacak bir “yukarı” ve “aşağı” artık yoktu. Ayağa kendi başına kalkmak için yaptığı basit bir hamle bile dünyanın takla atıp ters yüz olmasına ve zeminin sıçrayıp herhangi bir sempati göstermeksizin suratına çarpmasına neden oluyordu.

Eskiden ona şarkılar söyleyen ve onu ninnilerle uyutan, evrendeki en güzel seslerinden biri olan ses, annesinin sesi artık sessizdi. Artık sadece, çocuğa dudak okumayı öğretmenin uzun ve yorucu sürecinde yavaşça kımıldayan bir ağızın olağanüstü çabası vardı, sanki çocuğun hayata devam etmesi buna bağlıymışçasına… Doğruydu, buna bağlıydı.

Arkadaşlarla ve aileyle olan yaşayan bağın hissiyatı tamamen kopmuştu. Artık çocuk sadece dinleyerek, gülmecelerin, konuşmaların, paylaşımların ve fısıldamaların ayrılmaz ve kabul edilen bir parçası olamıyordu. Eşit bir katılımcı değil, kalıcı şekilde üçüncü şahıs haline gelmiş, dışlanmış, sadece bir gözlemci durumuna düşmüştü.

Küçük bir erkek çocuğun, astronot, itfaiyeci, polis, asker olma rüyaları suya düşmüştü. Duyma, dinleme ve buna göre davranma kabiliyetine dayalı bir gelecek bir daha asla mümkün olmayacaktı.

Ve böylece çocuk artık bağımlı, incinmiş, korkmuş ve kimseyi anlayamadığı bir durumdaydı.
Sonunda o gün geldi; aile akşam yemeğine oturmuştu, çocuk yere uzandı ve yardım etmeleri için ağladı çünkü yürüyemiyordu. Fakat bir tek kişi bile yardıma gelmedi, uzandığı yerde acınası bir umutsuzlukla kalakaldı.

Ta ki öfke patlaması içinde çığlık atmaya başlayana kadar.

O zaman büyük ablası geldi ve yanıbaşında durdu. Dudaklarının okunabileceğinden ve anlaşılabileceğinden emin olacak şekilde konuştu:

“Ayağa kalk ve yürü!” dedi, “Ağlamayı bırak.” Suratı sert ve ciddiydi. “Dünya sana yardım etmeyecek.”

Ve arkasını dönüp ailenin yemek yediği mutfağa çıkan merdivenlere yöneldi.

Çocuk afallamış bir halde ve yüzleştiği gerçeğe isyankarca bir öfke içinde bir süre yerinde kalakaldı.

O an, içinde bir şey ortaya çıktı ve çocuk yerinde doğruldu. Merdivenlere baktı ve sessizce yüzünü eliyle sildi.

Sürünerek merdivenlere yöneldi ve kendini yukarı çekerek tırmanmaya başladı, kızgın bir şekilde, sonunda babasının oturduğu sandalyenin yanındaki boş sandalyeye ulaştı. Ve sandalyeye tırmanıp çıkana kadar nefes nefese uğraştı. Masadaki hiç kimse ona göz ucuyla bile bakmadı, yardım etmeyi önermedi. Sandalyeye oturmayı başarınca, babası ona baktı ve sakince çocuğun tabağına akşam yemeğinden koydu.

Ama o adamın gözlerinde, bir kraliyet muhafızları memurunun bir erkeğe verebileceği en büyük takdirin pırıltısı vardı.

Bu saygıydı, çocuk o bakışı bir daha asla unutmadı.

O gün 4 yaşındayım.

IVAN THRONE (Dark Triad Man)


The Dying Child
çeviri: Yin

"Ivan Throne 4 yaşında geçirdiği menenjit krizi nedeniyle duyma yeteneğini kalıcı olarak kaybetti. Ailesinin çabasıyla dudak okuma sanatını öğrendi. Çocuk yaşta uzak doğu dövüş sanatlarıyla ilgilenmeye başladı ve 30 yıl boyunca Japon Ko-ryū dövüş sanatıyla ilgilenerek ustalaştı. Maskülenlik, dark triad ve insan ilişkileri üzerine 4 kitap yazdı."

Disiplin devreleri

Okuyucu Murat sormuş :

Aslında tüm bu mevzular , duygularını yok edip tamamen gerçekler üzerinden ilerlemeyi amaç edinmiş adamlar için başarılı sonuçlar verecek. Kadınlarla, iş hayatında, temel insan ilişkilerinde kısaca hayatla yüzleşip duyguları bırakmayı gerektiriyor. En ufak bi duygu kırıntısı bizi düşürmeye yetiyor. Kıvılcımların yangınlara dönüştüğü gibi.

Peki sitenin daşşaklı abilerine soruyorum. Nasıl duygularımızı kontrol edecez?

Tamam, insan ilişkilerinde tamamen gerçeklerle ilgilrniyorum. Ama kendimle baş başa kaldığımda işe koyulmuyorum. Çalışmıyorum . Disiplin yazılarını okudum . Disiplin sahibi olmak için çok uğraştım ama bi noktada patlak veriyorum . Planladığım gibi olmayınca kafam bozuluyor. Kontrol edemiyorum kendimi.Mesela o gün 4 saat uyku 15 saat çalışma hedefledim

bu uyku süresi 10 dakka fazla olsun ya da çalışma süresi bi kaç saat aşşağıda olsun. Moralim bozuluyor sinirleniyorum. Kafayı bozdum bununla. Nasıl bu amınakoduğumun şeyini geçekleştircem artık çok sinirleniyorum kendime.

Bu kadarı abartı diyecek olan olursa sınava gircem yakın zamanda bu zamana kadar hiç bi sikim yapmadım. 20 yaşına geldim bu zamana kadar vaktim boş geçti ve bu beni çook pişman ediyor keşkelerle yaşıyorum resmen.

Öncelikle şunu söyleyeyim, çok az insan uzun süreler boyunca günde 4 saat uyku ile ayakta kalabilir. Nasıl plan yaparsan yap, günde bir 7 saat uyuyacak şekilde yap zira günde 4 saat uyursan, çalışmayı planladığın 14 saat boyunca çalışamayabilirsin.

Maalesef disiplin yazılarını tam okumuşa benzemiyorsun. Dün disiplinsizken bugün çok disiplinli hale geçmek istiyorsun. Dün hayatın boyunca gyme adım atmamış biri iken, bugün 200 kilo basmak istiyorsun (4 saat uyku, 15 saat çalışma). İkisi temelde aynı şey ve böyle bir atlamayı yapman mümkün değil.

Oyun ve disiplin gibi şeyler kavramsal olduğundan size hemen bir anda değiştirilebilir gibi geliyor ama bunlar hemen değiştirebileceğiniz şeyler değiller. Düşünün bir : oyunu ve disiplinli olmayı öğrenmek ne demek? Beyninizde yeni nöron ağları kurmak demek. Daha önce hiç otomatik hale getirmediğiniz bir davranışın beyninizde henüz bir devresi yok ki! Bunları kurmanız lazım. Bunlar da kaslar gibi fiziksel alemde yer alan hücreler ve kas geliştirir gibi yavaş yavaş kurulan şeyler.

O nedenle bir gün gidip 30 kıza yürüyen adam, aynı tempoda 1000 kıza yürüse de havasını alır, haftada 3 kere ama düzenli yürüyen başarır diyoruz. Disiplin de aynı. Disiplin demek, kendi kararınızla bazı davranışları otomatik ve düzenli hale getirmeniz demek. Bunun için o otomatikliği sağlayan beyin devrelerini geliştirmeniz lazım. Kas geliştirir gibi.

bu uyku süresi 10 dakka fazla olsun ya da çalışma süresi bi kaç saat aşşağıda olsun. Moralim bozuluyor sinirleniyorum. Kafayı bozdum bununla.

Yanlış. Bugüne kadar düzenli çalışmayan bir adamsan, çalışma saatini her hafta belli bir süre arttırabilirsin. Günde 3 saat çalışan adam, yarın günde 9 saat çalışan birine dönüşemez. Bir hafta sonra 3.5 saat, sonra 4 saat, vs … bir hızda dönüşebilirsin ancak.

Bu kadarı abartı diyecek olan olursa sınava gircem yakın zamanda bu zamana kadar hiç bi sikim yapmadım.

Bunu demekle “bu kadar abartı diyecek olan olursa Türkiye MMA şampiyonu ile ringe çıkacağım yakın zamanda bu zamana kadar hiç bi sikim yapmadım” demek arasında fark yok. Ne yaparsan yap dayak yiyeceksin. Ama en azından şimdiden çalış ki bir sonraki maça çalışmaya erkenden başlamış ol. Günde 4 saat uyuyup, 15 saat antrenman yaparsan sakatlanırsın, kasların da gelişmez.

Yanlış anlama, yumurta kapıya dayanmış, 15 saat kasma demiyorum. Ama bu yapacağın disiplin falan değil tamamen bir can havli ile oraya buraya saldırmak. Yap ama 4 saat değil de 5 saat uyumuşsun, 15 değil de 14 saat çalışmışsın kafayı bozman bu aşamada aptalca.

20 yaş keşkeler yaşı değil. Bugüne kadar yetişkin geçirdiğin süre 2 yıl, hadi de 4 yıl. 4 yıl hiçbir bok yapmasan bundan sonra disiplinli çalışısan yine toparlarsın.

Sen şimdi istersen can havliyle kas sınava, ama bu disiplin falan değil. Disiplini sınavdan sonra sağlarsın. Üniversite sınavına hazırlanan ve önlerindeki sınavı kazanamayacak çocuklarla görüşüyorum. Hemen hepsinin planı şu: Sınava girerim, sonra sonuçlar gelince çalışmaya başlarım. Hayır. Sınava şimdi çalışmaya başla, sınava gir ve ondan sonra 2 hafta tatil yap ve çalışmaya devam et. Bunu sınavda iyi bir yer gelip gelmeyeceğini bilmeyenlere de tavsiye ediyorum. Şimdiden çalış, sınava gir, 2 hafta dinlen ve sonuçları beklemeden çalışmaya başla. Sonuçlar geldiğinde iyi bir yer kazandığını görsen 1 ay çalışma çöpe gider ama iyi bir yer kazanamadığını görürsen 1 ay eksta çalışmış olursun.

Son olarak da, şimdi üniversiteye girsen 24 yaşında mezunsun, gelecek sene girsen 25. Hemen hayata atılırsan, 25 yaşında mezun olduğunun acısını uzun dönem çekmezsin.

Kırmızı hap Mantığı : Nirvana’yı aramak

Nirvana Yanılgısı ismini Budizmin nihai hedefinden alıyor. Bir insanın gerçekliği, gerçekçiolmayan ve idealize edilmiş bir alternatif ile karşılaştırması anlamına geliyor. Bu yanılgıdaki insanın kafasında olmak istedikleri bir opsiyon var ama bu opsiyon tamamen gerçek dışı.

Bu yanılgı, mükemmel çözüm yanılgısı ile yakından alakalı. Bu yanılgıda da kişi bazı sorunları için mükemmel bir çözüm olduğuna ya da ortaya sunulan çözüm sonrası bazı sorunların çözümsüz kalması nedeniyle bu kusurlu çözümün reddedilmesi gerektiğine inanır.

Nirvana Yanılgısı ve Kişisel Gelişim

Nirvana yanılgısı, mavi hap ilüzyonuda önemli bir rol oynar. Aslında mavi hap yanılgısının temel direğinin, gerçek dünyaya tamamen gerçek dışı bir alternatif sunmak olduğu söylenebilir. Bu ütopik gerçeklikte, her erkeğin mükemmel bir partneri ve bir ruh ikizi vardır. Bu partner görünenin ardındaki cevheri keşfederek erkeği performansından, hareketlerinden ve cinsel pazardaki konumundan bağımsız olarak, olduğu gibi sevecektir. Kısacası mavi hap dünyası, erkeğin performans yükünden kurtulduğu ve koşulsuz sevildiği bir ütopyadır.

Kendini geliştirmede Nirvana Yanılgısı hem işleri ertelemenin hem de motivasyonun kaynağıdır. Negatif tarafta, çoğu erkek hayatlarında gelişime neden  olacak davranışları, sırf mükemmel olmadıkları için reddedecektir. Örneğin, bir erkek en mükemmel antrenman programını ararken aylar boyunca tek bir ağırlık kaldırmayabilir. Ya da mükemmel diyeti ararken aylarca abur cubur yiyebilir.

Öte yandan, kişi mükemmeliği hedeflerse, bu hedef her ne kadar aşılmaz olsa da kişiyi büyük başarılara yöneltme ihtimali yüksektir. Üzerinden atlamak üzere konulan yüksek çıtalar büyük çabaya ve daha iyi sonuçlara götürür. Kişi hedefe ulaşamayabilir ama hedefin sadece 50%sine ulaşsa bile bu büyük bir gelişimdir.

Mükemmel Çözüm Yanılgısı ve Kişisel Gelişim

Bu yanılgı politikada ve ekonomide sıklıkla görülür. Bir program ya da çözüm daha iyi sonuçlar getirebilecek bile olsa problemin tümünü çözmediği için uygulamaya konulmayabilir. Erkekleri fişten çekmeyi denerken bu yanılgıyı içeren mailler alıyorum.  Zira kırmızı hap aslında kendi başına sorunlarına çözüm değil ama sadece problemi ve problemin nedenini anlatan bir öğreti. Her ne kadar öğretinin yazılı hali “X’i yapmanın 8 yolu” gibi reçete olmaya soyunan yazılarla dolu olsa da, kırmızı hap erkeklerin problemlerini toptan çözebilecek bir mucize hap değil.

Kırmızı hapın temel bakış açılarından biri, her erkeğin kendi cinsel pazar değerinden ve pazarlarda aldığı sonuçlardan kendisinin sorumlu olduğudur. Kırmızı hap erkeğe rehberlik edebilir ya da bir harita olarak kullanılabilir ama erkek pazardaki yolunu kendi yürümelidir. Bu yürüyüş, yüksek değerli erkek olmak için gerekli özellikleri yaratan şeydir zaten : metanet, kararlılık, disiplin, kendine güven, kendine yeterlik ve odaklanma.

Mavi hap ilüzyonundan uyanan erkeğin “mavi hap sendromundan” müzdarip olduğu söylenebilir. Bu erkeğin önünde, yılların ihmal edilmişliği ile paslanmış birçok şeyi tamir etmek gibi büyük bir iş durmaktadır. Her tarafı dökülen evini tamire soyunmuş kişi gibi, sadece evin dışını değil elektrik ve su tesisatı gibi derinlikler de dahil içini de tamir etmelidir. Bu genellikle insana dağ gibi görünen bir iştir zira yapacak çok iş vardır. Bu durum da erkekleri genellikle tüm problemlerini tek kalemde çözecek mükemmel çözümü aramaya yöneltir ve diğer çözümler sorunun tamamını düzeltmediğinden bir kenara itilir.

Problem

Basit ve karmaşık olmak üzere iki tür problem vardır. Basit problem bir tek değişkenin düzeltilmesini gerektiren ve bunun çözümü ile kişinin hayatının düzeldiği problemlerdir. Örneğin hayatında, cinsel pazar değerini etkileyerek onu depresyona sürükleyen sadece bir adet problem olabilir. Hisse senedi piyasasındaki “sıkıcı” şirketlerin örneğindeki gibi : mükemmel finansal göstergelere, iyi bir stratejiye, çok iyi uzun dönemli performansa sahip olmasına rağmen sırf yaldızlı bir sektörde olmadıkları için yatırımcıların gözünden kaçan şirketlerin hisselerini düşünün. Bir erkek çok fit, iyi para kazanan ve çok iyi bir hayatı olan ama sosyal yeteneklerden yoksun ya da 12. yüzyıl saray soytarısından hallice giyinen biri olabilir. Ama bu sorunu çözdüğü anda ise cinsel pazarda performansı iyileşir.

Karmaşık probleme örnek olarak da bir erkeğin hayatının enkaz olduğu ve tüm problemlerinin birbirini beslediği durum verilebilir. Bu durumda erkek hayatın birçok alanında kötü bir performans sergileyebilir ve hayatının genel performansı, tek tek yönlerinin performansının toplamından daha kötü olabilir. Bu yazının hedefi, önünde daha çok iş bekleyen bu erkekler.

Yazıyı bu şekilde adlandırdım zira bu tür büyük problemlere sahip erkekler, hayatlarını geliştirmek için mükemmel çözümü aramaya meyilliler. Kısacası bu erkekler, karmaşık bir probleme basit bir çözüm aramaktalar. Bir açıdan bu erkeğin hayata bakışını yansıtıyor, en az çabayla çok fazla sonuç alma isteğini. Bu bakış açısı, erkeğin hayatını tüm açılardan çözecek şeyi ararken, tümünü çözmeyen yolları kenara atmalarına neden oluyor. Ya da erkeğin hiçbirinde maksimum getiri elde etmeden çözümden çözüme atlamasına.

İlkine örnek olarak, vahşi batıda her türlü sorunu çözdüğünü iddia ettikleri mucize ilaçlar satan şarlatan satıcılar verilebilir. Çözüm mükemmel ama hiçbir sonuç üretmiyor. İkincisine ise hep daha iyi bir “mucize ilaç” buldukları için haftada bir gym ve diyet programı değiştiren erkekler verilebilir. Bu adamlar, 30 yıldır abur cubur yemekten obezleşmiş erkeğin 1 ayda incecik olmasını sağlayacak ilacı aramaktadırlar.

Özet ve Sonuç

Hayatın paradoksu şu ki “problem” yaratması kolaydır, çaba istemez. Sadece yaymak yeterlidir. Eğer insanların milyonlarca yıl kaynaklarla yaşamasının beynimizde sabitlediği, yemek bulunca gömülüp hepsini ye devrelerini takip edip de ne isterseniz yerseniz, obez olursunuz. Sadece arzu ve dürtülerinizi takip ederseniz, ki bu ne disiplin ne de irade gerektirir, muhtemelen potansiyelinize ulaşamadığınız kötü bir hayata sahip olursunuz. Eğer sadece kendiniz olursanız, muhtemelen kendinizi sonunda hiç olmak istemeyeceğiniz bir yerde bulursunuz.

Bu hayatın ironisidir, arzu edilir ve rahat süreçler insanı hiç arzu etmedikleri ve rahatsız edici noktalara götürür. Hiç arzu edilmeyen ve rahat bozucu süreçler ise insanı arzu edilir ve rahat noktalara götürür. İnsan yılların kayıtsızlığından uyanıp da kendilerini bulmak isteyebileceklerinden çok farklı bir noktada olduklarını fark ettiklerinde, içgüdüleri onlara ihmalkarlıklarının sonuçlarını tamir etmenin küçük bir çaba gerektirdiğini söyler. Ama yukarıdaki ev benzetmesindeki gibi, yılların ihmalkarlığının sonuçlarını tamir etmek yıllarca sürecek aktif davranışlar gerektirecektir.

Bu durumda kişi tutturduğu yolu devam ettirmeyi daha rahat bulabilir. Yol istemediği yerlere gitse de, bilineni bilinmeyenle değiştirmeye tereddüt edebilir. İdeal bir dünyada, aynı girdilerle farklı sonuçlar almayı isterler. Örneğin yeme alışkanlıklarını değiştirmeden zayıflamayı. Süreç ile çıktıları arasındaki bu kopukluk kişinin kişisel gelişimde karşısına çıkan tüm problemlerin temelindedir.

Bazı insanlar bu sürecin farkında değildir, bazıları sonuçların değeceğini düşünmez, bazıları sürecin muzice hap olmasını bekler ya da problemin basit bir problem olduğu temelli bir sürü başka şey. Fakat evren aldatılamaz. Yılların ihmali, yıllarca sürecek bir dikkat gerektirir.

Çeviri : Red Pill Logic: Seeking Nirvana

Suçlusu sen olmasan da sorumluluk sende

Stilo şöyle bir soru sormuş :

mahmut abi sana bir sorum var. herhangi kötü bir durumda olduğumuzun sorumlusu sadece biziz diyorsun ya, ben red pill’den sonra çok fazla anneme ve babama suç yükler oldum. evet çoğu şey benim sorumluluğum ama anne ve babaya düşen çocuğu doğru tarafa yönlendirmek olduğunu düşünüyorum. bu imkanı ve gücü kendilerinde görmeme rağmen misal çeşitli
doğru alışkanlıklar erken saatte kalkma, sigara içmeme, diş fırçalama gibi. genelde ebeveynler çocuklarını kıyaslarlar ve bunun ben tam tersini yapmaya ve ikisinden de nefret etmeye başladım. hakikaten bütün sorumluluk bizde mi? çünkü bir çıkmaza girdim. ben biraz geç mi akıl mertebesinde yükselme yaşadım yoksa doğru yönlendirilmediğimden ötürü mü?

eskiden sevmediğim ama red pill’den sonra tam bir alfa olduğunu anladığım eniştem ile babamı kıyasladım ve durum tam tersine döndü. sanırım depresyon aşamasından daha çıkamadım. senin yorumun nedir?

herhangi kötü bir durumda olduğumuzun sorumlusu sadece biziz diyorsun ya, ben red pill’den sonra çok fazla anneme ve babama suç yükler oldum.

Sorumlusu biziz derken demeye çalıştığım şu : içinde bulunduğun durumun suçlusu sen olmayabilirsin ama ondan çıkma sorumluluğu sende. Bir erkek olduğun için, senin düşmüş olman, zor durumda olman, bunalımda olman, vs … toplumun umrunda değil. Benim düşmemin ya da başka bir erkeğin düşmesinin toplumun umrunda olmadığı gibi.

Kırmızı hap romantik bir akım değil. İçinde bulunduğun dünyayı veri kabul edip burada nasıl yukarı çıkarım diye bir yol planı yapma akımı. Çoğu insan tam tersi gücünün yetmeyeceği şeyleri değiştirmeye zihin enerjisi harcar. Bu da çoğu durumda aslında kendini değiştirmek zor geldiği içindir. Kırmızı hap bu açıdan zor ama daha etkili yoldur.

Örneğin askerlik yazısında ben askerliğin zorunlu olmasını veri alırken biri gelip “askerlik zorunlu olmamalı neden bunu tartışmıyoruz?” diyebiliyor. Bu adam “askerlik zorunlu iken nasıl en iyi planı yaparım” diye düşünmek yerine “ama zorunlu askerlik kaldırılsın” diyerek bireysel plan yapmamaya kılıf uydurabiliyor.

Kısacası, ailen bir veri. İçinde doğduğun ülke ya da şehir de veri. Çoğu insanın ailesi tarafından çeşitli seviyelerde kötü yetiştirildiği, çoğu yerleşkenin doğmak için boktan bir yer olduğu da bir veri.

Senin enerjin ve zamanın sınırlı. Sen bir yandan ailenden nefret ederken bir yandan “durum bu burdan yukarı nasıl çıkarım” diye plan yapamazsın. Birinden birini bırakman lazım. Hayatın boyunca ailenden nefret edebilirsin ama bu seni içinde bulunduğun durumdan çıkarmaz. Tam tersine, enerjini nefrete harcsdığın için bu arada sokaklara bile düşebilirsin. Annen baban göçüp gittikten sonra kimse seni takmaz. Sorumluluk sende derken bunu diyoruz.

Depresyondan çıkmanın bizim bildiğimiz en iyi yolu, dünyanın gerçekte varolmayan ve hiç olmamış masalsı yorumundan kurtulman. Aileni, gerçekte varolmayan bir ütopyayla değil, ortalama Türk ailesi ile kıyaslaman lazım. Herkesin mükemmel ailelere doğmadığı gerçeğini görmen lazım. Reklamlarda izlediğimiz mükemmel ailelelerin gerçekte varolmadığını görmen lazım.

Hayat adil değil. Sadece senden çok daha iyi çöpleri çekmiş ya da sosyal medyada çektikleri çöp çok daha iyiymiş gibi davranan insanlara odaklanma. Çok daha kötü çöpleri çekmiş insanları da görmen lazım (örneğin aile bireyi tarafından tecavüze uğrayan, terk edilen, sakat bırakılan, doğar doğmaz cami avlusuna bırakılan, vs …). Bu durumlardan bile hayatlarının sorumluluğunu alıp çıkan insanları görmen lazım.

Bu dünyanın o ya da bu şekilde ızdırap dolu olduğunu ve adil olmadığını kabul edersen, ütopya ile gerçeği karşılaştırmanın verdiği depresyondan da kurtulursun. Tıpkı kadının ve ilişkilerin gerçek doğasını görünce bunalıma girip kadınlardan nefret eden adamın o doğayı veri kabul edip kafasındaki masalsı, kerevetine çıktığımız ilişkilerin çocukçalığını anlayarak bunalımdan ve öfkeden kurtulacağı gibi.

Eric Thomas – Kendine borcun var

Kendine bir açıklama borçlusun!

Kendine aynada bakıp şöyle söylemelisin : “Neden sadece %50ni veriyorsun? Senin sorunun ne?”

Kendini cezalandırman lazım.

Kendine şunu söylemelisin :

“Artık televizyon izlemek yok”

“Artık abur – cubur yok, tatlı yok”

Artık ‘hayır şimdi olmaz’ yok.”

“Şimdi gidip ağırlık kaldırıyoruz.”

“Artık alkol yok, şimdi olmaz, HAYIR,  bununla şimdi başa çıkamam.”

Kendine şunu söylemelisin : “Kendime borcum var.”

Bir kere bile aynada kendi gözlerinin içine bakıp, “beni yarı yolda bırakan kişi BENİM” demedin!

O noktaya gelene kadar, sana ihanet eden sensin.

Hiçbir zaman denemedin. Yeterince cesur değilsin. Başkasını suçlamaya çalışıyorsun.

“Başarılı olmama sebebim patronum”.

Kendine aynada bakıp şöyle söyledin mi hiç :

“Zamanında yataktan kalkmıyorum.”

“İşe zamanında gitmiyorum.”

“İşte iken kendimi işe %120 vermiyorum.”

“Beni yarı yolda bırakan yine benim!”

Değişen ne? Ben değiştim. Mağduru oynamayı bıraktım.

“Başıma güzel şeyler gelmesini bekliyorum” demeyi bıraktım.

“Gidip savaşacağım.”

“Gidip çalışacağım.”

“Gidip bastıracağım.”

“Gidip öğreneceğim.”

“Gücümün sınırlarına dayanıp gereken ne ise yapacağım”.

Hergün, ama hergün, gücümün son damlasına kadar kaybeden değil kazanan olmak için çalışacağım.

Evliliğin nasıl olsun istiyorsun?

Oğlun nasıl olsun, kızın nasıl olsun istiyorsun?

Sağlığın nasıl olsun istiyorsun?

Finansal olarak ne istiyorsun?

Mesela, yılda ne kadar para kazanmak istiyorsun?

Nasıl bir araba kullanmak istiyorsun?

Nasıl bir hayat yaşamak istiyorsun?

Her sabah kazara oradaymış gibi uyanma. NE ISTIYORSUN?

Ve ne yapmak istediğini bulunca, doğal hayatının geri kalanını, yataktan kalkıp o istediğin şeyin peşinde koşmak için harca.

Tam potansiyeline ulaşmadan yaşamanın bir bahanesi yok.

Bahane yok.

“İşleri yarına bırakma” kavramına inanmıyorum.

O kavrama gerçekten inanmıyorum.

Avustralya’da iken, “işleri erteleyen ve yarına bırakan biri olduğunu söyleyen genç bir kadına sordum :

Bak, eğer sana “yarın sabah saat 5:00’te benimle buluşursan, sana 3 milyon Dolar vereceğim” desem. Ne yapardın?

Bana dedi ki “yarın sabah 4:59’da burada olurdum!”

“O 3 milyon doları almak için hazır olarak.”

Ben de dedim ki “bak, işleri yarına bırakmak diye birşey yok.”

Olay şu ki senin yaptıklarının senin için bir önemi yok.

Doğru mu? Senin için anlamlı değil.

Senin için önceliği veya acelesi yok.

Bir şeyin aciliyeti yoksa, onu sonra yaparsın.

Eğer senin için bir anlamı ve önemi yoksa, senin için bir önceliği de yok.

Yani senin yapman gereken, hayatını nasıl anlamlı ve önemli yaparsın, nasıl bir amaç bulursun?

Eğer bunları cevaplayabilirsen, sana söz veriyorum, erken kalkacaksın, erkenden orda olmak için koşacaksın ve o hedefini gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapacaksın.

Miskinlik diye bir şey yok, senin amacsiz ve anlamsiz hayatin senin için önemli değil. Olay bu.

Eric Thomas